Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? Peki, Nevzat tipinde bir polis olabilir mi? Çok az sayıda da olsa bence olabilir. Nevzat’ı kafamda canlandırırken, 12 Eylül öncesi öldürülen Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul aklıma geldi. Adalete inanan, çok iyi bir adamdı. Karanlık güçler tarafından vuruldu. Bir de Nevzat karakterini yaratırken, çok sevdiğim ‘Seven’ (Yedi) filmi beni etkilemiştir. Orada oynayan Morgan Freeman’ın oynadığı dedektif rolü beni çok etkilemiştir. Artık suçla baş edemeyeceğini bilen ama elinden de başka bir iş gelmeyen polis! Dikkat ederseniz Nevzat, klasik polisiyenin tersine, tek başına çözmüyor olayları. Ali ve Zeynep yardımcı oluyor ona; kolektif bir biçimde çözüyorlar. Aynı zamanda Nevzat’a şunu da ekledim, cinayet masasının başında ama kendi karısının ve kızının katillerini bulamamış biri. Yani süper bir kahraman değil. Herkes Nevzat’ı merak ededursun, ben de ,bu romandaki Evgenia’yı merak eder oldum, kim bu Evgenia, bir yan motif belki de… Evgenia’yı yaratmamın nedeni çok açık, söyleşi boyu konuştuğumuz, o mozaikle ilgili. Kadın kahramanımı Rum olarak seçme sebebim bu. Çünkü ben Rumları tanıyorum, muhteşem insanlar, en az Türkler, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler kadar bu ülkede yaşamayı hak eden insanlar. Ama çoğu bu ülkeden gittiler. Bize de onların laneti kaldı. Ne demek istediğimi anlamlak için İstanbul’a şöyle bir bakın yeter. Yunanistan’a giden İstanbullu Rumlar çok mutsuz oldular. Çünkü onlar hiçbir zaman Yunanistanlı olamadılar. Gözleri hep geride kaldı. Böyle bir karakter yaratarak, onların acısını ve bizim kayıplarımızı da anlatmak gerekiyordu. Ben ülkemi seviyorum. Çünkü ülkem çok renkli, çok çeşitli kültürlere sahip. Günümüz uygarlığını yaratan kültürlerin temelini atan uygarlıklar bu topraklarda yaşamış. Benim ülkem, bu kültürlerle, bu insanlarla güzel. Tek sesli, tek renkli bir ülke nasıl güzel olabilir? Bu anlayış benim öteki romanlarımda da var. Patasana’da Hititleri anlatma sebebim de buydu. Bir sonraki romanımda, yine Hititler olacak, orada da yine bu büyük halkı yazmak istiyorum. Kadeş Savaşı temelinde Hititlerin yaşamını anlatacağım. Bir tür epik roman olacak. Sonra, Komegena Krallığı var sırada. Ama oradaki hikâye günümüzle bağlantılı olacak. İnsanların bunları bilmesini istiyorum. Osmanlı’dan öteye gidemiyoruz ne yazık ki. Oysa bu toprağın kültürü çok zengin. İnsanlar kültürsüz olsa da bu topraklar çok zengin, çok derin bir kültürü taşıyor bağrında. Kavimler bahçesi Anadolu ? Mustafa ALAGÖZ içbir nesne bilmenin yöntemi önünde direnemez’. Katı olan hiçbir anlayış, inanç biçimi, ahlak sistemi, ideolojik yapı, edebiyatın sorgulayıcı gücü karşısında hırpalanmaktan kendini kurtaramaz. Kurgusallık, anlatıma sonsuz olanaklar sunuyor. İstediğiniz her şeyi istediğiniz mekânda, istediğiniz zamanda ve istediğiniz ilişki biçimleri içinde yeniden var edip yaşatabilirsiniz. ‘Kavim’ buna canlı bir örnek olarak okunabilir. Ahmet Ümit’in bu yeni romanı, yazarın kendi geleneksel çizgisini sürdürdüğü; ancak farklı öğelerin de kullanıldığı ilginç bir yapıt. İnsan varlığının iki kutbunun çelişik birliği dinsel söylemlerin de özünü oluşturur. Bunu ister bedenruh olarak, ister nesnelöznel olarak, ister yaşamanlam olarak görelim fark etmez. Aynı gerçekliği değişik biçimlerde algılamış ve onu kendimize yakın bularak kabul etmiş oluruz. ‘Kavim’ polisiye olaylar zinciri, karmaşık sorunlar yumağı arasında varlığımızın özünü oluşturan, günümüz insanının baş etmekte oldukça zorlandığı kalıcı sorunsallara dikkat çekiyor. Yalnızlık, hayatın anlamı, inanç, adalet, sevgi gibi. Değişik karakterde kahramanlar arasında, olayların karmaşıklığı içinde işlenen seri cinayetlerin izi sürülürken, dikkatler olaylara, suçlunun kim olduğunun açığa çıkarılmasına yoğunlaşıyor. Ancak bu süreçte derinden derine şunlar duyumsatılıyor: Ben kimim? Yaşamın anlamı nedir? Adaleti kurmak mümkün mü? ‘H EVRENSELLİĞİN KÖKENLERİ Herkesin dilinde Avrupa!.. Oysa bu toprakların tarihine, derinliğine baksalar, Avrupa’da aradıkları evrenselliğin kökenlerini bulacaklar. Halbuki… Çok haklısın! Burası üç bin yıl önce NewYork’tu bir anlamda. Mezopotamya dünyanın merkeziydi. Akadça konuşuluyordu. Uluslararası bir dildi Akadça! Uygarlık burada büyüyordu, buradan Antik Yunan’a geçti, sonra Ortaçağ ardından Rönesans. Ama önce Sümerler, Mısır, Anadolu uygarlıkları. Bunu biz bilmiyoruz, Batılılar ise unutturmak istiyor. Ama unutmayacağız, unutturmayacağız da. Son soru olsun; biliyorsunuz, diğer iki romanınız, Kukla ve Beyoğlu Rapsodisi’nde ben yemek kültürü üzerinde yoğunlaşmanız üzerinde durmuştum, Kavim’de de bu kez müzik kültürü ağır basıyor… Ee, Nevzat’a da bu yakışır. Alaturka bir İstanbullu. Balat’ta oturuyor. Osmanlı mutfağına düşkün. Tabii Türk sanat müziği dinleyecek. Ayrıca ben de Türk sanat müziğine bayılıyorum. Müzeyyen Senar’a hastayım. Bir de Nevzat’ın müptelası olduğu (ki benim de) rakıya çok yakışıyor Türk sanat musikisi. Bir gün inanıyorum ki, genç nesil de bu müzikten hoşlanacak. Çünkü çoğu şarkının güftesi şiir gibi. "Şarkılar seni söyler/dillerde name adın/aşk gibi/sevda gibi huysuz ve tatlı kadın" Gün geçtikçe daha bir güzelleşiyor bu şarkılar. Tıpkı ülkemin saklı kalmış kültürel hazineleri gibi... ? OLAYLAR KAHRAMANLAR İÇİMİZDEKİ BİZ Roman, Yusuf adlı bir şahsın cesedinin bulunmasıyla başlıyor. Kurban, kalbine saplanan iki bıçak darbesiyle öldürülmüştür. Ancak ne ölen kişi, ne de öldürülme biçimi sıradan bir olay değildir. Bıçağın sapı haç şeklindedir. Kurbanın yanında Kitabı Mukaddes bulunmaktadır. Eski Ahitte bulunan Zekeriya Peygamber bahsindeki şu satırın altı kurbanın kanıyla çizilmiştir: "Uyan ey kılıç! Çobanıma, yakınıma karşı harekete geç". Daha bu başlangıç, romanın zengin içeriğinin ve derinlikli sorgulamasının ipuçlarını veriyor. Çünkü bir yandan özel bir katil, farklı bir cinayet işlemiştir, öte yandan kutsal metne gönderme yaparak dinsel söylemlerin de özünü oluşturan varoluşsal sorunlara dikkat çekilmektedir. Varlığımızın anlamı nedir? Hırs, arzuların ele geçirdiği benlik başımıza neler açıyor? Yaşadığımız her somut etkinlik önünde sonunda iç dünyamızda yankılanır. Bunu duyumsarız, her duyumsama kendimizden kendimize gelen bir uyarıdır. İşte bu ruhsal gerilim anlam sorgulamasının, başka bir deyişle anlam arayışının ortaya çıktığı andır. Farkında olup olmamamızdan bağımsız olarak bu varoluşsal enerji içimizde dolanır durur. ‘Kavim’in her kahramanı üzerinden bu önüne geçilmez akışın (anlam sorunsalı) uyarısını alabiliyoruz. Her şeye inancını kaybetmiş, romanda ‘agnostik’ olarak nitelenen antik eserler uzmanı Can, karısını ve kızını bir saldırıda kaybetmiş komiser Nevzat, onun yardımcısı Ali, yoğun bir iç hesaplaşmadan sonra kendini Aziz Pavlus ile özdeşleştiren Malik, Rum asıllı Evgenia, bir zamanlar solcu kanı dökmüş, şimdi emniyet teşkilatında önemli yer edinmiş eski ülkücüler, PKK itirafçıları değişik kimlikleriyle karşımıza çıkıyorlar. Bütün bu tipler üzerinden okuyucu kendi üzerine düşünmeden edemiyor. Yazar yarattığı kişilikler karşısında ne kadar yansız, söylemleri konusunda ne kadar iddiasız olursa okuyucunun romana karşı ilgisi o ölçüde içten oluyor. Çünkü okuyucu ile roman arasındaki ilişki doğası gereği özgürdür. Bu ilişki ne kadar özgür kılınırsa okuyucu; ‘Ben olsam ne yapardım? Ben nasılım?’ sorunuyla o ölçüde derinden karşılaşıyor. Eserin yansız tutumunun ve okuyucusuyla özgür ilişkisinin ölçüsü bana göre; farklılıkları ve karşıtlıkları eşit haklılıkla ortaya koymasına bağlıdır. Olaylar, ‘Diatessaron’ diye bilinen ve dört incilin karması olan tarihi bir eser etrafında dönmektedir. Anadolu’da bir Süryani kilisesinden çalınmış olan bu kitap olduğu yere tekrar teslim edilmiştir. Ancak bu süre içinde güvenlik güçleriyle PKK’nin çatışmaları, toplu katliamlar dile getirilirken, bir yandan da Anadolu coğrafyasının kültürel çeşitliliği, tarihsel zenginlikleri dikkatimize sunuluyor. Varoluşsal sorunların yakıcılığını bir de olaylar üzerinden algılayabiliyoruz. üzerinden, hırs ve mevki düşkünlüğü üzerinden gözlemleyebiliyoruz. Böylece ‘İnsan denen tuhaf yaratığı’ farklı koşullar içinde görme şansını yakalıyoruz. Aslında kendi iç dünyamızda olup bitenlerle yüzleşiyoruz. Yaşamın dış dünyaya yönelik etkinlikten ibaret olduğunu zannetmenin derin yanılgısını içsel duyumsamalarımız bize hatırlatır; ve kendini bazen yalnızlık, bazen özlem, bazen saldırganlık, bazen nefret şeklinde gösterebilir. Aslında bizim yaşadığımız somut gerçeklik bunlardır; çünkü onları benliğimizin derinliklerinde duyumsar, bütün etkinliklerimizde bizimle birlikte olduklarını fark ederiz. ‘Kavim’de yer alan kahraman EVRENSE SORUNSALLARIMIZ Ahmet Ümit’in romanlarında rastladığımız ‘kaybetmenin bilgece’ deneyimini, bunun insanın ruhsal dünyasında yarattığı hüznü, hayal kırıklıklarını yeni eseri ‘Kavim’de de izliyoruz. Ancak yarattığı tiplerde herhangi bir küskünlüğe, yakınıp sızlanmaya, yaşamla tekrar nasıl buluşacağını bilmeyen şaşkınlığa rastlanmıyor. Tam tersine bilgece bir alçakgönüllülüğün, her şeye karşı sevgiyle yaklaşmanın oluşum sürecine tanık oluruz. Bunu, kahramanlarının iç konuşmalarından, rüyalarından ve diyaloglarından anlayabiliyoruz. ‘Kavim’de kaybetmenin ‘bilgece hüznünü’ aşk üzerinden, meslek üzerinden, vicdan *eoztop@aof.anadolu.edu.tr Kavim / Ahmet Ümit / Doğan Kitap / 384 s. SAYFA 6 lar kendi yaşam deneyimlerine dayanarak yaptıkları gözlemlerle okuyucuyu, kendini gözden geçirip sorgulamaya itiyor. Romanda bu tür sorgulayıcı gözlemlere sıkça rastlanıyor. " ‘Olmayacak’ , diye sürdürüyor Meryem, ‘çünkü şu dünyada tümüyle tanıyacağın biri yoktur. ...Kimse kimseyi tanıyamaz. Tanıdığımızı sanırız. Tanıdığımız kadarına inanırız. Eğer gerçekten tanısak, bırakın aşkı filan, kimse kimseyle arkadaş bile olamaz." İnsan bir anlamda yok varlıktır. Bulunduğu anda geçmişin toplamıdır. Hayat aralıksız olarak yeni ilişkiler, yeni etkinlikler, yeni pozisyonlar yaratır. Her birey yeni durumlara şu veya bu şekilde tepki vermek durumundadır. Bir insanı tanımak biraz da yeni durumlara nasıl tepki vereceğini kestirebilmektir. Birbirimizi ilişki içinde tanıyıp oluştururuz ve oluşturduklarımıza güveniriz. İyi ki durum böyle; eğer insanda keşfedilecek alan kalmamışsa, yeni oluşumlara dönüşen potansiyeli olmasa ilişki diye bir şey kalmazdı. Birbirimize olan inancımız, bilinmez yanlarımızın kaCUMHURİYET ranlığı karşısında dayanaklarımızdır. Ahmet Ümit bu eserinde dinsel metinlere göndermelerde bulunuyor. Böylece kutsal kitapların varlığın özüne dair felsefi söylemlerine, mitselsimgesel anlatımın gücüne dikkat çekiyor. Bunların kolayca, dahası entelektüel bir şımarıklıkla bir tarafa itilemeyeceğini anımsatıyor. "Üçümüzün de soru dolu bakışlarından bu konuda hiçbir şey bilmediğimizi fark edince açıklıyor Can… Maddi dünyada Tanrı’yı görmek imkânsızken, sır dünyada Tanrı sizinle birlikte, sizin içinizdedir. Ancak sır dünyayı herkes göremez, insanın bedensel isteklerden kurtulması, aklın bildik kurallarını bir yana koyması, sezgisel algıya yönelmesi gerekir… İşte Pavlus’u besleyen kültür budur." Evrensel olan zamana ve mekâna aşkındır. Kendi başına ele alındığında saf bir düşüncedir, içeriksizdir. Ancak varolanlar evrenseller aracılığı ile bilinebilir, aralarında bağ kurulabilir. Evrenseller dediğimiz düşünsel belirlemeler, farklılıkları birliğe getiren bağlardır, aynı zamanda birer ilkedirler ve sadece düşüncede olurlar. ‘Düşünce en yüksek elemdir’ önermesi elbette tartışamaya açıktır; ancak bir insanın ağzından bir kere dile geldikten sonra bütün coğrafyaları, tüm zamanları aşarak farklı farklı insanların bilincini etkileyip oradan tekrar eyleme geçmesi ilginç değil mi? "…Pavlus şöyle diyor. ‘Önce gelen ruhsal olan değildir; doğal olandır. Ruhsal olan sonra gelir." Bu söylem binlerce yıl sonra Varoluşçuluk felsefesinde şu biçimde dile geldi: Varoluş özden önce gelir. Ne düşüncede, ne de tarihte, bir kopukluk yoktur. Varlık bütündür ve onun açınımı süreç dediğimiz kavramı oluşturur. İnsani hallerimizde bizim dünyamız, bizim varlığımızdır. Kendi dünyamız her durumuyla kendi içinde bütündür. Bu bütünlüğü hem kavramsal düşüncede hem de romanda ortaya koymanın düşünce hayatımıza önemli katkılar sağlayacağına inanıyorum. ‘Kavim’ gerek kurgusu, gerek içeriği, gerek düşünsel göndermeleriyle kendi bütünlüğünü sağlam temellere oturtuyor. Öte yandan "… Her yeni düşünce, her yeni inanç kendinden öncekileri taşır içerisinde" diyerek hayatı anlamanın ve yeni düşünceyi üretmenin keyfe keder bir şey olmadığına dikkat çekiyor. Ülkemizin tarihikültürel zenginliklerine, bunlardaki evrensel değerlere parmak basıyor olması bakımından da ‘Kavim’in bu yolda yeni açılımlara kapı aralayacağını umarım. ? KİTAP SAYI 840