08 Ocak 2025 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

üü Bizim en büvük sorunumuz Hulki Aktunç, temel sorunlarımızaan olan cinselliğimizin alfabesini, erotizmin yaşamımızda tuttuğu yeri "Erotologya?" başlığı altında gözler önüne seriyor. Erotizmin dününü, bugününü, Doğu'da ve Batı'da insan yaşamına hangi açılardan ve hangi kollarla katkıda bulunduğunu, nasıl uygulandığını, dinlerin yaklaşımlarını, kutsal kitapların değerlendirmelerini, büyruklarını, yasaklarını, yapılması gerekenle yapılmaması gerekenleri ve töyle bir yapıtı neden yazmaya kalkıştığını oelirtiyor. MUZAFFER BUYRUKÇU ağırlıkları altında kıvranan kişilerin tepkilerinden, en çetin koşullarda sürdürdükleri yaşamlann çatlaklanndan nşkırmıştır. Söze dayanır. 'Şifahi'dir. Konuşulur ama yazıya dökülmez ilerde yazı can yakacak nitelikte bir 'belge' niteliği taşımasın diye ya da o dili yaratanlann okuyup yazmaları olmadığından ki bu daha akla yakındır. Evet, özel, bilmecemsi bir dildir. l Iulki Aktunç, (Büyük Argo Sözlüğü)nde her nesneyi doğal adının dışında başka bir adla, işitilmemiş bir adla var eden, değişik ölçülerle değerlendiren bu 'yasa dısı dil'i, yüz yıldır yabancı kanallardan ülkemize akan etkilerle iyice sarsılan, sersemleyen, neredeyse kimliğini yitirecek hâle gelen 'yasal dıl'in soluk aldığı alanın içine çeker ve orada yeniden işlerlik kazanmasmı, 'yasal dil'le ilişki kurmasını, bazı durumlarda gereksinimleri birlikte karşılamalarını, gövdeyle kaynaşmasını, bütünleşmesini, 'yasallaşmasını' sağlar. Hulki Aktunç'un büyük emek harcadığı bu yapıtından sonra gene büyük emek harcadığı temel sorunlanmızdan olan radan gezip dolaşacağı, serüvenden serüvene atılacağı, besinlerinden yararlanacağı yüzlerce kaynakla dolduracağı geniş bir alanda çalışmasını yoğunlaştırır. Onun erotizmfe nerelerde, nasıl karşılastığını, hangi kitaplan okuduğunu, okuduklanndan, gördüklerinden, gösterilenlerden, rastlantılardan algıladıİdarını; hem çok yakınında hem de çok uzağındaymış gibi bir izlenim uyandıran oysa o hep aynı yerdedir, konumunu hiç değiştirmemiştir kadına, dokunma, yatma objesine, erişebilmek için verdiği savaşımı anlatır. Yasakları, engelleri, cinselliğin tabulaştırılmasını, gereksinimlerin çolc yukarlannda tutuluşunu ama aynı zamanda basitleştirilmesini anlatır. Seyrettiği Yeşilçam filmlerinin karelerinde, erotizmin izlerini sürer. "Baştan çıkarıcı insanlar, yüzlerini eösterdikleri kadar ranat bacaklarını, göğüslerini, kalçalarını da gösteriyorlardı./ Sevifecek, uğruna deli olunup ölünecek kızlar başkaydı; birlikte yatılacak kadınlar 'o kadınlar, o kızların düşmanlarıydı genellikle' başka. Ama kötü karılar, zamanı gelince ne yiğit olduklan HulkiAktunç tan yine nefis bir kitap, "Erotologya?" C çocukken cinsel eğitimin, kaynaştırmanın dışında tutuldukları, bir takım gelenekler, bir takım maddi koşullar tarafından yönetildikleri için. Oysa iki yan da birbirlerini istiyorlardı ama yollanna serilen irili ufaklı engelleri aşamıyorlardı. Ondörtonbeş yaşındaydılar: Öğrenciydiler, işsizdiler, k çok şeyden yoksundular, parasızdı... olanalcsızlıklann kıskacındaydılar. Ama aynı kuşağın köylerdeki, kırsal kesimlerdeki uzantılan, akranlan, onlardan bin kat iyi durumdaydılar. Çünkü hayvanlarla cinsel ilişki kurma şansına sahiptiler, ama Istanbul da bu olamazdı. Ayrıca 'hayat kadınlan'nın onbeş yirmi dakikalığına kiralandığı genelevlere sağdan soldan para bulanlar bile on sekiz yaşını doldurmadıklarından ötürü gidemiyorlardı. Üç yıl bekleyeceklerdi. Bu arada yolunu şaşıran bazı yosmalarla, bazı 'süprüntü'lerle karşılaşırlarsa ne âla, birazcık gülümseyebilirlerdi. Içgüdüleri, istekleri, durmadan bir şeyler yapmaya itiyordu onlan, itilince de azgın dulların, kocaları yaşlı tatminsizlerin namus çerçevesinin dışına çıkmadan, yıpratıcı dedıkodulara meydan vermeden 'geçici sevişme bannakları'na dönüştürdukleri tramvaylara, trenlere koşuyorlardı. Arkalarında dikildikleri yer açıldığı halde oturmuyordu kadınlar da erkekler de kadınları 'kertiyor, giysilerin üstünden birleşme anlarının görkemini tadıyorlardı. E debiyatımızın ele avuca sığmayan özgiin sanatçılanndandır Hulki Aktunç. Bir yaratıcıdır. Bir yenilikçidir. Benzersiz öykülerini, romanlannı, şiirlerini doğuran Türkçe'nin karasevdaIısıdır. Ciğerlerine çektiği havadır, içtiği sudur, yediği ekmektir. Ona sırılsıklam âşıktır. Her sözcüğün görülenin, bilinenin ötesinde sakladığı müthiş güçleri keşfetmek, yakından tanımak, gerçekler dünyasının malzemesine katarak kitlelerle tanıştırmak isteyen iflâh olmaz bir 'arayicı'dır. Yapıtlan baştan sona bir Türkçe defilesi, bir Türkçe gösterisidir; bunlan, içine alan bir yolculuktur ama güzel, harika, zengin bir yolculuktur. Bu yolculukta saptadıklarını, edindiği izlenimleri, gözlemlerini, ışıl ısıl, her yanından güneş giren bir dille anlatır, sanatın, estetiğin doruklara tırmandığı anlan gözkamaştıran bir olguya, okurun beynine armağan ettiği bir bayrama, bir cümbüşe dönüştürür. Öyküleri, şiirleri, romanları, denemeleri; binlerce yıldan beri kendini ve yaptıklarını biriktirerek bir kühür oluşturan bu kültürü süreldi bir biçimde devindirerek üretimin aksamadan sürmesini gerçekleştiren bir dünyanın en verimli noktasına oturtarak insanlıktaki yerini biraz daha yücelten bireyin sonsuzluğa giden voldaki hızlı ve yavaş yürüvüşünü, yürürken karşılaştığı cehennemleri, cennetleri, trajedileri, sevinç yağmurlarını, kazanıp yitirdiklerini kurcalar. Son yapıtlarından (Güz Her Şeyi Bilir) bir şeyler anJatmayı, bir şeyler öykülemeyi binbir çeşit örnekle belirten bir başyapıttır. Anlatma, öyküleme teknikleri geçmiş zamanların, geçmiş yüzyıllann dağlarından, tepelerinden aşınlarak günümüzdeki düzlüklere getirümiştir. Öykülerinden, şiirlerinden, romanlanndan, denemelerinden daha çok ünlenen 'Büyük Argo Sözlüğü' bir sabrın, bir dikkatin, bir incelemenin, yürekten taşan bir sevginin balh meyvesicur. Bu 'başucu' kitabının içeriğini, Türkçe'nin alt katmanlarına inerek bulduklarından oluşturur. Türkçe'nin alt katmanlannda saklı sular gibi, petrol damarlan, altın damarlan gıbi yarı karanlık bir dil vardır ve o dil, toplumdan dışlanan, hor görülen, küçümsenen, suça itılen, suçlanan, adam yerine konuİmayan; baskıların, korkulann Hulkl Aktunç, edebiyatımızın ele avuca sığmayan özgün sanatçılanndandır. Türkçe'nlnattkatmanları cinselliğimizin alfabesini, erotizmin yaşamımızaa tuttuğu yeri 'Erotologya?' başlığı altında gözler önüne serer. Erotizmin dününü, bugününü, Doğu'da ve Batı'da insan yaşamına hangi açılardan ve hangi kollarla katkıda bulunduğunu, nasıl uygulandığını, dinlerin yaklaşımlarını, kutsal kitaplann değerlendirmelerini, büyruklarını, yasaklarını, yapılması gerekenle yapılmaması gerekenleri ve böyle bir yapıtı neden yazmaya kalkıştığını belirtir. lT*Je üzerine yazıyordum? Bir erotologyamız olması gerektiği üzerine. Çünkü Ortadoğu'nun da, Türkiye'nin de kendine özgü bir etorizm dünyası vardı, yaşanmaktaydı da, bir erotolojisi, bir erotologyası olmamıştı; bize özgü erotizm ile ilgili gözlem, görgü, deneyim ve bilgilerimizi bir bilgi derleme disiplini içinde ortaya koyma ve yorumlama gibi bir eylemimiz hemen hemen yoktu./ Peki bir erotologyamız nasıl doğabilir (hem soru hem sorgu)?... Konuya ilgi duyan, bu yönde birikimli kişilerin uzmanların diyemiyorum şu an ne yazık ki erotologyamız üzerine düsünmeye başlayıp düşüncelerini saptamalanyla, daha sonra bu düşüncelerin belirli bir dizgesel yapı kazanmasıyla doğabilir erotologyamız ancak." Ve Hulki Aktunç, onlan, ötekileri beklemeden düşüncelerini, tasanlarını gerçekleştirmeye koyulur. Ve birbirine bağlı ama konuda ve ayrıntılarda ayn otuzbir denemesini bir araya getirerek (Erotologya)yı sunar okura. Kırîdı ydlarda doğan bir çocuğun son nı gösterirlerdi... Neriman Köksal, Suzan Avcı sonra./ Aşkın acıları başkasıyla, gövdenin ergenlikle başlayan behimi istekleri bir başkasıyla yaşanacaktı ve, ve âşık olunan ile de paylaşdmayacaktı." Çok doğru bir saptama. Gerçekten de sevdiğimiz kızlar sadece sevilecek, düsünülecek, özlenecek, acı çekilecek ama dokunulmayacak, dişiliğindsn yararlanılmayacak birer ilâhe'ydi ve ederindeki çekime kapıldığımız kadınlar ise sevilmekten uzak, sevilme şansı az ama 'haz kaynaklan' çok ve yüksek kimselerdi. Ve ben bunları okurken bizim otuzlu kuşağın 'yoksul takımı'nın erkekliğe ilk adım attıkları ondörtonbeş yaşlannı, o hızlı yaşlarda karşılaştıkları zorlukları düşündüm. Onların bedenleri, ruhları tepeden tırnağa dolmuştu, enerjilerini boşaltacak, boşaltırken varolmanın yüceliğini, güzelliğini duyacaklan bir alan arıyorlardı. Cinsel yönden dinamit gibiydiler ama patlayamıyorlar, yaşadıkları sürece gündemden hiç inmeyecek, birinciliğini hep koruyacak cinsel sorunlannın özünü ve yansımalarını tam olarak tanıyamıyorlardı. Çünkü 'tanıHimalayalar kadar uzaklardaydı. Doğar doğmaz ilgilerini, sıcaklıklannı bir başka konumda, bir başka anlamda kendilerine sunanlar, annelerine benzeyen ama anneleri olmayanlar, her an gözlerinin önünden kışkırtıcı resimler, bakışlar, sözler, davranışlar, etkiler bırakarak geçiyorlardı. Ne yazıfe ki dokunamıyorlaraı geçenlere, tacak olan' kadın anneleri kadar yakın, Kadınlar da erkekler de memnundular bu durumdan. Yüzde doksanbeşi, başladıklan çizgideki yabancılığı aşmıyor ya da aşamıyor, zevk odaklarının yüzlerini görmeden, seslerini işitmeden tramvaydan, trenden iniyor, ayn ayn yerlere gidiyorlardı. Ertesi gün gene, gene, gene... ve ydlar böylece geçiyordu. (Kertici, dayamacı bir adamın sonunda o kadınla evlendiğini anımsıyorum) Bundan başka bir doyum aracı daha vardı delikanlıların; çevreleri geniş olanlar, yatma işlemini aynntılı bir biçimde anlatan fotoğraflara, oyun kâğıtlarına sanlıyorlardı dört elle. Fotoğraflarda dondurulan yaşama bölümlerini hayallerinde canlandırarak o kadınla, o kadınlarla sevişebilirlerdi. Bir de kimin kaleme aldığı bilinmeyen oldukça cıvık metinlere sığrnırlardı. Bunların en ünlüsü 'Kaymak Tabağı'ydı ki o ve daha sonraki dönem masturbasyonculann el kitabıydı. Yalnız bu kitabı Mehmet Rauf'un yazdığı söylenirdi. Metinlerdeki öyküleri.Kaymak Tabağı'nı tekrar tekrar okuyarak tenlerini yakıp kavuran, akdlarını başlarından alan, iradelerini sıfırlaştıran ateşi söndürmeye yeltenirlerdi. Ve onlar, uykulannda cinsel düşler gören, gece gündüz kadınların göğüsJerinden, kalçalarından, bacak aralanndan söz eden, onlan hep özleyen ama özlediklerine bir türlü kavuşamamamn acısıyla kıvranan bir gençlikti. En önemli sorunlan hic çözülmeyen, çözümlenmeyen ama yannkendilerinden memleket ve vatandaş sorunlannı çözmeleri istenen, daha pek çok şey umut edilen, beklenen bir gençlijc. Bu gençlik müstehcen fıkralann, o biçim filmlerin peşindeydi. Salt cinsel birleşmeyi anımsattığı için dişilik organının içinde bulunduğu sövgüler üretiyorlardı. Birleşmeyle, çiftleşmeyle ilgili deneyimlere, deyişlere, tekerlemelere düşkündüler, bu dcyişleri, bu deyimleri çoğaltmak ereğiyle Istanbul'un belli başlı semderindeki 'üretim merkezi olan' kanveleri, meyhaneleri dolaşıyor, konuşulanlara kulak kabartıyorlardı. Bu nedenlerle sövgüye gırdaklarına kadar gömülmüş, batmışlardı ve sövgüyü, sövgüsüz, düzeyli, felsefİ, edebi sözcüklerle harmanlayarak oluşturdukları bir dille konuşur o kuşak. Ve o kuşaktan bazı bireyler, ancak evlenince kurtuluyorlardı bu işkenceden. Bu da ilerde aleyhlerine işleyecek sorunlan getiriyordu. Birbirlerini tam anlamıyla tanımadıklarından, karakterleri, tutumları hakkında sağlıklı bilgi edinemediklerinden bir süre sonra kapışıyorlar, birlikteliklerini cehenneme çeviriyorlardı. Işte bu yanlışlıktan ötürü bizim CUMHURİYET KİTAP SAYI S2S Kavuşamamamn acısı SAYFA 14
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear