22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

da kullanılan dili, "gerçekçi konum"un anladığı tarzda, yani kendi dışındaki bir takım 'kendilikler"e işaret eden bir "gösterge sistemi" olarak alır ve bu dili tamamen bir "düz anlamlar" düzleminde yorumlarsak, teist ile ateisti uzlaştırmakbir yana, bir arada yaşatmak bile mümkün olmaz. Ancak, "rasyonalite"yi dar anlamda abrveonu verili bir epistemolojik çerçeve içindeki önermeler arası mantıksal tutarlılık hali olarak tanımlarsak, ateizm ile denk statüde bir teist konum tasavvur edebiliriz. Daha doğrusu, "rasyonalite" denilen çerçeveyi, teist ve ateist iddialann sorgulanabileceği bağımsız bir mahkeme olmaktan çıkarıp bu tür iddialann karşı karşıya gelebileceği özgür bir agora olarak tasavvur edebilirsek, işte ancak o zaman bu konumların bir arada dostane bir biçimde yaşayabileceklerini algılayabiliriz. Peki ama, bu ne ölçüde mümkün bir şeydir ve nasıl sağlanabilir? Bu sorulann yanıtını, sanırım Poidevin'in kitabının politik içermelerini değerlendirerek buîabiliriz. Öyleyse şimdi kendimize şu soruyu yöneltebiliriz: Poidevin'in kitabının politik içermeleri nedir? Belki de şöyle sormak daha doğru olacak: Bu kitabın çevirisinin, burada, Türkiye'de yayımlanmıs olmasının politik anlamı nedir? Başka bir deyişle, bu kitabın burada yayımlanmış olmasından ne umabiliriz? Poidevin, kitabının politik içermesi hakkında oldukça net konuşur: "Bu kitabın bir politik mesajı varsa, o da hoşgörü çağnsıdır."(s.l6) Ancak bu net ifadeyi izleyen iki cümle arasında tuhaf bir çelişki, daha doğrusu gerilim vardır. Poidevin, "Ateisder ve Tanrı'ya inananlar eğer birbirlerini anlayabilirlerse yan vana barış içinde yasabilirler.", der ve nemen ardından şöyle devam eder: "... taraflardan biri ötekini ahlâki olarak yoz ya da akıl dışı olarak elinin tersiyle ittiği müddetçe, karsılıklı anlayıs ortamına hiçbir zaman erişemeyeceklerdir." (s.16) Görülebileceği gibi, Poidevin, inanan ve inanmayanların yan yana yaşayabilmelerini, onların "birbirlerini anlayabilme" koşuluna bağlar; ancak, bu "karsılıklı anlayış"ın ortaya çıkabilmesini de "tarafların birbirini dışlamadan yaşayabilme" koşuluna... Bana öyle geliyor ki, bu "gerilim", teoloiik ya da felsefi bir atmosfer altında değil, ancak ve ancak bambaşka bir yerde, politik bir atmosfer altında "boşaltılabüir"; ya da başka bir deyişle, bu gerilim, ancak söz konusu gerilimin tınısını akort edebilecek uygun bir politik kubbe altında, sadece burada "hoş bir seda" yaratabilir. Belki şu yorumu da eklemek uygun olacak: Teisder ile ateistler, son derece kanlı ve acdı bir tartışma ve çekişme süreci içinde birbirleriylc kıyasıya kapışarak ontolojik bir zeminden epistemolojik, oradan da nihayetinde etik bir zemine yuvarlandılar. Şimdi Poidevin, bu anlamsız kavgayı bitirmek için, bize sanki şunu önerir gibidir: Zemini sahiplenmek için boğuşmak yerine, ayaklanmızı bu zemine sağlam bir biçimde basarak birbirimizi görmeye ve anlamaya çalışmalıyız; ya da başka bir deyişle, zemin için birbirimizle tutuşmak yerine, o zeminde ayağa kalkabilmek için birbirimize tutunmalıyız. Poidevin'in kitabından benim çıkardığım sonuç ya da ders şu: Teist ya da ateist, her ne isek, içine düşmüş olduğumuz bu anlamsız kavgadan ancak ve ancak ahlâkın otonomisini tanırsak kurtulabiliriz. Tann'nın varlığını gerekliya da gerek siz görmeyen; Tann'nın varlığına ya da yokluğuna muhtuç olmayan gerçekten özerk bir ahlâk... bir arada yaşama zemini ancak burada bulunabilir. "Tann öldii! O halde. her şev mubah!" yargısının boş olduğunu. modern teizm de modern ııteızm de artık gördü. Şimdi biz artık bu zamir teistleri de ateistleri SAYFA 16 HfyHnvBkötününlMrlsMe" yaşamakl de, en azından onların içlerindeki "bazıları"nı hep birlikte içerivor biliyoruz ki, "Tann varsa bile, onu öldürmek gerek!" diyen modern ateist tavir ile "Tann yoksa bile, onu yaratmak gerek!" diyen modern teist tavır, aslında aynı boşluğu doldurmaya, dolayısıyla aynı hedefe yönelmiştir: Etik. Poidevin, bir yerde,"ateistler neyin kötü neyin iyi olduğuna ilişkin (olarak) teistlerle tamamen aynı görüşleri taşıyabilirler ve teistler kadar iyi ya da kötü davranabilir"ler diyor. (s.122) Kuşkusuz, aynı şey teisder için de geçerli. Onlar da, neyin iyi neyin kötü olduğu konusunda ateistlerle tamamen aynı görüşleri taşıyabilirler ve ateistler kadar iyi ya da kötü davranışlar sergileyebilirler. Tanrı'ya inanıyor olmanın, etik açıdan doğru olan davranışı sergilemenin garantisi olmadığını; aynı şekilde, Tanrı'ya inanmiyor olmanın, etik açıdan doğru olan davranışı sergilemenin engeli olmadığını artık hepimiz biliyoruz ya da bilmemiz gerekir. Çünkü insanız ve en azından birbirimizi tanıyoruz; Tanrı'yı bu işe karıştırmaya hiç ama hiç gerek yok. Şimdi, aklı başında bir teist ile aklı başında bir ateistin altına tereddütsüz imza atacaklan deyiş galiba su: "Tann varsa bile, o masumdur!" Çünkü o, eğer varsa "iyininvekötünün ötesinde" yaşadığı icin, böyle mutlak bir özgürlüğe sahip olduğu için Tann'dır; çünkü biz, "iyınin ve kötünün berisinde" yaşadığımız için, böyle bir mahkumiyete mahkum olduğumuz için insanız. "(...) Yünto Ur de (...) Yünto yüz var Peki ama, ya Türkiye? Üzerinde yaşamakta olduğumuz bu ülke, bu sorunlan, bu düzeyde ve bu biçimde yaşayabileceğimiz bir yer midir? Ya da az önce sorduğumuz soruyu tekrarlavabm, Poidevin in bu kitabının, burada, Türkiye'de yayımlanmış olmasından ne umabiliriz? Türkiye, sadece siyasal sistem ya da kısaca devlet olarak değil, toplum olarak da "demokratLğını" ciderek siyasileşen, dolayısıyla da giderek dünyevıleşen bir din karşısında test etmek talihsizliğine uğramış bir ülke. Kuşkusuz, bu topraklarda yeşeren siyasal tslamın da talihi pek parlak değil. /.ira o da, makul dozda bir demokrasinin hemen hiçbir zaman hayata geçmediği, dolayısıyla demokrasi adına hemen hiçbir sağlam geleneğe sahip olmayan bir ulkede, mevcut demokratik prosedürleri "kullanmak" ile "eleştırmek" arasınıla kararsız bir şekilde salınıp duruvor. Dolavısıyla birbirlenyle çatışıp duran taratların her ıkısı açısından da demokrasi denilen şev. bırakın birlikte va samanm ortak bir zemini olmayı, birbirlerini alt edebüecekleri bir "cephe" olarak bile değil, sadece ve sadece, asıl hedefe ulaşmak için soluklanılan geçici bir "mevzi" olarak algılanıyor. Dolayısıyla, böyle bir karsılıklı mevzilesme içinde, aslında siyasal bir çerçeve olması gereken laiklik, siyasal bir hareket haline geliyor ve biz, sözüm ona "laikler" ile sözüm ona "dindarlar" arasında geçen tuhaf bir dünyevi iktidar kavgasimn içine yuvarlanıyoruz. Bu tuhaf kavga içinde, taraflann her ikisi de, hemen niçbir siyasal aracı, kavramı karşı tarafa bırakmama konusunda son derece kararlı. Kürşat Bumin'in, kısacık bir yazısmda oldukça net bir şekilde özetleyivermiş olduğu gibi, bu tuhaf kavga içinde "laikler", "gerçek dindarların" kendileri olduğunu; "dindarlar" da "gerçek laikliği" kendilerinin temsil ettiğini ciddi cidoı savunabiliyorlar. Buradan, "dindar" geçinenlerin, kendi "dindarlıkların"dan, "laik" geçinenlerin de kendi "laikliklerin"den emin olmadıklan sonuçuna ulasmak mümkün; ancak, ulaşılabilecek dana vahim bir sonuç, taraflann her ikisinin de karşı tarafın siyasal bir zeminde taraf olabilme hakkını elinden almaya yönelik açık bir totaliter arzuya ya da niyete sahip olduğudur. Zira her iki taraf da, kendilerinin "çoğunluğu" temsil ettiğinden adı gibi emindir ve demokrasiyi, bir "çoğulculuk" hali olarak değil de, bir "çoğunluk" hali olarak algılamaya ve yaşamaya meyillidir. Böyle bir kör dövüşü ortamında, Poidevin'in kitabı, bize, Burada, bu nüfusunun yiizde doksan dokuzunun Müslüman olduğuna inanılan ülkede, Tann'ya inanmayanlann da "yüzde bir" de olsavar olduğunu fark ettirebilir mi? Ateizm, farklı bir düşünme ve yaşam anlayışı olarak, toplumumuzun demokratlığının siyasal, sosyal ve kültürel açıdan test edilmesinde pozitif bir rol oynayabilir mi? Demokrasinin, çoğunluklardan çok azınlıklann eseri olduğu gerçeğini göz önüne alırsak, sanırım bu sorulara olumlu yanıt vermemiz mümkün. Ulkemizdeki tablo gerçekten de ilginç: Bir yanda nüfusun "yüzde doksan dokuzunu" temsil ettiği iadiasını taşıyan "ger Î çek laikler"in ve "gerçek dindarlar"ın gürültüsü; diğer yanda ise "yüzde biri" temsil ettiği düşünülen ateistlerin suskunluğu. înancın siyasallaştığı bir yerde, sırf bu nedenle her ne kadar istenir bir şey olmasa da inançsızlık da siyasallasabilir. Înancın iktidar vaaz ettiği ya da talep ettiği bir yerde, inançsızlık da zorunlu olarak munalif bir konuma düşer ve doğal olarak en azından birkarşıiktidarodağı olma talebini dillendirebilir. Bana öyle geliyor ki, bugün ülkemizde, hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da demokratik, ama gerçekten demokratik bir ortam olasılığı, sadece ve sadece, bu "suskunluk" bu anlamsız "gürültüyü" bastırdığı an ortaya çıkabilir. Zira farklı sesleri işitebilmek için, her şeyden önce bu gürültünün susturulması; bunun için de. suskunluğun dillendirilmesi gerekir. Işte Poidevin'in kitabı politik olarakbana bu açıdan, yani suskunluğun dillendirilmesi açısından, gerçekten laik demokratik bir siyasal, sosyal ve kültürel zemin inşasında, inanmayanların da göz ardı edilemez bir taraf olduğunu anımsatma açısından son derece önemli bir işlevi yerine getirmeye aday görünüyor. Kutsal değerler üzerinde ve üzerinden siyaset yapnıanın bu kadar yaygın oldu';u bir ülkede, ateizm, hem ' siyasal îsam"ın hem de "siyasal laisizm"in gerçek yüzünü ortaya çıkaracak bir turnusol kâğıdı işlevini görebilir. Ülkemizde, siyasal Islamı sollayabilmek için, sola dinsel bir renk vermeye çalışan sosyal demokratlar"dan, solu neredeyse Aleviliğin bir kolu olarak gören, "inançlan" için ölen mensuplanna "şehidik mertebesi" sunan "radikal solcular"a; dini, toplumsal bir uzlaşma zemini olarak kullanmak isteyen "laik" "derin devlet"ten, toplumsal bir çözülme katalizörü olarak kullanmak isteyen "dindar" "derin millet"e kadar hemen her kesimde kendisini gösteren ortak bir sorun var: Samimiyetsizlik. Bir türlü "kendi olamama" hali... Ötekiyle diyaloğu, tartışmaya girmek yerine, güya ötekiyle arasında hiçbir gerçek sorun yokmuş gibi yapma hastalığı... Kısacası, karşılıklı "oynama"... Ateisder, işte bu ortamda, sadece ölü bedenlerinin değil, asıl, yaşayan bedenlerinin haklarını samimi bir biçimde talep ederek, bu toplumsal "karşılıklı oynama" haline son veremeseler de, en azından kisisel olarak artık "oynamama"yı seçebilirler. Sadece bu, yani başkalannı değil, öncelikle kendini aldatmama halini seçme bile yeteri kadar politik bir tavırdır ve dolayısıyla, öncelikle kendimizi, daha sonra başkalanyla ilişkilerimizi ve nihayet başkalarını etkileme potansiyeli taşır. İşte Poidevin'in kitabı, bize bu seçimin koşulları ve sonuçlan hakkında oldukça verimli bir tartışma fırsatı sağlayabilir, diye düşünüyorum. Umanm bu nrsatı harcamaz; "oynama"yı sürdürmek yerine, bu kitapla ve dolayısıyla, kendimizle yüzleşmeyi seçenz. Kısacası, Poidevin'in bu kitabı, bence, ulkemizdeki entelektüel ve politik bir boşluğu doldurmak açısından son derece yerinde bir seçim. Öyleyse, biz de artık bu bölümün başlığındaki boşluklan doldurabiliriz: Bu ulkede yüzde bir de olsa ateisder de yüzde yüz var olabilmeli. Zaten demokrasi dediğimiz, "yüzde bir"in de "yüzde yüz" var olduğu, var olabildiği bir rejim değil midir? • Ateizmlnanma Inanmama Üzerine Bir Tartışma/ Robtn Le Potdevın/Aynntı Yaytnlan, 2000. SUMAN KAFAOGLUBUKE Asuman Kafaoğlu Büke tatılde olduğu için ya/ısını yayınılayamıyoruz. CUMHURİYET KİTAP SAYI 603
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear