25 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Bu Kadınlar Gerçekten Sopalık (mı)? Rana Anadolu, Feminist değil Hümanist!, [email protected] Etnik kökene dayalı örgütlenme? S K CBT 1297/ 18 27 Ocak 2012 adına yönelik şiddet toplumumuzda giderek tırmanmakta. Her gün basında yer alan içler acısı haber ve fotoğraflar bunun sadece çok küçük bir bölümüdür. Asıl yaşananlar kapalı kapılar ardında çoğumuzun ruhu bile duymadan cereyan etmektedir. Geçen günlerde bir günlük gazetenin kapağındaki mezbahalara yakışır fotoğraf üstünde çokça konuşuldu. Belki de iyi oldu. Buz gibi bir duş benzeri, bu konudaki derin uykumuzdan da uyandırır bizi belki, kimbilir? Sorun sadece bizim toplumumuza özgü değildir. Daha gelişmiş Batı toplumlarında da benzer sorunlar var, ancak bu toplumlarda hem genel eğitim ve yaşam düzeyinin daha iyi oluşu, hem de ve daha önemli olarak; yasaların bu gibi konularda iyi düzenlenmiş ve daha iyi uygulanıyor olması işleri biraz düzeltmektedir. Ancak kadına şiddet ve baskı ne yazık ki, 21. yüzyılın da bir gerçeği. Peki bu kadınlar/biz kadınlar, gerçekten sopalık mıyız? Bir rivayete göre Adem’e cennet bahçesinde yasak meyveyi koparttırarak ilk günahı işleten bizmişiz: • Eşlerini, kızlarını, kız kardeşlerini dövüp, kaşını gözünü patlatan, karnını deşip sırtından bıçaklayan, parça parça doğrayıp, yakan erkekleri de biz kadınlar doğurup, büyütmedik mi? Onlar da bir anne evladı değiller miydi? • Bu kişiler, yani erkekler; en azından bir tanecik kadın öğretmenden iki üç harf –kelam öğrenmedi mi? • Biz kadınlar değil miyiz birbirimizi delice kıskanan ve çoğunluk erkekleri kışkırtan? Karısını, kızını, kız kardeşini kesenlere kaç kadın ev büyüğü olarak karşı çıktık? • Gazete manşetindeki adama sormuşlar neden kestin diye, demiş imama sorun! Mahalle imamına kadar ulaşan, kadının idam fermanını veren, aslı olsun, olmasın bu dedikoduyu bizler çıkartıp yaymadık mı? • Bizler değil miyiz boşanan hemcinsimizle selamı sabahı kesen? • Biz değil miyiz kendi çocuklarımızı ayırıp, erkek çocuğumuzu kıza karşı kayıran? • “Adımızı sürdürecek, koçum!” diye malı mülkü, parayı, pulu, sofradaki etin yağsız tarafını erkek evlada ayıran? • Bizleriz, kıskandığı karısını döven oğlunun sırtını sıvazlayan. Kızını okutmayıp hayırlı kısmet isteyen. • Kadınlar değil mi varlıklı, düzgün gelirli bir koca bulunca, okulu, işi acele boşlayan? •Hem kadın hakları diyelim, hem de az çalışıp, az okuyup, erkeğin eve getirdiğini hazır yiyelim, sonra da, niye daha uzun bacaklı bir Rus karısına gitti diye döğünelim. •Kadınlar değil mi, çalışma ortamında birbirinin en fena şekilde kuyusunu kazan? Erkeklere bakın; onlar kuzu kuzu nasıl da beraber çalışırlar, hem işi, hem zamparalığı beraberce keyifle yaparlar. Kadın öyle mi ya? Hafazan Allah! Bir işyerinde çoğunluk kadınsa, kolay gelsin herkese… Kadının, tarih boyunca ve en hazin olarak da bu çağda hâlâ ikinci sınıf vatandaş olmasının suçu sadece erkeklerin mi? Kadınların bu tarihsel sabotajdaki kendi payları nedir? Ailede, sosyal yaşamda, kariyerde, iş yaşamında, kısaca yaşamın tüm kesitlerinde kadınların sergilediği Otofaji, yani kendi kendini ve kendi cinsini yeme tüketmenin bu utanç verici durumda katkısı var mıdır? Bu yüzyılın insanı için artık asıl öncelik, kadın olmak ya da erkek olmak yerine, hakkıyla ve sadece insan olmak değil mi? Tınaz Titiz ağlam mantığı ve sosyolojik bilgisiyle temayüz etmiş bir köşe yazarının şu satırlarını aynen alıyorum: “....