24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Ceyat çapan Şiir Atlası Carlos Drummond de Andrade/ Şiirler/ çeviren: Cevat çapan Halk Adamı Charlie Chaplin Için Şarkı Yirminci yüzyılm en önemli Brezilyalı şairlerinden Carlos Drummond de Andradenin şiirlerinden bir bölümünü on yıl önce bu sayfalarda yayımlamıştık. Bu hafta ondan bir örnek daha sunuyoruz görüntülerle tanışmak için sinema salonlarını dolduran, sonra birden seni keşfcden ve kurtulanlar. Benim ağzımdan adaletin görmezden geldiği insanlar konuşuyor, garibanlar, paryalar, batıklar, sakatlar, özürlüler, yalnızlar, ezilenler, düşçüler, kararsızlar, duygulular, umutsuzlar, çocuksu sorumsuzlar, temiz yürekliler, deliler ve umutsuzlar. Ve çiçekler konuşuyor benim ağzımdan, ayaklar altında ezilen ve senin o kadar sevdiğin çiçekler, o sonsuz açlığında yediğin erimiş mumlar konuşuyor, senin işinde kullandığın araçlar, tavanarasındaki bin bir eşya, ne kadar az biliniyorlarsa, o kadar çok konuşmak istiyorlar. Artık korkmuyoruz geceden, ölüm es geçiyor bizi, sanki sihirli değneğinle bize dokunmuşsun da, küçülüyoruz bu yüzden ve bürün çocukların uyuduğu o gizli ülkeye dönüyoruz. Artık ne o binlerce dosya dolu işyeri, ne garaj, ne üniversite, ne çalar saat, altüst edilmiş sokaktayız artık, mağazalar dopdolu, peşine takdıp camları indirmeye gidiyoruz seninle, peşine takılıp polisleri yere yıkmaya gidiyoruz ve insan gövdesinde dikkat tekmelenecek yeri keşfetmeye gidiyoruz: Pek de resmi olmayan bir yargıcın verdiği cezayı uygulamaya. III Sayısız doyurucu önerılerinle göksel ya da işveren şölenlerimize çağrümamış olanlara açlıklarını unutturuyorsun. Paltonun her kıvrımında kemikler, jöleli, vişneli, çikolatalı, bulutlu tatlılar var. Bir çocuk ya da bir köpek için ayırmışsındır sen onları. Çünkü sen çok iyi bilirsin yiyeceğin değerini, etin tadını, çorbanın kokusunu, patateslerin ak yumuşaklığını, papuçlarının yıpranmış bağcıklarını makarnaya dönüştürmenin ince sanatını da iyi bilirsin. îşte nasılsa akşam yemeği gene çıktı: hayat güzel! Şimdi bir cıgara yakmanın zamanı deyip bir tane alıyorsun sardalya kutusundan. Dünyada fazla akşam yemeği yok: sen bilirsin bunu; en lezzetli tavuklar da porselen tabaklarda, kalın cam kapaklar altında korunurlar. Her zaman bir kapak vardır ve o hiç kırılmaz. Sonra çelik, amyant, ve yasalar; koca bir ordu vardır tavuğu koruyacak. Derken bir açlık gelir taa Kanada'dan, bir rüzgâr, dondurucu bir ses, bir esinti, bir yaprak ürkekçe dans edinceye kadar; sonra o yaprak omzuna konar. Sanki şifresini çözemediğin belirsiz bir haber getirmiştir sana. Tavukla açlık arasında bir yerde durmaktadır o kurşun işlemez kristal kapak, açlıkla el arasında da yasanın ve uzaklığın duvarlan. Bunun üzerine havada, bütün açhkların üzerine kanat çırpan kızarmış koca bir tavuğa dönüştürürsün kendini, o altın ve alevler içindeki tavuğa; işte evrensel yemek, o evrensel gün için. bir türlii gelmeyen. ı Brezilyalı bir şair olması gerekiyordu, en büyüklerinden biri değil de, daha çok alay konusu olmaya yatkın, senin çevrende dolaşan ya da saydam düşlerin içinde ve şiirsel dünyasındaymış gibi yaşamaya çalışan biri, kravat takmanın gerekmediği, ama gene de herkesin saygılı davrandığı, baskıdan hoşlanümasa da kabadayılığa bıyık altından gülünen uzak bir taşra kasabasından yeni gelmiş, dizeleri bozuk düzen inatçı bir halk ozanı olmalıydı bu; çok eskiden, daha yirmi yaşında bir delikanlıyken, senin pandomimlerine, sevecenliğin ve kahkahanın zaman zaman kopan iplikleriyle bağlanan ve sonunda, epeyce olgunlaştığı için, sana şiir diliyle bir şeyler söylemek için ziyaretine gelen biri. Biz Brezilyalıların seni ne kadar sevdiğimizi ve her konuda olduğu gibi, bu konuda da halkımızınbastonlu, melon şapkalı, kocapartal papuçlu, mahzun bakışlı küçük Yahudüer; herkes dışlasa da, perdede ve üzerinde "Fabrika", "Berber", "Polis" tabelaları olan eğri büğrü sokaklarda açlığın üstesinden gelip şiddete karşı çıkarak sokağa düşmüş sıradan bir insanın kulağına bir giz fısıldarcasına sevgiyi ölümsüzleştiren ve böylece soytarılığı ve yaşamayı sürdüren serseriler dahildünyanın öbür halklanna benzediğini söylemeyegelen biri. Biliyorum, bu türden burjuva ninnileri etkilemez seni, bir anıtın açıhşında tumturaklı nutuklar aulırken uykuna ara vermezsin sen ve kalabalık bir caddede akıp giden arabalar gibi kelimeler ağızdan dökülürken bir küfür ya da öpücük gibi sıradan seslere daha çok değer verirsin. Sana yakınlık duyan, olmayan ateşji hayranlarının değil, sıradan bir kasabanın, sıradan insanlarının selamlarını sunuyorum sana ve seninle ilgili bu şarkıyi bahçelerin kuruc^suna uçakla gönderilen ^ ^s . ,. JL, , , saçma bir çiçek demeti sannuk gibıjBir fddnm*ypjfct % ' Yoğun bir nefret duyanlar kofıuşuydr bcnins ağzımdan, sıçanlar gibi hayattan kaçıp, iki saat boyıınca duygularını uyuşturmak, biraz müzik dinlemek, karanlıkta perdedeki SAYFA 24 II Giysilerin geceyle kaplanmış. Yaİdızlı yeleğin, bu olmayacak, orkidesiz balo için giydiğin donuk smokin gömleği de hiç belli olmuyor. Siyahlara yargılısın. Pantolonun karanlığa bulanmış. Şişkin kunduraların sokağın soluk aydınlığında beliren gece mantarları. O çarpık silindir şapka, o kara güneş, ışık saçmadan, tepeden bunlara bakıyor. Böylece, yas içinde bir cumhuriyetin gece yurttaşı olarak çıkıyorsun kuşkulu bakışlarımızın karşısına, onlar da seni inceleyip şöyle düşünüyorlar: Işte o karalar içindeki adam, dul, avutulamayan kuzgun, hiçbir zaman, çok eski bir dünyaya çok genç ulaşan. Ay da gelip yerleşiyor yüzüne. Ölümün kireciyle, bembeyaz, Ne mezarlar getiriyor insanın aklına, ne ürpertici bitki sapları denizin altında, sonra aynalar ve bir zorbanın kestiği zambaklar, ve una bulanmış yüzler. O siyah bıyık birden yarım kalmış bir uyarı gibi duruyor yüzünde. Kısa, kalın abanoz renginde, ay manzaralı beyaz yüz, sanki bir çarşaftan kesilmiş, duvarda bir çizgi, çocukluk defteri, bir görüntü bile değU, oysa gözler derin, ağız çok uzak bir yerden geliyor, tek başına, bilgili, yavaşça gelip gülümsüyor, bir gündoğumu, herkese. IV Yeni ydın kendisi de gecikiyor, sevgililerin de. Yapayalnız masanda ycteneklcrin daha da belirginleşiyor. Bir dansçısın, tüy gibi kayıp giden bir ruhsun sen, ama kimse gelip görmeyecek senin elmasların tutkusu ve şafağın inceliğiyle nasıl sevdiğini, senin elinle o salaş kulübenin nasıl aya dönüştüğünü. Bir kar ve tuz dünyası, uzaktan duyulan cızırtılı gramofon ve senin katılamadığın eğlencenin gürültüleri. Seni sevgilinden ve her türlü isteğinden uzak tutan ve gecede buluşmayı önleyen ulaşılmaz bir dünya. Sarayın buharlaşıp yitiyor, uyku gözlerinden akıyor, kimse istemiyor seni, herkes bir başkasının kolunda, sen her şeyi vermek istemiştin onlara, onlar almadılar. Sonra buza basıyorsun ve bir çığlık atıyorsun. Oysa senin ne şenlikte gözün var, ne gururun umrunda, > gene de ne acı duyuyorsun, ne öflce, ne kötülük. l Yeni Yıl'ın kedisisin sen, hâlâ oyalanıyorsun \ giderken, \ kalabalık koşuşuyor çevrende, kadehler \ uçuşuyor, \ insanlar tepetaklak oluyor, sevgilin her yerde \ seni arıyor gecede ... ama o küçük seni, o basit seni. \ o sıradan seni bir türlü bulamıyor. O kadar kalabalıkta o kadar yalnız olmak, CUMHURİYET KİTAP SAYI 725
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear