05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

rak nitelenir. "Manicilik yalnızca içsel bir tutarlılık ve birlik kazanmış imana dışardan yöneltilen bir saldırı değil, aynı zamanda varhğıyla tehdit ettiği özkimliğin bütünlüğünü korumak için zındıklık olarak görülmesi gereken ötekidir." (s. 22) Augustinus aynı şekıldc Yunan çoktanrıcıhğını da Paganizm olarak tanımlamış vc varlığıyla Hıristıyanlık kimliğini ortadan kaldıracak bir tehlike, başka bir tiir sapkınlık olarak danıgalamıştır. Görülen odur ki, kötülük, kendi kimliğini güvenceye almak isteyen ve bunu kimliğindeki anormal ve akıldışı unsurları farklı olana yükleyerek yapmaktan başka çare bulamayan herhangi bir birey ya da grubun kendinden farklı olanı bu unsurları sergileyen öteki olarak tanımlamasından doğar. Connolly bu durumda kötülüğiin yanısal olduğu sonucuna ulaşır. Connolly burada hegemonik kimliğin talep ettiği bir taktiği gözler önüne sererek Kötülük sorunu açısından yepyeni bir perspektif açmıştır. 'Farklıhğın oluşturulmasj, yoluyla kimliğin sağlamlaştırılması. Ötekiliğin inşa edilmesi yoluyla kimliğe özgüvenin kazandırılması, Augustinus bu yolu izleyen ne ilk ne de tek kişiydi. Çoktanrıcılar, tektanrıcılar ve tanrıtanımazlar ondan önce de sonra da hep kimliğin mantığı içinde yer etmiş bir gereklilıktir, ötekiliğin inşa edilmesi ise bu mantığın içine kolayca sızan bir ayartmadır," (s. 24). Connolly'nin kötülük ve bunun sorumluluğu sorununu özkimliğin kendini güvenceye alması bağlamında gündeme getirmesi onun özkimliğin kesinliğini sorunsallaştırma çabasının en önemli kısmıdır. Ve yeni bir kimlik/farkhlık siyaseti oluşturmada bu saptamalarının yararı fazlasıyla görülecektir. Connolly'ye göre hegemonik kimliklerin ahlaki bakımdan kendilerini üstün görme eğilimi taşıdıklarını farkeden iki çok önemli düşünür Nietzsche ve Foucault'dur. Connolly onları birbirlerinin tamamlayıcısı ve düzelticisi olarak görür. Nietzsche'nin "hayatın zenginliği"ne yaptığı vurguyu hayatın her türlü kimliği aştığı, dolayısıyla kimliklerin hegemonik olmaması gerektiği savını desteklemek için öne çıkarır ve Dunu da Foucault'nun kimlik ve farklılığa özen stratejilerine bağlar. Burada tabii ki etik bir tavır takınma sorunu gündeme gelmektedir. Ama mesele bu tavrın ne oıacağı, neden gerektiği ya da "... 'neden' sorusuna yanıt veren bir buyruk ya da 'ne' sorusunun dayandığı bir zemin arayışı değil; etik ve kimlikle ilgili eğilimlerin çoktan nüfuz etmiş olduğu bir dünyada kimlik ve farklılığa yönelik bir özeni yeşertme yollarının aranmasıdır." (s. 25) Demek ki, bu yine netleştirmekten çok, sorunsallaştıran bir tavırdır. Connolly Batı düşüncesindeki özelde Batı etiğindekibuyrukçu gelenekle en iyi böyle başa çıkılacağını süreldi bize hatırlatıyor. 