Çözüm diyorsak, İngiltere’deki gibi bir demokrasi ve Sin Fein gibi demokratik bir etnik parti gerektiği bellidir. Vekilleriyle ve teşkilatıyla BDP’liler demokrat olabilseler bu yol açılır.” “Gerektiği” gerçekten belli midir? Sık kullanılan bir bir söz vardır ya, “....düşünülemez” diye; toptancılığın doruk noktasıdır herhalde. Bırakın tartışmayı düşünülmesini dahi muhal bulur. “Gerektiği bellidir” deyimi de benzer bir kesinlik ifade ediyor. Gerçekten de “demokratik etnik parti” niteliğinde bir örgütün gerekliliği “tartışmasız doğru”lardan birisi midir? Etnik ne demek? Hani bazı sözcükler vardır, eşanlamlısını söylediğinizde hakaret anlamı taşımaz gibidir. “Bu davranış ahlaksızlıktır” deyince kan çıkar da, “davranışınızı etik bulmuyorum” deyince neredeyse bir iltifat gibi algılanır. Etnik (sözcüğü güvenilir sözlüklere göre[1] ırk anlamına gelmektedir. Halbuki ırk sözcüğü neredeyse lanetlidir; hemen tüm medeni dünya ırka dayalı örgütlenmeyi, ırk temelinde hareket etmeyi, davranışları ırkın belirlemesini bir insanlık suçu saymaktadır. Peki nasıl oluyor da etnik örgütlenme “tartışılmaz bir gereksinim” oluyor? Sin Fein mezhepçi ya da ETA ırkçı örgütlenme için “iyi uygulama referansı” olarak alınabilir mi? 1990’lara ka dar ırk temelinde örgütlenmelerin varlığı (örn. G.Afrika), aradan 20 yıl geçtikten sonra hâlâ “iyi örnek” olarak kabul edilmeli mi? Hele demokratik etnik (ırkçı) tamlamasındaki demokrasi ve ırçılık bir araya gelebilir mi? Eğer böyle bir demokrasi kurulsa, belli ırka ait olanların dışındakilerin hakları ne olacaktır? Eğer etnisite kültür bağlamında kullanılıyorsa! Farklı kültürlerin siyasal olarak örgütlenmeleri çoğulcu demokrasinin tanımına tam da uyuyor. Demokrasi, farklı ilgi ve çıkar gruplarının birlikte yaşayabilmeleri demekse, gerek ırk gibi biyogenetik kökenli, gerekse din, dil, töre gibi kültür kökenli çıkarlar ancak “bütün ile birlikte” savunulabilir. Bir diğer deyişle, eşit muamele görmediği düşünülen bir çıkar sadece o çıkarı savunup diğerlerini dışlayarak değil, tüm çıkarlar bütünlüğü içinde “o çıkar”ın da eşit muamele görmesi gerektiği savunularak yapılabilir. Türkiye’de uzunca süredir ayrılıkçılığın da herhangi bir çıkar gibi savunulabilmesi düşünce özgürlüğü ve demokrasi adına dile getiriliyor. Ayrılıkçılık tanım itibarıyla, öteki çıkarları dışlayan bir tutumdur ve bu yüzden demokrasi adı verilen “farklı çıkarların uzlaşarak birlikte var olmaları” kavraşımıyla (konsept) taban tabana zıttır. Sloganlar yaşamı kısa süreliğine kolaylaştırırken uzun dönemde cehenneme çevirebiliyor. TÜBA’nın ateşle imtihanı Ethem Alpaydın, [email protected] KHK ile TÜBA’nın bağımsızlığının elinden alınması sonrasında ortaya çıkan tartışma ve gelişmeler, toplumumuzun, bilim insanlarımızın ve üniversitelerimizin bağımsız akademi düşüncesine ne kadar az önem verdiğinin göstergesi oldu. Bazıları, “TÜBA zamanında şöyle yapsaydı, bu olmazdı,” biçiminde kurbanı suçlu göstermeye çalıştı. Akademi’nin hiçbir eylem ya da eylemsizliğinin bilimsel özgürlüğünü kaybetmesi için neden olamayacağı düşünülmeden söylenenler TÜBA’nın kamuoyunda desteklenmesini zorlaştırdı. Üniversite yönetimlerinden de bir destek gelmedi. Üniversite senatoları, kendi öğretim üyelerinin bağımsız olmayan bir akademiye seçilmek yerine atanmasının kabul edilemez olduğu biçiminde bir açıklama yapabilirlerdi. TÜBA’nın kendisi de tutarlı ve tek vücut bir davranış gösteremedi. Kamuoyuna toplu yapılan ilk açıklamalar sonrasında bazı üyeler istifa etmeye gerek görmedi. Bir kısım üye istifa etti, haftalarca bazı isimler ve sayılar söylendi, ama istifa edenler “Bilim Akademisi” adlı derneği kurana dek kimler olduğu kamuoyunca bilinmiyordu. Bu kişiler TÜBA web sitesinde hâlâ üye olarak görünüyor ve derneğe üye olanlar dışında istifa etmiş üye var mı bilmiyoruz. Kurulduktan sonra karşılaştığı ilk ciddi mukavemette ikiye bölünmesinden TÜBA’nın üyelerinin de ortak bir akademi bilincini paylaşmadığı anlaşılıyor. Yeni kurulan derneğin, TÜBA’nın tek parça olarak ve devletten aldığı mali destekle yıllarca yapamadığını, yani ortak bir akademi bilinci oluşturma işini nasıl yapabileceği, yıllar içinde sürdürebileceği, ve örneğin genç akademisyenlerin böyle bir derneğe neden üye olmak isteyeceği ise şimdilik açık değil. İstifa etmeyen TÜBA üyelerinin hükümetle bir ara formül arayışında olduğunu duyuyoruz ama önce müdahalenin kabul edilemez olduğunu açıklayıp ardından müdahaleyi yapanlarla pazarlığa girişmenin ne kadar tutarlı olduğu tartışılır. Bilimselliğini yitirmiş bir kurumu ayakta tutmaya çalışmak yerine hastalıklı olacağı belli bir akademiden tüm desteği çekmek daha doğru olmaz mı? Galilei kendi kendine “Yine de dönüyor,” demesine rağmen kilisenin tepkisinden çekinip geri adım atmıştı. Yüzyıllar boyunca öğrenciler bilim derslerinde bu acıklı hikayeyi dinlerken bu davranışı anlayışla karşılasalar da benzer durumda kaldıklarında daha cesur davranabilmeyi ümit etmişlerdir. Şu anda yaşadıklarımıza yüzyıllar sonra bakıldığında yalnızca akademiye müdahale edenlerin değil, bu müdahaleye gereken tepkiyi gösteremeyen ve akademik bağımsızlığı koruyamayan tüm kurumların da eleştirileceğini düşünüyorum. leğiniz icabı çok rahatlıkla isimlerini ve hiç göreve gitmeden profesörlük unvanı aldıkları vakıf üniversitesi tıp fakültelerini tespit edebilirsiniz. Hatta İstanbul’da kadrolarında çalışarak, İstanbul dışındaki üniversitelerden (vakıf ve kamu) bu unvanları alan kişileri de tespit edebilirsiniz. Ben akademik unvanı olan bir hekim değilim. Ama 1979 yılında doçentlik sınavına giren bir uzman kardiyolog doktor ablamızın, profesörler kurulu karşısında doçentlik sınav aşamasının öğrenciye 50 dakikalık ders sunumunu tıp fakültesi 5. sınıf öğrencisi olarak dinlemiş ve o günkü sınavın stresini sanki hayatımın en büyük sınavına ben girmiş gibi yaşamış, böyle bir eğitim sisteminden yetişmiş hekimim. Bütün bu gelişmeleri görünce akademik kariyer yapmadığım için çok doğru bir iş yaptığıma, emekliliğine çok az kalmış bir hekim olarak hiç mi hiç pişman değilim. (İsmi bizde) Mektupla tıp profesörü olanlar Bir yazınızda devletin YÖK aracılığı ile özel üniversiteleri yönetmesinden söz ediyorsunuz. Çok haklısınız. Keşke sadece yönetse. Yönetmekten öte yandaş kadrolaşmada da çok başarılılar. Örneğin; kamu hastanelerinde çalışan doçent unvanı almış hekim yandaşlarını, kamudan bir gün ayrılmadan dahi vakıf üniversitesinin part time (kısmi zaman) çalışanı yaparak, YÖK tarafından dağıtılan ulufe profesör kadrolarını almalarına ne dersiniz? Bir gün dahi vakıf üniversitesi tıp fakültesinde hasta muayene etmeden.. ders vermek diyemiyorum, çoğunun bırakın amfiyi, sınıfı bile yok... şimdi yapılacaklar yapıldı, kadrolar oluştu, part time çalışma yasaklandı. Bugün istifa edenlerin boşalttığı kurumsallaşmış tıp fakültesi kadrolarına bu “mektupla profesör” olmuş kişiler hazırlandı. Bu hazırlanan kişilerin tek tek isimleri de bellidir, bunları mes
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear