Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? lerin aktarım aracıdır. Düşüncenin somut verilerle savunulup kanıtlandığı makalenin üslubu kurudur. Makalenin beslenme kaynağı bilimdir, somut verilerdir. Makalede kanıtlarla sonuca varılır. Denemenin sonu sonsuzluktur. Denemenin neredeyse konuşmaya yakın esnek bir üslupla yazıldığını söylemeye gerek yok. Amacı bilgi aktarmak değil, bilgi çağrışımlarıyla yorum yapmaktır. Makale saptar, deneme saptananı bile dağıtır. Denemeyi besleyen bilgi alanı üretilerek geliştirilir. Makale yazarının üslubu yoktur, dilin kalıplaşmış kurallarına uymak makale yazmaya yeter. Yazan belli bir üslup geliştirememiş, dili yaratıcı boyutuyla kullanamıyorsa, deneme, yüzünü makaleye çevirir. Makale için tutarlı olan her şey denemeye aykırı düşer. Makaleye dönüşen deneme, kendi mezarını kendi eliyle kazmış olur. Sanırım bunca sözden sonra, denememakale nirengisinin hangi ekseninde bulunduğum açıklık kazanmıştır. İNANÇ VE AHLAK Toplumsal alışkanlıklarımızı, buna bağlı olarak ahlaki değerlerden ödün vermemizi, ‘On Emir’ adlı denemenizde çok güzel irdeliyorsunuz. Akbil dolum odasının kapısına ‘arızalı’ ibaresinin koyulma nedeni; en önemli kuralların, dini vecibelerin yerine getirildiği bir ayda, ramazanda göz ardı edilmesi!.. Çelişki burada; dindarlık taslayacaksın, öte yandan dinin getirdiği ahlak kurallarına uymayacaksın! "On Emir" başlıklı yazıda sizin de değindiğiniz gibi, dinsel vecibeleri yerine getirdiği halde, yalan söyleyen, haksızlık yapan kişileri sergilemeye çalıştım. İnanç, hiç ödün vermeden belli disiplinlere bağlanmaktır. Bence ahlak ise, inancı da aşan ayrı disiplinleri gerektirir. "On Emir", inanca ermenin başlangıcıdır. "On Emir"de geçen "katletmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, haset etmeyeceksin" gibi kimi kuralları bugün de geçerlidir. Çelişki şurada; adam binlerce yıl önce konmuş inancın ilk kurallarına uyamayacak denli ilkel kalmış. Ama, "On Emir"e göre gelişkinliği tartışılmaz olan Kuran’a inanıyor sözde, ama yalan söylemekte, çalmakta sakınca görmüyor. Adam dindar, ama ahlaksız. Sizin değindiğiniz gibi, hem de bunu ramazan ayında yapıyor... "Eleştirmen yeni yetenek keşfine çıkmakla değil, sanat yapıtının özüne varıp onda kimsenin görmediğini sezdiren yorumuyla değer bulur" diye bir tanım getiriyorsunuz; eleştirmenlerin payının fazlaca yer aldığı "SevdimSevmedim" adlı denemenizde! Peki ya birkaç hafta önce Metin Celal’in dile getirdiği, arafta kalan eleştirmenlerimize, eli kolu düğümlü olanlara ne demeli? Metin Celal gerçeği görüyor, kendini polemiğe kaptırmadan, soğukkanlı yazıyor. Bugün, "arafta kalma" bir yana, sözü yankı bulan bir eleştirmen yok. Adı yaygın olan kişilere bakın, kendi çemberlerinin dışına çıkıp nesnel bir değerlendirme yapamıyorlar. Bir de okumaktan uzak, yalnızca gözleriyle değerlendiren eleştirmenler türedi. Yöneltilen "Okudun mu?" sorusunu, rahatlıkla, "şöyle bir baktım"la geçiştirebilenler oluyor. İyi ki Ataç, Turgut Uyar için "zarımı atıyorum" dedi, onun gibi, eleştirmen adı altında yazı çiziktiren çok kişi, "şunu ben ortaya çıkardım, ben olmasam böyle bir adam yoktu" gibisinden laflarla dolaşıyorlar sağda solda. Günümüz eleştirel ortamına kaleminizle eleştiriler yöneltiyorsunuz, birden CUMHURİYET KİTAP SAYI fazla denemenize yansımış bu, işte bir diğeri; Salâh Birsel’in Türk Dili dergisini yönetirken benimsediği tavırdan yola çıkıp günümüze geliyorsunuz: "Kendini bilen eleştirmenler, yazarın dil yanlışlarını bulsalar, yazılanların mantıksal ya da beğenisel tutarsızlıklarını irdeleseler de, onun işine pek karışmazlar. Hele bilgiç görünmekten özellikle kaçınırlar." Geçmişte de durum böyle miydi, serzenişlere sebep olan eleştirmenler var mıydı gene? Mesela bir Ataç dönemi, bir Memet Fuat dönemi, Fethi Naci?.. Tırnak içine aldığınız yargıyla, eleştirmenlerin ayrıntıdan çok eserin bütünü üzerinde değerlendirmeler yapmaları gerektiğini, burada geçen "... onun (yazarın) işine pek karışmazlar" sözüyle de, eleştirmenlerin ona akıl vermeye kalkmadıklarını anlatmak istedim. Erdemli eleştirmen, Paskal’ın, "Akıl veren çoktur, akıl yoktur." sözünü her an beyninin içinde çakılı bulur. Ataç hırçın görünürdü. Ama iyiyi kötüden ayırmasını bilirdi. Üslubu soğukkanlı olan Memet Fuat öğretici bir yöntem uygulardı. Bir esere Fethi Naci kadar emek veren eleştirmen azdır. "Bayağılık" konusundaki denemenizde bir kültür başıboşluğundan söz ediyorsunuz. Peki, çizdiğiniz (haklı olarak) bu karamsar tablo gün olur mutluluk umudu yaratır mı bizlerde; yoksa bizim torunlarımıza mı nasip olacak bu, ya da uzay çağında yaşayacaklara mı? Siyasal ortam böyle kalır, toplumun kültürel etkileşiminde bir gelişme olmazsa daha da kötüye gidebilir. "Yarın hiçbir zaman gelmez!" diye bir söz vardır. Bu sözün de ışığında, umudu gelecekte aramak, insanın çöküşünün somut belirtkesidir. Hep yarınları bekledik, yolumuza yarın gülleri serpilecek sandık; işte gelinen nokta! Yaşadığı günlerden yakınanın, gelecek üzerine boş varsayımlarda bulunması anlamsızdır. Uzağa gitmeyelim, Türkiye bugün kitapçılıkta bir Rönesans yaşıyor. Buna karşın, okumaya ilgi neredeyse sıfır! Vitrinlere oyuncular oturup okuma sergiliyorlar, yazarlar il il dolaşıp okumalar yapıyorlar. Merak edenlerin çoğu, vitrine okumak için bakmıyorlar, orada seyirlik oyun var sanıyorlar. Okuma günlerine gelenlerin derdi de okuma kaygısı değil, yazar nasıl bir âdemdir, onu seyretmek. Bir ülkede okumasız politikacılardan, yönetmenlerden, hatta öğretim üyelerinden söz edilebiliyorsa, o toplumun geleceğine nasıl umutla bakılır? Önce umudun aldatıcılığına inanmak, ardından umudu emeğe dönüştürmek; çözüm burada... KİTAPSIZ DÜNYALAR Haksızlık etmiyor musunuz ama onlara! Onlar ki, "Oh! Ne televizyon, ne gazete, her şeyi bırakıp şöyle bir başımı dinleyeceğim!" demeyi tüm yıl boyunca özlemişlerdi! Kitap okuyup, başağrısı yaptırmayalım şimdi onlara, kafaları boşalsın ki, ‘aptal kutusu’nun yeni ürünlerini, yeni yılda daha verimli depolasınlar!.. Bu sözün iki yönelimi var: Bir, kendini TV’lerin uyuşturucu ortamından kurtarmayı başaranlar; iki, dinlenceye çıkmayı, kitaptan, en önemli olaylardan uzak, yalnızca eğlenmek sananlar. İki kesimin elinde de kitap yok. Yemek içmek, eğlenmek... Boşluğu dolduramıyorlarsa, yapacakları başka bir şey yok; siz demeseniz de depolayacaklar. Alıntıladığınız bölümde yer alan düşünceler, toplumu kültürce geliştireceğini sandığımız kimi televizyon ve radyo kanalları865 ? SAYFA 5