Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Andrei Platanov’un “Can”ı üzerine… Bu nasıl can? lir karısının yanına ve “Gülçatayi’yi eskisi gibi sevmeye devam” eder. Trenin penceresinden çevreye bakarken Çagatayev, bir yandan da geçmişini, ailesini, Türkmenlerin yoksul yaşamını düşünür.Yurt olmayan yurtlarını, yoksulluklarını, çektikleri acıları da anımsar bir bir. Bir yerde acı varsa, orada hayat da vardır elbette, ölüm de. Sevinç ise yoksulların yazgılarında pek görülmez, hele mutluluk yalnızca bir sözcüktür neredeyse. İşte bir avuç kalmış halkına yardım etmek ve onlara iyi bir gelecek sağlamak için görevlendirilmiştir Çagatayev de. Halkına yardım edebileceği için mutludur. Onlara güvenli bir gelecek hazırlamayı düşünür. Ama nasıl? Trende giderken gördüğü acımasız manzarayı şöyle yorumluyor Çagatayev: “Sadece sürgünlerin yaşayabileceği yerlerde bile, insanlar, yüzlerce yıllık umutsuzluklarından, kimsesizlikten ve yoksulluktan kurtulabilmek için tüm yürekleriyle” çalışıyorlardır. TAŞKENT’E YOLCULUK... Çagatayev, yolda trenden iner. Toprak çeker sanki onu; toprağın kokusu doğup büyüdüğü yerleri anımsatır ona. Yürüyerek, aç ve susuz yedi günde varır Taşkent’e. Orada, yetkililerden gideceği görev yerini öğrenir: “Sarı Kamış, Üst Yurt bölgesi ve Amu Derya deltası civarlarında, farklı milletlerden oluşan, oldukça az sayıda bir grup göçebenin, son derece büyük bir yoksulluk içinde ve amaçsızca dolaşıp durduklarını” anlatır yetkili ona. Bunların içinde Türkmenler, Kalpaklar, Özbekler, Kazaklar, İranlılar, Kürtler, Beluciler... ve başka halklar vardır. Bu insanlar sürekli Sarı Kamış vadisinde yaşamışlar. Onlar, Hive Vahası’nda, Daşavuz’da, Kodzeim’de, Urgenç’te ve başka uzak yerlerde, “sulama kanalları ve kuyularda çalışmaya giderlermiş bir zamanlar.” Bu insanların “Yoksullukları ve umutsuzlukları” öyle bir duruma gelmiş ki, “yılda birkaç hafta” bile “hendeklerde çalışmayı bir nimet olarak” görüyorlarmış. Çünkü, orada “yassı somun ekmekler ve hatta pirinç” veriliyormuş kendilerine. Onlar kuyularda “eşeklerin yerini almışlar.” Kuyulardan su çekmek için “tahta tekerleri döndürüyorlarmış.” Bu, başıboş dolaşan, bir avuç insandan oluşan kabilenin adı, “Can”dır. Can ise “ruh” ya da “değerli hayat” anlamına geliyormuş Çagatayev’in anadilinde. Bu halkın “ruhlarından ve annelerinin kendilerine doğarken verdiği değerli hayatlarından başka hiçbir şeyleri” yokmuş. Çagatayev’in görevi, bu perişan, kayıp halkı bulup Sarı Kamış vadisine geri getirmektir. Yetkiliye, halkına “Sosyalizm mi?” vereceğini sorar. Yetkili de, “Başka ne olabilir ki?” diye yanıtlar onu. Sonra da sözünü şöyle sürdürür: “Senin halkın bunca yıl cehennemde yaşamış, bir süreliğine cennette yaşasınlar. Biz sana tüm gücümüzle yardım edeceğiz... Çagatayev, halkını “Canlar’ı mutlu eder etmez geri” dönecektir. Can’ların “hayatlarında” kalplerinden “başka hiçbir şeyleri yok”tur. “Bedenleri dışında hiçbir şey onlara ait değildir. Aslında bedenleri de kendilerine ait değil, sadece öyleymiş gibi görünüyorlar”dır. Can’ın beşinci bölümünden başlayarak sıkı bir serüvene tanık oluyoruz. KİTAP SAYI Gogol’ün ünlü romanı Ölü Canlar’ı (1842) düşündüm Can’ı okurken. Çagatayev’le Çiçikov’u aynı kefeye koymadan düşünmeye çalışıyorum. Ama, aralarında inanılmaz bir bağ var, hem de sımsıkı. Ölü Canlar, romanın yazıldığı yıllardaki Rusya’sına ayna tutuyor. Gogol, romanında halkın günlük yaşamıyla asalak, tembel toprak ağalarının dünyalarını trajikomik bir biçimde ele alıyor. Böylece Rusya’daki kurumların, yönetimin yozlaşması, çürümesi romanın ünlü kahramanı Çiçikov üstünden sergileniyor. Platanov da “sıra dışı bir yazar” Gogol gibi. Dramı ve mizahı elden hiç bırakmıyor. 1951’de veremden ölmüş. Hayata ve sözcüklere farklı anlamlar yüklüyor sabırla. Acıyı yakından tanıyor, ele aldığı insanları da. Samimi bir anlatımı var. Anlatımı akıcı ve çarpıcı. Betimlemeleri süslemeden uzak, yırtıcı. ? Gültekin EMRE us kökenli olmayan” Nazar Çagatayev, Moskova’da yatılı okuduğu Ekonomi Enstitüsü’nden yeni mezun olmuştur. Mezuniyet eğlencesi için “gri takım elbisesini” giyer ve eğlenceye katılır. “Müzik baş”lamıştır. “Okulu bitiren gençler masalardaki yerlerini al”mışlardır çoktan. “Dışarıda onları bekleyen dünyaya gitmeye ve kendi mutluluklarını kurmaya hazır”dırlar. Bir süre sonra, “Müzisyenin çaldığı kemanın sesi uzakta kaybolan bir ses gibi giderek azalarak yok” olur. Oysa, “Bu ses, Çagatayev’e ufkun ötesinde, kimsenin adını bile duymadığı, onun bir zamanSAYFA 14 “R lar doğduğu ve annesinin şu anda yaşayıp yaşamadığını bilmediği o ülkede ağlayan bir insanın sesiymiş gibi” gelir. Genç adam yapayalnızdır eğlenenlerin, dans edenlerin, içenlerin arasında. Hamile olduğunu sonradan öğrendiği Vera’yla tanışır. Çagatayev, Vera’nın çocuğunun babası olmayı kabul eder, evlenirler: Vera’nın bir önceki evliliğinden olan kızı Ksenya’yla da karşılaşır. Parti onu uzaklara, halkının yanında çalışmak üzere görevlendirir: Sonra da, annesi Gülçatayi’nin (Dağ Çiçeği), halkının yanına gider uzun bir tren yolculuğuyla: Tayin belgesini alır almaz “artık doğduğu yere gitmeye hazırdı, vahşi Asya’nın ortasında, annesinin yaşadığı ya da çoktan ölüp gittiği o yere.” Çagatayev, “oradan on beş yıl önce, küçük bir çocukken” ayrılmıştır. Gülçatayi adın da bir Türkmen kadını olan yaşlı annesi, oğlunun başına küçük bir şapka geçirmiş, çantasına bayat, yassı bir ekmek parçası ve Asya kamışının köklerinden yapılmış bir çörek koymuş, ona yol boyunca, en eski arkadaşıymış gibi eşlik etsin diye de eline ince bir sopa tutuşturmuş ve gitmesini söylemiştir: “Git buradan Nazar”. Oğlunun yanında kalıp da ölmesini istemez Gülçatayi. “Uzaklara” gitmesini söyler, “Bırak, baban meçhul kalsın” der. Nazar’ın annesi, kocası Koçmat’ın babası olmadığını söyler oğluna. O, bir Rus’un çocuğudur aslında. Kocası kendisini dövmez aldatıldığı için. Yalnızca insanlardan uzaklaşır, katılaşır, hayata küser. Yazgısından kaçmak için uzaklara gider. Günün birinde de dönüp ge ? CUMHURİYET 935