Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
bilecektir. Ne var ki felsefe birinci ve îkinci Meşrutiyet dönemlerinde hatta cumhuriyetin ilk yıllannda kendine özel bir alanın bulunauğunu bilememiş, kavrayamamıştır. Felsefenin sosyoloji ve psikoloji ile gereğinden fazla karıştırılması bu donemîerdedir. Gerçi sosyoloüye önetn verilmesi, felsefeye toplumsal gereksinimler açısından bakılması, bilimın yüceltilmesi pek de olumsuz şeyler sayılmaz. Çünkü yıkılmakta olan bir toplumun düzenine seçenek arayışı bu sonucu doğurmuştur. Toplum düşüncedeki eylem gücünü görmüştür ama pozitivizmin ve pragmatizmin hazır kalıplarından yararlanmak kolayına gelmiştir. îlginçtir, Descartes'ın Usul Hakkmda Nutuk adındaki kitabının başardı çevirisi 1895'te yayımlandığı halde yankısı ve etkisi hemen hemen hiç olmamıştır. Hilmi Ziya Ülken'in dediğı gibi, ortamın basit düşünce gereksinimi ile gerçek felsefe arasındaki uzaklık henüz çok büyüktür.(l) Toplumsal sorunlarla ilgili çözüm yollarının "düşünme"den beklenilmesi yüzünden felsefe o yıllarda kendi asü alanıyla ilgilenememiş, dolayısıyla okademik çalışmalara eeçilememiştir. Geri kalmış bir üîke olarak teknik ilerlemenin çekiciliği bu dönemlerde toplumu sarsmıştır. Bilirn ve tekniğin öğrenılmesine heves artmıştır ama felsefe ihmal edilmiştir. Tekniğin bilime, bilimin yönteme dayandığı anlaşılmışsada yöntemin felsefeye dayandığı düsünülmerniştir. Dilin felsefedeki önemi de geç anlaşılmıştır. Oysa felsefe kavramlarla, •terimlerle yapılır. Bu da dil ile doğrudan bağlantılıdır. Ülkenin uzun yıllar öz dilinden uzaklaşmak zorunda kalması felsefe yapmayı hemen hemen olanaksız hale getırmiştir. Dolayısıyla dil sorununun bir an önce çözümienmesi gerekmiştir. Cumhuriyet'in ilk yılları Tanzimat'la başlayan aydınlanmacı eğilimin iyice açığa çıktığı, kültür sorunlannın eskisinden daha belirgin biçimde ortaya konulduğu, bunların devrimler yoluyla çözümlenmesine gidileceği yıllardır. Çoğu hukuk, eğitim, tarih ve dille ilgili olan sorunlar bu yıllarda devrimler yoluyla çözümlenme yoluna girdi. Arap yazısının değiştirilmesi ve arkasından dılin aranmasına lcesin karar verilmesi devrim konusu oldu. Aydınlann ve bürokratların desteğiyle kültür alanında başka devrimler birDİrini izledi. Dil devrimi açısından en önemli ve kesin adımlar terim alanında gerçekleşmiştir. Edebiyatçıların yardımıyla tümce yapısında da düşünce üretimine uygun değişmelere geçıldi. Felsefe için ulusal dil gerekir; bütün uluslar felsefeyi kendi dUIerinde yaparak başan göstermişlerdir. Cumhuriyet dönemınde DU gerçeğin farkına vanldı. Dildeki olumlu gelişmeler felsefecilerimizi rahatlatmışa. Bu rahadama başanyı da birlikte getirmekte gecikmedi. Eğitim ve öğretimde reformlar birbirini izlerken, bir reform dayüksek öğretimde yapıldı ve 1933'te Darülfünun'dan üniversiteye geçildi. Bu geçiş,; Osmanlı'dan kalan medrese zihniyetıne en büyük karşı çıkış anlamına geliyordu. 1933'den sonra felsefenin şansı daha da açılmıştır. Yurtlanndan aynlmak zorunda kafan üç Alman felsefe profesörü Istanbul Üniversitesi kadrosuna geçerek burada oldukça uzun bir süre ders verdi ve felsefe eğitiminin planlanmasında söz sahibi oldu. Daha sonra başka Alman profesörler de bölüm kadrosunda yer aldı. Bu olay felsefecinin yetişmeşi açısından olduğu kadar istanDul Üniversitesi Felsefe Bölümü'ndeki düzeyin yükselmesi ve çağdaşlaşması açısından da çok yararlı olmuştur. Daha önce çoğunlukla felsefe kökenli olmayanların ders verdiği Felsefe Bölümü'nde felsefe çıkışlı ve bunun ötesinde doktorasını Batı'da yapmış öğretim üyelerinin ders vermesi Alman profesörlerle uyum sağlanmasını kolaylaştırdı. SAYFA 10 Bir başka gelişme felsefe metinlerinde görüldü. Daha önce uzun yıllar öğretim ve eğitiminde metin sıkıntısı çekilmişti. Işe yarayan çeviri yok gibiydi. 1930'lu yıllann sonu ile 194O'lı yıllar, dünya klasiklerinin ve onlann arasında çok sayıda felsefe klasiğinin devletçe çevrilip düzenli olarak yayımlandığı yıllardır ki bu çeviri etkinliği, felsefe bflgı ve kültürünün, bunun yanında genel kültürün elde edilmesinde büyük yarar sağladı. Felsefe eğitim ve öğretiminin her yıl biraz daha çağdaşlaştığı görülüyordu. Yüksek lisans ve doktora dersleri düzene girmis, bu tezleri yapanların sayısı artmış ve tezlerin düzeyi gıttikçe yükselmişti. 1950'li yıllara gelince Istanbul'daki felsefe yüksek lisans öğretiminde bir gelişme oldu: Sosyoloji ve psikoloji felsefe bölümünden aynldı. Böylece "felsefe sertifikası" yalnız kendi alanında ve daha verimli çalışmalar yapabilecek bir durum elde ediyordu. 1970'li yıllara gelindiğinde îstanbul'da Prof. Macit Gökberk, Prof. Takiyeddin Mengüşoğlu, Prof. Mazhar Şevket Ipşiroğlu, Ankara'da Prof. Nusret Flızır, Prof. Suut Kemal Yetkin gibi değerli felsefe hocaları emekliye aynldı. Bunlar Cumhuriyetimizin ilk kusağını temsil eden hocalardı. Görevi, onların öğrencisi olan yeni kuşak devraldı ve böylece kimi geleneklerin oluştuğu da farkedildi. Göze çarpan ilk gelenek "aydınlanmacı felsefe geleneği'air. nn yayımlanması gerekliydi. Fakat bildiriler çoğu zaman yayımlanmamakta ve unutulmaya terk edilmektedir. Yaptığım bu konuşmada felsefenin dernekleşmesinden de söz edilmesi beklenir. Bizde bu alandaki ilk dernekleşme 19?.8'dedir ve sevgili hocamız Hilmi Ziya Ülken'in girişimiyle olmuştur. Ülken'in kurduğu bu dernek (Felsefe Cemiyeti) çalısmalannı 1940'a kadar sürdürmüştür. Macit Gökberk ve arkadaşlarının 1949'da yeni bir felsefe cemiyeti kurdukları görülür. Ancam bu cemiyet bir varlık gösterememiş, kısa sürede kendiliğinden kapanmışnr. Son girişim Prof. loanna Kuçuradi ve arkadaşlarının 1974'te kurduğu Türkiye Felsefe Kurumu'dur. Bu kurum çalısmalannı bugün de sürdürmektedir.(2) Burada bir parantez açarak kurumun ve kurumlaşmanın önemine değinmek istiyorum: Kurum olma, kurumlaşma kültür ve bilgi toplulukları için bir amaçtır. Onlann etkinliklerini geliştirmeleri ve tanırup tanıtılmalan büvük ölçüde bu amacı gerçekleştirebilmeıerine bağlıdır. Şu da var: Kurumları vönetenler çağdaş ve evrensel değerlerin bilincinde olmalıdır. Prof. t lilmi Ziya Ülken, kurduğunu yukanda söylediğim Felsefe Cemiyeti'yle ilgili yazısında şöyle diyor: "Kurumlarda önce programın hazırlanması, ondan sonra çaıışmalann azim ve ısrarla aralıksız sürdürülebilmesi için, her loanna Kuçuradı Bugün üniversitelerimizin sayısının 75'i bulduğu söylenmeKtedir ve 15 inde felsefe bölümü vardır. Bu üniversitelerde öğretim görevlisi olanlann arasında îstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü çıkışlılar çoğunluktadır. Yeni bölümlerin kuruluşlannda özellikle Istanbul Üniversitesi çıkışlılara görev verilmiştir. Ortaöğretime gelince felsefe, ortaöğretim mürredatına ançak Cumhuriyet'le birlikte girebilmiştir. Üniversitelerde felsefe öğretim ve eğitim düzeyi yükseldikçe ortaöğreömde görev alan öğretmenlerin düzeyi de yükselmiştir. 1970'lere kadar görülen bu sevindirici gelişme daha sonra değişmiş felsefeye ilgisi olmayan farklı bölürnlerden çıkışlılarlişelere felsefe öğretmeni olarak atanabilmişlerdir. Bunun dışında diğer olumsuz değişiklik felsefenin 198O'lı yıllarda seçmeli ders olmasıdır. Böyle bir durumun sakıncası anlaşılmış olmalı ki felsefe 1998'de yeniden zorunlu dersler arasına girdi. Seminer, sempozyum. kollokyum, panel gibi bilimsel toplantılar 1930'lu yıllarda üniversitelerimize Alman profesorlerin gelmesiyle başladı. Sözünü ettiğim türde toplantılar 1950'li yıllann sonlarına doğru üniversiteler arasında da yapılmaya Daşlanmıştır. Böylece bu tür toplantıların bilgi alısverişi, tartısma ve yeni bilgilerin ortaya çıkmasında olduğu kadar bilım çalışması yapanlann tanışması ve işbirliği yapması açısından da ne kadar önemli olduğu anlaşılmıştır. Ne var ki, sunulan bildiruerin ve yapılan konuşmala türlü felsefi doktrin ve düşünce aynlığının üstünde kalarak, yalnız felsefe aşkına inanılması gerekir. Platon'un dedifii gibi, fdisefeci ve felsefe aşkı olmayan buraya giremez diye kapıya yazılmaü, Aristoteles'in de dediği gibi felsefe tutkusundan başka tutkulann kapınuı önünde bırakılması hepimizin ilkesi olmalıdır." (3) Bu sözler yapılacak işin ne denli ciddi olduğunu açıkça belirtmektedir. Türkiye Felsefe Kurumu'nun etkinliklerine bakılınca 26 yddır, yani kurulduğundan bu yana, felsefenin kendisini bilmesi ve bildirmesi (tanınması ve tanıtılması) için olanaklan oranında çalıştığı görülmeKtedir. Biraz daha çaba gösterilirse çalışmalar daha.iyi gelişebilecektir. Üniversitelerimizde ise felsefe, birçok nedenden dolayı beklenen gelişme olanağını bulamamaktadır. Kurum haline geımek bizde bu bakımdan da önemlidir. Felsefe kurum haline eelip dışa açılmaya başlayınca, böylece iletişim olanaklan da çoğalınca daha büyük çapta gelişme koşullan elde edebilmiştir. Toplumsal sorun ve gereksinmelerle bağlantısı daha kolay kurulabildiği gibi, uluslararası iletişim ve işbirliği daha kolay sağlanabümiştir. Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı loanna Kuçuradi böyle bir gelişme sonunda Uluslararası Felsefe Kurumları Federasyonu'nun önce genel sekreterliğine, iki yıl önceki kongreae de başkanlığa seçilmiştir. Bu durum, felsefenin Türkiye de ve dünyada kendisini tanıtabilmesiyle gerçekleşmiştir. Belirtmem gereken başka bir şey de, Uluslararası Felsefe Federasvonu'nun 2003 yılındaki kongresinin Turkiye'de toplanması kararıdır. Türkiye Felsefe Kurumu ve felsefecilerimiz bu dünya buluşmasının aksamadan ve olumlu koşullarda gerçekleşip başanlı olması için bir süreden beri hazırlık yapıyorlar. Tarihinde ilk kez böyle bir buluşmaya ev sahipliği yapacak olan Türkiye'nin felsefecileri çeşitli uluslann felsefecilerini, onlann çalısmalannı yakından tanıma fırsatı bulacaklan gibi kendilerini de tanıtabileceklerdir. Biz felsefeciler, başka ülkelerdeki felsefe çalışmalannı ve bu çalışmalann yankılannıetkilerini bilmeliyiz kı çalışmalarımıza farklı yönler katabilelim. 1930'dan beri dünya felsefe kongrelerine katılıyoruz. Felsefecilerimiz son olarak 1998 de Amerika'da Boston kentindeki kongreve katıldı. Bunlann kuşkusuz yaran oldu. 2003 Kongresi'nin bizdeki felsefe etkinlikleri için yararı daha büyük boyutlarda olabilecektir, iyi hazırlanılması gerekir. Başka ülkelerdeki felsefe çalışmalaruıı öğrenmek bu tür toplantılarla sınırlı değıldir. Değişmeleri ve gelişmeleri takip etmenin en iyi yolu; dünyadaki belli başh yayınları, dergileri, kitaplan, kaynakça çalısmalannı izlemektir. Onlan izlemeli ve kendi çalışmalarımızla karşılaştırmalıyız. Böyle karşılastırmalar bizi yeni öğrenmelere götürebileceği gibi, eleştirici tavır almamız yolunda da katkıda bulunacaktır. Hemen belirtmek gerekir ki, Türkiye'deki felsefeciler arasında dünyadaki felsefi olusumlara katkıda bulunabilecek düzeye gelenler vardır. Takiyeddin Mengüşoğlu nun "insan felsefesi"ne özgün katkıTarı olmuştur. loanna Kuçuradi nin "etik, insan haklan ve değerleı" felsefesi" alanlanndaki yadsınamaz Katkılan vardır. Betül Çotuksöken "söylem" ve "özne" felsefesinde yeni şeyler söylemektedir. Felsefecilerimiz biraz daha çaba gösterirlerse "dil felsefesi" alanında da yeni ve özgün düşünceler ortaya koyabileceklerdir,. Özgün çalışmalann felsefede her zaman yeri olmuş, bu çalışmalar ilgi ile karşılanmıştır. Doktora, master, yüksek lisans tezi gibi çalısmalara çok iş düşmektedir. Türkiye deki ilk felsefe doktorasının 1930'lu yıllann başlarında yapıldığı anlaşılmaktadır. O yıllardan bu yana birçok tez çalışması vapılmıştır. Bu tezlerin neler olduğunu gösteren kaynakcaya bakıldığında önemli konulann ele alındığı görülmektedir. Nesnel yargıda bulunabılmek için tezlerin yavımlanması gerekir. Onlann yayımlanmalan, birkaç nüshanın kütüphanelerde kalmasından çok daha iyidir. Şimdiki halde tezlerin ancak birkaç kopyası üç kütüphaneye yerilmektedir. Üniversitelerimiz 1980'den buyana hemen hiç yayın yapmamaktadır. Dergi yayını ise aurmuş gibidir. Istanbul Feîsefe Bölümü'nün herbakımdan anılmaya değer dergisi olan Felsefe Arkivi yaklaşık 6 yıldan beri yayımlanmamaktadır. Oysa üniversiteler, bilim ve kültür araştırmalannın yeridir. Bu çaksmalar yayın yoluyla duyurulur ve yayınfar başka çalışmalar için de motive edici olur. (4) Üniversitelerimizin dışındaki felsefe yayımcılığına gelince, bu alanda nicelik ve nitelik bakımından gelişme görülmektedir. Derleme müdürlüğünün saptamalarına göre son üç yıla oakılırsa 1996'da 225, 1997'de 345,1998'de 455, 1999'da 393 felsefe kitabı yayımlanmıştır. Son 4 yılın ortalaması 382'dir. 1998'de derlenen genel kitap sayısı 93 83'tür ye bu sayının az önce belirtildiği gibi 455'i felsefedir ki bütün yıllann rekorudur. Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı ise artık kitap yayımlamıyor. Buna karşılık özel yayınevlerinin felsefe kitaplarına ilişkin ilgileri, az önce söylediğim gibi, eskısine bakarak daha da artmıştır. Onlann çabasıyla felsefecilerimızin kitapları, bu arada kimi doktora tezleri ve önemli felsefe çevirileri yayımlanabilmek ı CUMHURİYET KİTAP SAYI 546