29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Kürşat Başarhn ikincikitabı 'Konuştuğumuz Gibi Uzaklara' Parçalanmamış öykü Konuştuğumuz Gibi Uzaklara / / Kürşat Başar / Afa Yayınları / 112. s. / 5.500 TL. / CKK Kod No: 011.118 ZEKİ COŞKUN Bu noktada da Başar'ın romanını parçalanmamış öykü olarak niteleme gereğini duyuyorum. Romancla izlediğimiz Nevit, Selin ve sevgilisini, anlatıcıyı (C: Cem?) daha önceki öykülerden tanıyoruz. Epey ilgi görcn, ödül de alan öykülerin ilginç bir kurgusu vardı: Aynı ilışkı çevresi her öyküde değişik konumlar, ama benzer yaşantılar ve duyarlıkJarla önümüze geliyordu. Başar'ın çizdiğj tipleri, kurduğu yaşantı ve ilişki çevresini ustalıkla parçaiara ayırıyordu. Yaratılan bir gerçeğin üstünden yeniden ve yeniden geçmek, yazınsal bir cesarettir. Her bir parçanın öğenin, dolayısıyla öykünün özgül ağırlığını, canhlığını verebilmekse, cesaretin ötesinde başarıdır. Ancak, yine aynı gerçeklikten, aynı dil, aynı anlatım biçimleriyle bu kez bir "roman" çıkanldığında, biraz duraksıyorum. Duraksamam aynı insanlarınilişkilerin yazılmasından değil; belki "roman" kavramına verdiğim anlamın, oradan beklentilerimin farklılığından geRyor. Gerçi öykü ile roman arasında tanımlanmış, olmazsa olmaz, kesiti sınırlar yok. Ama bu özel örnekte, Kış Ikindisinin Evinde ve diğer öykülerle Konuştuğumuz Gibi Uzaklara'yı, romanı ayıran nedir sorusuna da somut bir yanıt bulamıyorum. Her iki yapıtta da aynı insanların yanı sıra aynı izlekleri sunuyor Başar. Bunların en belirgini ve belirleyici olan ölüm. Fiziksel, bedensel yok oluşun ötesinde, en geniş anlamıyla izlenen, irdelenen bir gerçeklik bu: "Zaman ölümdür". Böylece izleğin öteki boyutuna "zaman bozgundur" önermesine geliyoruz. Başar'ın deyişryle "gelecekteki güzel günler düşü" sürekli yer değiştirmelere, sürgün/gezginliğe karşın, sürekli erozyona, yitime uğramaktadır. Son öğe, kitabın adında dâ beliren ve Başar'ın ana izleği: "Yolculuk, hiçbir yere doğru." Bu aslında sadece Başar'a özgü değil, özellikle son dönem öykücülüğünde yaygın bir izlek. Yine bu sayfalarda M. Levi'nin kitabından söz ederken değinmiştim: Anlatılan tipler için 'dışarıda olmak' ya da kalmak k^çınılmaz bir yazgı gibi. Beklentilerle yaşananlann ve çevrenin. uyumsuzluğu, tinselduyusal düzlemde somutlaşan bir yabancılık, dıştalanma yaratıyor. Fiziksel olarak da başka yerlere, uzak ülkelere yönelişle vurgulanan bir gerçeklik bu. Başar'ın ilk kitabında da bu izlek belirgindi. Konuştuğumuz Gibi Uzaklara ise bir anlamda bu gidişin dönüşü. Anlatıcıkahramanımız C (Kış İkindisinin Evinde'den tanıdığımız Cem olarak yorumluyorum) arkadaşı Nevit'in hastalığını öğrenerek İstanbul'a dönüyor. C, askerliği sırasında annesinin ölümüyle ilk yıkımı yaşamış, dönüşte evli bir kadınla; Selin'Ie yoğun bir aşk yaşamış, bir başka sevişmesi ilişkınin de Selin ve C'nin de yıkımını getirmiştir. Nevit'in "hep konuştuğumuz gibi uzaklara gitsen" önerisiyle düşer yollara. Her şeyi unutmak kararıyla. Dönüş yine Nevin aracılığıyla, onun ölüm döşeğinde gerçekleşecektir. "Unutmak ve yine de yasamanın" olanaksızlığı görülecektir. Nevit'in ölümüyle, "öldürücü bir koku" her yanı kaplarken C, arkadaşını günlükleri, kendisinin ona yazdığı mektuplar, onda bıraktığı Selin'Ie yazışmaları aracılığıyla hep yitimeölüme dönüşe yaşantıları(nı) yeniden izler ve bizlere aktarır. Kürşat Başar, öyküyü kurar ve anlatırken kendi yazarlık ızleklerırte de sık sık dönüyor, onlara bağlılığını sergılıyor Ö y k ü n ü n ille de parçalara ayrılması gibi bir zorunluluk yok. Dolayısıyla bütünselliği öne çıkarmak özellikle de bir r o m a n d a n söz ederken gereksiz bir vurgu gibi görünebılir. A m a Kürşat Başar'ın romanınt ilk kitabı Kış tkindisinin E v i n d e adh öyküler toplamından ayrı düşünmekokumak da pek m ü m k ü n değil. Öykülere konu olan insanlardan, ilişkilerden bir kesiti bu kez âdeta daha yakın plan çekimle izliyoruz. Geciken ulusun çelişkisi Eric Hobsbawm 73 yaşında, tamnmış bir İngiliz tarihçisi. Son kitabında ulus, ulusdevlet ve ulusçuluk olgufarını inceliyor. Hobsbawm'a göre ulusdevletler daha çok 1789 sonrası dönemin bir olgusu; 19. yüzyılın yaygın bir ürünü. 20. yüzyılla birlikte ulusların henı çözülmesini hem de oluşmasım birlikte görüyoruz. Hobsbawm; ulus kavramının eski işlevlerini gitgide yitirdiğini belirtiyor. Örneğin, sınırları belirli bir toprak parçasında bir "ulusal ekonomi" anlayışının en azından gelişmi} ülkelerde artık bir geçerliliği kalmıyor. Uluslar ötesi işletmeler, özellikle 1960'lardan bu yana, uluslararası işbölümünün temel birimleri durumundalar. Bu kuruluşlar, ulusal devlctlerin denetimi dışında iş görüyorlar. Belki Japon "ulusal ekonomisi" buna karşı tek ayrıksı örnek olarak göstcrilebilir. Hobsbawm, "Bir an için Bask ve Katalonyalıların Ispanya'dan; tskoçya ve Galler'in Britanya'dan; Korsika'nın Fransa'dan ayrıldığını, Belçika'nın iki ayrı ülke durumuna geldiğini varsayahm. Çcklcrle Slovakların, Baltık ülkelerinin ayrıldığını düşünelim. Dünya ölçüsünde böyle bir Balkanlaşma, istikrarlı, kalıcı bir siyasal sisteme yol açabilir mi" sorusunu soruyor. "Bu devletlerin yapacaklan ilk iş, Avrupa Topluluğu'na girme başvurusu olacaktır ki bu da eskisinden farklı biçimde de olsa, bir kez daha egemenlik haklarının sınırlanması anlamına gelccektir" yanıtını veriyor. Hobsbawm: "ulusçu hareketler görünüşte öne çıksa da ulusçuluk artık tarihsel olarak önemini yitirmiştir" sonucuna varıyor. "19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın başlarında ulusçuluk global bir siyasal program olmakla birlikte, bugün artık bu düzeyde değildir. En fazlası, ulusçuluk, daha çetrefillestirici bir etmen ya da başka hareketlerin bir katalizörü olabilir." Şu sıralar Britanya'da yaygın bir tartışma konusu olan bu kitabın dilimize kazandırılmasında büyük yarar var. • CmhçaHu Başar bu öyküyü kurar ve anlatırken kendi yazarlık izleklerine de sık sık dönüyor, onlara bağlılığını sergiliyor. İlk kitabındaki Dışanda Kötülük Vardı öyküsü burada "dışarının kötülüğü sızmasın diye" pencerelerin sıkı sıkı kapatılmasıyla yerini alıyor. Yine ilk kitaptaki Bir Ateş Sarayında adlı öyküde Beatrice, kadın kahramana Nevit için "senin yalnızca kardeşin, yalnızca sevgilin değil o, bana kalırsa bedeninin bir parçası" der. Aynı yaklaşımı romanda Selin'in C'ye yazdıklarında görüyoruz: "Böylesi bir sevişmeyi ancak kardeşimle, kendi kanımdan, kendi tenimden biriyle yaşayabilirmişim gibi..." (Bu arada yine aynı öyküde kadın kahramanının dostu Rainer, Konuştuğumuz Gibi Uzaklara'da C'nin dostu olarak geçiyor!) Daha önemlisi, Başar'ın yazmakendini ifadelendirme etkinliğine verdiği anlamın iki yapıtta da yine benzer biçimlerde yansıması. Kış tkindisinin Evinde, anlatıcı "Biliyorum, nereden başlarsa başlasın bir sanat yapıtı her zaman eksik kalacaktır, yaşadıklarımız gibi hep eksik" diyor. Konuştuğumuz Gibi Uzaklara'da bu yaklaşım "yaşamda bir araya gelmiş, bütünlenmiş, bir filmin, bir romanın yalancı kurgusunu taşıyan ne var ki" sorusuna dönüşüyor. Her iki kitapta da dilin, yazının "basit anlaşma işaretleri"nin yetersizliği, anlamsızlığı vurgulanıyor. "Yazmak yalnızca bir aldanma... Her şeyi yeniden kurma yanılgısı"dır. Ama vazgeçilmez bir "yanılgı"! D S A Y F A 5 Nations and Nationalism (Since 1780: Programme, Myth, Reality) (Uluslar ve Ulusçuluk: 1780'den Bu Yana, Program, Efsane, Gerçeklik) / Camridgc University Press / 14.95 paund / Mayıs 1990. CUMHURİYET KİTAP SAYI 21
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear