25 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör tion dergisinde. Daha önceleri insansı maymun ve öncü insanın atalarının, Avrupa’da 9 milyon yıl kadar önce tükendiği kabul ediliyordu. O tarihlerde Avrupa’da ekosistemler değişmiş, mevsimlere göre çok değişken iklime sahip savan benzeri yaşam alanları oluşmuştu. İnsansı maymunlar başlıca meyvelerle beslendikleri için de bu ortamda hayatta kalamamıştır. Nitekim bu tür ekosistemde aylarca meyve bulunmuyordu. Fakat son bulunan azı dişi, Avrupa’daki insansı maymunların savandaki değişken iklime uyum sağladıklarını gösterdi, diyor Sofya Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’nden Nikolai Spassov. Çünkü diş, aralarında fil türleri, zürafa, karaca, gergedan ve kılıç dişli kedilerinin de yer aldığı tipik savan faunası fosillerle birlikte bulunmuş. Ayrıca dişin özellikleri de insansı maymunun savan iklimine çok iyi uyum sağladığını kanıtlıyor. Çiğneme yüzeyinin taramalı tünelleme mikroskobuyla incelenmesi sonucunda da söz konusu insansı maymunun meyve dışında daha sert olan ot, tohum ve fındık gibi gıdalarla beslendiği anlaşılmış. Bu açıdan bakıldığında beslenme alışkanlığı Afrika’da yaklaşık olarak dört milyon yıl önce yaşayan öncü insanınkine benziyor. Dişin çok fazla aşınmış olması nedeniyle, yaşlı birine ait olduğu sanılıyor. Bilim bugüne kadar insan evriminin sadece Afrika’da işlediğini ve insanların buradan diğer kıtalara göçtükleri kabul ediyordu. Fakat evrimin önemli bir kısmının Afrika dışında, Avrupa ve Batı Asya’da da gerçekleştiğini gösteren kalıntılar ortaya çıkıyor. sineği Scaptia (Plinthina) beyonceae olarak isimlendirdi. Sineğin arkası o kadar belirgindi ki mikroskopsuz bile görebildim. Altın sarısı kıllar ise, Beyonce’ın altın kostümünü hatırlattı diyor Bryan Lessard. Bu at sineğinin ilk örneği 1981 yılında Queensland’de bulunmuştu. Beyonce da aynı yıl Texas’da doğdu. Şarkıcının büyük hayranı olan araştırmacının koleksiyonunda sadece üç Scaptia beyonceae sineği bulunuyor. Beyonce’ın kıvrımları daha önceleri de İngiliz literatürüne girmişti. Oxford English Dictionary sözlüğü “bootylicious” sözcüğünü (booty= konuşma dilinde popo anlamına gelen ve delicious= lezzetli kelimelerinin birleşimi) seksi ve çekici kadın olarak açıklıyor. Demokrasilerde irtica ile mücadele iki şeye bağlıdır: 1) Demokrasiyi uygulayacak halkın genel bilimsel bilgi düzeyine, 2) Demokrasinin uygulandığı toplumda, demokrasi kavramının çoğunluğun diktası mı, yoksa kanunun hükümranlığı mı olarak görüldüğüne. Demokrasilerde İrtica ile Mücadele3 Aslında bu iki şart birbirinden tamamen bağımsız değildir; ikinci önemli bir ölçüde birinciye bağlıdır. İlk şart bir demokraside gericiliğin yaşayıp yaşamayacağının en önemli belirleyicisidir. Bilim cahili halk kütlelerinin demokrasisi kısa sürede yozlaşır ve diktaya dönüşür. Bunun örnekleri Sovyetler Birliği’nden Çin’e, Kuzey Kore’den pek çok «demokratik» Afrika ve Güney Amerika ülkesine uzanan bir grup içerisinde görülmüştür ve hâlâ da görülmektedir. Türkiye’de demokrasinin yaşadığı sıkıntılar, sistemin kendi aksaklıklarından değil, halkın cehaletindendir. Halk 1950’den itibaren kendi kültürel, bilimsel ve ekonomik gelişmesini, Türkiye dışında verilen kararların uygulayıcılarına din adına teslim etmiştir. 1950’den sonra seçimle gelen tüm hükumetler halka din uyuşturucusunu vererek istedikleri çıkar gruplarının borusunu öttürmüşler, giderek zenginleşen Türkiye’nin halkı giderek daha çok tüketim malına ulaşmış, ama o tüketim mallarını üretenlerin oyuncağı haline gelmiştir. Burada suçlu olan kapitalizm değil, kapitalin emrinde kendisini yönetenlerin, kendisini cahil bırakması için koşarak oy veren halkın bizzat kendisidir. Türkiye’de 1946’dan beri sürekli düşen eğitim kalitesinin başka izahı yoktur. Gericilikle mücadele, gericiliğin tanınmasını gerektirir. Bilimsel eğitim almamış bir halk gericiliği tanıyamaz. Meselâ Amerikan halkının eğitim düzeyi İkinci Dünya Savaşından beri sürekli düşmektedir. Son otuz yılda İngiltere bu kervana katılmıştır. Buna paralel olarak her iki ülkede gericiliğin şahlandığını görmekteyiz. Hele Amerika’da bu çok barizdir ve gericiler aptal bir yobazı iki kez üst üste başkan bile seçtirebilmişlerdir. Bizzat Amerikalı komedyenlerin ağzına jiklet olan bu zavallı, yalnız Amerika‘nın değil, dünyanın ekonomisini karartmış ve milyonlarca insanın durup dururken katline sebep olmuştur. Gericilikle mücadelenin ikinci şartı yasaların yönetiminde yaşamdır. Ancak yasaları yöneticiler yapar ve yöneticiler de her yönetimde nihayet halkın içinden çıkarlar: Kral, diktatör veya milletvekili olmaları bu gerçeği değiştirmez. 18. yüzyılda İngiltere’ye ithal edilen Hannover sülâlesi bile İngiltere’ninkine yakın düzeyde bir bilimsel bilgiyle donanmış bir halkın çocuklarıydı. Öncelikle bu yöneticilerin gericiliğe geçit vermeyecek yasalar yapmaları gerekir. Onun için yukarıda, gericilikle mücadelede önemli bir belirleyici olarak gördüğüm, yasaya bağlı yaşamın etkisinin öncelikle halkın bilimsel bilgi düzeyine bağlı olduğunu yazmıştım. Cahil yöneticilerin kendileri gerici olabilirler. (Bu hep böyle olacak değildir: Okuması yazması bile olmayan Alemdar Mustafa Paşa yobazları temizlemiş, ilerici reformların en büyük destekçisi olmuştu). Gerici yönetici, cahil halk ile birleşirse o toplumda demokratik kurallar içerisinde gericilikle mücadele edilemez. AvusturyaMacaristan İmparatorluğu’nun çöküşü, cahil bir halklar topluluğu ile cahil dincikabileci (yani etnik veya dinsel grupların bağnaz liderleri ile dolu) meclisin ortak çalışmasının hazin bir sonucu olmuştur. Bu çözülmeyi bugünkü Türkiye’de hayâl bile edilemeyecek derecede yüksek bir bilimsel ve sanatsal kültürün beşiği olan Viyana bile durduramamıştır. Türkiye’de günümüzde yaşanan çözülme, AvusturyaMacaristan’ın çözülmesine son derece benzediğinden, bugünkü olayları iyice anlamak isteyenlerin, yalnız Osmanlı’nın değil, AvusturyaMacaristan’ın da son dönemlerini iyice incelemeleri gerekir. Demokrasi çerçevesinde gericilikle mücadele edilemezse ne olur? Sonuç, ülke şanssız ise AvusturyaMacaristan’ın sonu gibi olur: Yani ülke hızla dağılır ve perişan olur. Sonunda yabancı bir güç gelir ve onu iyice ortadan kaldırır ki bu 1938’de Avusturya’nın nihayet başına gelmiştir. Bugün Avusturya varsa, bu İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerinin bir himmetidir; kendi yapabildiği bir şey değil. Aklı selimin, yani bilimsel düşüncenin geleneksel hale gelmiş olduğu İngiltere gibi ülkelerde, bu çöküş (en son felâket zamanı hariç) o kadar uzun bir zaman alır ki çağdaşlar bu çöküş sürecini farkedemezler. Meselâ Roma’nın çöküşü bin yıl sürmüştür. Tercih bizlerindir. Avustralyalı bir bilim insanı ender görülen bir at sineğinin arkasını Amerikalı şarkıcı Beyonce Knowles’in biçimli basenine benzeterek, At sineğine ünlü bir şarkıcının adı verildi CBT 1297/ 5 27 Ocak 2012 Karolinska Enstitüsü bilim insanları salam, sosis gibi işlenmiş et tüketimi ve pankreas kanseri arasındaki ilişkiyi kanıtladı. Aşağı yukarı bir sosise denk gelen 50 gramlık bir porsiyon dahi kanser riskini yüzde on dokuz oranında arttırıyor. Oysa normalde pankreas kanserine yakalanma tehlikesi düşüktür. Araştırmalara göre 77 erkekten biri ve 79 kadından birinde görülüyor hastalık. Dünya Kanser Araştırmaları Vakfı’ndan Sara Hiorn, pankreas kanserinde şişmanlık dışında diğer risk faktörlerin de dikkate alınmasını önermekte. Daha önceki araştırmalarla da işlenmiş kırmızı etin bağırsak kanserine neden olduğu ortaya çıkmıştı. Örneğin İngiliz hükümeti 2011 yılından bu yana günde 70 gramdan fazla et tüketilmemesini öneriyor. Ancak araştırmayı yöneten Susanne Larsson’a göre, işlenmiş et tüketimi ve diğer kanser türleri arasındaki ilişki tartışmalı. Son araştırma için 6.643 pankreas hastasına ait 11 araştırmanın verileri incelenince, işlenmiş et yemenin kanser riskini arttırdığı ortaya çıkmış. Pankreas kanserinde erken tanı kadar, hastalık riskinin nelerle yükseldiğinin bilinmesi de önemli. İşlenmiş et kanser riskini yükseltiyor Mantarın daha önce bilinmeyen bir özelliği keşfedildi. Küf mantarı zehirli kurşunu çevreye ve insana zarar vermeyen kloropiromorfit mineraline dönüştürüyor. Çözünmez olan bu mineral son derece dayanıklı. Bu nedenle mineralle birleşen kurşun, yeraltı suyuna veya besin zincirine karışmıyor. Bilim insanları ilk kez belli başlı küf mantarlarının metalik kurşunu kloropiromorfite dönüştürerek bu süreci hızlandırdıklarını saptadı. Bu nedenle kültür mantarlarıyla kirlenmiş toprakların temizlenebileceği tahmin edilmekte. Metalik kurşun özellikle de kurşun içerikli egzoz ve ince tozla olduğu kadar endüstriyel tesisler ve cephaneliklerle de çevreye yayılıyor. Zehirli metal toprak ve suyla bitkilere ve hayvanlara sonra da beslenme zincirine geçiyor. Kurşunla kirlenmiş topraklar halihazırda fosfor ve asit ilavesiyle temizlenmekte. Bu işlem gerçi dayanıklı kloropiromorfit mineralinin kimyasal oluşumunu tetikliyorsa da, asit kurşunu ve diğer ağır metalleri topraktan ayırır. Bu da zehirli maddelerin yeraltı sularına karışma tehlikesini arttırmakta. Bilim insanları şimdi belli başlı mantar türlerinin fosforun varlığıyla (asit ilavesi olmadan) bu minerali üretebildiklerini fark etti. Bu da mantarların, kurşunu etkisiz hale getiren organik asitleri ve diğer maddeleri üretebilme özelliğiyle mümkün oluyor (Geoffrey Gadd; Dundee Üniversitesi). Bu şekilde fosforla, kloropiromorfit olarak tepki gösteren kurşun bileşimleri oluşmakta. Küf mantarları neredeyse toprağın her yerinde bulunduğu için de bu sürecin çok yaygın olduğu sanılmakta. Bilim insanları birçok mantar türünün bu yetiye sahip olduğunu düşünüyor. Bu dönüşüm tahminlere göre kurşun, fosfor ve bu tür mantarların bir araya gelmesiyle yaşanıyor. Bulgu bilim insanlarının kurşun ve fosforun biyokimyasal döngüsüyle ilgili bilgilerini değiştirdi. Mantarların bu mineralleri niçin ürettikleri kesin olarak bilinmiyorsa da, bu şekilde kirlenmiş topraklarda hayatta kalabildikleri sanılıyor. Nilgün Özbaşaran Dede Küf mantarı, kurşunu zararsız minerale dönüştürüyor
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear