22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

? koral bir nitelik kazandırırken, daha bir doğallık sağlayacaktır; ayrıca oyuncular arasındaki iletişim ve eşgüdüm tiyatro sahne düzeneğini etkileyecek boyutta yenilik getirmiş olacaktı. Ne ki bu süreçte yazarın gelgitleri çok olmuştur. Bir kere trajedi tiyatrosu ve araoyun (intermezzi) yazarlığından güldürü tiyatrosu yazarlığına geçişi başlıbaşına bir karakter değişikliğidir. Ayrıca üretkenliğinin kolay kolay ulaşılmaz boyutlarda olduğu düşünülecek olursa – melodramları, araoyunları, trajedileri ve senaryoları saymazsak, yalnızca komedi oyunları yüz yirmidir nerede hangi tekniği, hangi biçem ve biçimi kullanacağı konusunda belli bir kararsızlığı göstermiş olması da doğaldır. Yazılı metnin ilk uygulandığı yapıt olan Momolo cortesan’da yazılı metinle, doğaçlama sahnelemenin bir arada kullanılmasıyla ortaya konmuş olan oluşumda güldürü öğesinin sanat komedisindeki özgürlüğünün fazlaca kıskaca alındığını görmüş ve daha sonraki çalışmalarında, örneğin, Servitore dei due padroni (İki Efendinin Uşağı), de sanat tiyatrosunda yapmak istediği yeniliklerin kendisi için yeterli olmadığının ayırdına varmış; bu tiyatroyla, senaryo ve uyum konusunda daha samimi ve farklı bir ilişkiye girmenin biraz daha olgunluk ve bilgi isteyen bir deneyim olduğunu düşünmüştür. Onun kaygısı, “sanat tiyatrosu”nun geleneğinde var olan en gözde teknik ve canlılık özelliklerini yitirmemek ve kendi amacına dönük olarak bunlardan yararlanmaktı. Yaratacağı bu “karakter tiyatrosu”nda tiyatroyla yaşamın örtüşmesi önemli adımlardan biri sayılacaktı. ‘KENTSOYLU’ TİYATROSU Tüm engellemelere karşın Goldoni’nin tiyatrosu “kentsoylu” tiyatrosu kimliğini kazanmış ve Avrupa’daki benzerlerinden geri kalmamıştır. Ama şu bir gerçek ki halkın çizgisinde gitmiş olsaydı, bize de ders olmalı, ne devrimlerini yapabilirdi ki adı öyle anılmazdı bugün, ne de Avrupalı olabilirdi. Yerleşik bir geleneği yıkmak var olanın yerine yenisini koymak başlıbaşına devrim sayılmalıdır. O güne dek gelmiş, geçmiş geleneksel tiyatroda var olan maskenin (mask) yerine, deyim yerindeyse, “soyut tiplemesi” yerine “somut tiplemeyi” koyması ve sahnelediği kişinin, bir tek karakteri değil, bundan böyle bir toplumsal kesitin karakterini yansıtan bir simge olması gerektiğini söylemesi bile tek başına, kimilerine göre, bir devrim sayılmalıdır. Goldoni’nin tiyatrosunda kentsoylu, geleneksel tiyatrodan farklı olarak artık bir güldürü öğesi olmaktan çıkmış; sorunları, iç ağrıları, kaygı ve tasarımlarıyla tiyatro senaryolarını dolduran ve kişilik farklılığıyla içerikleri renklendiren bir öğe olmuştur. Goldoni, Alfieri gibi gerçeğin sınırlarını zorlamaz. Yaşamı olduğu gibi kabul eder. Alfieri gibi, Leopardi gibi huzursuz, kabına sığmayan bir tip değildir. Tam tersine yaşamın olumlu yanlarından keyif almasını bilen ve olumsuzluklara gülerek, hoşgörüyle bakan bir yaradılışı vardır. Huzurlu olması daha üretken olmasını sağlamıştır. Kırılmak bilmeyen bir iradesi vardır. Başarısızlığa başarıyla karşı koyan bir yapıyla yüreğinde umutsuzluğun yollarını tıkamıştır. Kendi huzurunun arkasında koşmuş olmasını bencilce bir yaklaşıma bağlamamak, ülkülerini gerçekleştirmenin yollarından biri olarak görmek gerek. Goldoni, Leopardi ve Alfieri’nin karamsarlığı anlamında karamsar değildir. Belki de bunun için huzursuz değildir. Yaşam gibi ölümü de doğal karşılar. Sonlusonsuz eytişiminde yerini belirlemek olanaksızdır. Sonsuzluk ihtirası yoktur. İmgelem ve yanılsamalar bire bir dünyasında yer bulamazlar kendilerine. Ölülerden çok daha fazla dirilerle uğraşır. Ama bu, kalıcılığa, iz bırakmaya verdiği önemden kaynaklanmaz. Bir dostunun, bir yakının ölüm haberi bile ölüm üzerinde düşünmesini gerektirecek bir olay değildir. Metafizik sorunu olmadığı için onun derdi içinde bulunulan zaman birimidir. Tanrı fikri, bir inanç sorunu olmaktan çok kılgısal yaşam ölçütleriyle sınırlı kalan ve dil alışkanlığından ötürü dile getirilen bir fikirdir. Goldoni dindar değildir, dinsiz de değildir. Hıristiyan dininin kılgısal uygulamalarında, Manzoni ve Leopardi gibi katı değildir. Örneğin, rahibe manastırlarına hoşgörüyle bakar. Kadınlar arasındaki o birliktelikte artan bir sevimlilik arar ve ortak yazgıya karşı bir dayanışma örneği bulur. Manastırdaki bu yaşantıyı mutlaka olması gereken yaşamın sanki vazgeçilmez bir kesiti olarak görür. Kadınların manastırlarda yalnızlıklarından ötürü yansıtmış oldukları hüznü sanki olmazsa olmaz bir gerçek gibi sergilemekte yaşamı renklendiren ve ölüme karşı duracak tiyatrosal ögeler sunan bir ayrıcalık olarak görmektedir. Oysa Manzoni ve Leopardi kilisenin bu uygulamasına sert çıkışlar yapmışlardır. Goldoni tiyatroyu ölüme karşı bir direnç noktası olarak görmektedir. Tiyatrosal anlamda ölüm, insanı diri tutan yaşamla ilgili anı kullanmıştır. Bu açıdan bakıldığında ideolojik ve düşünsel bağlamda çok etkin boyutta olmasa da yazarın düşünce yapısında kendine yer bulan aydınlanmacı fikir kimi zaman sınıfsal ayrıma fazlaca sokulmadan, tarafsız bir yaklaşımla toplumsal düzeye indirgenmiş olmaktadır. Bu eğiliminde aydınlanmacı olmaktan çok insancı (humanizmacı) olduğu gözlemlenebilir ve aradığı insanı sınıflar üstünde aramak gibi bir sevdaya tutulduğu da söylenebilir. YAZARA BENZER KAHRAMANLAR Goldoni’nin, Pietro Metastasio’nun melodram, Vittorio Alfieri’nin trajik kahramanları arasına bir yere koyduğu kahramanları günlük yaşamdan seçilmiş gibidirler. Ancak sahneye çıktıklarında hepsi Goldoni’ye benzerler. Sanki yazar kendi kişiliğini, dahası fiziksel yapısını kahramanlarına taşımış gibidir. Ruh durumları, duruşları, iç çatışmaları, kavgaları ve ekinsel birikimleri kentsoylu birinin sahneye yansımasıdır. Kimi eleştirmenler, sahneye çıkan oyun kahramanlarını orkestra enstrümanlarına benzetmektedir. Örneğin, i Rusteghi’nin dört erkek oyuncusu dört violonsel; üç kadın lara dönmek, etkin olmak ve bir ölçüde yaşamın değerini bilmek, yaşama bağlanmak anlamında bir araçtır. Tiyatro, bu gölgeışık oyununda ışığın gölgelenmesini engelleyen temel ve kalıcı bir düzenektir. Yaşamla tiyatronun iç içeliği insanı baştan çıkaran ama sınırsız bir olumluluğa ve olgunluğa taşıyan bir devingenliktir. İnsan, Goldoni’nin sunduğu sahne tablolarında tek doğal manzaradır. Doğadan esinlenerek tablolarına manzara olarak koyduğu başka bir bezeme öğesi yok gibidir. Tıpkı bir kentte ilk dikkatini çeken o kenti süsleyen anıtlar değil, günlük koşuşturma içinde kente canlılık kazandıran insan karmaşasıdır. Goldoni’yi gerçekle ilgili şaşırtan, düş