Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? bu, Koku’nun tohumudur. Kitabın Fransa’da geçiyor olmasını istememin nedeni, kendimi kitabın kahramanından uzak tutmaktı; böylelikle benden çok, o konuşabilirdi. Bu karar çok önemliydi çünkü romanın otobiyografik bir yapısı olmasını engellemiş oldu. Romanınız otobiyografik değil, ama kahramanı Leyla sizden izler taşıyor diyebilir miyiz? Doğulu bir kadın Leyla ve Batı kültüründe yer bulmaya çalışıyor. Siz de uzun yıllar Fransa’da yaşadınız. Batı’ya seyahat etmiş ya da orada yaşamış tüm yabancılar göçmen olmanın nasıl bir şey olduğunu bilir ya da hisseder. Bir göçmen ya da mülteciyle aramdaki fark, istediğim zaman ülkeme geri dönebilecek olmam, onların böyle bir şansı yok. Leyla bir mülteci, çünkü Afrika’ya geri dönemiyor. Aslında bir noktada hepimiz geçmişimizin mültecileriyiz, çünkü zamanı geriye döndüremeyiz ve bu nedenle geride bıraktığımız parçalarımızı ararız. Bu söylediğinize bağlı olarak, romanda Leyla’nın Paris’te, kendi köklerinden kopmak için verdiği savaşımla, yitip gidişini mi okuyoruz yoksa Leyla kitabın sonunda amcasının yanına dönmeyerek, yitmekten mi kurtuluyor? İlginç bir soru, nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum. Her ikisi de doğru. HİNT KÜLTÜRÜN ETKİSİ Özellikle Leyla ve Philippe’in diyaloglarında Hint olmakla ilgili birçok unsur var. Örneğin Philippe Leyla’ya, "Senin kültürün değişime karşı. Bunu beceremiyor, sen de onun bir parçasısın" diyor. Sizce Hint kültürü değişime karşı mı, Hint kültürünün şekillenmesinde İngiltere’nin etkisi nedir? İngilizce, kriket, çay, bürokrasi, sınıfsal düzen… Bunlar İngiliz kültüründen aldıklarımız ve onlara kattıklarımız. Hindistan değişime karşı mı? Philippe’in bakış açısına göre, zıtlıklar aynı zaman ve uzam içinde yaşayamaz; biri öbürünün yerini almalıdır. Bu fikre göre, evet, Hindistan değişime karşı. Bu, Batılı bir bakış açısı. Ancak, yeninin ve eskinin bir arada yaşayabileceğini kabul edersek, Hindistan değişime karşı değil. Bunu, farklı etkileşimleri barındıran ve gerektiğinde onları sergileyebilen kocaman bir hafıza bankası ya da kütüphaneye benzetebiliriz. Bir Hint hem geleneksel hem de modern olabilir, fakat bir Batılı için bu imkânsızdır. Sanırım Doğu ile Batı kültürü, insanları ve hayat biçimi arasında uzlaşması olanaksız farklılıklar olduğunu söylemek istiyorsunuz. Bence fazlasıyla var. Çünkü pek çok Doğu ve pek çok Batı var. İletişimin ve anlaşmanın yollarını aramak, kelimenin tam anlamıyla, ufkumuzu açan, sürekli olarak yaratıcılığımızın limitlerini yükselten ve hayal gücümüzü çalışmaya zorlayan bir mücadele. Hindistan için dünyanın küçük bir modeli diyebiliriz; düşünsenize, tek bir ülkede birden çok dil ve kültür bir arada. Kültürel ya da dilsel farklılıklar Hintlileri korkutmuyor. Bu bizim için olağan bir durum, bazen ilginç, bazen rahatsız edici. Romanda kadın ve erkek karakterlerin ele alınışı da oldukça farklı. Günümüz kadın yazarlarının feminist tavrının tersine, Leyla’nın yaşamına hep erkekler yön veriyor. Neden? Bana göre, feministler kendileri için gerçeği yansıtmayan bir mitoloji CUMHURİYET KİTAP SAYI ? Gökçe Ateş AYTUĞ irçoğumuzun bildiği, neredeyse klasikleşmiş Patrick Süskind’in Koku’sundan sonra yeni bir ‘Koku’ daha girdi edebiyat dünyasına: Radhika Jha’nın Koku’su. Fransa’dan İsveç’e, Yunanistan’dan İsrail’e, Sırbistan’dan Kore’ye kadar 14 ülkede yayımlanan Koku’nun filmi de çekiliyor bugünlerde. Dünyada Hint yazarlar, çağdaş Hint edebiyatı yeni teni tanınmaya başlıyor. Bu durum bizim için de geçerli. Aslında biz Hint kültürüne pek yabancı sayılmayız. Hızla yayılan Hindistan kökenli öğretiler ve yıllar önce izlediğimiz Hint filmleri… Film kahramanlarını, alnının ortası kırmızı noktalı, sarili güzel Hint kadınlarını, hem hüzünlü hem eğlenceli aşk hikâyelerini hatırlıyorsunuzdur. Koku’da da güzel bir Hint kadını var (sari giyiyor ama alnının ortası kırmızı noktalı değil) ama bilinenlere benzer bir aşk hikâyesi ya da o Hint filmlerinde gördüğümüz acıklı/eğlenceli hava yok. Uzun yıllar Paris’te yaşamış olan Yeni Delhi doğumlu Radhika Jha, bu ilk romanında kendine Paris’te bir yaşam kurmak zorunda kalan, yani Paris’te, kökenlerinden kaynaklanan farklılığının rahatsızlığıyla, bir göçmen olarak tutunmaya çalışan genç bir Hint kadınının, Leyla’nın, kendini arayışını anlatıyor. B Hüznün ‘Koku’su Romanın başından sonuna kadar bir yerlere sürükleniyor Leyla, belki de bu yüzden okurda bir ‘hüzün’ bırakıyor roman. Genellikle erkekler tarafından şekilleniyor yaşamı, ama beraber olduğu erkekleri de o seçmiyor, hep onlar seçiyor; hem de o her zaman kurtulmak istediği egzotizmi ve farklılığı yüzünden. Leyla’ysa bunu ya anlamıyor ya da görmezden geliyor. HAYAL KIRIKLIKLARI LEYLA’NIN PARİS MACERASI Hint kökenli ailesi ile Kenya’da yaşayan Leyla, babası Nairobi İsyanı’nda ölünce, annesi tarafından Paris’teki akrabalarının yanına gönderiliyor. Annesi ise Leyla’nın kardeşleriyle İngiltere’ye gidiyor ve Leyla’yı yakın zamanda yanına alacağını söylüyor. Kitabın ilk bölümlerinde, Leyla’nın Paris’e, amcasının yanına gidişiyle birlikte Krishenbhai Amca ve Latha Yenge’yle tanışıyoruz. Orada kurdukları yaşam Hint bakkalı, Hint filmleri, Hint yemekleri 1960’lar ve 80’lerde birçok Türk ailenin Hollanda, Avusturya ve özellikle de Almanya’ya göçüyle oluşan gurbetçi fotoğraflarını getiriyor akla. Paris’in ‘Küçük Hindistan’ı, tıpkı Almanya’daki Türk mahalleleri gibi… Leyla Paris’e gittikten sonra uzun süre evden dışarı çıkamıyor. Yani Paris’in Hindistanı’nda yaşıyor denebilir. Biraz zaman geçtikten sonra tanışıp arkadaş olduğu Lotti’nin yardımları ve amcasının dükkânında çalışmaya başlamasıyla biraz biraz tanımaya başlıyor Paris’i; aslında buna hiç gerek de duymuyor, nasılsa yakında annesi onu yanına, İngiltere’ye alacak. Ama olaylar Leyla’nın beklediği gibi gelişmiyor, annesi İngiltere’de evlenince Leyla’yı yeni ailesine –amca ve yengesine– bırakıyor. Böyle başlıyor Leyla’nın Paris macerası. ‘Macera’ sözcüğü yaşadıklarını gerçekten iyi anlatıyor. Çünkü Küçük Hindistan’dan kurtuluşu, yeni yerlere –evlere– misafirliği, erkeklerle kurduğu ilişkiler, bunların hiçbiri kendi seçimi değil. Leyla’nın Paris’te kalmaya mahkum oluşundan itibaren orada tutunmaya ve onlardan biri gibi olmaya çalışmasını, hırpalanışını, hayal kırıklıklarını okuyoruz. Kitabın sonu için okurun aklında iki seçenek beliriyor; Leyla ya amcasının yanına dönecek ya da Paris’te kalmayı seçecek. Leyla, Paris’te kalmayı seçiyor ve bu nihayet gerçek bir seçim oluyor. Belki de böylece, yaşadığı onca soruna rağmen tükenip gitmekten kurtuluyor. Romanın en çarpıcı yanı, kuşkusuz, ‘koku’nun kullanımı. Tüm kokulara duyarlı bir kadın Leyla. Duyarlı olmanın da ötesinde, onun için koklamak görmenin, tatmanın önüne geçiyor. Leyla’nın tüm yemeklerin, bedenlerin, Métro’nun ve daha birçok şeyin kokusuna karşı doğaüstü bir duyarlılığı var. Radhika Jha farklı kokuları tarif ve karakterize ediyor ve bu kokuları simgeler olarak kullanıyor. Örneğin Leyla kendini beş para etmez, alçalmış hissettiği zamanlar bedeninin iğrenç koktuğunu düşünüyor ve Métro’ya sığınıyor. Leyla’nın âşık olduğu dönemde Philippe’e vücudunun kokusunu tarif edişinden ve ona olan aşkı bitince Philippe’in aslında özel bir kokusu olmadığını, sıradan bir insan gibi olduğunu söyleyişinden, duygularının kokuyu algılayışında ne kadar etkili olduğunu görebiliyoruz. Radhika Jha uzun yıllar Paris’te yaşadıktan sonra Hindistan’a dönmüş; kitaplarını İngilizce yazıyor. Tüm bunların sonucunda ortaya çıkan çokkültürlülük elbette yazısına da yansıyor. Hem Hint kültürünü baharat ve koku dolaylamasıyla romana katıyor hem de Fransızca konuşmalar ve sözcükleri de kullanarak Fransa’daki yaşamı, Paris sosyetesini, Fransız politikasını ve göçmenlerin, dışlanmış kadınların kaygılarını teşhir ediyor. İngilizceyi anadili gibi kullanıyor Jha, ara ara şimdiki zamana geçişleriyle anlatımını güçlendirirken hikâyeyi de canlı tutuyor. Günümüz yazarlarınca sıklıkla kullanılmaya başlayan erotizm ve şehveti kendi üslubuyla katıyor romana, yani kokunun temel unsur olarak kullanımıyla. Yayımlandığı tüm ülkelerde okurlardan, eleştirmenlerden çok iyi notlar alan Koku, şimdi de Alev Bulut’un çevirisiyle Türkçede. ? Koku/ Radhika Jha/ Defne Yayıncılık/Çev:Alev Bulut/ 372s. yarattı. Çoğu kadın erkeklerle olan ilişkileri ve öbür kadınlarla olan rekabeti sonucunda şekilleniyor. Feminist mite göre, kadınlar erkeklerden bağımsızdır ve öbür kadınların rakibi değildir. Bence bu doğru değil ve ben mitolojiyle değil, gerçekle ilgilenirim. Ayrıca, Leyla da etrafındaki erkeklerin hayatını şekillendiriyor, o pasif bir varlık değil. Hatta erkekleri kullanıyor da. Leyla hem kurban hem avcı; hem cesur hem güçsüz. Bu nedenle de çok ilginç biri. Dünya edebiyatında kokunun ele alındığı iki kitap daha var: Patrick Suskind "Koku" ve Tom Robbins "Parfümün Dansı". Sizin kokuyu bu kitap852 lardan çok farklı, simgesel bir unsur olarak ele aldığınızı görüyoruz. Bunun kadın olmakla ilgisi var mı? Sanmıyorum. Daha çok, Avrupa’nın renkleri arasında bir yabancı ve Hint felsefi geleneklerine bağlı bir Hint olmakla ilgili diyebiliriz. Yazarken nasıl bir okur kitlesi bekliyordunuz? Kitap yayımlandıktan sonraki tepkiler ilk düşüncenizi ya da var sayımınızı sorgulamanıza neden oldu mu? Yayımlanacağını hiç düşünmemiştim ve tabii insanların okuyacağını da. Beni en çok şaşırtan Hindistan ve öbür ülkelerdeki, kitabın otobiyografik olduğuna yönelik varsayımlardı. Peki, son olarak, kitabınızın Türkçeye çevrilmesi sizin için ne ifade ediyor? Çok çok mutluyum. Büyükbabam 1950’lerde Hindistan’ın Türkiye Büyükelçisi’ydi ve babam hâlâ Türkçe konuşabiliyor. Ne yazık ki ben Türkiye’ye hiç gelemedim, ama geleceğim, inşallah. ? SAYFA 13