'Yeşertme etiği' dediği kavram da yine saf ve sorgulanamaz bir etik oluşturmaktan çok, etikteki paradoksu gözler önüne sermeye yardımcı olan bir kavram. Buna şöyle bir örnek verilebilir. Başkalarına zarar veren bir eylem gerçekleştirmiş bir insanı tarihsel bir süreçte oluşmuş birtakım sorumluluk standartlarına göre yargılarız vc tıpkı Foucault'nunjncelediği Pierre Riviere'in durumunda olduğu gibi gerçekleştirilen eylemin sorumlusu bu standartların hiçbirine uymayabilir, sonuçta da uygulanan standa'rtlar bu sefer uygulandıkları kişiye zarar verir. "Bu tür standartlar, bir yana atılıp ycrine yenisi konabilen kurmacalar ya da doğal şeyler olmaktan çok gerekli yapılardır. Bazı yapılar uygulandıkları koşullar açısından diğerlerinden iyi olsalar bile, insanlar bu bir dizi standardı sanki doğası itibarıyla doğruymuş gibi görünmekte ısrar ettiklerinde ve bunların toplumsal yaşamın buyrukları ile kimlik/sorumluluk terimleri arasında oluşturdukları kesişim insanın doğası itibarıyla taşıdığı bir yapıya tekabül ediyormuş gibi davrandıklarında, bu noktaya da gölge düşmektedir. Bu tarihsel kesişimlerde evrensel unsurlar olsa bile, koşuflar onları paradoksun terimleCUMHURİYET KİTAP S A Y I 317 Farklılığın oluştupulması vvllllam E. Connolly rinden muaf tutmaz." (s. 28). Dolayısıyla tarihsel süreçte oluşturulmuş ve insanla toplum hayatı arasındaki ilişki bağlamında birtakım gereksinimlere cevap veren herhangi bir yapıya doğal bir yapı gözüyle baktnanın sakıncaları var. Bu tür yapılar, standartlar kolayca birer baskı unsuruna dönüşebiliyor ve toplum hayatını düzenlemeye çalışırken genel anlamda hayatı kötürümleştirebiliyor. Sorumluluk standartlarının tarihte birer baskı unsuruna dönüştüğü anları saptamak için en sağlıklısı Nietzsche'nin ortaya koyduğu ve Foucault'nun geliştirdiği soykütüğü yönetimine başvurmak gibi görünmektedir. Çünkü açığa vurulmaktan çok, sürekli örtülen etikteki paradoks bu yöntemin penceresinden pek kurtulamaz. Bu yöntem, tarihsel süreç içinde ayrıntı niteliği taşıyan apayrı olayları bulur çıkarır ve etikteki paradoksun gizlenmesi kaygısıyla bunların belleklerin gerisine itilmesine neden olan baskı ve şartlandırmaları gözler önüne serer. Connolly tartışmacı demokrasi kavramının yanısıra soykütüğü yöntemini de uyumsuz ilişkilcr içinde ama yine de karşılıklı bağımlı kimlik ve farklılığa özeni yeşertmede temel işlevi olan unsur olarak görür. Sonuç olarak, Connolly'nin ortaya koyduğu bu sorgulayarak ve aşkınlığından (varlıkta ve nayatta içselleşmiş sorgulanamaz bir doğruluk olma durumu) kurtararak özen etiğine kavuşturma perspektifi siyasi bir idealdir. Bu ideal, bir anlamda yazarın kendi kuyusunu kazması olarak görülebilecek sorunsallaştırmadan kaçınmadığı ölçüde tatminkârdır ve bu da tam olarak Connolly'nin istediği şeydir. Çünkü o, hiçbir zaman herhangi bir siyaset idealini dokunulmaz olaralc görmek istemez. Siyaset, belli bir düzenin yapısal gereklerinin örgütlenmesi, dikte ettirilmesi ve yerine getirilmesi yollarını arastıran bir kuram ve uyeulama alanıdır. tlbette, her yapı düzencıeki gedikleri kapama ve kaosa meydan vermeme çabası içinde sınırlar, standartlar dayatır. Ancak önemli olan bu sınır, koşul, standart, buyruk, her neyse, onu doğal görmemek, insan ya da varlıktaki doğal, özsel ve doğal yapıya denk düştüğü yanılsamasına kapılmamaktır. Tersi olduğu takdirde o yapının sorgulanabilirliği ola naksızlaşır ve sorgulanamamanın bir sonucu olarak esnekliğini yitirip kemikleşmiş bir yapı da insanların gereksinimlerine cevap vermek yerine, onları kendi gereksinimleri için kurban etmeye başlar. Kimliğin durumu bu noktada çok hassastır, çünkü kimlik her türlü yapı içinde benliğe en fazla işlemiş olanıaır. Dolayısıyla sorgulanması bir o kadar güçtür. Onu onaylamamaya olanak yoktur ve yazarımız da bu kitabında böyle bir şcy yapmayı aklının ucundan bile geçirmez. Tersine kimliği onaylar, ancak onun doğruluğu hakkında yapılan ve hatta kendi yapmak zorunda kaldığı varsayımlara karşı tetiktedir. Kitabın amacının bu varsayımları "belirsizleştirecek tartışmacı bir özen etiği aramak" olduğunu söyler. (s. 30) Hayatın zenginliğinin ona dayatılan her türlü düzeni aştığını baştan kabul eder ve ona göre kimlik her ne kadar hayat için gerekli olsa da insana ve hayata dair hakikatlerin tümünü kuşatamaz. Bu yüzden kimlik kendisinden biraz olsun uzaklaşmaya, kendisiyle arasına hiç olmazsa deneysel mesafeler koymaya çalışmalıdır. Tartışmacı bir demokrasi böyle bir mesafe belirlemek ve farklılığa yer açmak için uygun ortamdır. Connolly'nin farklılığın siyasallaştırılması olarak öngördüğü husus budur; Kimlik ve Farklıiık da bu düşünceyi araştırma çabası sonucunda ortaya çıkmıştır. Kitabı hakkında son sözü yazara bırakacak olursak, "burada aşkın harcın içine gömülü olan kalıplaşmış standartlar sınanır ve siyasi tartışma yoluyla gevşetilir. Biraz daha tereddutlü bir oiçimde de belli bir düzenin yapısal gerekleri tarafından dayatılan sınırlara kendisini kaptırmayı reddeden bir siyasetin etikselliği araştırılır. Bu siyaset, idealıze ettiği düzenin içinde, örgütlenme buyrukları ile yaşamın bu buyrukları aşan olanaklan arasındaki trajik uçuruma duyarlı bir sıyasettir." (s. 31) • Kimlik ve FarklılıkSiyasetin ,Açmazlarına Dair Demokratik Çözüm Onerileri/ Wtllıam E Connolly/ Çevıren Fermâ Lekestzalın/ Ayrıntt Yayınları 6l.('»I» .' ERNESTO CHE GUEVHRH Latinoamericana llı Hılısillet tczısi tıılıü 1951/S2 ARALK 1951T)E ERNfESTO CHE GUEVARA ve arkadaşı AJbcrto Granado, Poderosa II adını verdiklcri motosiklete atlayarak, Latin Amcrika'yı boydan boya katedecek uzun bir gczi için yola koyuldular. Yirmi üç yaşuıdaki Chc, dokuz ay sürcn bu serüven boyunca yaşadıklannı, gözlcmlcrini ve edindiği izlenimleri bir günlükte topladı ve daha sonra üzerinde yrniden çalıştğı bu notlan dikkat çekici bir yazınsal biçemle öyküleştirdi. Bu öykü aynı zamanda, Che'nin karakterinde öne çıkan aynksı özellikleri ve onu daha sonra Latin Amerika'nın yeni tarihinin efsanevi yol açıcısı durumuna getiren köklü değişimi de açıklamaktadır. "BU NOTLARI YAZAN KİŞt YENÎDEN Arjantin topraklanna ayak bastı|ında öldü; bunlan düzenleycn ve düzelten 'ben', ben değılım; en azından ben artık içsel olarak aynı ben değilim: Dev Amerikamızda yapağınuz bu hedefsiz gezintı benı sandığımdan daha fazla değiştirdi." 1967DETUTSAK DÜŞTÜĞÜ BOLtVYATDA yargılahmaksızın kurşuna dizilen Che'nin geride bıraktığı fotoğraf, John Berger'uı ifadesiyle, kendimiz için taşıdığı anlamın tamamlanmasını bekliyor. Günliik, Çiviyazılan'nın, bu anlamın tamamlanma çabası çerçevesinde oluşturacağı Chc kitaplığırun ilk kitabı. Efsanevi gerilla komutanının yirmi uç yaşında genç bir serüvenci olarak çarpıcı ve sUrükleyici portresi. Latiüoaraerıcana V Slyani bir idoal r*v.. '.X. um si iMiıd m u m utm TH: m w ıs aw M HHI 3141349 a e SAYFA 11
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear