22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

NAVTEJ SARNA eybe, okurları Arabistan'ın ıssız çöllerine götürüyor. Bu kumulların arasında, yenilgi ve tutkunun; güzellik ve vahşetin imgeleri gizlidir. Çürüyen cesetlerin boğucu kokusu, uçucu „. parfümlerle ve güzef kokularla savaş içindedir. Ve Kaşgar'dan Habeşistan'a, Kirman'dan Kalküta'ya onlarca farklı kültür, sonsuz sorularla yüzleşmektedir. Okurlar, romanın ve baş kahramanlannın birbirine girmiş çok katmanlı yaşamlarının enginliğini ve yaratıcılığını ancak kumlar dindiğinde anlıyorlar. Bahai edebiyatının bir tarihi olan Şafağı Sökenler'de kiiçük bir bölümde, on dokuzuncu yüzyJın ortasında Mekke'den Medine'ye yolculuk eden bir yolcunun yazmalarını içeren bir heybenin çalınmasından söz edilir. Kimse bu kâğıtların tam olarak ne oldufiunu ve heybenin başına gelenleri bilmez. Bahiyyih Nakhjavani bu öyküden yola cıkarak, ilk kitabını gerçeküstü bir fabla dönüştürüyor; bu cuinvaya ve ölümden sonraki yaşama ilişkin bir varoluş ve kurtuluş öykusü yazıyor. Kurnaz ve sinsi bir Bedevi rehber, heybeyi /.engin bir hacıdan çalar. Çöldeki kervanlara saldıran ve onları yağmalayan bir haydut çetesinin elinden kurtulup özgürlüğüne kavuşmak için, 'çölün aydınıık mavi gökyüzündeki bir mürekkep izi gibi' bir uçurumun tepcsinden aşağı atlar. Kollarında sıkıea tuttuğu heybede ve içindeki açılmış küçük keselerde, farklı biçimlerde ve büyükliiklerde kâğıt tomarları içeren, ipek kumaşlara sarılı kâğıtlar bıılunmaktadır. Gül yaprağının kırılganhğında olan bu incecik mavi kâğıtların üzerinde, akıp giden kaligrafik yazılar vardır. Haydutlar, Dafdaf dağlarının yüksek tepeleri ve yıkıntı halindeki tapınağı ile Abva kuyusu arasındaki yoldan geçmekte olan kervanın yanına indiklerinde, heybe birçok karakterin yaşamında önemli değişimlere neden olur. Umutsuz bir biçimde o sıcak çöllere ve zamana kısılıp kalmış bu karakterler, son derece ilginç bireylerdir. Heybeyle karşılaştıklarında, hepsinin yazgısı birleşmek ve sonsuza dek değişmek zorunda kaür. Haydudarın başı her şeyden elini eteğini çekerek incir ve kayısı yetiştirmeye başlar; dolandırıcı ( Hindi sarraf, yaşadığı onca şeyden sonra yurduna dönme yürekliliğini bulur; Kirman'dan gelen çılgın Zerduşt gelin ise bu heybenin bir meleğin gönderdiği kutsal bir işaret olduğuna inanır ve onun Habeşistanlı sadık kölesi, ölüm amnda bağışlama ile tanışır. Bu karakterlere bir de, yaşamdaki misyonundan emin olmayan ve " çölün ortasında tutkuyla kavrulan bir Şii imamı; ağzındaki tek dişi kalmış ama duyuları hâlâ bıçak gibi keskin olan bir Uygurlu hacıyı; derviş kıhğına girmiş bir Ingiliz serüven tutkununu ve kervanın en arkasından gelen ve yasarken bir çivit tüccarı olan bir cesedi eklediğinizde, büyüleyici bir romanın tüm parçalarını toplamış olursunuz. Romanın yapısı da son derece usta bir ı yazarın kaleminden çıktığını belli ediyor: \ farklı karakterlerin öyküleri, dairesel bir I örgüde birleşiyor. Farklı kültürler, ırklar \ve yurtlar, büyük bir akıcılıkla bir bütiin oluşturuyor. Her bir öykü, bütünün çok * katmanhlığını zenginleştiriyor ve mozaik aşama aşama tamamlanıyor. Anlatı ro H manda çok az diyalog var son derece sürükleyici ve akıcı. Anlatı bir tek Derviş'in öyküsünün anlatıluığı bölümde farklı bir boyut kazanıyor. Dervişler kendi içlerinde karmaşık karakterlerdir. Diplerinden sarı rengin belli olduğu siyaha boyanmış saçlarıyla derviş kıhğına girmiş bir Ingiliz diplomat betimlemesi, son derece güfünç görünmektedir. Ingiliz konsolosluğunda geçen olayların anlatımı, çölün ortasında zamansızmış izlenimi yaratan öykülerin arasında biraz tuhaf durmaktadır. Fakat kitabın son bölümünde, Ceset'in metafizik boyutlara taşan öykü ve anlatısı, bu zengin dokunmuş romana uygun bir final oluşturuyor. • Times Literary Supplement'dan V Mart Cuma, 2000 Heybe/ BahıyyıhNakhjavanı/Çevm'n, Ctökçen Ezber/ înkılap Kıtabevt/280 s. Ycniçeriler DENİZ ILGAZ ££ t I T arihi, sadece savaş yıllarını, antI laşma tnaddelcrini e/berleyerek 1 scvmcmcyc alı^tırılını^ bi/ler için" (I), l'ürk kültürünün /cnginliğinin bir parçasını aktaran Yeniçeriler'in (Dogan Kitap) ya/.arı Godfrey C}ood\vin için fl de vermişolan çevirmcn Derin 'l'ürkönıer, "tarih"in scvilecck, hem de çok kcvif verebilecck bir konu olduğunu bu kitapta ortaya koyuyorlar. ()nlardan, "el ele" diyc söz etmenin haklı yanı şurada: Onlar, bııgünün yazar/ çcvırmen ilışkısınin öncesindcöğretmen/öğrenci ilişkisini yaşamışlar, liebek sırtlarında 1957de o günlerin Robert Kolcj'de (şimdiki Bogaziçi Üniversitesi). Şimdilerde ise, mektuplaşan ve buluşup görüşen iki dost olarak. GirişBölümü'ndeGoodwin'indediği gibi bu kitap, Yeniçeri Ocağı'nın tarihçesi olmaktan çok devşirme yöntemiyle varatılmıs bu yeni insan tiplcrini inşani değerleriyle ele alan bir incelemedir. Ücretli bir ordunun askerleri olarak eğitim gören Yeniçeriler, Osmanlı askeri gücünün kalbini oluşturmuş ve bir süre Avrupa'ya korku ve dehşet sacmıştı. Kimdi bu Yeniçeriler? Özellikle Balkan ülkelerinden özenle seçilıniş ve devşirilmiş gençlerdi. Giderek Osmanlı Devleti'nin temel direğini oluşturan bir güç haline geldiler. Zaferden zafere koşarak Macaristan'ın fethiyle XV. yüzyılda Tuna boylarına dayandılar. Kendiîerine özgü kıyafetleri içinde, savaş öncesi korku salan bir sesle haykınyor ve Mehter eşliğinde Avrupa'yı titretiyorlardı. Ayncalıklı bir sınıf oluşturuyor, yalnızca onlara tanınan bazı imtiyazlarla giderek güçleniyorlardı. Işte Yeniçeriler kitabı, bu olağanüstü savaşçılar grubunun zafer ve yenilgisinin öyküsü. Bir Ingiliz tarihçisini, Yeniçeriler üzerine çalışmalar yapmaya ve bir kitap yazmaya iten neden nedir? Türkiye'ye ilk kez 1952de gelerek Anadolu'da birçok gcziler yapmış, 19571968 yılları arasında Robert Kolej'de sanat ve mimari tarihi dersleri vermiş olan Goodvvin'in, Osmanlı'nın toplumsal ve mimari geçmişini inceleyen diger kıtapları da var. Osmanlı yanıtlarını incelemelcri sırasında, büyük sadakat duygusuna sahip olan acemi oğlanların ve ustaların kim olduklarını öğrenmek için duydugu ilgi giderek büyür. Goodwin böylece, Osmanlı devlet düzeni açısından Yeniçeri'nin oynadığı rolün önemini vc özellikle devşirme yönteminin sonucunda yaratılan insan tipini incelemeye yönelir. Bu insan toplulugunun halktan bilinçli bir biçimde koparılarak bir "ada "ya dönüştürülüşünün öyküsünü bu kitaba sıgdınnaya çalışır. Hıristiyan kökenli devşirmeler ile dönmelerin oluşturduğu Yeniçeri Ocağı'nın kurulusu ve uzun yıllar var oluşu aktanhrken, tetihlere dayalı bir politikayla sürdürülmüş olan koca bir imparatorluğun, Osmanlı hanedanlıgının, her türlü iç ve dış düşmana karşı yaşadığı serüveııin de içyüzii ortaya çıkmaktadır. Osmanlı hanedanının babası Ertuğrul Gazi, Kuzeybatı Anadolu'nun küçük bir köşesinde sürülerini otlatan bir aşiretin reisiydi. İki yiizyıl içinde, Osmanlı orduları Balkanlar'ı istila edtp Tuna Nehri'ne dayanmakla kalmayarak, Sııriye ve Mısır'ı da Osmanlı egemenliği altına alarak Kuzcy Afrika kıyılarına yayıldılar. Osmanlı bu gücü Yeniçerilerden aldı. Ne var ki Yeniçeriler, sultanları sadrazam değiştirmeye zorlayan bir temsilciler meclisi gibiydi (2). I lep mutlak bir hükiimdar tarafından yönctilmiş ve hiçbir zaman vönetimde söz sahibı olmamış lıalk, olunılu ve yararlı politikalar üretecek liderler çıkaramıyordu. Yeniçeri demokrasisi ise kahvehane demokra sisinden öteye geçememis,ti. Yeniçeriler arasında, duyguları galeyana getirme yeteneöi olanlar sorun yaratmak ıstediklerinde yoksıılhırı ve en alt sınıfları lıarekete geçirebiliyorlardı. Anlık politik söylemlerle, dönemin hıızursuzluklarını alevlendiriyorlardı. Başlattıkları isyanlar her zaman bir kişiye va da simgesel bir lidere yönelikti ve ba/en hedel saşırdıkhırı da olııyordu. Sonıında ()smanlı, "Vakaı ] layriye" ile kendi yenı içindeki kolıına, kangren olnıuş can damarına ölümcül bir darbe indirdi. lmparatorluktaki Kerileme ve yozlaşma Yeniçerileri de avuçları içine almış ve sonunda yok etmişti. Bu eseri Tiirkçeye kazandırançevirmenin kendi Onsöz'ündededigi gibi, "Adına tarih dediğimiz belgeleri, bilgileri ve birikimleri mümkün olabildiğince ait olduğu dönemlerin şartları, kavramları ve değer ölçüleriyle tanarak yorumlamak gerekir. Tarihten alınacak derslere, sağladığı yarara ve bütünüyle taşıdığı değere ulaşmak ancak bu şekilde mümkün olur..."» (1) Ülkü Tamer, "Imparatorluk içınde Bir Ada: 'Ycm'çeriler'", Millıyct, 24.03. 2002. (2) Bernard Letvis, The Emergenceo/Modcrn Turkey, Oxford, U.K. 1%1, s. 123. Aşk Bovu SÜPflün GULKEKİN EMRE Bir Yenlcerl Ağası şk, nasıl bir şeydir ki sürgünsüz yapamaz. Seveneödülmüdürsürgünlük, yoksa bir ceza mıdır bu paye? Seven kaçan mıdır, kovalayan mı? Eğer ortada bir kovalamaca varsa, bundan kim kazançlı çıkar? Âşık kendi kendinin süreünü müdür? Yoksa yüreğindeki duyguîarın kıskacında yaşadıkları mı "sürgün" sözcüfiünü hak etmektedir? Duyguları bctimlemede başka bir sözcük yok mudur "sürgün"den başka? Kimi sorular yanıtsız kalmaya mahkumdur ne yazık ki. Zorlamaya gelmez, o zaman bu soruları sorduran şiirlere bakmak gerekir. "Kül Yağmuru", "Aşk Bovu Sürgün" ve "Portreler ve Yandsamalar" bölümlerinden oluşan Aşk Boyu Sürgün'de Ahmet Günbaş, "cephesi yarım "nir "geleceğe" poz verdiriyor şiirlerini. "Acılardan kodlanmış" yaşamların eline su döküyor dizeleriyle. "Hüzün defterine" emanet ediyor her şeyini. "Kentin öldüğüne" inanmasa da takvimlerden bir "ağustos"un eksihnesini merak ediyor. Eksik bir yazda, eksik aylarla da yaşanır eksik duygular, öyle değil mi? Şiirlerin kaşlan çatılsa da "ölükentlerle" de yaşanır sürgünlük. "El sürülmedik sevdalar"a imza atan şairler kuşağından geliyor Ahmet Günbaş. O, sağduyuların uyuşmasına aldırmadan, kalabalıklarda bir ışık demeti olmanın yolunu bulmaya çalışıvor şiirleriyle. "Sütbeyaz ferahhk" peşinue ofunca şair, "geçkin bir arduvaz gibi" yağmalansa da "gergin tuvallerde"ki "ömrünün bıçkın soluğu"nu "Haymatlos" duygulara teslim etmiyor. Gençliğine, yaşadıklarına, elbette sevdalara, sıkıntılara Çit" atlatıyor yazdıklarıyla. Çünkü "Bıçak ağzı toplanmışız ayrumamız zor". "Islak bir ISIIK" peşiYeniçeriler / Goldfrey Gmdıvin / Çevi mizi bırakmasa da "bu curcunada" Akren. Derin Türkömer / Doğan Kitap/294 s. şam olunca şairler" ne yapacak, elbette ağla"yacak aeğiller ya, şiir yazacaklardır yanna. Topluma münrünü basalı kaç yü oldu bu göçmenliğin? Bozulan ekonomik dengenin yerinden oynattığı taşları kim geri Koyacak? Göç ve göçrnenlik ülke sınırlarını 40 yıl önce aştı. öyle ya "Sılan da senin olsun/ gurbetin de" aiyebiliriz artık tarih "RehSn" almışken bizleri. "Sesinin perçemini" "Kırgın" bir deniz feneri gibi urkuna dofirultursa şair, göçün, göçüğün fotoğrannı çeker yazgına sürgün damgası vurulmuş yolcular için "Güz Kilidi" adına. Gurbetin açtığı yaralara gülden başka ne batabilir ki? Dönüşü olrnayan bir yolculuğun "Güz Kırgınlan" değil midir aşkına sürgün edilenler? Ahmet Günbaş, "ömrümüz"ün, yani "o huysuz kısrak' a hâkim olmaya çalışıyor Aşk Boyu Sürgün'de. Sevdasına sanip çıkan bir şairin gününe, yaşadıklarına sıcak, samimi yaklaşımlarını sergiliyor Ahmet Günbaş. Cîöçün ve göçmenliğin yıkımlarını, kentlerin çözülüşünü, dayanmaz hale gelişini, değer yargılarının yitişini paylaşıyor şiirseverlerle. Kapalı, zor A SAYFA 16 CUMHURİYET KİTAP SAYI 648 J
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear