05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

? Sessiz dönemde ise korku usta ve yaratıcı yönetmenlerin elindedir oysa. Fransa’da Abel Gance, Jean Epstein, Dışavurumculuğun tüm Alman temsilcileri Murnau, Lang, Wiene, Wegener, LupuPick) korku sinemasına büyük emekler koyar, katkıda bulunurlar. İsveç bir yazın uyarlamasıyla katılır oluşuma; Nobelli Selma Lagerlof’un romanından alınan Victor Sjöstrom’un çektiği, “Hayalet Arabası” / “Körkarlen” (1921). Danimarka, Benjamin Christensen’in yönettiği “Cadı” / “Haxan” (1922). Sessiz dönemde Amerikan sineması korku endüstrisinin ilk adımlarını, korkuyu usta bir karakter oyuncusunun, Lon Chaney Sr.’in hünerine teslim etmekle atar. Lon Chaney Sr., hepsi Universal yapımlarında olmak üzere 106 yapımda önemli karakter rolleri üstlenir. Wallace Worsley’in yönettiği “Notre Dame’in Kamburu” / “The Hunchback of Notre Dame” de (1923) Qiasimodo; Rupert Julian’ın yönettiği “Operadaki Hayalet” / “The Phantom of the Opera”da (1925) Eric The Phantom; Roland West’in yönettiği “Canavar” / “The Monster”da (1925) Dr. Ziska; Tod Browning’in “Geceyarısı Sonrası Londra” / “London After Midnight”ta da (1927) yapay bir vampiri canlandıran Chaney’nin kurduğu oyun geleneğini Boris Karloff, Bela Lugosi ve İngiltere’de Christopher Lee ileri noktalara taşırlar. teur” (1942), “Notorious” (1946), “Ölüm Kararı” / The Rope (1948), “Vertigo” / “Ölüm Korkusu”, “Sapık” / “Psycho” (1960), “Kuşlar” / The Birds” (1963), türü yeni ufuklara taşıyan, içgüdü ve zekâya vurkaç yapan Hitchcock kültleri olarak sinema tarihine geçer. Gerilimkorku arasında gelgitleri uygulamayı tercih eden yönetmen Roman Polanski de Ira Lewin’in romanından uyarladığı “Rosemary’nin Bebeği” / “Rosemary’s Baby” (1968) ile şeytanın oğlu imgesiyle şok olgusundan ustaca yararlanır. Filmin etkisi öyle büyük olur ki Polanski’nin 9 aylık hamile eşi Sharon Tate, bebeğiyle birlikte tarikat üyesi bir fanatiğin bıçak darbeleri sonucunda can verir. ŞOK SİNEMASINA YÖNELİŞ Hitchcock’un ölümünün ardından gerilim sineması giderek klişeleşir. Gerilim, zekâ ve ustalık anlamında ara ara toparlansa da kan kaybetmeye başlar. Şok sinemasına yöneliş başlar. Brian De Palma “Carrie” (1976) ile türe halel getirmese de, “Dressed to Kill” (1980) ve “Body Double” (1984) gibi yapımlarında görülür ki cinsellik soslu şiddet sinemasını yeğlemektedir. Bu arada William YARATIK FURYASI... Derken tiplemeler dünyayı sarmaya başlar, canavar ve yaratık furyası başlar; “Dracula” (Yön: Tod Browning / 1930), “Frankenstein” (Yön: James Whale / 1931), “Morg Sokağı’nda Cinayet” / “Murders in the Rue Morgue” (Robert Florey / 1932), “Dr. Jekyll an the Mr. Hyde” (Yön: Rouben Mamoulian / 1932) , “Kayıp Ruhlar Adası” / “The Island of Lost Souls” (Yön: Erle C. Kenton / 1932), “Mumya” / “The Mummy” (Yön:Karl Freund / 1932), “Kedi İnsanlar” / “The Cat People” (Yön: Jacques Tourneur)… Klasiklere dönüş yapımcıyönetmen Roger Cormen tarafından uygulanır ve Corman, “Usher Malikanesi’nin Çöküşü” / “The Fall of the House of Usher”dan (1960) başlayıp “Ligeia’nın Mezarı” / “The Tomb of Ligeia”ya kadar uzanan bir Edgar Allen Poe dizisini oluşturur. Buraya kadarki tüm örnekler, başlangıcı, gelişimi ve vardığı nokta itibariyle bol kanlı ve en azından ilk başlarda dehşete fazla kapılmayan, bilinen temaları tekrarlayan ve “yazınsal kaynaklar”a çokça dayanan, klasik hatta geleneksel korku sinemasına dahildir. Korku, genelde, fantastik bir zemine dayanır; canavarlar, yaratıklar, manyaklar, çılgın bilim adamları, değişimler, büyüsel işlemler ve doğaüstü olaylardan beslenir. Bu arada önce İngiliz ardından Amerikan sinemasında Alfred Hitchcock tarzı devreye giriyor. Korku, kuşku ve ürkütücü bir şeyler olacağına dair oluşan beklenti duygusunu nefes kesecek bir oranda harmanlayan yapıtlarıyla tek başına bir gerilim akımı yaratır Hitchcock. “Kiracı” / “The Lodger” (1926), “Rebecca” (1940), “Sabotajcı” / “SaboCUMHURİYET KİTAP SAYI Friedkin’in “Şeytan”ı (“The Exorcist” / 1974) ise türün iyi bir örneği olur. Şeytan, kara büyü tarzı dehşetler seyirciyi beklemektedir. İtalyan usta Dario Argentino, “Suspuria”da (1977) şeytana tapanların yönetici olduğu bir kolejde yaşanan kanlı olayları anlatır. Richard Donen’in “Omen”in de (1976) ise yine bir çocuk şeytan belasından mustariptir. Stanley Kubrick’in ünlü “The Shining”i (1980) dehşet ve şok sinemasının meşruiyeti gibidir. Noktayı Scognamillo’nun şu değerlendirmesiyle koymalıyız: “Korkudehşet sineması, ya da salt dehşet sineması bugünün deneme türü haline gelmiştir. Görselişitsel bir büyü diye tanımlanan çağdaş sinemada korkunun rengi, kokusu, dokusu ve biçimi değiştiyse de bunu doğal karşılamalıyız. Nasılsa Hollywood sinemasının ölçülerine göre “fastfood ve gore” tümden geçerli ve kârlı görünüyor. Varış noktası buysa ve bu olacaksa ne korku eski korkudur ne de dehşet eski dehşet. Yenilenince bir şeyler yitirildi, zevk, estetik ve daha olgun bir boyut. Gerisiyse her an perdelerimizde ya da cam ekranlarda…” ? 872 SAYFA 29
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear