24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

? rini edebiyatta vermiş olmasından yola çıkarak sorarsak, kimi sinemaların kimi dönemlerde geniş kitleleri kafaya almaya çalıştığı düşünülürse, ‘korku’nun zeki bir tür olduğunu söyleyebiliriz değil mi? En zeki türlerden biridir orası muhakkak. Seyirciyle belki de dalga geçmeyen en önemli türlerden biri. Korku türü seyirciyle dalga geçmeye kalkarsa bu büyük bir lüks olur ve kendini zedeler. Korku sineması tabii korku ürünleri arasında güldürüler de vardır, o ayrı bir kategori ama onun dışında korku sineması muhakkak ve muhakkak seyirciyi etkilemek ve korkutmak için elinden geleni yapan bir sinemadır ve ciddi olması şarttır. Korku türünde sinema sizce giderek uyarlamalara mı döndü? Şimdi Hollywood sinemasına baktığımızda eskiden beri büyük bir endüstriydi malum ve bugün de o endüstriyel kuralları harfi harfine uygulamaktadır. Yani yeni çevirimler, uyarlamalar filan endüstrinin tecimsel olmasının getirdiği koşullardır, zorlamalardır. İşte bir çizgi roman ya da roman çok satarsa hemen onun sineması yapılır, eskiden yapılan filmlerin yeni kuşaklara, yeni dönemlere uygun gelecek şekilde yenileri çekilir çünkü onların belirli bir garantisi vardır, bir zamanlar beğenilmiştir, yeniden beğenilebilir. Bir Soderbergh bile bir "Solaris"i çekti. Eline yüzüne bulaştırdıysa da.. Evet ama Amerikan seyircisine uygununu yaptı. Orta halli Amerikan seyircisinin anlayabileceği bir "Solaris" çekti. CİDDİYE ALAINMAYAN TÜRLER Bir de şu alt tür, üst tür konusu var. Bu pek bilinmeyen, daha doğrusu yanlış bilinen bir konu sinemada. Onu biraz anlatır mısınız? Ben alt türleri, üst türleri, ister sinemada olsun ister edebiyatta, işte popüler edebiyat, popüler olmayan edebiyat gibi ayrımları kabul etmiyorum. Çok görecelidir bir kere. Geriye baktığımızda bugün dünya edebiyat klasikleri arasına bir Dostoyevski’yi yerleştiriyoruz, bir Balzac’ı, bir Victor Hugo’yu. Peki bu insanlar kendi dönemlerinde popüler edebiyat yapmıyorlar mıydı? Yapıyorlardı. O zamanın popüler edebiyatı bugünün klasik edebiyatı oluyor. Bugünün popüler edebiyatı da iki yüz yıl sonranın klasik edebiyatı olacak. Sinemaya gelince mesela uzun süre macera sineması, bilim kurgu sineması, korku sineması, fantastik sinema pek ciddiye alınmadı. Ve ciddiye alınmaması bence bir haksızlık oldu çünkü o türlere sinemanın büyük isimleri de, büyük yönetmenler de çok değerli katkıda bulundular. 80’lerden itibaren biraz Avrupa’da biraz Amerika’da akademisyenler keşfedip değerlendirmeye kalkınca bu türler gündeme geldi. Bir alt tür sayıldığı için kimi fanatik diyeceğim eleştirmenlerce çok tutulurken kimi daha ciddi takıldıkları iddia eden eleştirmenlerce burun kıvrıldı. Oysa seyirci hiç itmemiş. hep ilgi göstermiş. – Tabii harcanacak türler değil CUMHURİYET KİTAP SAYI bunlar. Canavarlar da sevilir. Kaldı ki popüler dediğimiz sinema çoğu gençlerden oluşan, oldukça geniş bir seyirci kitlesine sahiptir, bunu da unutmamak gerekiyor. Tecimsel olarak da sanatsal olarak da başarılı yapıtlara imza atıldı. Korku sineması tüm türlerden bir şeyler almış. – İnsanın en gerçek, en doğal duygularından biri çünkü. Evet aşk, cinsellik, zihin, derinlik, yalınlık her şey var. – Ve şefkat.. Onu da katmalıyız. Şefkatli canavarlar da var. GÜZEL VE ÇİRKİN TEMASI Oysa korku sinemasının unutulmaz tiplemeleri son dönem korku filmlerindekilerle karşılaştırıldığında insanın adeta içi kalkıyor. – O aradaki nüansların yok olmasından kaynaklanıyor. Oysa özellikle 30’lu 40’lı yıllarda başta Amerikan sineması olmak üzere yönetilen korku filmlerine bakarsak işte o klasik dediğimiz ilk Drakula’lara, Frankenstein’lara, Mumya filmlerine bakarsak hem sanıldığının tersine teknoloji açısından eksikliği yoktur hem de yaklaşım ve yorumu daha yumuşaktır. Öyküleri temelde aşk öyküleridir, meşhur güzel ve çirkin temasıdır, sürekli o işlenir. Orada korku, gerilimin yanı sıra duygu kaçırılmamıştır. O dönemin seyircisi sadece korkmadı, o duyguyu da hissetti. Son dönem korku filmlerinde tercih edilen ise işte genelde yaratık çok itici, çok dehşet verici olacak, çoğu buna takılıp kaldılar. Aradaki nüanslar yok oldu. Kan kaybediyor korku sineması değil mi? Çok, çok kan kaybetti, çünkü korku sinemasını yıllar yılı besleyen Amerikan sinemasına baktığımızda Amerikan sineması korkuda kendini tekrarlıyor yeni bir atılım yok kendini tekrarladığı gibi yeni çevirimleri daha çok çoluk çocuğa yönelik biçimde değerlendiriyor. Bir Uzakdoğu sineması işte Japon sineması bir atak yaptı, ilgi çekti fakat sonra konfeksiyona kaçtı, yani korkuda bir yenileme yok.. En zirve dönemini ne zaman yaşadı? Sessiz sinemaya dönmeden 30’lu 40’lı yıllarda Hollywood sinemasında yaşandı o zirve. O dönem sağlam bir sinema yapıyordu Hollywood. Sonra 60 ve 70’li yıllarda Avrupa sineması kendini gösterdi. İtalyan ve İngiliz sineması hatta Franco dönemi İspanyol sineması dar bütçeli ortak yapımlar olmakla birlikte üzerinde durulacak önemli örnekler çıkardı bol sayıda. Alman dışavurumcu sinemasını, hakkını da yememek gerek. Mournau’nun "Nosferatu"su örneğin. İtalyan sinemasında Dario Argentino’yu unutamayız. Korku, dehşet türünde tam bir usta ama artık yaşlandı, kendini tekrarlıyor ama doğaldır. İngiliz sinemasına dönersek 50’li 60’lı yıllarda "Drakula" ve "Mumya"ların yeni çevrimleriyle atağa geçmeleri o dönemde korku sinemasını bayağı bir canlandırdı. Ya korku filmi fakiri ülkeler, Türkiye’nin dışında tabii? – Fransa az çekti. Toplasanız başından bugüne kadar 10 tane korku filmi çıkmaz. ? 865 SAYFA 17
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear