Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K Dünyadan dörtnala geçen itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA o atlı: Erdal Öz... İlk görüşüm gözümün önünden gitmiyor hiç. Sergenlerin önünde ortadaki dar, uzunlamasına yükseltinin önünde dikiliyordu o. Kolları kavuşuktu göğsünde; sırım gibi, yakışıklı, kendinden emin bir genç adam… Gülümseyiş sözcüğünü karşılamak anlamında bununla örtüşen biri olarak hiç gitmeyen görüntüsüyle kaldı yüzü bende… Sergideki yazın dergilerini topladığımı görünce sormuştu: “Yazıyor musun?” Bana yazınla ilgim olup olmadığını bu açıklıkta soran ilk kişiydi o. Böyle bir soru için seçilmiş olmam bile çok kıvandırıcıydı benim için. Bu yüzden birazcık utanmıştım, ama ne yalan söyleyeyim, için için de sevinmiştim. Hele onun yöneltmesi bana bu soruyu… Adı Erdal Öz’dü dünyanın güzel atlısı, bu genç yakışıklının… İşte şimdi önümüzde bu atlıya bütün olarak yaklaşan bir kitap var: Erdal Öz / Unutulmaz Bir Atlı. Öykücü Ayşe Sarısayın’ın çok büyük emekle hazırladığı bir doruk yapıt. Erdal Öz’ü bir bütün olarak tanımak için temel başvuru kaynağı… “UNUTULMAZ BİR ATLI”: ERDAL ÖZ... Ayşe Sarısayın, bir iç metin olarak alabileceğimiz “Erdal Öz Yolculuğu” ile sürdürüyor anlatısını. Böylece sıradan bir yaşamöyküsü olmasını engelleyip yazınsal değerini hep koruyacak, bu arada yazınsal tatlar salacak nitelikli bir anlatıya dönüştürüyor Erdal Öz / Unutulmaz Bir Atlı’yı. Başlangıçta korkusu yok değil Sarısayın’ın: “Bu biyografi –hayır, biyografi sözcüğü ürkütüyor beni, vazgeçmeliyim, bir Erdal Öz kitabı demeliyim bu çalışmaya ona açılan kapılardan bazılarını aralayabilir belki, yetmiş yıllık bir hayata ait sayısız parçanın bir kısmını bir araya getirebilir, o hayata soluk bir ışık tutabilir ancak.” (14) Lirik bir hüznün eşliğinde, yer yer gülümseyip dalarak yer yer öfkelenip coşarak büyüsüne kapıldığınız anlatı olarak nasıl dalıyorsanız öyle, bir çırpıda okuyuveriyorsunuz koca kitabı. Ama sabırsız davranıp ileri sardığınız, bir yerine yeniden göz atmaya geri döndüğünüz oluyor elbette. Ne var ki bunlar heyecandan, meraktan kaynaklanıyor, göz atıp kitabı bir köşeye bırakıverme buruşukluğunun getirdiği tavsamadan değil… Erdal Öz’ün yaşamöyküsüne ilmeklenmiş yazınımız, özellikle 1950 Kuşağı yazarları, sonradan çok doğal biçimde yeniden ilk gençlik yıllarına dönülerek buluşulan devrimci gençler, yayıncılık, Türk yazınının biçimlenmesinde son çeyrek yüzyıl boyunca sağlanan etkin, süreğen katkı, bu arada bir insanın yaşamına sığacak ne denli düş, özlem, sevgi, acı vb. varsa tüm bunlarla birlikte örülüp ağır ağır çıkılan yaşam basamakları… Ayşe Sarısayın’ın, şiirlerle içlidışlı olarak örüntülediği, bir öykücünün elinden çıktığını hemen ele veren anlatısında iç metin olarak yerleştirdiği “Erdal Öz Yolculuğu”nun kitaba ayrı bir hava verdiğini ekleyeyim. Bunu Erdal Öz’e açıklama gereği duyuyor Sarısayın: “Nasıl olup da bu işe kalkıştığımı merak edersin diye anlatmak istedim, böyle başladı artık sonuna yaklaştığım ‘Erdal Öz Yolculuğu’.” Buna girişmekteki amacını da, şöyle özetliyor yazar: “Kitapların, yıllar önce bende yarattığı gibi, bir ürperti yaratırsa okuyanlarda, bu ürpertinin peşine düşerek o yazarın hayatına uzanmak isterse içlerinden biri, işte tam da bunun için yazılmıştır bu kitap.” (372) Bu sevgili atlının, Erdal Öz’ün, dört yayınevi (Can, Sel, Evrensel, YKY) tarafından gerçekleştirilen “Elli Kuşağının İlk Kitapları 50 Yaşında” dizisinde yer alan öteki yazarlarla birlikte, elli yıl önce Şubat 1960’ta a Dergisi yayınlarınca basılan ilk öykü kitabı bu kez kurucusu olduğu yayınevince yayımlanıyor: Yorgunlar (Can, 2009). ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZÜN SOYLU ŞÖVALYELERİ... “Elli Kuşağının İlk Kitapları 50 Yaşında” dizisinin öteki yazarları kimler, kitapları neler? Ferit Edgü’den Kaçkınlar, Orhan Duru’dan Bırakılmış Biri, Demir Özlü’den Bunaltı, Adnan Özyalçıner’den Panayır, Onat Kutlar’dan İshak… Gelecek iki hafta bu kitaplarla birlikte olacağız “Kitaplar Adası”nda. Andığım Kitapların tümünde Doğan Hızlan’ın kaleme aldığı bir “Sunu” yer alıyor. “Solistlerden oluşan bir koro:/ 1950 Kuşağı” başlığını taşıyan sunudan genişçe alıntı yapmak zorunlu görünüyor bana. Çünkü her zamanki bütünü gören, karşı savları en baştan göğüsleyen, ölçütleri, dayanakları sağlam, genellemelerini ayrıntı özelinde de destekleyen yaklaşımıyla Doğan Hızlan bakın neler söylüyor bu kuşak üzerine: “Türk edebiyat tarihçileri için, mutlaka, önemle üzerinde durulması gereken bir kuşak 1950 Kuşağı./ Hepimiz aynı edebî anlayışı mı bölüştük?/ Hem evet, hem de hayır./ Beslendiğimiz kaynaklar aynı mıydı?/ Hem evet, hem hayır.” “Biz isyan etmek için isyan etmedik. İlle de bizden öncekileri eleştirmek gerekir diye eleştirmedik. Yararlanabileceğimiz kaynakları yapay bir başkaldırma uğruna yok sayma züppeliğine düşmedik. Geleneğin eskiyen yanlarını tıraşlayıp içinden çıkardığımız yeniyi, yeniden yarattık. Yeniliğin de sahte göz kamaştırıcılığına, salt yenidir diye kapılmadık.” “Kimdir bu kuşağın edebiyatçıları? Şairleri, öykücüleri, eleştirmenleri./ Her sayı eksiktir, her sıralama yetersizdir.” “Hepimiz edebiyat tutkunuyduk, hayatımızı ona adamıştık. Edebiyat beğenilerimiz farklılaşabilirdi, ama edebiyatı sevmede, ona olağanüstü, taparcasına saygı göstermede, birbirimize tekrarlamadığımız, yazıya geçirmediğimiz bir kutsal yemine sadık kalmıştık.” “1950 Kuşağı, sahih ve has edebiyatçılardan oluştu… / Yazdıkları da farklıydı, edebiyat anlayışları da. Bildiklerini, yaşadıklarını, okuduklarını, edebiyat kurgusu, gerçekliği içinde eritip yeniden yaratma başarısını gösterdiler./ Ayrılıkları, aykırılıkların birlikteliği de bu kuşağın özelliğiydi.” “1950 Kuşağı, tavır alan bir kuşaktı. Benmerkezci değildi.” “Yıkmaya gelmediler, yeni bir bina yapmak için yazdılar. Bizden önce olanlar kötüdür gibi toptancı bir yargıya sarılmadılar, saplanmadılar.” 1950 Kuşağı, farklılık içinde bir anlayış, algılayış ortaklığını temsil etti. Çok sesli bir anlayışı vardı…” “Değişmez, tartışılmaz bir anayasaları vardı, iyi edebiyat yapmak.” “1950 Kuşağı elbette edebî gelişimleri, değişimleri yaşadı ama edebiyattan ödün vermedi.” “Edebiyat akımlarında bulunmayan bir özellikleri daha vardı./ Birbirlerini desteklediler, birbirlerinin başarısıyla gönendiler.” Doğan Hızlan’dan uzunca alıntıladığım bu metnin, yalnız günümüz öykücülerince değil, gelecekte öykü yazınımızda adını duyurmaya koyulacak her genç adayca da bir başucu kaynağı bağlamında alınması gerektiği kanısındayım kendi payıma… Bu çerçevede Erdal Öz’ün, o “unutulmaz atlı”nın ilk öykü kitabından içeri adım atabiliriz artık… ERDAL ÖZ ÖYKÜCÜLÜĞÜ... Yorgunlar’a değgin söyleyeceklerim, bir öykücünün dünyasından içeri adım atmak anlamına gelecek şekilde, genel bir başlık altında, “Erdal Öz Öykücülüğü” biçiminde değerlendirebilecek bir çalışmanın verilerini oluşturacak bu kısa yazıda… Daha önce Cumhuriyet Kitap’ta, yanı sıra farklı kimi yazın dergilerinde Erdal Öz’ün öykücülüğüne çeşitli açılardan yaklaşan yazılar kaleme almıştım. Bu kez bu güzel, unutulmaz atlının Yorgunlar’ı özelinde öykücülüğüne yeniden kısaca değinmek istiyorum… Bu amaçla bir kez daha okudum Yorgunlar’ı. Zevk alarak, yer yer şaşarak, şaşırarak… Bu kadar genç bir yaşta, yirmilerini süren bir delikanlı tarafından böylesi düzeyli öykülerin nasıl yazılmış olabileceğini düşündüm uzun uzun… Bu kuşak üzerine, kuşağın yazarları üzerinde ne denli durulsa yeridir herhalde… Erdal Öz de 1950 Kuşağının bir yazarı olarak, bütün çıraklıklarını tamamlamış da öyküye öyle başlamışçasına izlenim bırakıyor insanda. Kısa tümceli, bir anda yaratacağı etkiye odaklı anlatım anlayışıyla, sözdizimlerinde bunu pekiştiren dilsel yaklaşımı, pırıltılı sözcük seçimi, kullanımıyla, yaratılmak istenen ses uyumuyla dikkati çekiyor öyküler. Böylesine diken üzerinde, kılı kırk yarıcı tutumuyla özenine hayran kalıyorsunuz genç Erdal’ın… Bir şiir işçiliğinin de gizliaçık bu öykülerde enikonu kendini gösterdiği düşünülebilir. Sonraları çok daha belirginleşip derinleşecek kendi yatağının bu ilk öykü kitabında bile nasıl da yetkinleşmiş bir dil, anlatım kurduğu, biçemsel kaygılar peşinde olduğu görülebiliyor Erdal Öz’ün. Yalnızca bu bile kuşak yazarlarının öykünün iyi okurları olduklarını, kendilerine usta olarak aldıkları öykücülerin haddesinden geçerek olgunlaştıklarını göstermeye yetiyor kanımca. İnsanı anlamayı, onu “o” yapan derin karmaşayı açmayı, tüm özelliklerini deşmeyi, ona yüklenmeden, tepeden bakmadan, kalıplar içine sokmaya çalışmadan insanı bilip tanımaya, anlatmaya çalışan bir kuşak bu. Genç yaşta böyle büyük, parlak bir başarıya imza atmalarının altında yatan bir neden de bu işte: çevrelerini kuşatan insanlara, onları anlayarak, onları yerli yerine oturtarak sarsmak, silkelemek, düşündürtmek! Evet, tümü için söylenebilecek bir söz: Bir ustalık hüneri sergileyerek öykücülüğümüze giriş yapmış bir kuşak bu! O unutulmaz atlı Erdal Öz de onların arasındaydı, bir delikanlı olarak… Hep delikanlı kaldı. Giderken bile bize bıraktığı ses bu delikanlılığı sürdürüyor hâlâ… Gülümseyişi, kolunu kaldırıp dolu bir “merhaba”yla vedası geleceğe, gelecektekilere selamı… Sonrası dünyadan dörtnala geçen bu atlının ardında kalan, dağılmadan öylece duran “Erdal Öz büyüsü”… İşte eskisini bırakıp bir yeni yıla daha giriyoruz… Eskiyenlerin üzerine nice yenileri eklenecek daha… O unutulmaz atlı, bizdeki büyüsüyle hep yanımızda olacak… Gidenler kadar gelen her yeni yılda büyü biraz daha büyüyecek… Erdal Öz’le karşılanacak nice yıllar dileyerek…? SAYFA 19 nu 1968’de tanıdım, kırk yıldan da çok oluyor… Necatibey Caddesi’ndeki Halk Oyuncuları Sahnesi’nde profesyonel tiyatroya başladığım yıl. Geleli çok olmamıştı Ankara’ya… Neredeyse tüm kentlilerin bir sırasını getirip uğradığı kitabevi vardı: Sergi. “Kitabevi turizmi” diye bir başlık uydurulabilseydi eğer Sergi, bunu karşılamak üzere usa gelebilecek ilk kitabevi olurdu herhalde. Nitekim sanat çevrelerinin, aydınların, gençlerin, entelektüellerin uğrak yeriydi. Bana öyle geliyordu ki, herhangi kitaba, bakılacaksa eğer kitabevi olarak, oraya gidilmeliydi mutlaka… Sergi Kitabevi’nin bir başka havası vardı gerçekten Ankara’da. Öyle ya, modern kitabevi anlayışının ilk örneğiydi belki orası… O yılların Bilgi’sini, Tarhan’ını, Hitit’ini, Toplum’unu, Haşet’ini, sonraki yıllarda açılan Zafer Çarşısı kitapçılarını anımsıyorum da tek tek, böyle olduğuna karar veriyorum bugün. O Erdal Öz CUMHURİYET KİTAP SAYI 1037