Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Leziz Onaran’dan ‘Yaşamak sorumluluktur’ “Anılar büyüklerinizden kalan bir çizgidedir” Mesleğinde, aile ve sosyal hayatında bütün “iyi”lerin altına imzasını atan Leziz Onaran, Yaşamak Sorumluluktur‘da yaşam dersleri verirken gençlere rehberlik edecek nitelikteki deneyimlerini paylaşıyor. Tuncer Uçarol, Onaran’la kitabı üzerine konuştu. Ë Tuncer UÇAROL ayın Leziz Onaran. 535 sayfalık anılar kitabınız oldukça kapsamlı. Kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Ne kadar sürdü yazması? 19641995 yıllarında Ankara’da hep “Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi”nde Gastroenteroloji Kliniğinde çalıştım. 1995 yılında emekli olacağım son gün “Bağışlama” adlı ilk yazıma başladım. Cumhuriyet gazetesine gönderdim. İlk yazım orada çıktı. Sonraki yazım sanırım “Yaşla Ne İlgisi Var?”dı. O da Cumhuriyet’te yayımlandı. O zaman torunlarımın bazı davranışlarını düşünerek sevgimin yanında onları saydığımı da anımsamış; bu yazıyı da onun üzerine yazmıştım. Yani yazılara kitap için başlamamıştım. NÜSED (Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği)’nin bir toplantısında genç bir hekim arkadaşım, çalıştığı yerdeki sıkıntılarını anlatıyordu. Onu teselli etmek için başımdan geçen bir iki olayı anlattım. Aramızda bulunan Doktor İncilay Kılıç, “Hocam bunları niye yazmıyorsunuz? Yazsanıza!” dedi. Bu konuşma beni anılarımı yazmaya itti. Kitabınızın adı neden “Yaşamak Sorumluluktur”? Çünkü ben hep sorumluluklar içinde yaşadığımı duyumsadım. Mustafa da (eşim) buna tanık oldu, bu adı o önerdi, bana da uygun geldi. Tıbbiye’de okumak, hekimlik yapmak çok önemli sorumluluklar gerektirir. Tıbbiyeyi seçmeseydim hukuku da seçebilirdim herhalde. Çünkü küçükken bile dikkatimi çeken her olay üzerinde duruyordum, zorda olan insanları savunuyordum. Hakkaniyet duygum çok gelişmişti. Hastaların toplumsal yoksunluklarını da derinden hissettim hep… NÜSED’de, Kadın Dayanışma Vakfı’nda, Cumhuriyet Kadınları Derneği’ndeki sorumluluklar daha başka; onlar daha genel sorumluluklar. Bu örgütlerde çalışmalar da yetmiyor gerçekte. Başka sorumluluklar da var… Ama bu sorumlulukların hoş tarafları da var. Birçok güzel insanla tanışıyorsunuz. Birçok hoş olay da yaşıyorsunuz. Kitabımda bunları da anlatmaya çalıştım. Anılarınızda, İzmir Kız Lisesi’ndeki, İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki öğrenci arkadaşlarınızı, özellikle de İstanbul Tıp’ta, Ankara Tıp’taki tüm hocaları ad soyadlarını belirterek tek tek tanıtıyorsunuz. Ek kaynaklarınız var mıydı? Evet. Lisedekilerin yoktu ama Tıbbiye için elimde “Stajyerler Albümü”müz vardı. Son sınıfta hazırlanan albüm. Orada hocalar da var. Ankara’dakiler ise çalıştığım kliniklerdekiler. Onları elbet hatırlıyorum. “DİL DEVRİMİNE SAYGILIYIM” Oradaki Gastroenteroloji Kliniği yönünden öyle sayılabilir. Çünkü bu kliniğin kuruluşundan hemen altı ay sonra orada çalışmaya başladım. 1964 Kasım ayından emekli olduğum 16 Ekim 1995’e kadar. Öteki klinik ve laboratuvarların gerektikçe adını anmakla yetindim. “Gastroentereloji Kliniği”!.. Başka hastanelerde bu kavramın Türkçesini kullananlar var mıdır? Bildiğim kadarıyla yok… “Gastroenteroloji”nin sözcük karşılığı “midebağırsak bilimi” oluyor. Bu kavramın Türkçesi de gerçekte “Sindirimbilim Bölümü” olması gerekir. Bu kavramın içine ağız, yemek borusu, mide, bağırsaklar, karaciğer, safra yolları, dalak, pankreas vb. girer… Sizin de en başta vurguladığınız gibi benim Türkçem arıdır. Dil Devrimine, özleşmeye saygılı biriyim. Yabancı sözcüklerden olabildiğince uzak durdum. Kitabımda bazı tıp terimlerinin, bazı genel çevrimdeki sözcüklerin yabancı kökenlilerinin yanına ayraç içinde Türkçe karşılıklarını da koydum. Hastalarımla ilgili dosya notlarında da Türkçe kullanmayı özenle sürdürdüm. Eşiniz Mustafa Şerif Onaran’la siz 1955’te nişanlandınız. Yazar Onaran’ın etkisi oldu mu bu yönde? Ben zaten tıp dilinin Türkçeleşmesinden yanayım. Ama o konuda da ortak düşünmemiz herhalde beni rahatlatmıştır. Ancak Mustafa’nın edebiyata olan merakı, tanınmışlığı, zaman zaman benim yazışmalarımda öne geçirilmiştir. “Mustafa Bey bu yazınıza epey emek vermiş görünüyor!..” diyenler olmuştur bazen. Mustafa’yla bunlara hep gülmüşüzdür. Ama yazılarımızda birbirimize danışırız... Ancak birçok yabancı tıp terimini siz de kullanmışsınız. Nedir bugün tıpta Türkçeleşme? Tıp dilinin Türkçeleştirilmesi üzerinde yer yer çalışmalar var. Ama ne yazık ki genel çalışma yoğunluğu içinde koşuşturmaktan, boğuşmaktan bu yönde çalışanlar yeterli etkiyi gösteremiyor. Bazılarının dil bilinci ya da bilinçsizliği de cabası. Bana sanki bizde eskiden Latince, Fransızca tıp terimleri öndeymiş gibi gelir. Şimdi İngilizce öne geçti gibi! Tuhaf değil mi? Evet, öne geçti. Bazı İngilizce terimleri Fransız ağzıyla söyleyenler de oluyor. Dil açmazı içinde birçok kişi. Üstelik bazıları yeterince ne İngilizce biliyor ne Fransızca… Bugün gerçekten ABD’nin teknoloji ve parasal baskısıyla tıp dili İngilizceleşmeye başladı. Araştırmaların orada yoğunlaştığını, çalışmalara daha çok orada olanak sağlandığını biliyoruz. İlaç firmalarının varlıkları da bunda rol oynuyor. Bu da dilin gücünden değil, o toplumun etkinliğinden kaynaklanıyor. Bu kitabınızı en çok kimlerin okumasını istersiniz? Genç hekimlerin… Tıp öğrencilerinin… Okumayı sevenlerin… Hastalar nasıl algılar bu kitabı? Bu kitabı olabildiği kadar tıpça yazmak istemedim. Bu yüzden bazı meraklı hastalar okumaktan hoşnut kalmayabilir. Çünkü hastalıkları açıklayıcı olarak ortaya koymadım. Ama genel kültür bakımından yaklaşanlar hoşnut kalabilir. “KENDİ GELİŞİMİMİ BÜYÜKLERİMDE BULUYORUM” düm kadınların gözünü açıyoruz diye… Kadınımız aile içi şiddete tahammül ettiği kadar ediyor, dayanamayınca en ağır suçu işlemeye kadar gidiyor. Patlıyor! Yapılan araştırmalarda (Prof. Tülin İçli’nin ilk araştırmalarından), cezaevlerinde, ağır suç işleyen kadınların hafif suçlu kadınlardan daha çok olduğu saptanmıştır. Buna karşılık erkeklerin hafif suçluları, daha ağır suçlulara oranla daha çoktur. Özgeçmişinizi de kısaca toparlarsak iyi olacak burada. Söke’de 1930 yılının 15 Ekimi’nde doğdum. İlkokulu Söke’de, orta ve liseyi İzmir Kız Lisesi’nde yatılı okudum. İstanbul Tıp Fakültesi’ni 19481954’te bitirdim. Orada ihtisasa başladım. On dört ay sonra, evlilik dolayısıyla Ankara Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kliniği’ne geçtim, ihtisasımı orada bitirdim, 1960’da başasistan oldum. 1963’te Mustafa Kayseri’ye atanınca orada Sigorta Hastanesi’nde şeflik yaptım. Ankara’ya dönünce Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Gastroenteroloji Kliniği’nde yeniden asistanlığa başladım (Kasım 1964). İki yıl sonra başasistan, sonra şef yardımcısı, şef, “direktör” oldum. Bu arada dışarıdan Ankara Tıp Fakültesi’nde sınav vererek doçent (1973), Hacettepe Tıp Fakültesinden de profesör (1983) oldum. T. Yüksek İhtisas Hastanesi’ndeki kliniklerimizde tıp öğrencileri yoktu. Hastanemiz, dış ülkelere hasta akışını önlemek üzere kurulmuş, uzmanlıkların derinlemesine uygulanabileceği bir “ileri ihtisas hastanesi” olarak tasarlanmıştı. Buraya, ileri uzmanlık için, iki yıllık iç hastalıkları uzmanlarını asistan olarak kabul ediyorduk. O zaman onların hocası oluyordum; seminer çalışmaları, ortak uygulama çalışmaları yapıyorduk. Ders kitabım yok. Ama bazı makalelerim, kongre bildirilerim, ortak kitap çalışmalarım var. Emekli olduktan sonra, üç yıl kadar özel muayenemde de çalıştım. Sivil toplum örgütlerinde çalışmalarımı sürdürdüm. 1912 yılından itibaren çıkarılmaya başlanan Kadınlar Dünyası diye bir günlük gazete vardı; 1999 yılında aynı adda bir dergi çıkarılmaya başlandı, ben de o gazeteden dergi için bugünkü Türkçeye çeviriler yaptım… Yine boş durmuyorum. Yine Ankara’dayız. Sorumluluklar sürüyor… Kitabınızı 535. sayfada “Lafımın sonunu getirmek elimden gelmiyor” diye bitirmişsiniz… Daha yazacağınız ne gibi anılar var?.. Sivil toplum örgütlerindeki anılarınıza fazla yer vermemişsiniz? Onları daha geniş olarak özel bir kitapta toplamayı düşünüyor musunuz? Evet. İlgilendiğim konularda, arkadaşlarımın da katılımlarıyla anılarımızı birleştirmeyi düşünüyorum. Bugünlerde “Kadın Dayanışma Vakfı”ndaki arkadaşlarla buluşmayı kararlaştırdık bile. ? Yaşamak Sorumluluktur/ Leziz Onaran/ Bilgi Yayınevi/ 536 s. S Kitabınıza bir çeşit “Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi” tarihçesi de diyebilir miyiz? SAYFA 4 Kitabınızı okurken soyağacınızı çıkardım. Aile büyüklerinizin bir dalı Rumeli göçlerine, bir dalı İzmir’e, Söke’ye uzanıyor. Aile büyüklerini, çocukluğu yazmak nasıl bir duygu? 1930’lu olduğunuza göre, Cumhuriyetimizin kuruluş yılları size nasıl göründü? Anılarınızı yazdıkça, yaşantınızın büyüklerinizden kalan bir çizgide olduğunu görürsünüz… Birçok davranışımı annemden örnek aldığımı gördüm... Hatta bu kitabımı adadıklarımdan ninemden bile bazı bulgular saptadım... Yalnız köküme dönmek değil yani. Kendi gelişmemi de onlarda bulmak oluyor... Cumhuriyetin kuruluş yılları da öyle. Aile büyüklerim Cumhuriyetin getirdiklerini hep olumlu izlenimlerle anlattılar. 23 Nisan’da beni çocuk balosuna götürdüler. Okumak bakımından hiç engellenmedim. Söke’de ortaokul yeni açılmıştı, iyi bir eğitim almam için beni İzmir Kız Lisesi’ne verdiler; hem de yatılı! Ortaokulu, liseyi orada bitirdim. Bütün okul etkinliklerine katıldım. Hiçbir zaman softalık yapmadılar… Tıbbiye’deki epey hocamızın soyadı da Dil Devrimi akımına uygundu. Soyadı yasası çıkınca Türkçe soyadlar seçmişlerdi. Örneğin Âkil Muhtar Özden, Mazhar Osman Uzman, Akif Şakir Şakar, Behçet Sabit Erduran gibi… Dikkat edilirse, eskiden ikinci ad olarak baba adları kullanılırken, soyadı olarak onların Türkçelerini seçmiş hocalarımız… Hitler’den kaçıp gelen Yahudi hocalarımız da, Atatürk’ün ön dileğiyle, Türkçe ders anlatırlardı… Kitabınızda, 1986’dan sonraki üç sivil toplum örgütüyle ilgili anılarınız da var. Buralarda başkan olarak, üye olarak çalışmak, ülkemiz, toplumumuz hakkında size neler düşündürdü? İlk örgütüm NÜSHED’di. O yaygın bir dernek değildi. Önce hekimler arasında kurmuştuk, sonra öteki sağlıkçıları da üye olarak alıp genişledik, NÜSED olduk. Sonra da çok kimse uzaklaştı. 1987 ocağında kurulmuştuk. Başka hiçbir toplumsal kuruluşa izin verilmeyen bir dönemdi. Bazı üyeler, sonraki yıllarda dernek kuruluşları esnekleştirilince, bizden ayrıldılar… Yine de bazı etkinlikler yaptık, sesimizi duyurduk… “Kadın Dayanışma Vakfı” çalışmaları sırasında da, kadınların ezilmişliğini, özellikle aile içi şiddette uğradıkları haksızlıkları daha yakından öğrendim. Hatta bazı kimselerin bizi aile yapılarını bozmakla suçladıklarını da gör CUMHURİYET KİTAP SAYI 1037