25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Selçuk Altun’dan ‘Senelerce Senelerce Evveldi’ Bir arayışın romanı Selçuk Altun, kişilerin, iç dünyalarındaki çatışmaları, depremleri yansıtmanın ötesinde yaşamın kurduğu tuzaklara düşmüş, duygu dünyaları örselenmiş kişileri anlatıyor. Duygusal örselenmişliklerin savruluşu içinde kopmuş, yarım kalmış aşkların bütünleşme arayışını anlatıyor. vardır, kendisinin erişemediğine oğlunun erişmesi… Ona göre en soylu meslek subaylık, en yüce mertebe de pilotluktur. Şöyle der durur oğluna: “Benim oğlum savaş pilotu olacak, akıllı Kemal’im kurmay çıkacak Kemal Kuray, evelallah generalliğe yükselecek.” Bu, halanın da beklentisidir. Milan kundera’nın, “yaşamın bir tuzak oluşu” sözüne dönersek, hırslı baba ve halanın beklentisi, yaşamın Kemal’e kurduğu ilk tuzak olarak algılanabilir. Nitekim bu beklentiyi boşa çıkarmamak için, müziğe karşı tutkuya dönüşmüş bir sevgisi varken, pilotluğa giden yolu seçecektir Kemal. Sonunda babasının da, halasının da beklentisini gerçekleştirecek, uçma eylemini kutsallaştıran bir pilot olacaktır: “…Ben ve uçağım dört bin metreye çıkmışsak, kendimi yeryüzünün çirkefinden sıyrılmış, ulvi huzurun eteklerine varmış sayardım. Orada sonsuzluğu duyumsar, en anlamlı müzik mutlak sessizliğe kavuşurdum.” Çünkü Kemal için uçma, sıradan bir eylem değildir; “bedensel bir sınav, kişisel bir ayin”dir. Uçmaya bedensel bir sınav, kişisel bir ayin anlamı yükleme de kendisinin, kendisiSelçuk Altun ne kurduğu bir tür tuzak sayılmaz mı? Nitekim bir süre sonra bir uçuşunda uçağının motoru arızalanır, uçak düşer, kendisi de paraşütle atlayarak kurtulur. Bu da onun yaşamında artık yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bundan böyle uçamayacaktır. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda gizli bir çeviri projesinin eşgüdüm sorumlusu olarak görevlendirilecektir… Çeviri projesinde on seçkin yedek subay çalışmaktadır. Bunlardan biri, az, öz konuşmasıyla, hüzünlü mavi gözleri ve sürekli okumasıyla ilgisini çeker Kemal’in. Bu, Suat Altan’dır. Bilgisayar ve edebiyat dallarında eğitim görmüş, New York’ta teknoloji danışmanlığı yapmıştır. Ona karşı koruyucu bir tutum takınır. Aralarında sessiz bir dostluk, yakınlık doğar; şöyle tanıtır Suat’ı: “Varsıl bir baba ve sefarad Musevisi bir annenin oğluydu. Sorunsuz ve renksiz bir çocukluk ve gençlik dönemi olmuş. Dâhi derecesinde zeki duruşundan, çevresiyle uyumsuzluğunu kanıksamıştım. Sakladığı ama gocunmadığı bir yarası bulunduğuna emindim.” ‘ROMAN İÇİNDE ROMAN’ Kemal Kuray’ın yaşam haritasının sınırları içine giren kişileri ya da yanıtlamaya çalıştığı soruları yansıtabilmek için “öykü içinde öykü ya da roman içinde roman” tekniğini kullanıyor Selçuk Altun. Bu da romanın kurgusal dokusunu, bir başka deyişle mimarisini özgünleştiriyor. Eksen anlatıcı Kemal Kuray’ın yanı sıra yeni, yan anlatıcılar, onun anlattıklarını besleyen, boyutlandıran değişik yaşamöykülerinin anlatıcıları giriyor romana; böylece anlatımsal çok boyutluluk kazanıyor yapıt. Sözgelimi Suat’ın aile çevresini, onun belirleyici özelliklerini ikizi, Fuat anlatıyor bize. Anlattıkları, odağında Suat’ın bulunduğu, minik bir aile romanıdır sanki Gizemli bir kişiliği vardır Suat’ın; tapınma düzeyinde bir Edgar Allan Poe hayranıdır. Bu yüzden liseyi bitirir bitirmez üniversite öğrenimi için Poe’nun durağı Virginia Üniversitesi’ni seçmiştir. İkizinin dediği gibi Edgar Allan Poe’yu anıştıran bir görünümü vardır: “Ortadan ikiye ayırdığı uzun saçları, ince bıyıkları ve pelerinimsi kabanıyla Suat’ta bir hüzünlü Poe havası yok değildi. (…) Yılbaşı gecesi Suat’ın gizemli kız arkadaşı da villadaydı. Meksika kökenli bir seyis kızı olan Maria’nın on üç yaşında oluğuna iddiaya girebilirdim. ( Yirmi yedilik Poe ile evlenen kuzeni Virginia’nın yaşıdır.) Kemal Kuray, Suat’ı betimlerken, “Sakladığı ama gocunmadığı bir yarası bulunduğuna emindim” demişti. Bu yaranın bir aşk yarası olduğunu yine kardeşinin şu sözlerinden öğreniyoruz: “… Mexico City’deki dayısını ziyaret ederken gittiği diskotekte çıkan yangında boğulanlar arasında Maria da varmış. Üstüne titrediği ve elini sürmediği sevgilisinin bir kaçamak mı yaptığı kuşkusunun onu iki kat yaraladığına eminim.” Ë Emin ÖZDEMİR elçuk Altun’un yeni romanı Senelerce Senelerce Evveldi’yi okurken Milan Kundera’nın Roman Sanatı adlı yapıtında bir soru üzerine söylediklerini anımsadım. Soru şu: “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’inde ‘Roman, yazarın itirafları değildir. Bir tuzağa dönüşmüş dünyada insan yaşamının araştırılmasıdır’ diyorsunuz. Tuzak ne anlama geliyor peki? Soruyu şöyle yanıtlıyor Kundera: “Yaşamın bir tuzak olması. Bilinen bir şeydir bu: İstemeden doğmuşuz, bizim seçmediğimiz bir bedene kapatılmışız ve ölüme mahkum edilmişiz. Buna karşılık dünya bir zamanlar insana güvenli kaçış olanakları sağlamaktaydı. Bir asker bulunduğu birlikten kaçıp komşu ülkede başka bir yaşama başlayabilirdi. Çağımızda ise dünya birdenbire daralıvermiştir. (…) Ama dünyada olup biten hiçbir şey sınırlı kalmadıkça, felaketler bütün dünyayı sardıkça ve dolayısıyla insanlar, kimsenin kaçamayacağı ve onları gittikçe birbirine benzeten durumlardan ve dış koşullardan etkilendikçe ‘dünya’ sözcüğü korku ve yılgınlığı çok daha güzel ifade ediyor. Ama iyi anlayın beni. Kendimi psikolojik romanın dışına koymam, kahramanlarımı iç yaşamdan yoksun bırakmayı istediğim anlamına gelmesin. Bu demektir ki benim romanlarım başka muammaların ve başka sorunların peşindedir.” Milan Kundera’nın söyledikleri açısından bakıyorum Senelerce Senelerce Evveldi’ye. Selçuk Altun, kişilerin, iç dünyalarındaki çatışmaları, depremleri yansıtmanın ötesinde yaşamın kurduğu tuzaklara düşmüş, duygu dünyaları örselenmiş kişileri anlatıyor. Duygusal örselenmişliklerin savruluşu içinde kopmuş, yarım kalmış aşkların bütünleşme arayışını anlatıyor. Öyküleme, romanın eksen kişisi, aynı zamanda anlatıcısı Kemal Kuray’ın mezarlık kokan çocukluğunun anlatımıyla başlıyor. Kül rengi bir çocukluğu olmuştur Kemal’in: “… Adım adım özümsediğim labirent sokaklarda bir kahkahanın yankılandığını anımsamam. Teslimiyet bölgesel bir hastalıktı sanki. Emeklerken sokağa sevk edilen bebelerin bakışlarından da ürker, bu çukurdan kurtulmanın bir düş olup olmadığını sorgulardım.” Evin dışı böyle de içi daha mı farklı? Kırılgan, yetimhane kökenli, oğluna bile sevgisini gösteremeyen bir anne; ablasının “Hımbıl Hasan” diye nitelendirdiği, silik, başarısız, ancak hırslı bir baba; her şeye egemen, hırslılık yönünden hiç de kardeşinden aşağı kalmayan bir hala. Kısacası, pencerelerinden sevginin girmediği yorgun bir ev. Derler ya, babalar, düşlerini çocuklarıyla sürdürmek ister... Kemal Kuray için de böyle oluyor bu. Babası, pilot olmayı düşlemiş, ancak gerçekleştirememiştir bunu. Tek isteği S şamında yeni tuzaklar kuracaktır ona. Çok söylenmiş, çok yinelenmiştir ya, bir de ben söyleyeyim: Roman kişisi dramı olan insandır. Dramatik bir yanı olmayan insan roman kişisi olamaz. Suat da böyle bir kişidir. Nedir onun dramı? Sisli ve sorulu bir sezdirilmeyle şöyle anlatılır bu: Kütüphaneden kalın bir kitap yere düşmüş. THE COMPLETE TALES AND POEMS OF EDGAR ALLAN POE’nun içindeki zarftan, birbirine seloteyple yapıştırılmış 9x15 cm. boyutunda altı fotoğraf çıktı. Kameraya ürkerek gülümseyen alımlı genç kız, Suat’ın disko yangınında ölen sevgilisi olmalıydı. İlk üç poza soru, son üçüne çarpı konmuştu. Beher fotoğraf arkasına, gizemli bir Poe şiirinin (çeviren Melih Cevdet Anday) bir kıtası, kırmızı tükenmezle adeta kazınmıştı. Niye konmuştur bu soru ve çarpı işaretleri? Kırmızı rengin çağrışımını, bir de anlatıcının, “O kırık aşk öyküsüyle o ağıtın gözdağından ruhumu arıtmalıydım” sözünü, Tristan ve İsolde’ye sığınışını düşünürsek Suat’ın nasıl derinlikli, kavurucu bir aşkın içinde olduğunu sezer gibi oluruz. Ayrıca, böylesi bir aşkın öznesini bulma, onun sığındığı yeri arama bağlamında Kemal’e yönetilmiş bir çağrı olarak da düşünebiliriz bunu. Nitekim romanın akışını, geniş bir coğrafyaya yayılışını bu çağrının gereklerini yerine getirme eylemiyle açıklayabiliriz.. SESSİZ BİR ACI İz sürme Selçuk Altun’un romanlarında ana izleklerden biridir. Bu romanında da böyle bu. Yitik aşkların, yitik kişilerin izini sürdürüyor Kemal Kuray’a. Bunun için bu yazıyı tasarlarken onun, romanın hem anlatıcı hem de odak kişisi oluşunu düşünerek adına ilkin “Yitik Aşklar Arayıcısı” demiştim. Sonra daha kuşatıcı olsun diye değiştirip “Bir Arayışın Romanı” dedim. İzi sürülen aşklardan biri, Kemal Kuray’ın komşusu Profesör Ali Uzel’le Ester Ventura’nınkidir; öyküsü, nerdeyse romanın gövdesini oluşturur; ikincil öykülerin çoğunu, bir bakıma bu gövdenin dalları sayabiliriz. Ali Hoca ile Ester’in aşkı geleneksel aşk öykülerine özgü örgeleri(motifleri) barındırır içinde. Birbirini delisine seven, araya giren engeller, özellikle de dinsel nedenler yüzünden evliliğe dönüşmeyen yitik bir aşktır bu. Hemen belirteyim ki Senelerce Senelerce Evveldi’de duygusal katman çok derinlerdedir. Bunun için de romandaki aşkların özneleri ne denli incinse, ne denli örselense de aşklarının hamurunu gözyaşıyla karmazlar. Sessiz bir acıdır onlarınki. Nitekim Ester’e duyduğu sevginin derinliğini anlatırken şöyle der Ali Hoca: …Ester’in acısı giderek içimde söndü. Çünkü Ester, ruhunu benliğime hapsetti. Sabahları aynada önce onu görür, geceleri koyun koyuna uyurduk. Yolda sesini, yemeklerde gülüşünü duyar, rahatlardım. İç çekesi gelse adını sayıklar; gözdesi Nat King Cole söylemiyorsa şarkı bile dinlemezdim Ali Hoca, sözlerini şöyle sürdürür: Özetle komşum, sevgilimin bedensel ölümü içimdeki aşk kıvılcımını kora çevirdi. Altmış beşimi doldurunca Ester’e haksızlık etmemek için emekli olup eve kapandım.(…) Takma bir adla İngilizce’den aşk romanları çeviriyorum. Benimkinden daha şiddetlisine rastlarsam endişesiyle. Elli yıllık bir aşkın ateşini köreltmeden içinde taşıyor Ali Hoca; onun bu yanı, romanda da adı geçen bir aşk romanına, Marquez’in Kolera Günlerinde Aşk’a gönderiyor beni. Marquez’in kahramanı Florentino Ariza ile Selçuk Altun’un kahramanı Ali Uzel arasında bir benzerlik var. Ancak, yazgıdaşlık bağlamında bir benzerliktir bu. Şöyle ki Florentino Ariza, Fermina Daza’ya hastalık düzeyinde tutkundur, araya giren engeller yüzünden onunla evlenemez. Bütün çabalarına karşın Fermina Daza’yı unutamaz, Fermina Daza da evlenir, Ali Uzel’in çıldırasıya sevdiği Ester Ventura da; ikisinin de kocası ölür. Florentino, elli bir yıl, dokuz ay dört gün bekler, ancak yetmiş altı yaşında Fermina’yla evlenebilir . Ali Uzel de elli yılı aşkın bir süre ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 954 Fuat, Kemal Kurtay’a kardeşi Suat’tan bir mektup getirmiştir. Bu, hem romanın hem de Kemal Kurtay’ın yaşamının yönünü, akışını değiştirecek ilginç bir mektuptur. Askerlikte kendisine karşı gösterdiği sevgi, koruyuculuk için övücü tek sözcük yoktur mektupta; çünkü “Övgü ki eksiktir, onur kırar” özdeyişini anımsatır Kemal’e, ondan istediğiyse kendisine bıraktığı çeki, daireyi kabul etmesidir. Şu sözlerle bağlanmıştır mektup: Gecenin, gökyüzünün gerçek sahibi olduğunu düşünürdüm. Art’ık geceye sığınmaya çalışacağım komutanım. Bir süre Suat’ın bırakısını ve önerisini düşünür Kemal; içindeki sesin, “gerçekçi ol” çağrısına uyarak bu öneriye hayır demez. Emekli olur, Suat’ın bağışladığı dairenin, başka bir deyişle “yeni hayat”ın kapısından girer içeri. Kemal Kuray’ın isteklerini karşılayacak biçimde döşenmiştir daire. Onu en çok sevindirense tümü, New York’tan özel kurye ile getirtilmiş yaklaşık üç bin klasik müzik CD’si, bir de zengin bir kitaplık. Müzik setinin üzerinde de Edgar Allan Poe’nun görkemli bir portresi… Onunla göz göze gelince bakışlarında kendine dönük bir uyarı mı, yoksa bir göreve çağrı mı olduğunu ayıramadığı bir anlatım bulmuştur Kemal. Belli ki bu bakışların içerdiği anlam ya da çağrı, yeni ya SAYFA 18
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear