Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Zeynep Avcı ile “Aşk Meleği”, öykücülüğü, çevirileri ve Abidin Dino üzerine… Çok yaşasın ölüler! ? Gamze AKDEMİR şk Meleği”ndeki “Misafir” adlı öykünüz… Yarenlik, dertleşme.. ölüm acısı üzerine paylaşılan dost anlar.. ruhun derinlerindeki o vicdan kapısına taktaktak!.. Sonra ideal aşk, ideal ilişki.. düşgerçek kaygan, hüznü ensesinde kimi eğreti mutlu bir düzlem… Bir de üstüne, “Ne güzel şeydir ‘delicesine umut’” dedirtiyor öykünüz.. Zeynep Avcı’nın bu öyküsüne dair yorumunu, nitelemelerini sormak tüm bu yukarıdaki duyumsamaları doğrulayacak mı, doğrulamayacak mı göreceğiz? “Misafir” öyküsü, bir arkadaşımın uzak akrabası, artık aramızda olmadığını sandığım Rum kökenli bir hanımın yaşamından bir olayı kendine esin kaynağı edindi. Yazıldı, filme çekildi, bir kez daha yazıldı, sonu değişti, adına filmin adı “Kazandibi Tavukgöğsü” eklendi. Bir kez dergide, bir kez de kitapta basılmıştı, bu kitapta bir daha basıldı. Her öykünün gerisinde bir, belki birkaç öykü, o öykünün/öykülerin içinde de bir sürü kanlı canlı insan var. Yaşam kadar mükemmel bir öykü yazılamaz. Olsa olsa yaşamın güzelliği, zenginliği, renkleri birkaç fırça darbesi, birkaç tümce ile biraz olsun taklit edilebilir bence. “Misafir”e esin kaynağı olan olaylar yaşam sevincini yakalamak isteyen insanın ne çok fırsatı olduğunu anımsatmıştı bana. Umarsızlık geçici bir durumdur, diye düşünürüm hep. Aslolan çare aramaya, sevinmeye, sevindirmeye karar vermek gibi geliyor bana. Sevinmeyerek, sevindirmeyerek yaşayanlar öyle çoğaldı ki... Keşke herkes gönlüne “misafir”ler edinebilse, birilerinin gönlünde misafirlik yapabilse. “A Demek istediğim şu ki, masanın başına geçip “öykü mü olsa, roman mı?” diye düşünmek aklıma bile gelmeden yazıyorum. Zaten insanlar çok sayıda, birbirinden çok farklı, hiçbir düş gücünün yetişemeyeceği kadar ilginç, tuhaf şeyler yapıp duruyorlar. Anlatmakla da bitmez, yazmakla da, çizmekle de. Öte yandan, öykü benim için romandan daha çekici bir yazın türü. Okur olarak da öncelikli olan öyküdür benim için, roman onu yakından izliyor olsa bile. ‘ÖYKÜLERİMDE EPEYCE VARIM’ Öykülerinizde ne kadar varsınız? Mutlaka epeyce varım. Dozunu kestiremiyorum. Benim dışımda uzaktan ya da yakından tanıdığım birçok kişi var. Uydurmayı pek bilmiyorum, sanırım fazla beceremiyorum da. Belki de, uzun sürmemiş olsa bile, yazıya başlamama fırsat sağlayan gazetecilik mesleğinin tanıklık üstüne yazmayı öğretmiş olması nedeniyledir. Belki de öykülerim kılık değiştirmiş röportajlardır. Kim bilir? ‘İNTERNET ÖNEMLİ BİR UMUT KAYNAĞI’ Sosyoloji okudunuz, buna ve sonra da gazeteciliğinize dayanarak, sosyolojinin yazındaki önemini sormalıyım mutlaka... Ve günümüzde, yazın adına göz ardı edilenleri değerlendirmenizi.. Sosyoloji okudum, ama bitirmedim. Sosyolojiyi çok sevmiş olsam da, gençlik işte... Olmadı. Yaşamı, özellikle insan yaşamını taklit etmeye çalışan her etkinlikte sosyolojinin de psikolojinin de yeri var bence. Belki daha sosyoloji ortaya çıkmadan da vardı, yalnızca adı konulmamıştı. Toplumu, insan topluluğunu ya da tek bir insanı anlatmaya kalkan herhangi biri, Onun için aslolan çare aramaya, sevinmeye, sevindirmeye karar vermek.. Giderek yaygınlaşan, sevinmeyerek, sevindirmeyerek yaşamaya panzehircesine.. Kanlı canlı öykülerin, kanlı canlı kahramanların yazarıdır o. Ana duygusu ‘delicesine umut’ nitelememden, asla vazgeçmeyeceğim. Öyküleri o vicdan kapısına taktaktak derken de hiç olmadığım kadar samimiyim. “Yaşam kadar mükemmel öykü yazılamaz. Olsa olsa yaşamın güzelliği, zenginliği, renkleri birkaç fırça darbesi, birkaç tümce ile biraz olsun taklit edilebilir” dedi, sonra da dediğini yaptı Zeynep Avcı.. Hem de defalarca.. Yaşamın ta kendisine en çok yaklaşarak.. Bağımsızlığına düşkün öykülerin yazarı, roman yoğunluğundaki öykülerinin romandan rol çalmadığını, hırsızlık yapmadığını söyledi altını çizerek.. Ve okur olarak da yazar olarak da ilk tercihinin öykü olduğunu ekleyerek.. Bu söyleşide Zeynep Avcı’nın sadece son kitabı “Aşk Meleği” üzerine değil; genele, yazına, “ağabeyim, arkadaşım, ustam, ağlama duvarımdı” dediği Abidin Dino’ya dair de konuştuk. Bir not daha: Bu öykülerden bazıları 1986’da “Ahşap Köşkün Hanımefendisi” (Can Yayınları) ve 1998’de “Aşk Meleğinin İşleri” (İletişim Yayınları) kitaplarında da yer aldı. Zeynep Avcı’nın duyarlı, yalın biçemine bir kez daha şapka çıkaracaksınız, ilk kez okuyorsanız bile ne kadar aşina olduğunuzu fark edeceksiniz. Belki sizi de anlatıyordur bir kahramanı kimbilir? SAYFA 4 ‘ÖYKÜLERİM HIRSIZ DEĞİL, ROMANDAN ROL ÇALMIYOR’ “Komşu”.. anlayış.. giderek azalan ve zoraki gösterilen sabır, hoşgörü.. iç söylenmeler… Karmakarışık kent yaşamı ve onca gaileden, sorumluluktan muzdarip bezgin bireyin serzenişleri.. aşkın bir tuhaf, bir tükenmiş, bir acınacak haline düşmüşlüğü... En çok bu öykünüz konuşuyor yine genelin dilinden... Apartmanın her katı bir katman gibi... Her komşu ayrı bir öykü... Türü öykü ama roman gibi yazdıklarınız, o yoğunlukta, o tat da... Kalemi, sadık yari öyküden romana kayarken, sanki son anda vazgeçip özüne, öyküsüne dönüyor... Sanki öykü romandan rol çalıyor ya da tersi? Yanıldım mı ya da haksızlık mı ettim? Öykülerimin hırsızlık yaptığına inanmak istemiyorum. Bir rol çalmaya kalkıştılarsa tek çaldıkları sözlü anlatımın rolü olabilir. İnsan tanık olduğunda, duyduğunda içinden “anlatmam gerek” dediği şeyi doya doya, coşkuyla aktarmaya kalkıştığında, birkaç yerine birçok dinleyici edinmeyi yeğleyebilir. Galiba öykülerim böyle çıkıyor ortaya. Bana haber bile vermiyorlar genellikle. Onlar öykü olmak istiyor, öyle oluyor. Benim kararımı da hiç umursamıyorlar. Böylece dostlarıma keyifle anlatacağım şeylerin sayısı biraz azalıyor herhalde. ister yazsın, ister çizsin ya da fotoğraf çeksin, isterse de bestelesin, ortaya bir “tahlil” koyuyor, değil mi? Sosyal bilimler sanatı, edebiyatı incelerken ya da tarihçiler topluma, insanlara bakarken sanat, edebiyat yapıtlarına da başvurmuyorlar mı? Besbelli orada bir şeyler buluyorlar. Yoksa neden değerli vakitlerini harcasınlar? Günümüz yazını hakkında söyleyebileceğim tek şey, iletişim çağının hızına yetişemediğim olabilir. Yetişen varsa, beri gelsin. Yalnızca Türkiye’de değil, dünyada olup biten yazın olaylarını da kavramaya kalkışınca insanın başı dönüyor. Galiba çerçeve küçültüp daha alçakgönüllü davranmakta yarar var. Ben de bunu yapmaya çalışıyor, mümkün olduğu kadar seçmeye uğraşıyorum. Seçmek de zorlaştı; çünkü kitapların sayısı artarken yazın üstüne yayımlanan dergilerin sayısı azaldı. Yalnızca Türkiye’de değil, Batı’da da böyle. Hem iletişim çağındayız, hem de yazın alanındaki iletişim yolunu şaşırmışa benziyor. Kısacası, iletişim çağındaki baş döndürücü süratin yazanlara da okuyanlara da pek yararlı olduğu kanısında değilim. Eklemeliyim: Henüz yerine yerleşmemiş görünse de, internet bu konuda önemli bir umut kaynağı. Tarihle sanılandan çok daha fazla ilgili Zeynep Avcı… Tarih bir yazara en çok ne der/neyi salık verir? Ne ilham eder? Ne yazık ki klasik eğitimimiz bize tarihi sevdirmek için pek uğraşmıyor. Okul çağlarında olup da tarihten hoşlanan kişi sayısı pek az gibi geliyor bana. İnsan belirli bir yaşa gelene kadar tarihle ilişkisi pek sıkıfıkı olmuyor genellikle. Oysa tarih bize dünyanın, insanın hem neredeyse hiç değişmediğini, hem de nasıl, ne gibi değişikliklere uğradığını öyle güzel anlatıyor ki. Bugüne kadar olan bitenleri okuduğunuzda, bundan sonra olup bitecekler hakkında bir fikir edinebiliyor, çevrenizde olan bitenlere daha geniş açıdan, daha soğukkanlı bakabiliyorsunuz. ‘KÖYDE KENTLİ, KENTTE KÖYLÜ HİSSEDİYORUM’ Zeynep Avcı neden Batı ile Doğu; kentlilik ile köylülük arasındaki ‘gel git’lere de değinmekten yanadır/yana mıdır? Yana olmak ya da olmamak diye bir seçenek var mı, bilemem; ama bu meseleyi gündemden çıkarmak zor gibi. Çünkü Türkiye’de yaşıyoruz. Çünkü Türkiye’de Doğu ile Batı, kentlilikle köylülük gel gitleriyle hepimizi serseme çeviriyor. Sabahtan akşama kadar kim bilir kaç kez Doğululukla Batılılık arasında gelip gidiyoruz. Hangi sabah Doğulu, hangi SAYI Zeynep Avcı ? CUMHURİYET KİTAP 933