Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? rinde "Ben dünyanın ışığıyım" yazıyor… Yeni, eskinin içinde gelişiyor, kültürler birbirini devam ettiriyor. Bu muhteşem bir kültürel zenginlik. Niye reddediyoruz bunu? Türk, Ermeni, Kürt, Rum, Çerkez, Laz hep beraber yaşıyoruz. Bu bir zenginliktir, bundan korkacak bir şey yok! Bundan korktuğun zaman öldürmeye başlıyoruz, cinayet işlemeye başlıyoruz. Bunun alternatifi ise ayrılıkçı terorizm oluyor. Kürt milliyetçisi de çıkıp, ‘ben de öldürürüm’ diyor. Çözümsüzlük böyle başlıyor. Bu cinayetler hiçbir şekilde adaleti sağlamıyor. "Cinayetle gerçekleşen adalet, adalet değildir" sözünün işte böylesi bir derinliği var. Peki o zaman, son dönemdeki hararetli gündemi eleştirmek adına ‘bütünlük’ mesajı veren bir roman çıktı ortaya… Sadece bugünü eleştirmek için değil! Ben Antepliyim, İstanbul’a okumaya geldim ve her yıl Antep’e giderim. Antep’te bizim Dülük Baba dediğimiz bir yer vardır. Orada mağara döneminin, Taş Devri’nin izleri var. Ondan sonra aşama aşama gelişmiş tüm uygarlıkları görüyoruz ve şu anda da orada günümüz insanlarının yaşadığı bir köy var. O köyü gördüğüm zaman, ne kadar zengin bir kültürün üzerinde yaşadığımızı fark ettim. Ama pek çok insan bu zengin kültürün farkında değil! Almanya’ya okumalara gittiğim zamanlarda Duisburg’da belediye başkanlığından yetkili bir kişi yanıma gelip, "Bana Antep’i anlatır mısınız" dedi (Duisburg’la Antep kardeş şehir ilan edilmiş). Antep’teki tarihi zenginliği öğrenince, adamcağızın ağzı açık kaldı. Evrensel olmak için illa Avrupalı olmaya gerek yok, evrensel olmanın potansiyeli Anadolu’da zaten var. Yeter ki biz görmesini bilelim, yeter ki tarihi okumasını öğrenelim, yeter ki ulusal ve dinsel sekterlikten uzak durabilelim. Bu toprakların tarihine nesnel bakabilelim. Osmanlı olalım, Doğu Romalı olalım, Hitit olalım… Bunu başardığımız zaman, evrensel de oluruz. Benim "Kavim"i yazmamın nedeni biraz da budur. Tabii bu temayı, bir cinayet kurgusu içinde anlatıyorum. Çünkü böyle yazmaktan hoşlanıyorum. Öyle sözcük oyunlarına filan girmiyorum, edebidilsel taklalar atmıyorum. Benim bir hikâyem var, ona en uygun dili bulup, o yalınlıkta anlatmaya çalışıyorum. Evrensel olmak için illa Avrupalı olmaya gerek yok, evrensel olmanın potansiyeli Anadolu’da zaten var. Yeter ki biz görmesini bilelim, yeter ki tarihi okumasını öğrenelim, yeter ki ulusal ve dinsel sekterlikten uzak durabilelim. ÖNYARGININ NEDENLERİ Son dönemde şöyle bir eleştiri gündeme gelir oldu. Birer yıl arayla nasıl romanlar yazılıyor, malzeme nasıl bu kadar sürede toplanıyor? Bu kategoriye giren bir yazar olarak ne dersiniz? ‘Kavim’i iki yılda yazdığımı belirteyim ilk olarak. Ama iyi bir kitap yazmak için 5 yıl/10 yıl gerekir gibi bir mantığı ben kabul etmiyorum, anlayabilmiş de değilim. Dashiell Hammett "Sırça Anahtarı" adlı eserini 30 saatte yazmıştır ama bir başyapıttır. Ama adam bir romanı oturmuş on yılda tamamlamış, çöptür. Bunlar bence önyargıdan kaynaklanıyor. Bu önyargının haklı nedenleri de var. Çok satan yazarlara karşı baştan bir önyargı taşıyorlar. Yani çok satıyorsa, bu kötüdür deniyor artık. Bunu da anlamak mümkün. Çünkü, pek çok iyi yazar az satıyor. Okurla buluşamıyor. Gerçekten kaliteli ve değerli bir metin, ama o üslup geniş okuru yakalayamıyor. Ama iyi bir metin de geniş okuru yakalayabilir ki bu da kötü bir şey değil! Çok satan kitaplara baktığınız zaman gerçekten de bunların içindeki iyi metin sayısı daha azdır. Ama çok satıyorsa iyi değildir türünden bir önerme de doğru değildir. En son bana göre Kukla’da derin devlet CUMHURİYET KİTAP SAYI üzerine yoğunlaşmıştınız, aradaki Beyoğlu Rapsodisi, Aşk Köpekliktir’i atladıktan sonra, şimdi Kavim’de de bir anlamda tekrar aynı konuya dönüyorsunuz… Burada ana tema derin devlet değil. Kavim, Kukla’dan oldukça farklı bir kitap. Az önce söyledim, kimileri Türkiye’de sadece bir tek halktan, bir tek kavimden, bir tek kültürden söz ediyorlar. Bu kültürün dışındaki her kültüre kuşkuyla bakıyorlar. Farklı kavimlerin kültürleri söz konusu olunca, ülkenin bölüneceğinden söz ediyorlar. Ya sev ya terk et diyorlar. Oysa bu ülkeyi sevmek, bu ülkeyi tarihiyle, içinde yaşayan farklı kavimlerle, farklı halklarla, farklı kültürlerle sevmek demektir. Bu yeni romanımda, "Kukla"dan farklı olarak bu yanlış zihniyetin kültür eleştirisini yaptığımı söyleyebilirim, bir anlayışın eleştirisini. Kavim’ de Hıristiyanlığın Anadolu’daki kökenleri var, Arap Aleviliği var, Rumlar var… Peki ya Süryaniler? Onlar da dolayısıyla bu çokkültürün içinden çıktılar, değil mi? Tabii. Anadolu, inanılmaz bir zenginlik taşıyor. Süryaniler de Anadolu kültürünü zenginleştiren halklardan biri. Süryaniler, Aram dilini kullanıyorlar. Kendilerini Nuh Peygamber’in torunları olarak görüyorlar. Nuh Peygamber’in torunu Aram’ın soyundan olduklarını söylüyorlar. Bu soyun içinden Hıristiyanlığı seçenlere Süryani deniyor. Uzun süreden beri Anadolu’da yaşamışlar. Hâlâ Antep’te olsun, Antakya’da, Mardin’de, Diyarbakır gibi illerde çok az da olsa varlıklarını sürdürüyorlar. Farklı bir halk. Ne Rumlara benziyorlar, ne Ermenilere, ne de Kürtlere… Tanırsanız çok seveceğiniz insanlar. Anadolu’nun öteki halkları gibi çok çalışkan, alçakgönüllü insanlar. Türkiye için çok önemli renklerden bir tanesi Süryaniler. Ben biraz da bu kaybolmakta/yok olmakta olan bu halkı da en azından kayda geçirmek istedim, tıpkı Beyoğlu Rapsodisi’nde kaybolmakta olan Beyoğlu’nu kayda geçirdiğim gibi.... Ve yine İstanbul ana mekân olarak karşımıza çıkıyor. Belki kitaptaki şu cümleyi, bunun sebebi olarak açıklayabilir miyiz: "Bu şehirde işimiz hiçbir zaman bitmez."? Evet. O ağır ağabeyimiz, başkomiserimiz Nevzat ise tekrar can buluyor bu romanda! Yoksa, emeklilik dönemiyle mi buluşacak bu romandan sonra? Nevzat’ın baş karakter olduğu, aldığı iki hikâyemi dizi film yaptık geçen dönem. Gerek izleyiciler, gerek yönetmenler, gerekse de Nevzat’ı canlandıran aktörler bana hep Nevzat’ı sordular. Bu karakteri ayrıntılı olarak anlatmam gerekiyordu. Bu yüzden Nevzat’ı seçtim. 840 ? SAYFA 5