05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Y eni yıla şiirle girdik. Şiirle sürdürelim. Siyasetin kirlettiği yaşama düzenini şiir arıtabilir mi? Şiirin gücü nedir? Şiir insanda yeni bir ruh yeteneği oluşturabilir mi? Ataol Behramoğlu gibi sorarsak, “Şiir Hayatın Neresinde?” Hele “asker ulus” olma niteliğinin yanında “ozan ulus” olma niteliğini de kazanmışsak, oldukça uzun bir şiir geleneğimiz varsa, biz de Cahit Külebi gibi “Şiir Her Zaman” demeyi alışkanlık edinebiliriz. Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Sıradan insan; biraz anıların etkisiyle, biraz alışılmış bir duyarlığa kapılarak “kolay şiir”i sever. Alışılmış duyarlık, sevi ilişkisinden toplumsal karmaşaya dek şiirin yakasını bırakmaz. Hastalıklı ilişkiler kolayca abartılabilir. Hele “Hüzün ki en çok yakışanıdır bize” anlayışıyla şiirini yasa boğanlar, o ince kederle avuturlar kendilerini. Mehmed Akif’i andığım geçen yazımda şöyle bir söz vardı: “Konuşma dilinin inceliklerini şiirinde yaşatmasını bilen bu usta ozanı, dize şiirine özenen, imgeye önem veren ozanlarla karşılaştırmak yanlışına düşmemek gerekir” (Cumhuriyet Kitap, Akif’ten Asım’a, 8 Ocak 2009). Çağdaş bir şiir seçkisi düzenleyen kişi, kendi şiir beğenisi ne olursa olsun, gelişen şiir diline göre, kendi dönemi içinde, ozanların nasıl bir işlevi olduğuna bakar, yansız bir anlayışla yerini belirlemeye çalışır. Gelişen şiir dili değişen şiir anlayışına yer açınca bir zamanların ünlü ozanlarını tarihsel kimliği içinde anmakla yetiniriz. Eskilerde kalmış bir ozanın yeni anlayışlarla da benimsenmesi kolay değildir. Şiir seçkisi düzenleyenler kendi beğenilerinin gerisinde durmak, nesnel davranmak zorundadırlar. Cemal Süreya’nın bir “Saklı Güldeste”si vardı. Beğendiği şiirlere yer açtığı, ama yayımlanmayan bir seçkiydi o! Şiirimizin tarihsel akışı içindeki gelişmesini göstermeye yaramazdı. Önce Şiir BAŞKA ŞİİRLER Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirindeki dize yoğunluğuna alışanlar Orhan Veli şiirini beğenebilir mi? Oysa Yahya Kemal, Orhan Veli’yi okuduktan sonra şöyle düşünmüş: “Ben eskiden tek bir türlü şiir yazılacağını sanırdım. Demek başka türlü şiirler de varmış.” Orhan Veli erken ölmeseydi şiirini kim bilir nasıl geliştirecekti! Nitekim Oktay Rifat ile Melih Cevdet Anday kendi şiirlerini aşan bir gelişme göstermişlerdir. Kuşkusuz şiire dilin içinden bakılır. Ama bir ozanın yaşadığı dönem, o dönemdeki insan ilişkileri, o ilişkilerdeki ruhsal ayrıntılar değişik imgelerle beslenen yeni bir şiir dilinin oluşmasına yol açar. Şiir geleneğini oluşturan değişik anlayışlar, artık bize gülünç gelen öğreti şiirleri bile, günümüz şiir dilini etkileyen özellikler taşır. Bu etkileşim her dönemde binlerce ozanın oluşmasına yol açar. Sıradan bir ozan bile kendini önemser. Hani yaz geceleri beyaz bir bulut gibi görünen Samanyolu’nda milyonlarca yıldız olduğu söylenir de, o yıldızların özelliği bilinmez ya; işte her dönemde, binlerce ozan gelir geçer, ne şiirinin izi kalır, ne adı anılır. Adı yaygın olan ozanların bile şiir seçkilerindeki yeri yadırganır. Gene de değişen yaşama koşulları, siyasetle kirlenen toplum, bizi, şiirden uzaklaştırmamış, tam tersine şiiri yaşamanın anlamı haline getirmiştir. Nasıl Samanyolu’ndaki sönmüş yıldızlar bir taş yığını halinde duruyorsa, şiir geleneğinde adı bile anımsanmayan nice ozan “Şairler Mezarlığı” oluşturmuştur. Böyle düşünmek acıdır. Belki de haksızlıktır. “Şuara Tezkireleri”nde bile adı geçmeyen öyle divan ozanları var ki, tek bir bağımsız beyitiyle de anımsanabilir. Balıkçı İzzet diye bir divan ozanı olduğunu kaç kişi anımsar? Ama onun şu beyti uzak bir yıldızın parıldaması gibi durmaz mı? “Derdi cihanı bu dili virane verdiler Bir râşedar ele dolu peymane verdiler.” “Titreyen bir ele dolu kadeh verildiği zaman insan nasıl dökerse, şu yıkılmış gönül de dünyanın derdini artık taşıyamaz.” Bu sözleri ayrıca yorumlamak gerekebilir. Sevi yorgunu bir insan yeni bir ilişkiyi göze almamalı. Yeteneği elverişli olmayan insan altından kalkamayacağı bir yönetim işine girişmemeli. Çağdaş şiirimizde de böyle unutulmuş ozanlar yok mu? Onlara, usta bir ozanın kullandığı “gömü” gözüyle bakılamaz mı? O gömüyü bulmak için kim uğraşacak? Şiir dergilerinin başkaldırısı bile yeterli değilken o “yitik ozanlar”ın hakkını kim arayacak? Edebiyatımız “Şairler Mezarlığı” mı, “yitik ozanlar ormanı” mı? “ŞAİRLER MEZARLIĞI” Mehmet Can Doğan şiirin içinden gelen bir araştırmacı. Son yüzyıl içinde çıkan 120 şiir dergisini ele alarak bir “Şairler Mezarlığı” içinde yaşadığımızı görüyor (Türkiye’de Şiir Dergileri, “Şairler Mezarlığı, 19092008, Hayal Yayınları, 2008). Edebiyatın geniş alanı söz konusu olunca, kimi dergilerin belli bir alanda derinleşmesini doğal karşılamalı. Özellikle şiirin yaygınlığı karşısında, şiir dergileri, konunun ayrıntılarını işlemek olanağını bulabiliyor. Edebiyatın öteki türleri yanında şiire gösterilen ilgi daha yaygın olduğu için, şiir dergileri ya da şiir ağırlıklı edebiyat dergileri daha çok yayımlanıyor. Mehmet Can Doğan, inceleme olanağı bulamadığı kimi şiir dergilerini bu 120 derginin dışında tutmuş. Bir şiir dergisi nasıl bir amaçla çıkar? Dergide yazan ozanlarla yazarlar bu amacı yeterince gerçekleştirebiliyor mu? Derginin duruşu edebiyatımızda nasıl bir iz bırakmıştır? edebiyatta işlevi olan bir dergi kimliği kazanmış mıdır? Mehmet Can Doğan tek tek her dergiyi ele alarak bu özellikleri nasıl saptadığını şöyle anlatıyor: “ ‘Tür’ dergisi olarak ‘Şiir Dergileri’, ülkemiz edebiyatının diğer türlerinde görülmeyen bir zenginliğe sahiptir. Bu, dergilerin niteliğiyle olduğu kadar niceliğiyle de ilgilidir. Niteliğe ait durum, ‘Dergiler’ bölümündeki her bir dergi için yapılacak değerlendirmede gösterilecektir. Burada, nicelikten hareketle dergilerin hangi sorunları belirginleştirdiği ve modern Türk şiiri için neye karşılık geldiği, nasıl bir anlam taşıdığı üzerinde durulacak” (Şiir Dergisi Çıkarmak). İKİ ŞİİR DERGİSİ Mehmet Can Doğan’ın tek tek incelediği, edebiyattaki duruşunu, işlevini ele aldığı şiir dergilerini bütünüyle anlatmak olanağı yok. Ancak iki örnek üzerinde durmak, şiir anlayışlarının değişik bakış açıları kazandırması bakımından anlamlıdır. Türk Kültür Derneği, Halil Soyuer’in yazıişleri müdürlüğünü üstlendiği Şiir Dergisi’ni 15 Ocak 1949’da Ankara’da çıkarmaya başlamış. Dergi ancak 2 sayı çıkabil miş. Derginin “Önsöz”ünde Mehmet Altınsoy diyor ki: “Hiçbir zaman hata ve eksikten arî olmayan kitapçıkta büyük iddialar peşinde değiliz. Sadece Türk şiirine dejenerelik getirenlere, Milli şiiri küçümseyenlere bir varlık olduğumuzu göstermek; hatasıza, iyiye, mükemmele doğru kısa ve dar da olsa, emin ve vakur bir adım attığımızı duyurmak zaruri olduğu kanaatindeyiz.” Şiirimizde etkisi görülmeyen bu dergide yazan ozanlar da iz bırakan, günümüze kalan ozanlar olmadı. Şiirbilim anlayışına uygun bir çalışma göstermedi. “Yusufçuk” Ocak 1979Aralık 1980 tarihleri arasında, Ankara’da 24 sayı çıkan bir şiir dergisi oldu. Derginin sahipliğini üstlenen Ali Püsküllüoğlu bir “söyleşi”de “Yusufçuk”u neden yayımladığını şöyle anlatıyor: “O yıllarda pek çok yazın dergisi vardı. Bu dergiler yazını siyasayla iç içe götürüyorlardı. Dahası yazını siyasa ile bir araç sayıyor gibiydiler. (...) Yusufçuk’u ben, şiire gözleri yeniden çekmek, şiire hak ettiği yeri yeniden kazandırmak için çıkarmıştım. Onun için de onu yalnızca bir şiir dergisi olarak tasarlamıştım” (Şiir Odası, Ali Püsküllüoğlu ile Şiirden Yusufçuk’tan, Söyleşi, Türkân YeşilyurtEmel Güz, Şubat 2000). Yusufçuk’un yazı yönetmenliğini yapan Özcan Yalım “Bir İlk Yapıt” başlığı altında ozanların ilk kitaplarını anımsattı. Şiire anılardan bakmanın içtenliğiyle yazdı. Yusufçuk’un çıkış amacı şöyle özetlenebilir: “Sürekli bir aşktır çünkü şiir. Bunu söylerken, şiirin şeytanca bir iş olduğunu mu söylemek istiyoruz? Hayır. Şiirin yaşama çok şey kattığını söylemek istiyoruz. İyi şiirin, elbette.” Yusufçuk’ta günümüzde de etkisi süren önemli ozanlara, yazarlara yer verildi. Attilâ İlhan, Cahit Külebi, Cemal Süreya, Oktay Rifat gibi ozanlar için özel sayılar düzenlendi. Mehmet Can Doğan Yusufçuk’un edebiyattaki işlevini şöyle yorumluyor: “Yusufçuk, şiir kültürünün edinilmesi yönündeki tavrı, ‘iyi şiir’in okuyucu ile buluşturulması yolundaki çabası, farklı kuşaktan şairlerin şiir ortak paydasında bir araya getirilmesindeki ısrarı, şiirin sunumundaki titizliği, görsel çekiciliği ile hem şairlere hem de şiir okuyucularına, şiiri yeniden düşünme, yazma ve okumada önemli bir bakış kazandırdı.” “ŞİİR SAATİ” Mehmet Can Doğan’ın sabırlı bir emekle değerlendirdiği bu araştırma; şiir kültürünün önemini, değişik şiir anlayışlarının etkisini anlatırken çağdaş şiirimizin serüvenini de göstermiş oluyor. Bu 120 şiir dergisinden binlerce ozan geçmiş. Etkisi olmayan, unutulan ozanları “Şairler Mezarlığı”na mı gömeceğiz? Bütün birikimini görmediği için Mehmet Can Doğan’ın incelemediği şiir dergileri olduğu gibi, gözden kaçan dergiler de olabilir. Şiire ilgi duyanların okuması gereken bu araştırma, yeni baskılarında daha da geliştirilebilir. Kitap basıldıktan sonra yayımlanmaya başlayan şiir dergileri de var. Alanya’da Gülümser Çankaya’nın yayın yönetmenliğinde çıkan Şiir Saati bunlardan biri. Temmuz 2008’de yayımlanmaya başlayan bu üç aylık dergi, Cemal Süreya ile Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya mektuplarla şiiri yeniden gündeme getiriyor. Cemal Süreya, Osman Mazlum takma adıyla “Sanat hayatımız dergilerde soluk alıyor” diyor. Bu görüşü Mehmet Can Doğan şöyle tanımlıyor: “Edebiyatın nabzının dergilerde attığı söylenir ki bu, doğrudur. Özellikle şiir ve hikâye gibi, heyecana ve anlatmaya bağlı yaratıcıkurgusal yazılar ile bir düşünce geliştiren, bilgi aktaran deneme, araştırma, inceleme, eleştiri yazıları da, çoğunlukla önce dergilerde görünür” Biz şimdilik “önce şiir” demekle yetinelim.? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 SAYFA 22 CUMHURİYET KİTAP SAYI 987
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear