Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SİHİRLİ DEĞNEK Çocuklar İçin Kitaplar Hazırlayan: Nilay Yılmaz Çocuklarımıza Aşkı Anlatıyoruz Nicole Bacharan, Dominique Simonnet, Güncel Yayıncılık, 2000, 80 sayfa Türkçeleştiren Nuriye Yiğitler (ilkgençlik) “Ağlasam sesimi duyar mısınız? Mısralarımda; Dokunabilir misiniz, Gözyaşlarıma, ellerinizle? Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu, Bu derde düşmeden önce. Bir yer var, biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum” (O.Veli) Aşkı ve aşık birini anlamak zor, aşkı anlatmak belki de aşkı anlamaktan da zor. Hele aşkın ne olduğunu bir de çocuklara ve gençlere anlatmaya çalışıyorsanız işiniz daha da zor! Nicole Bacharan ve Dominique Simonnet çifti zoru başarmış. Yaşları 13 ve 18 arasında değişen İsabelle, Caroline, Antonin, Johanna ve Celia ile aşk üzerine konuşmuşlar, aşkı gençlerin sordukları sorulara verdikleri cevaplarla anlatmaya çalışmışlar. Elbette bu yolda yalnız değiller. Mitolojiden, felsefeden, sosyolojiden, tarihten, edebiyattan, sinemadan örneklerle söylediklerini destekliyorlar. Çocukların ve gençlerin aşkla ilgili soruları karşısında kelimeler yine de “kifayetsiz” kalabilir mi dersiniz? Kim bilir! “Ah, ötekinden vazgeçebilsem” diye düş kuruyordu Roland Barthes. Bu konuda en iyisini yazmış düşünürlerden birisi odur... İtiraf etmeseler de herkesin aşka ihtiyacı vardır. “Bana bak, benimle konuş, benimle ilgilen, beni sev!” Yaşamımızın ilk gününden son gününe kadar, gizlice bunları söylüyoruz.” (s.15) “İnsan ergenlik döneminde büyük aşkla tanışır mı? Bazı insanlar birbirlerine erken rastlar ve birbirlerini gerçekten severek tüm yaşamları boyunca birlikte yaşarlar. Ama kuraldışı olsa da olağanüstü bir şanstır bu. İnsan gençken, büyük, gerçek ve keskin bir aşk yaşadığına inanır her zaman. Aslında yalnızca ilk yürek çarpıntılarıdır bunlar. Ergenlik, keşif ve yeni heyecanların çağıdır. Yaşam boyu süren bir aşk çağına da rastlanır. ‘Tüm bunlar beni korkutuyor yine de...’ Endişe duyulması normal. Ergenlik aynı zamanda insa nın en güçsüz çağıdır. Françoise Dolto’nun hoş bir biçimde dediği gibi ergenlik, bir istakozun kabuk değiştirme dönemine benzer; insan silahsız ve kırılgan olur, çabuk incinir... Kimse âşık olmaya kendini hazırlayamaz.” (s.19) Bacharan ve Simonnet, gençlerin buna benzer sorularını cevaplarken nelere dokunmuyor ki! İlk aşk, platonik aşk, fiziksel aşk, baştan çıkarma, sevgi, dostluk, tutkular, cinsellik, saplantılar, umutlar, acılar, mutluluklar, sırlar, yalanlar ve daha neler neler... “Çocuklarımıza Aşkı Anlatıyoruz”, Alfred Musset’ten bir alıntı ile sonlanıyor. “İnsan aşkta çoğu zaman aldanır, yaralanır ve çoğu zaman da mutsuz olur; ama sever ve ölümün eşiğindeyken, arkaya bakmak için döner ve kendi kendine: ‘Hep acı çektim, kimi zaman yanıldım ama sevdim! Asıl yaşamış olan benim...’ der.” (s.80) Aşkla ilgili bu sözlerin üstüne bir de farklı bir aşk hikâyesi okumak ister misiniz? Natalie ve Owen ile mutlaka tanışmalısınız. “Her Yerden Çok Uzakta”, Ursula K. Le Guin, İmge Yayınları, 2004 (2. Baskı), 94 sayfa Türkçeleştiren Semih Aközlü (ilkgençlik) Natalie ve Owen, dostluk ve aşk arasında gidip gelen ilişkileri sırasında kendilerini keşfederler. Kendileri için çizilmiş kalıplara ve geleceğe karşı çıkmayı, hedeflerinin ve düşlerinin peşinden gitmeyi öğrenirler. Bu “keşif yolu”, bıkmadan usanmadan konuşan, tartışan ve birlikte düşünen iki genç için hüzünlerle, acılarla, mutluluk ve sevinçlerle dolu uzun bir yoldur. Natalie ve Owen her yerden çok uzaktaki ve çok yakındaki ‘o yer’i bulabilecekler mi dersiniz? BİR PAYLAŞIM... Ursula K. Le Guin ve Çocuk yazını Anadüşünceler Üzerine Kısa bir süre önce akıl defterime bir not düştüm: “Birileri bana çocuklar bu tür bir kitap istiyor ya da çocuklar bu tür bir kitaba ihtiyaç duyuyor, dediğinde kibarca gülümseyecek ve bu siparişleri kulak ardı edeceğim. Ben bir yazarım, hazıryemek siparişi almıyorum. Alanlar sürüsüne bereket. Ne var ki, çocukların en çok istediği ve gereksinim duyduğu şey; bizlerin ve kendilerinin, istediklerini bilmediği ve gereksinim duyduklarını düşünmediği şeydir ve bu şeyi onlara yalnızca yazarlar verebilir.” SİHİRLİ ÇOCUK DERGİLERİ! Kırmızı Fare (http://www.mavibulut.com.tr) Ebe Sobe (http://www.ebesobe.com) Bilim Çocuk (www.biltek.tubitak.gov.tr/cocuk) Benim kurmaca anlatılarım, özellikle çocuklar ve ilkgençlik için yazdıklarım, tanıtım yazılarında çoğunlukla sanki kısa, kullanışlı bir söylev çekmek (“Büyümek zordur ama yapabilirsin,” türünden bir şey) için yazılmışlar gibi ele alınıyor. Öykünün anlamının, düzgün ifade edilmiş bir nasihatte değil dilin kendisinde, okunurken öykünün akışında, tarifsiz bir keşif duygusunda yatıyor olabileceği akıllarına hiç gelmez mi bu eleştirmenlerin? Okurlar –çocuk ve yetişkin– bana şu ya da bu öykünün anadüşüncesini soruyorlar. Onlara, “Sorunuzun üslubu yanlış,” demek istiyorum. Kurmaca anlatılar yazan biri olarak ben anadüşünce anlatmam. Öykü anlatırım. Kuşkusuz yazdığım öykünün bir anlamı vardır, ama o anlamın ne olduğunu bilmek istiyorsanız, sorunuzu öykü anlatımına uygun terimlerle sormanız gerekir. Anadüşünce gibi terimler –kurmaca yazından farklı diller olan– açıklayıcı yazı, öğretici yazı ve söylevlere uygundur. Öykülerin bir anadüşüncesi vardır kanısı, bir öykünün –bir üniversite sınav kâğıdında ya da keskin bir eleştirel tanıtım yazısında derli toplu özetlenen– birkaç soyut sözcüğe indirgenebileceğini varsayar. Bu kanı doğruysa, yazarlar neden karakterler, ilişkiler, olay dizileri, arkaplan ve buna benzer bir sürü şeyi uydurma zahmetine giriyor? Neden sadece anadüşünceyi iletmiyorlar? Öykü, içinde bir düşünceyi saklayacak bir kutu, yalın bir düşünceyi sevimli gösterecek gösterişli bir kostüm, acı bir düşünceyi yutmayı kolaylaştıracak bir şeker tabakası mıdır? (Aç ağzını tatlım, bunu yutarsan iyileşirsin.) Kurmaca yazın, nihai gerçekliğini ve varlık nedenini oluşturan akla uygun bir düşünceyi, bir anadüşünceyi gizleyen süslü bir laf kalabalığı mıdır? Birçok öğretmen kurmaca yazını bu inançla öğretiyor, birçok eleştirmen (özellikle çocuk kitapları eleştirmenleri) bu inançla kurmaca yazın eleştirisi yapıyor ve bu yüzden birçok insan kurmaca yapıtları bu inançla okuyor. Sorun şu ki, bu inanç yanlış. Kurmaca yazın anlamsızdır ya da yararsızdır, demiyorum. Tam tersine. Öykü anlatmanın anlam oluşturmak için kullandığımız en yararlı araçlardan biri olduğuna inanıyorum: Öykü anlatma, kim olduğumuzu sorma ve söyleme yoluyla içinde yaşadığımız toplumları bir arada tutmamızı sağlar ve bir bireyin kim olduğunu, yaşamın ondan neler isteyebileceğini ve bu isteklere nasıl karşılık verebileceğini keşfetmek için kullanabileceği en iyi araçlardan biridir. Ama bunun böyle olması, öykünün bir anadüşünceye sahip olması ile aynı şey değildir. Üzerinde düşünmeyi gerektiren bir öykünün ya da romanın karmaşık anlamları ancak öykünün kendine özgü diline katılımla anlaşılabilir. O anlamları bir anadüşünceye dönüştürmek ya da bir söyleve indirgemek onlara ihanet etmek, onları çarpıtmak ve yok etmekle sonuçlanır. Bunun nedeni, bir sanat yapıtının yalnızca akılla değil aynı zamanda duygularla ve bedenle anlaşılabilmesidir. Bu düşüncenin doğruluğunu kabul etmek diğer sanatlar söz konusu olduğunda daha kolaydır. Bir dansın, bir manzara resminin anadüşüncesinden çok bizde uyandırdığı duygulardan söz ederiz. Ya da müzik: Bir şarkının bizim için taşıyabileceği anlamların hepsini dile getirmenin hiçbir yolu yoktur, biliriz; çünkü anlam, derinden duyumsandığı –duygularımızla ve bütün bedeni mizle duyumsadığımız– ölçüde akla uygun değildir ve aklın dili bu algıları tam olarak anlatamaz. Aslına bakarsanız sanatın kendisi, yüreğin, bedenin ve ruhun algılarını anlatmak için kullandığımız dildir. O dili akla dayanan anadüşüncelere her indirgeme çabası kökten, yıkıcı bir şekilde eksik kalır. Bu durum dans, müzik ya da resim için olduğu kadar edebiyat için de geçerlidir. Ne var ki kurmaca yazının, sözcüklerle yapılan bir sanat olduğu için, anlamından hiçbir şey yitirmeden başka sözcüklere çevrilebileceği düşüncesine kapılıyoruz. Bu yüzden insanlar bir öykünün yalnızca anadüşünce iletmenin bir yolu olduğunu sanıyorlar. Ve bu yüzden, çocuklar bütün içtenlikleriyle bana, “Anadüşüncenizi bulduğunuzda, ona uyacak bir öyküyü nasıl uyduruyorsunuz?” diye soruyorlar. Verebileceğim tek yanıt şu: “Öykü o şekilde yazılmaz! Ben bir telesekreter değilim – sizin için bir mesajım yok! Size yalnızca bir öykü anlatabilirim.” Kuşkusuz, o öykü benim açımdan tüm benliğimi yakıp kavuracak kadar anlamlı olduğu için (bu anlamın ne olduğunu ancak onu anlattıktan sonra keşfetsem de) ondan algı, sezgi ya da duygu olarak ne anlayacağınız kısmen bana bağlı. Ama, size, okura da bağlı. Okumak tutku dolu bir eylemdir. Bir öyküyü yalnızca aklınızla değil bedeninizle, duygularınızla ve ruhunuzla da –dans ederken ya da müzik dinlerken yaptığınız gibi– okuduğunuzda, o öykü sizin öykünüz olur. Ve öykünüz sizin için herhangi bir anadüşünce ile karşılaştırılamayacak kadar sınırsız anlama gelebilir. Size güzellik sunabilir. Acınızı katlanılır kılabilir. Özgürlük ifade edebilir. Ve onu her okuduğunuzda farklı anlamlar kazanabilir. Eleştirmenler benim romanlarımı ve üzerinde düşünülmesi gereken diğer çocuk kitaplarını şeker kaplı söylevler olarak gördüklerinde acı çekiyor, kırılıyorum. Kuşkusuz gençler için yazılmış öğretici ve ahlakçı –haklı olarak şeker kaplı söylevler şeklinde değerlendirilebilecek– birçok kitap var. Ama çocuklara seslenen gerçek yazınsal yapıtları, Filin Çocuğu’nu ya da Hobbit’i, sanat yapıtı olarak görmeyip yalnızca düşünce aktarım araçları olarak öğretmek ya da eleştirmek affedilmez bir hatadır. Sanat bizi özgürleştirir; sözcük sanatı ise bizi sözcüklerle anlatabileceğimiz herhangi bir şeyin ötesine götürebilir. Keşke öğretmenlerimiz, eleştirmenlerimiz, okurlarımız bu özgürlükten, bu kurtuluştan övgüyle söz etseydi. Keşke bir öyküyü okurken anadüşünce aramak yerine, “İşte başka bir dünyaya açılan bir kapı: Bakalım orada neler keşfedeceğim?” diyebilseydik. Ursula K. Le Guin. “A Message About Messages.” CBC Magazine. Temmuz 2005. http://www.cbcbooks.org/cbcmagazine Çeviren: Vedat Yılmaz Çocuklar okudukları metinleri kendi yorumları ile açıklayabilecekler. Eğitimciler kendisi gibi düşünmeyen çocukların söylediklerini ve yazdıklarını kabul edebilecek. Bazı yazarlar çocuklara “mesaj” iletmekten kendileri de sıkılacaklar. Nilay Yılmaz Kurtuluş Deresi Cd. No: 47 Bilgi Üniversitesi, Dolapdere/İstanbul nilayy@bilgi.edu.tr Tel: 0212 236 78 42 0212 311 51 82 BİR GÜN SAYFA 40 CUMHURİYET KİTAP SAYI 872