Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Öfkeliymiş gibi görünen, oysa çocuksu bir saflıkla, ilk kez görüyormuşçasına çakmaklanarak bakan fotoğrafında Tuncer Necmioğlu’yla göz gözeydim hep. (...) Ah, “hayat” deyip duruyoruz ya, izin verin de şu soruyu sorayım yeri gelmişken: Tuncer Necmioğlu’nun yaşadıkları dramanın neresinde yer bulacak acaba? M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası dirginliğin ve şaşkınlığın almasına neden olur.” (69) “Ibsen, Strindberg, Gorki, Çehov gibi gerçekçi akım yazarları, somut gerçek bilgisinin, bilgiyle temellendirilmiş mantıklı düşüncenin yüceltildiği bir ortamın yazarlarıdır.” “Piscator gibi, Brecht gibi, toplumbilim verilerine önem veren, bu konularda politik bir tavır alan yazarlar, durumlarının bilincinde olmayan kişilerin hatasını hoş görmemişler, onların bilgisizliğini, bencilliklerinden, çıkar kaygılarından ileri gelen, bir sınıf takıntısı olarak yargılamışlardır.” (71) UYKUYLA UYANIKLIK ARASINDA “HAYATIN PROVASI” Bütün bu veriler, bize dramanın hep “çatışma” temeline oturduğunu gösteriyor. Çatışmayı, gerek bireytoplum gerekse tarihdoğa bağlamında almak gerekiyor. Öyleyse drama, kaba bir söylemle “çatışma”dan ibaret. Dramanın yaslandığı çatışma olgusundan yararlanılabileceği gibi, bunun zararı da görülebilir elbette. Ama yalnız drama değil böylesine çifte kuşatılmışlık kıskacında olan! Alalım romanı, çok mu farklı sanki? Eskilerin “mürebbi roman” deyişi var kulağımda. Terbiye edici, eğitici roman. Demek “mürebbi olmayan” roman çok daha somutmuş geçmişte. “Zararlı roman” ya da “muzır roman” deyişi de var mıydı eskilerde, yoksa kulağım mı azizlik yapıyor bana, anımsayamayacağım. Hadi günümüze atlayalım; 1980’lerden sonra söylenen “ihanet romanları” deyişi nereden kaynaklanıyor sizce? O halde roman sanatı da dramatik tüm sanatlarda, ötesinde görsel, işitsel, plastik vb. sanatlarda olduğunca olumlu örnekler de yansıtabilir, bununla bağdaşmayacak olumsuz örnekler de. Barıştan yana roman dağarı mı daha geniş şu yeryüzünde yoksa savaş kışkırtıcısı roman mı acaba? Nobel Ödülleri’nin çıkışını bile “ihanet” olgusunda görmek olası. Öyle ya Alfred Nobel, büyük buluş olarak gerçekleştirdiği, üzerinden dolar milyarderliğine tırmandığı dinamitin yararlı işlerin yanında zararlı işlere aracı olduğunu, savaşlarda insanların öldürülmesine yol açtığını görmedi mi? Sonunda “vicdan azabı”na bir “sus payı” bağlamında kurmadı mı Nobel Ödülleri’ni? Drama, bütün bunların hepsinin önünde yer alıyor, çünkü oyunla özde doğrudan örtüşen, bunu somutlayarak gösteren tek sanat türü “drama”. Buna göre işin en başında “oyun” olgusunun da sorgulanması gerekliliği çıkıyor ortaya. Metin And, eşsiz yapıtı Oyun ve Bügü’de (YKY, 2003) oyunla işlevin hep yan yana, iç içe geliştiğini, oyunun bu bağlamda gereksinime dönüştüğünü, tartışmaya yer kalmayacak saydamlıkta gösteriyor. Öyleyse görevlerini kötüye kullanarak halkın, yoksul emekçilerin haklarını gasp edenlerin de, dünya halklarının mutluluğu için ölümü göze alarak kahramanlık sergileyenlerin de oyunların içinden süzülerek günümüze geldiğini görmemek için kör olmak gerek! Bu nedenle dramanın iki ucunun keskin bıçak, öteki türlere oranla hatta en keskin bıçak olduğu söylenebilir. Neydi sorumuz? iki farklı sanat kuruluşunca dile getirilen yargı tümcelerini birer soru tümcesi olarak yöneltmiştik: drama “halkın afyonu” mu, “hayatın provası” mı? Bu savsözlerdeki karşıtlıkta Şeyh Bedrettin Film Kolektifi grubu “drama halkın afyonu” derken, Oluşum Drama Enstitüsü grubu da “drama hayatın provası” diyor. Acaba siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Haftaya dramada en kırılgan alan sayabileceğimiz yaratıcı drama konusunda Oluşum Drama Enstitüsü’nün yayınlarını da ele alarak tartışmayı sürdüreceğiz. Ah, “hayat” deyip duruyoruz ya, izin verin de şu soruyu sorayım yeri gelmişken: Tuncer Necmioğlu’nun yaşadıkları dramanın neresinde yer bulacak acaba?? KİTAP SAYI 863 B aşlık, “Kitaplar Adası”nın konusunu da ele vermişti geçen hafta: “Drama: ‘Halkın Afyonu’ mu, ‘Hayatın Provası’ mı?” Bir soru atılmışsa ortaya, tartışma da peşi sıra gelecektir hemen. Yoksa süs olarak kalmaz mı sorunun çengeli?.. Şeyh Bedrettin Sinema Kolektifi’nin “Drama halkın afyonudur”, Oluşum Drama Enstitüsü’nün “Drama hayatın provasıdır” savsözleri de yargı tümcelerinden çok birer soru tümcesi olarak alınmak zorunda bu bağlamda. Öte yandan dramayı kendilerine iş edinmiş insanların tutumu da göz ardı edilmemeli. İşte yarım yüzyıldır “drama”yı kendine “dert” edinmiş engin gönüllü bir dostu da yitiriverdik bu arada: Tuncer Necmioğlu. Profesyonel tiyatroya ilk adımımı Ankara’da onun aracılığıyla atmıştım ben. Halk Oyuncuları (HO) Sahnesi’nde. 1968’den bugünlere bütünlüklü kuşatmalarla görüşegeldik hep. Onu son olarak Ankara’da Büyük Tiyatro’da Brecht’in Üç Kuruşluk Opera’sında izlemiştim. Yine dostum Erhan Gökgücü’nün yönetiminde. Ne güzel oyundu, Necmioğlu da ne görkemli oyunculukla sunmuştu Peachum’u. Katmanları aralanmış, dokularına dek sızılmış; ama bu arada ayrıntılar gösterilirken herhangi Brecht oyununda sahne almanın getirdiği oyunculuk kavrayışı göz ardı edilmemişti… Oyun sonrasında, Ankara’da oteline gitmiştik birlikte, Hanımeli Sokağı’na. Otuz beş yıl önce tiyatro sanatı bağlamında ipince güzelliklerin yaşandığı, bu arada nice kavganın verildiği, şimdiyse yerine geçit vermez bir çarşının dikildiği Necatibey Caddesi’ndeki Halk Oyuncuları salonunun paralelinde hemen. Odasında viski ikram etmişti. Aralıktı, yılbaşının öngünlerindeydik, ardından yenice bitirdiğini söylediği Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’nı imzalamıştı bana. 89 sayfalık bir oyun dosyası, bitirme tarihi olarak “14 Kasım 2001”in düşüldüğü. Öfkeliymiş gibi görünen, oysa çocuksu bir saflıkla, ilk kez görüyormuşçasına çakmaklanarak bakan fotoğrafında Tuncer Necmioğlu’yla göz gözeydim hep. Orhan Aydın, Nâzım’ın doğum gününde Nâzım Kültürevi’nde okuma tiyatrosu olarak sunacaklarını söyledi Necmioğlu’nun oyununu. Keşke sağlığında görebilseydi bunu Tuncer. Kitaplığımdan çıkardım, Nâzım’dan oyunlaştırdığı Memleketimden İnsan Manzaraları’nı onun. İlk yaprakta imzası: “Eskimez, Yıpranmaz Dost Kardeşim Sadık Aslankara’ya / Kırk yıllık düşlerimden birini olsun –Şimdilik hayata geçirememiş olsak bile Hiç değilse kâğıda dökebilmiş olmanın gururuyla…/ Sevgiyle, dostlukla, saygıyla, umutla. Ve de bu yılın ilk armağanı olarak. / Tuncer Necmioğlu”. Çevirdim yaprağı, girişte “not” yazmış rol alacaklar için Necmioğlu: “Dramatizasyon yarardan çok zarar getirir. Arkadaşlar öncelikle kendileri, sonra canlandıracakları kişi olmalıdır.” Hadi bakalım, bir soru çengeli de Tuncer Necmioğlu takıyor yazıya. Ya yaşamı onun, soru çengeli değil mi sanki? Dosyasıyla bakışıyoruz yazı masamda, buza İki ucu keskin bıçak: Drama yazılarak tamamlanmış bir yaşamın, kâğıttaki yazıyla sürdürülmüş ucu da yeterince dramatik değil mi? EL ALIP EL VERDİĞİMİZ HAYATIN DRAMASI... Özdemir Nutku, Haldun Taner, Metin And’la birlikte başlayıp sonradan “iki değerli yazarın izniyle” geliştirdiği Gösterim Terimleri Sözlüğü’nde (Atatürk’ün TDK yayını, 1983) bakın nasıl açılımlar getiriyor? Dram: Yunancada “bir şey yapmak” ya da “yapılan bir şey” anlamına gelir. Yazın tarihçilerine göre lirik ve epik yanında üçüncü bir yazın alanıdır. 1.Sahnede oynanmak üzere, konuşmalar ve hareketlerle gelişen, karşıt oluşların çatışmasıyla sonuçlanan oyun. 2.Halk dilinde ciddi oyun. /…/ Dramatik olay: Dramatik bir durum yaratan olay. Her şeyden önce insanla ilgili olan ve insan üzerinde bizi düşünmeye yönelten olay. İnsanların birbirine, kendilerine ya da bir duruma karşı olan tutumlarında değişiklik getiren ya da bu değişikliklerine karşı çıkan bir eylemin başlangıcı. / Dramatik tiyatro: 1.Konuşmanın, hareketlerle desteklendiği tiyatro. 2.Epik tiyatronun çıkışından sonra, güzelduyusal nitelikleri göz önüne alınarak duygusal boşalım sağlayışından dolayı “Aristotelesçi tiyatro” olarak da tanımlanmaya başlanmıştır. (benzetmeci tiyatro). / Dram sanatı: İnsanla ilgili olan şeyi sanatsal bir yaratışla canlandıran üretim işi. Dram sanatının birbirinden ayrılmayacak temel öğeleri; yansılama, canlandırma ve eylemdir. Üç temel öğenin bulunduğu bir kısa bölüm, beş dakikalık bir konuşma, bir sözsüz oyun, sinema, opera betikçesi hatta bir oratoryo dram sanatının kapsamı içindedir. Dram sanatı, tiyatro olgusunun yazınsal yanıdır. Bir açılım da Aziz Çalışlar’ın Tiyatro Kavramları Sözlüğü’nden (MitosBoyut, üçüncü basım, 2004): Drama Kuramı: Drama sanatı bilgisi / drama sanatı düşüncesi dramabilim, drama estetiği. / Yazınsal bir yapıt olarak edebiyata, tiyatroluk bir yapıt olarak da tiyatroya bağlı, ikili bir temel özellik taşıyan drama sanatı, tarih boyunca, kuramuygulama ikili bütünlüğü içinde bir gelişim göstermiştir. Drama sanatının gerek tarihsel, gerekse kuramsal gelişimini ele alan Drama Kuramı, drama sanatının ve gelişimin temel yasallık ve özelliklerini, yapısını ve kurallılıklarını ortaya koymaya ve değerlendirmeye çalışır. (…) Drama Kuramı’nın temeli, antikçağda Aristoteles’in Poetika adlı yapıtıdır. (…) Drama Tuncer Necmioğlu Kuramı, 20.yüzyılda, Aristotelesçi Drama Kuramı’na karşıt yönde, bir yandan Brecht’in Aristotelesçiolmayan, epik Drama Kuramı, öte yandan modernist Drama Kuramı (saçma tiyatrosu, antitiyatro) olarak yer almıştır. Tiyatro kuramına bağlı olarak yer alan bu Drama Kuramları dışında, günümüzde, felsefi disiplinlere bağlı olarak, yapısalcı, dilbilimci, tarihselci, göstergebilimci Drama Kuramları görülmektedir. (…) Ancak, günümüzde dramanın gösterdiği gelişim özellikleri açısından Drama Kuramı, tiyatro kuramıyla aynı bağlamda ele alınmayı da gerektirmektedir. Bütün bunları yerli yerine oturtmak için Sevda Şener’in, aynı zamanda bir Türkçe anıtı olarak kabul etmemiz gereken büyüleyici güzellikteki Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı’nın (YKY, 1997) içinde de gezinmek gerekiyor, hiç değilse kuş bakışı. “YAŞAMIN KIRILMA NOKTASINDA DRAM SANATI” Sözü Sevda Şener’e bırakıyorum: “…Dram kavramını tiyatro yapıtına özgü olan anlamında, geniş bir yelpazeyi kapsayacak biçimde yorumlamalıyız.” (14); “Bir değer taşıyıcı olarak insanın, eylemi, davranışı, tavrı, tutumu ile ortaya çıkan, eylem öncesi tahmin ya da umut edilenle daha sonra gerçekleşen arasındaki uyumsuzluk yüzünden düş kırıklığı yaratan, düşündürücü ve etkileyici insanlık gerçeği dramatiktir.” “Denilebilir ki, her sanat yapıtında bir insanlık gerçeğine işaret edilir. Her sanat yapıtında sergilenen gerçeğin, üzerinde olan, öncelikle bu gerçeğin insanın kendi eylemi ile ortaya çıkmış olmasıdır.” (38, 39); “Tiyatro tarihinde Absürd genellemesi içinde yer almış ellili ve altmışlı yılların oyunları ile yetmişli yıllardan bu yana yazılan ve sahnelenen oyunlarda insan, kendini anlayamadığı bir durum içinde buluyor, nedenini bilmediği, sonucunu kestiremediği biçimde eylemek zorunda kalıyor ve gene açıklayamadığı bir biçimde umutsuzluğa, ya da yıkıma uğruyor. Bu oyunlarda dramatik olan, insanın, bilgisizliğin verdiği şaşkınlığı yaşamak zorunda kalışı ve güvensizlik duygusu içine düşmesidir.” (67); “Dramatik olan, kişinin istenç dışı bir eylemle ya da bir davranışla bilmeden kendini tuzağa düşürmüş olmasıdır.” (68) “Modern ve modern sonrası oyunlarda dikkatin olayların gelişimine, dolayısı ile geleceğin ne getireceğine değil, neyin, niçin değişmediğine yönelmesi, seyircide, klasik kurgulamanın uyandırdığı merak ve heyecanın yerini te SAYFA 20 CUMHURİYET