Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Latife Tekin’in okura yeni merhabası: “Rüyalar ve Uyanışlar Defteri’ ‘İnsana karşı ah eden bütün varlıklar birleşin’ Ë Gamze AKDEMİR ayata dair notlar çok genç yaşta başlamış... Kitabın neredeyse üçte biri “Kayınbaba Oturuşlu Meclis Başkanı”nda da okuduğumuz gibi altıyedi yaşında oğlanların alnının çatısına taşı oturtmuş Kayserili bir kız çocuğunun gözünden yazılı adeta.. Tos vurmaya hazır o erkek kültürüne başkaldırış da o zamandan başlıyor çünkü... Yanıldım mı? Doğuştan üstün olduklarına inandırılmış oğlanlarla kızların çatışmaması mümkün deLatife Tekin gözlem, gözlem... Düşlere yönelten zihin ğil ki bizim oralarda aklı sallantılı insan“savak” denir, yani işte, savak oğoyunları sanki daha bir faz lara lanlar bile en zekimize üstünlük taslıla bu yapıtında, iç sesle ba yordu; taşlık, kayalık bir köyde büyürışık olma ya da olmama ha düm ben, oyuncağımız taştı bizim, oyun li yazdırıyor, dürtüyor kale oynamaya doğmuşuz dünyaya, çocumini. Basa basa muhalefet, ğuz... Eşit olmayan çocuklar, mutlulukbasa bas doğrucu davutluk, la oyun oynayabilir mi, taş yağdırıp eşitvar, dövüşüyordum oğlanlarla, basa bas dokuz köyden ko lenmek yanılmıyorsun hayır... vulmuşluk, onuncu köyden Şimdi Rüyalar ve Uyanışlar Defteri seslenmişlik onunkisi. Lati tamam.... Ruhun ve yurdun ve gidişatın fe Tekin ile Rüyalar ve Uya ve gelmişin ve geçmişin güncesi tanışlar Defteri‘ni konuştuk. mam... Rüyalar sıklıkla kâbus ve hayli H absürd, görülenler sıklıkla hayra yorulmuyor... Tamam yoksuluz, arabeskiz, yoksunuz, satılmışız, taciz edilmişiz, kafaya alınmışız, dinciye oy vermeye pek bir teşneyiz, AB’ciyiz, ABD’ciyiz... Haksız mı Latife? Elbet değil.. Peki umutsuz mu? Değil.. Ama.. Doğrusu ya hayata inanıyorum, yürekten inanıyorum ama insandan pek ümitli olduğumu söyleyemeyeceğim... İnsanın alt etmeye uğraştığı dünya yüzündeki bütün varlıklar sonunda bir olup icabımıza bakacak galiba, öyle bir hissiyat içindeyim. Kafalarına çekiçle vurup canını aldığımız fokların çığlıkları bir gün kulaklarımızdan akıp kalplerimizi parçalayacak, çok da geç olmadan saf değiştirmek lazım, insana karşı ah eden bütün varlıklar birleşin! HAYATI OLAYSIZLAŞTIRAN DİL “Boşluğun Masalı”nda “bu ülke bana sahicilik duygusu vermiyor. (...) Ne zor dağlarına bil’İnsana karşı ah eden bütün varlıklar birleşin’e yücelenerek bakamadığımız bir yerde yaşamak; bu ülke bana nasıl sahicilik duygusu verebilir ki? (...) Hiçbir duygunun doğruca yerine ulaşabildiği bir ülke değil artık burası” diye yazıyorsun. Neden? Ve sonra “Hayatı Olaysızlaştıran Dil”de de “Hayatı olaysızlaştıran bir politik dil kuruluyor... Yerinden memnun bir anlayış hâkim sağcısına solcusuna...” diye yazıyorsun... Geçmişe doğru bakıp soluklandığımda, insanın hayatta kalabilmek için bir alfabeye ihtiyacı varmış diye düşünüyorum, vahşi doğanın ortasında yenilip yutulmamak için dil gerekiyormuş ona, işaretler, sesler, sözcükler aracılığıyla haberleşip canımızı sağlama almaya çalışmış olmalıyız değil mi? İnsanın kurduğu dille hayvanı sevmek imkânsızdır, derim ben hep, çünkü bizim dilimiz tüm öteki canlılara karşı, bizim hayatta kalabilmemiz için yaptığımız sessel bir alet... Dilin doğasını sezmeden, dili nasıl yenileyebiliriz ki dil bizi bütün öteki varlıkların uzağına çekip ayırıyor... Bu sezgiye, bilince sahip olmalıyız ki, düşünebilelim üstünde... Hayvanları uzaktan sevmeyi bırakıp doğruca hayvan olduğumuzu söyleyebilenlerin dilinde bir yenilik ışığı görebiliyorum ben... “Tülbent Sihirbazları...” Türban... Bahar yaz modası.... Prada.... Kafa derisi soluk almaz, saç dipleri kıvılcımlanır, algı donukluğuna, düşünce bozukluğuna yol açar bu...” diye yazıyorsun... Ve bir soru yöneltiyorsun yüzyılların özgürleştirici çabasına sırt çevirip moda çıkaranlara; “Sentetik cendereden ¥ Ë Ali BULUNMAZ ‘İflah olmaz’ bir aydının kaleminden teline vuruyor. Seçenekler, seçeneksizlikler ve adına “strateji” denen teslim olmuşluk silkeliyor insanı. Yoksulluk, kırık dökük çocuklukçocuklar sayfalarda rastlanan konulardan. Tekin, masumiyeti her şeyin üstüne koyarken, sınıfsal kalkanları ancak o zaman indirebileceğini belirtiyor. Masumiyetin ışığının önemli olduğunu ekliyor. O müzelik olmayan masumiyet, Tekin’e “yanmış ormanları âşıklara verin” cümlesini kurduruyor. Onun üzerine titrediği masumiyeti alıp götüren ve “en”leri belirleyen yarışma “kültürü”, sonunda şiddeti de doğruyor ona göre. “En iyi”, “en doğru” ve “en güzel” var mı? Yazar soruyor, okur düşünüyor. Tekin’in bir sorusu daha var: “Doğanın, başa çıkılamaz asıl büyük düşman ilan edilmesindeki sır, mağlupların galiplerin gücünü tanımazlıktan gelmelerinde yatıyor olabilir mi?” Düşünme kalıplarını zorlayan, düş ve düşmeler çiziktirmiş Tekin. Örneklerden biri: “İnsan doğup büyür, yaşlanıp ölmez, hayır delirir ölmeden önce, bir devresi daha var ömrün, ölüm de canlıdır.” Hemen ardından cümlenin sonuna yine bir soru işareti yapışıyor: “Ölümü bertaraf edip hayatı temize çıkarma düşüncesi, ölüm nerededir ki savaşalım onunla?” Bir kentin; İstanbul’un, ölüp de yerine başka bir İstanbul’un doğuşunu anlatıyor son satırlar. Geleni gideni ve gizleneniyle; bozuluşu ve tekrar kuruluşuyla bir şehir… Gecekondu kentin acı veren kimliğine isyan dilleniyor. “Milyonlarca insanıyla kimsesiz İstanbul”, yaşananı özetliyor; “biz bu şehre üzgünüz” ise son söz olup dilden boşluğa, ardından da kalemden kâğıda dökülüyor. AKINTIYA KARŞI YOL ALAN BİR AYDIN Dalgalanan, çalkalanıp içten içe kaynayan ülke gündemine, olaylara dışarıdan değil, tam ortasından bakıyor Latife Tekin. Kitap, rüyaların diliyle oluşturulmuş olsa da, ayık bir zihin ve alabildiğine açık gözlerle izleyip yorumlanıyor ne varsa. Bir bakıma sorumluluk bu. Kişisel gibi görünen ayrıntıların anlatımı bile önünde sonunda tavır takınan yazarın neyi nasıl yorumladığını; zarı, doğrudan ve insandan yana nasıl attığını gözümüze sokuyor. Dolayısıyla Tekin’in üzerinde durduğu ne varsa, bazen ucundan köşesinden ama genelde pek çok yönüyle herkesi ilgilendiren ve hepimizin bir şekilde yoğunlaşması gereken güncel sorunlara edebi bir yaklaşımı yansıtıyor. Rüyalar ve Uyanışlar Defteri’ni okuyunca insan bir kez daha soruyor: Nasıl biliriz Latife Tekin’i? Tavrıyla, tarafsız değil; insanın ve doğanın yanında duran, “iflah olmaz” bir aydın ve muhalif… Sahi, iflah olsa ne aydınlığı ne muhalifliği kalır kişinin; Latife Tekin de öyle. “İflah olsa”, bugün piyasada bolca bulunan örnekleri gibi yumuşak ve “sözleşmeli aydın” olur. Ama değil işte. Doğru bildiğini söylemekten sakınmayan; yani akıntıya karşı yol alan bir tavır Tekininki. Rüyalar ve Uyanışlar Defteri de bunu koyuyor orta yere. Özellikle insan ve doğadan yana isyan bayrağını açıveriyor. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1029 atife Tekin’i nasıl bilirsiniz? Doğruluğuna inandığını söyleyen ve tavır alan bir aydın kimliği çıkıyor Tekin’in isminden. Özdemir Asaf’ın güzel bir sözü var, diyor ki: “Bir çağda, bir toplumda, düşündüklerinin karşıtını yapanlar bir yönde, yaptıklarının karşıtını düşünenler öbür yönde birleşirse, bu uçlardan birine yönelmeyip duranlara aydın derler.” Başkaca söylenecek olursa, “öteki”dir aydın. Tersler, terslenir. Saldırıya da uğrar bu yüzden. Latife Tekin de onlardan biri. Bu kez gerçek aydın kimliğinden gelen muhalifliğini, kuru ya da içi boş; kısacası kof olmayan eleştirelliği Rüyalar ve Uyanışlar Defteri’yle yüzüne vuruyor görmek istemeyenlerin. L MÜZELİK OLMAYAN MASUMİYET Tekin’in bu kimliği, kitabın sayfalarına insana ve doğaya saygı gibi temalarla yansıyor. Rüyaların dili, siyanürle altın aranacak doğayı anlatıyor bazı bazı, ne idüğü belirsiz nükleer santralın karşısına da dikiliveriyor. Küreyi ısıtanlara ve “devletin tüccarlığına” da karşı çıkış bu yükselen ses. Kadına yönelik ayırımcılık sızıyor rüya satırlarının arasına, “moda” diye pazarlanan türban ve erkek öncelikli toplum yapısı… Tekin, kadınlara “kurtulun” çağrısı gönderirken, “Özgürlük cesaret ister” diyor. Rüya bu ya siyasete de bulaşıyor. İç politika, dış politika; ne var ne yoksa uyku seline kapılıyor. Kıtalar arası seyahate çıkıp, en üst düzey politikanın bam SAYFA 20