kırıklığına uğratan daha önce imgelem dünyasında kurmuş olduğu ancak gerçekle örtüşmediği için düş kırıklığı yaşatan bir şey yok gibidir. Bu yönüyle de preromantik Alfieri ve romantik ayırtısıyla klasik yaşayan Leopardi’den farklılık gösterir. Bu ikisi gerçek karşısında düş kırıklığına uğrarken (imgelemleri, nesnelerle ilgili, daha büyük, daha görkemli manzaralar sunar onlara) Goldoni gerçek karşısında imgeleminde yarattığı soyut boyutları aşar; aradığını, beklediğinin ötesinde bulur. İnsan gerçeğinde de aradığı düzgün ve dürüst insandır. Soyluya karşı olmasına karşın o toplumsal katmandan süzülmüş gelmiş ve insan onurunu temsil edebilecek, özgecil kişilerin yanında olmasını bilmiştir. Kentsoylular arasında etkin ve çalışkan, üretken, yaratıcı ve sınıf bilincine yakışan kişiler onun başkişileridir. Halktan gelenler arasında da bir ayrım yapmadan edemez. Onun için önemli olan, ayak oyunlarına, kurnazlığa başvurmadan haklarının peşinde koşan samimi ve sahici olanları yeğlemektedir. Tiyatrosunu, aydınlanmacı örgütlenmesinin ışığında bu kişilikleri öne çıkarmak için oyuncusu üç keman gibidirler; ya da bir enstrüman triosu oluşturan üç oyun kahramanı; başka bir oyunda ise koral yapısına uygun olarak akordunu yapmış bir orkestra buluruz karşımızda. Goldoni’nin tiyatrosunda koral uyum ve öğeler arasındaki armoni çok önemli bir etmendir. Momolo cortesan’dan başlayan komedi yazarlığı serüveninde yazarın öne çıkarmaya çalıştığı devrimsel nitelikli değişiklikleri birbiri arkasına yazdığı komedi yapıtlarıyla kendini kanıtlamış ve artık dönülmez bir yola girildiğinin habercisi olmuştur. la Vedova scaltra, la Famiglia dell’antiquario, la Bottega del caffe, il Bugiardo 174850 yılları arası ürünleridir. Bu oyunlarda mask tümden kalmıştır ve her kişi bir karakteri canlandırmaktadır. Canlandırılan karakterler zamanın toplumsal düzeninden çıkmışlardır; yaşadıkları ortamları yansıtmaktadırlar. Goldoni’nin kullandığı dil Venedik lehçesidir. Bunun da böyle olması doğal ortamdan koparıp getirdiği kişilerinin dili olmasıdır. Bu olguyu doğallığının bir gereği olarak sayabiliriz. Ne ki İtalyanca yazdığı yapıtlarında da herkesin anlayabileceği ve seçkinci olmayan bir dil kullandığı, dahası İtalyancaya da yörenin renkli ortamlarına uyan bir şiirsellik kazandırdığı gözden kaçmaz. Kimilerine göre, komedilerin aksayan ya da yanlış olarak gösterilebilecek bir yanı ortamsal betimlemelerde duyarlı gerçekçiliğinin gereği fazlaca ayrıntıya yer vermesidir. Buna karşın daha etkileyici oyunlarında alayımsı bir anlatım kullanması ama duygulu ayraçlara yer vermesi ardından gençlik yıllarını çağrıştıran örgelerle süslediği nostaljik yaklaşımların ağır bastığı, örneğin, Campiello, Locandiera, Innamorati gibi yapıtlarıdır. Bu yapıtlarında kuşaklar arası çatışmayı dile getirmiştir. Bir başka deyişle, yeniyle eskinin çatışmasıdır bu. Eski kuşağın, çağının sorumlulu ğunu taşıdığını ancak muhafazakâr yaklaşımlar içinde olduğu, yeni kuşağın yenilikçi olmasının yanında çokca nemelazımcı olduğu vurgulanmaktadır. 176062 yılları arasında yazdığı oyunlarında aynı çizgiyi izlemiş ve daha etkin boyutta sanat yapıtı olarak beğeni kazanan yapıtlar vermiştir: i Rusteghi, la Casa nova, Sior Todero brontolon, le Baruffe Chiozzotte. Kuşaklar arasındaki çatışmanın da Goldoni’nin gözünde tatlıya bağlanacak kadar gergin olmadığını söylemek gerek. Goldoni insanları gergin değil, esnek görmek istiyor. Yazarın yapısından gelen bir yaklaşım. Yapacak bir şey yok. La locandiera (Lokantacı Kadın) yazarın en gözde, en tanınmış yapıtlarından biridir. Oyunun başkahramanı Mirandolina çağın kadınının çizgileri içinde bir kimliktir. İşkadınıdır ve kocasına omuz veren, dayanışmacı yönüyle belirginleşen bir insan tipidir. Oyunda karşısında birini saymazsak (çünkü onunla daha sonra evlenecektir babasının vasiyeti üzerine) üç erkek vardır ve Mirandolina bu erkeklerle oyun oynamaktadır. Aslında kötü bir niyeti yoktur ve lokantasına para kazandırmak istemektedir. Ancak cinsel doyumsuzluk yaşayan ikisini alaya alırken erkeklerin cinsellik düşkünlüklerini dile getirmek istemektedir. Soylu olan bu tiplerin “ekmek elden su gölden” örneği, yaşamlarında ülküsüzlükten bu yollara düştüklerine vurgu yaparken gerçekte onlarla alay etmektedir. Goldoni’nin bu oyunu yazarken amacının erkeklere ders vermek olduğu yönündeki inandırıcı olmayan uyarılarına karşın burada ideolojisi gereği soylularla alay ettiğini savunmak yanlış değildir. Oysa Mirandolina’yı erkekleri baştan çıkarıcı bir tip olarak görmek yanlıştır ve ayakta durabilmek için savaşım vermek gerektiğine inanan bir kentsoylu kadının renklendirdiği çağının yaşam anlayışına terstir. Bu nedenle öne çıkan karakter Mirandolina’dır, bir başka deyişle, kadındır. Üçüncü soylunun kadından nefret eder bir davranış içinde olması; ardından Mirandolina’ya sırılsıklam âşık olması kadının öne çıktığına ilişkin bir başka göstergedir. Çevresindeki erkekler gölge kişiliklerdir. Mirandolina özgün bir kişiliktir çünkü o zamana dek geri planda yer verilen kadın figürünün kendini kanıtlamak için atağa kalktığına ilişkin bir işarettir. Oyun tatlıya bağlanır ve Mirandolina yanında çalışan kendi sınıfından biriyle evlenir. Evlilik tiyatroda yeni bir olaydır. O güne dek tiyatro geleneğinde aşk yalnızca cinsellikle doyum yollarını arayan ve bulan bir birleşmenin çekirdeğini oluştururken “kentsoylu tiyatrosuyla” birlikte aşk, çiftleri evliliğe götüren bir araç olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda aşk bireyci ve hedonistik bir yaklaşımın ürünü değil, toplumsal bir devinimin çıkış noktasını oluşturur. Sınıf bilincinin gereği, aşk, bir gönül eğlendirme ya da birbirlerini boynuzlama yarışına alet edilmiş bir temel öğe olarak değil, toplumsal yapılanmanın en küçük birimini oluşturmak ve “anne”, ”baba” olmak gibi bir sorumluluğu üstlenmek çabası içindeki iki kişiyi gene sınıf bilinci bağlamında bir araya getiren bir ilişkinin ürünüdür. Kadın aile içinde üstlenmiş olduğu bu işlevden ötürü bir kez daha saygınlık kazanacaktır. Üretime dayalı bir toplum ilişkisi içinde soylu erkeklerin oyuncağı olma konumundan kurtulup üretkenliğiyle toplumların ana öğesi olmak yolunda savaşım vererek bir kez daha öne çıkacaktır. Goldoni, La bottega del caffe’yi (Kahvehane) 1750’de yazar ve aynı yılın 2 Mayıs’ında Mantova’da sahnelenir. Ünlü on altı oyunundan biridir, dahası önde gelenlerindendir. Üç perdelik oyunun birinci perdesinde yirmi sahne; ikinci perKİTAP SAYI ? SAYFA 10 CUMHURİYET 933
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear