24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Yerasimos’un haklı olarak altını çizdiği gerçek, geri kalmışlığın emperyalist/ sömürgeci bir tahakkümün sonucu olarak değil, onun öncesinde bizzat Osmanlı toplum yapısının üretici güçleri geliştirici bir yapılanıştan uzak olduğu gerçeğidir. Erdoğan AYDIN Kritik B azı kitaplar vardır ki Kütüphaneler onlarsız eksiktir. Stefanos Yerasimos’un “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” (Belge Yayınları) adlı kitabı bunların ilk akla gelenlerinden biri. İlk baskısı 1976 yılında Gözlem Yayınevi tarafından yayıMlanan Kitap; 1 Bizanstan Tanzimata; 2 Tanzimattan I. Dünya Savaşına; 3 I. Dünya Savaşından 1971’e alt başlıklarıyla 3 cilt olarak yayıMlanmış. Gerek içerik zenginliğiyle gerekse de pek çok ayrıntıyı irdeleyen hacmiyle kitap, Türkiye’nin entelektüel tarihinde önemli ve haklı bir üne sahip. Kimimizin imdadına toplumsal tarihimize dair tartışma ve arayışlarımıza kaynak ararken, kiminin sıkıyönetim mahkemelerinde siyasi savunma yaparken yetişmiş. Toplumsal hareketin hızla yükseldiği 1976 sonrasında, on binlerce insanın, Türkiye’nin nasıl bir tarihsel süreçte şekillendiğini anlama çabasını bu kitabı okuyarak karşılamaya çalıştığını söylemek abartı olmayacaktır. Belirtilmesi gereken bir diğer öğe de, son dönemde örnekleri çoğalan malumatfüruş tarihçi ve araştırmacılardan köklü ayrımla Yerasimos, sağlam bir mantık örgüsü ve dünyayı değiştirme gereksinimine yabancılaşmayan bir düşünür örneği oluşturuyor. Duruma uygun açılımlar yerine, durumu açıklayan bir sistematik ve bunun altını dolduran bilgiler sunuyor okuruna. Kitabı uzun yıllardan sonra tekrar elime aldığımda, ona ilişkin ciddi ve kapsamlı bir irdelemeyi, bana ayrılan bu sayfaya sığdırmamın olanaksız olduğunu anladım; ama tam da bu nedenle onun üzerinde çalışılması gerektiğini, yeniden keşfedilmesi ve açtığı kanal ve inşa ettiği mantık üzerinden zenginleştirilmesi gerektiği ihtiyacını hissettim. Çünkü bunu fazlasıyla hak ediyor Kitabın bir dizi teorik açılımı yanı sıra bir dizi olay ve olgunun aydınlatılmasında özel önemi var. Romanın Osmanlı’ya etkileri, Asya Tipi Üretim Tarzı ve görünümleri, İslamın etkisi, Osmanlı’nın yayılışı ve tıkanışı, bağımlılaşma ve değişim, mutlakiyet ve reform, Alman nüfuzu ve savaş, sınıflar ve politika, Cumhuriyetin olanakları ve yönelimleri, Türkiye devrimci hareketinin şekillenişi, vb. bir dizi konu, tarihsel süreğenliği ve bağlantısı içinde irdeleniyor. Türkiye’nin azgelişmişliği sorunsalı ise kitabın bütününe hÓAkim olan ana soru olarak bizi izliyor. Azgelişmişliğimizi doğru çözümlemek ğumuzun atladığı ayrıntıları, örneğin “Avrupalı küçük tüccar gruplarının İmparatorluk topraklarında, iç yapıların verdiği imkânlardan yararlanıp hükümranlıklarını yürütmeye başlamalarına” işaret ediyor. Sonraki askeri ve teknolojik üstünlük etkeninden çok daha önemli, dahası bizzat bu üstünlükleri yaratan, ama tahlillerimizde genellikle gözden kaçırdığımız bu öğeyi ayrıntılarıyla irdeliyor. Amerika kıtasının fethi gibi örnekler bir yana bırakılacak olursa, özellikle Osmanlı, Hindistan, İran, Çin gibi örneklerde bu ticaret ağı, azgelişmişliğin de emperyalizmin de yolunu döşeyecektir. Bu sayede Avrupa, henüz ne teknolojik ne de siyasi olarak söz konusu bu ülkelerden daha gelişkin değilken, gelişkin ticari altyapısıyla bütün bu ülkelerde kendisine etkin bir sömürü ağı örgütlemeyi başaracaktı. İyi örgütlenmiş devlet mekanizmasına sahip olsalar da, ekonomik dinamizmin gerçekleştirilemediği toprakların sonraki geri kalma süreci, uluslararası ticaretin gelişimine bağlı olarak kaçınılmazlaşacaktı. Bu bağlamda Avrupa’da gelişen ticaret ağı, imparatorlukların tüm gelir alanlarına, üstelik çoğu zaman söz konusu devletlerin de izniyle yapışan keneler gibi, kanını emip çürüten bir işlev görecekti. Bu gelişim, Avrupa henüz “kendisine kapitalizmin zaferini ve sanayi devrimini sağlayacak olan eylem imkânlarına sahip değilken, Osmanlı imparatorluğunun örgütlü yapısına ve gücüne rağmen, nasıl oldu da yavaş yavaş Avrupalı güçlerin bağımlılığı altına girdiğinin” yanıtını bulmamızı sağlıyor. Burada gücün temel egemenlik aracı olması durumundan, ticaretin, üretim güçlerinin temel egemenlik gücü haline gelişinin öyküsü ile karşı karşıya kalırız. Feodal öncesi olarak da nitelenebilecek merkezi despotluk ve onunla örtüşen Asyatik üretim yapıları, önceleri Avrupa feodalizmine karşı askeri ve siyasi üstünlük nedeni olur ve onun aleyhine genişlemeye olanak sağlardı. Oysa bu yeni aşamada durum farklılaşmaya başlayacaktır. Merkezi devlet aygıtına karşın, Avrupa önce ticari ağıyla sonra da etkinleşen teknolojisiyle Osmanlı’ya üstünlük kurmaya başlar. 19. yüzyıla gelindiğinde Avrupalı devletlerin devlet aygıtları dünya egemenliğine yükselirken, Osmanlı devlet aygıtı kendi büyüklüğünce büyük bir çürümenin içine gömülecektir. Altyapının dinamizmi Avrupalı devletlere devasa güç ve başarım sağlarken, bizStefanos Yerasimos zat devlet aygıtının statik hale getirdiği Osmanlı altyapısı hızla bağımlılaşacak ve üzerinde yükselen devletin yükünü taşıyamayacaktır. İşte bu gerçekliktir ki, azgelişmişliği, sadece emperyalizm veya siyasal fetihlerle açıklama kabalığından kurtulmamızı dayatıyor. Bu niteliğiyle “Yerasimos’un kitabı Y. Lacoste’un da ifadesiyle, çağlar boyunca egemenlik süreçlerinin somut işleyişini ve bunların bir toplumun çeşitli sınıflarıyla olan ilişkilerini aydınlığa kavuşturma imkânına sahip az sayıda eserden biridir.” AZGELİŞMİŞLİK VE EMPERYALİZM Azgelişmişlik kavramının temel özelliği, ilk elden de fark edileceği gibi göreceliğinde belirleniyor. Ancak bu görecelik iki öğeyi birden barındırıyor: Birincisi hiç kuşkusuz öteki ve kalkınmış toplumlara oranla bir geriliği anlatırken, ikincisi bizzat kendi iç bünyesinde kapitalizm öncesi ilişkilerin yaygın direncini ifade etmesidir. Bu bağlamda “azgelişmiş olan şey, bu kapitalist üretim tarzı ve onun ötesinde toplumun bütününü meydana getiren sosyo ekonomik oluşumdur.” Burada birinci faktör küresel ilişki içinde bağımlılaşmayı getirirken, bu temelde gelişen çarpık yapı içerideki azgelişmişlik faktörlerinin de dayanıklılığını arttırıyor. “Azgelişmişlikle gelişmişlik arasındaki ilişkiler, ister istemez, egemenlik altına alan ilişkilerdir ve azgelişmiş ülkeler de, emperyalizm aşamasında bulunan ileri kapitalist ülkelerin egemenlik altında tuttuğu ülkelerdir. Böylece diğer düzeylerde olduğu gibi, bu düzeyde de azgelişmişlik, birbiri yanında yer alan iki nicelik arasında soyut bir karşılaştırma konusu olmayıp egemenlik ve sömürülme ilişkilerini içeriyor.” Çünkü “sınai üretim fazlasını satmak ve hammadde sağlamak zorunda olan kapitalist toplum için, kendi yararına egemenlik ilişkilerinin tanımı üzerinde kurulan böyle bir karşı karşıya geliş zorunludur. Bu ilişkilerle kapitalist toplum emperyalizm aşamasına ulaşır ve yine bu iliş kilerle prekapitalist toplum, egemen ve asalak bir ekonominin bünyesinde meydana getirdiği oluşumla, sonu azgelişmişliğe varacak bir yapısal değişim ve yıkım safhasına girer. Bu karşıkarşıya geliş noktasından itibaren, eşitsizlikler, kurulan yeni ilişkilerin sonucu gibi düşünülür. Oysa egemenlik ilişkilerinin kurulması bile daha önceki bir eşitsizliği, prekapitalist bir toplumun kapitalist bir toplum karşısındaki eşitsizliğini içerir. Böylece eşitsizlik, önce de sonra da, hem sebep hem de sonuç olarak ortaya çıkar”. Esasen bu açıdan baktığımızda Osmanlı ile Batı arasındaki ilişkilerin başlangıçta, Osmanlı’nın askeri üstünlüğü temelinde kurulduğunu, ancak bu ilişkinin 16. yüzyıldan sonra Osmanlı aleyhine bu eşitsizlikle belirlenmeye başlayacağını göreceğiz. İşte bu değişim Batı’da başlayan altyapı dönüşümü yanı sıra onu besleyici bir işlev gören kapitülasyonlarla belirlenecekti. Yerasimosun haklı olarak altını çizdiği gerçek, geri kalmışlığın emperyalist/sömürgeci bir tahakkümün sonucu olarak değil, onun öncesinde bizzat Osmanlı toplum yapısının üretici güçleri geliştirici bir yapılanıştan uzak olduğu gerçeğidir. Bunun kavranması hiç kuşkusuz her durumda lanetlenmesi gereken emperyalizme karşı tepkiyi azaltmıyor; ama salt emperyalizme işaret ederek anlaşılamayacak bir gerçeklikle yüzleşmemizi sağlıyor. Yerasimos, işte bu sorunsaldan hareketle, Asya Tipi Üretim Tarzı şemasıyla sınırlı kalmadan, ancak feodalizmden oldukça farklı bir süreçle karşı karşıya olduğumuz gerçeğine işaret ediyor. Tüm bu soğukkanlı ve bilimsel arayış, sadece dünümüzü doğru anlamak açısından değil, aynı zamanda dünümüzden bugünümüz için daha gerçekçi dersler çıkarmamız açısından da büyük önem taşıyor. YAZARINI YARATAN KİTAP “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”, yazarını yaratan kitap örneklerinden biri. Ancak kitap sadece Yerasimos’u yaratmış olmakla kalmayıp, aynı zamanda günümüz ve geçmişimizi anlamamız için olağanüstü işlevsel bir kaynak eser örneği oluşturmuştur. Okuyanların da katılacağından emin olduğum gibi, insanın kafasını açan, geliştirici sorularla karşı karşıya bırakan bir yazar Yerasimos. Daha önemlisi o soruların cevabını, bizim ona katılma düzeyimizden bağımsız olarak sağlam gerekçelendirmelerle veren bir yazarı okumanın keyfiyle okuyorsunuz onu. Kimi bölümlerinde yüzeysel kalmış olmakla birlikte bir bütün olarak kitap, Yerasimos’un, sağlam teorik altyapısı ve ciddi analiz gücünü yansıtıyor; bu niteliğiyle pek çok okurunun yeniden şekillenmesini, olay ve olgulara daha kapsamlı ve berrak bir gözle bakmasını sağlıyor. Bu anlamda kitabın (fikri anlamda her birimizin kendi meşrebine göre katılmayacağı öğeler dahil) hepimize katacağı çok ama çok ciddi bilgiler bulunmakta. Bu kapsamda onun en temel eksikliğinin, 1971 yılına kadar sürdürdüğü irdelemelerin günümüze kadar tamamlanmamış olmasıdır diye düşünüyorum. Ve ne yazık ki Yerasimos’u kaybetmiş olmamız nedeniyle bu eksikliğin tamamlanması da olanaksızlaşmıştır. “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”, hacminin büyüklüğünden değil ama yer yer okunmayı zorlaştıran tashih veya çeviri sorunları içeriyor. Çalışmanın önemi doğal olarak daha özenli bir basım talebini de beraberinde getiriyor. Ancak bu şekilsel sorunları bir yana, benim de Lacoste gibi temel dileğim, “çalışmanın, aynı zenginlikte ki diğer araştırmalara ilham kaynağı olması” ve yeni kuşaklarca da, tıpkı benim kuşağımın sıcaklığıyla kucaklanmasıdır. En azından şimdilik bu ilginin olmaması, kitaptan öte Türkiye’nin entelektüel ve siyasal hayatı açısından büyük bir eksik olarak kaydedilmeli. ? KİTAP SAYI 865 BEZİRGÂN AĞININ GÜCÜ Sorun irdelenirken doğal olarak, azgelişmişliğin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, Türkiye’nin azgelişmişliğinin özgün anlamı vb. bir dizi farklı ayrıntıyla karşı karşıya kalıyoruz. Yves Lacoste’un da ifade ettiği gibi, Yazar, sorunu kaba şemaların ötesinde inceleyerek, ayrıntıların, olgu ve süreçlerin gerçek muhtevasını anlamamızın önemini gösteriyor. Konumuz yüzyıllar boyu dünyanın en güçlü devletlerinden biri olarak yaşamış olan Osmanlı’nın azgelişmişlik durumuna düşmesi olunca, bu bilimsel özen daha da büyük bir önem kazanıyor. Bu kapsamda “Osmanlı imparatorluğu’nun niçin, nasıl ve ne zamandan beri bir bağımlılık durumu içine girmeye başladığı sorusunu kendisine sorarak işe başlıyor” Yerasimos. Bu özen içinde çoSAYFA 24 CUMHURİYET
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear