Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
AYLAK BİLGİ dının bağırmaması, yardım istememesi” gibi sebepler göz önünde bulundurularak karar verilmesi hususunun bizlere Hititlerden şimdiye değin pek fazla bir şeyin değişmediğini gösteriyor. Oysa, mağdurenin bağırmamasının sebebi çok daha farklı bir şiddetle karşılaşmasından korkmuş olmasını da mümkün kılıyor. Bütün kriminolojik araştırmalar, toplumsal algı ve utanç gibi nedenlerHitit Kralı II.Murşili ve Kraliçe Gaşşulavya’nın Ortak Mühürlerinin Baskısı den dolayı yargıya en az intikal eden suçların tecavüz suçları olduğunu gösteriyor. Günümüzde birçok kadın, evliyse kocasının boşayacağı, bekâr ise bu kusurundan dolayı tercih edilmeyeceği veya dul bir erkekle evlenmek zorunda bırakılacağı, yaşadığı toplum içinde aşağılanacağı, ömür boyu bu utancı taşıyacağı, belki de en kötüsü sonu cinayetle biteceği korkusuyla ne yazık ki tecavüze uğradığını itiraf dahi edemiyor. Kuşkusuz bu tür korku ve suskunluk tecavüzün devamını da getirebiliyor. Aile içi yaşanan ensest ilişkilerin uzun süre gizli kalmasının nedeni bu olabilir mi? Yargıya göre aile içi tecavüzlerde kadının bağırmaması kadının bu tecavüze rızası olduğunu gösterir mi? Elif Şafak “Baba ve Piç” adlı kitabında; kardeşi Mustafa’nın tecavüzüne uğrayan, ancak buna karşı koyamayan, ne tecavüzü ne de istem dışı doğurduğu çocuğu kimseye söyleyemeyerek, bu utancı bir sır olarak ömür boyu taşımak zorunda kalan Zeliha’nın dramını gözler önüne seriyor. Söz konusu kitapta tecavüz suçunu işleyen Mustafa’nın, vicdanıyla kendini yok etmesi ise insana Victor Hugo’nun; “En mükemmel adalet vicdandır” sözünü hatırlatıyor. Tahir M. Ceylan tahirmceylan@yahoo.com Eskiden sevdiği kadını kutsal bilip elini süremeyen adamlar vardı. Aşk sonra şurada otuz yıl önce sel gibiydi, her insanı dışarıda bırakmadan sarardı, bugünse insan aşkı kullanmaya başladı, bir çanta gibi yanında taşıyor ya da bir giysi gibi onu geride bırakıyor Benliğin Öznel ve Nesnel Şekilleri Günümüzde insanın kendine verdiği somut değerde bile bir düşüklük olduğunu görüyoruz. Uyuşturucu kullanımı hiç olmadığı kadar yaygınlaştı, daha da önemlisi, insanlar uyuşturucuya karşı içsel bir direnç göstermeye lüzum görmüyor. İntihar bombacılığı arttı, sonunda ölümün kesin olduğu savaşlara girmek moda oldu, gençler geleceğini düşünmeden borçlanıyor, birkaç bin dolara böbreğini satan az değil, yakında çocuklara bakmak bile zul sayılacak. Benlik değer yitiriyor. Benlik (self) dediğimiz şeyin bir özne, bir de nesne biçimi var. Nesne benlik, kültür gibi sabit belirleyicilerin ürünü olarak ortaya çıkıyor. Nesne benliğin özgürlüğü kısıtlı, yapma/yaratma gücü, belirlendiği şeklin dışında davranma kapasitesi ve etkinliği düşük, nesne benlik, bir tasavvur (concept), bir şema olarak var sadece. Halbuki özne benlik bir şuurdur, tabiatın/toplumun ürünü olmayı aşmış, farkındalığın sonucudur, şemaların toplamı değil, şuurlu durumların tamamıdır. İnsanın değerindeki düşüş, nesne benliğin özne benliği yaratacak itici güçten yoksun kalmasındandır. Bugün toplum, özne olamamış yığınla nesne benliğin işgali altındadır. Özne benlik hakikat yaratır, nesne benlikse tabiatın/toplumun hakikatini kabullenir, bir yerde özne insan, Tanrı yerine insandır, nesne insansa yaratılmış hakikate kul olandır. Benlik özne olduğunda benliğini geliştirmeye, nesne olduğundaysa kendini düzenlemeye çalışır. Gelişme çünkü, kural ne olursa olsun ona rağmen yükselmedir, dış şartlardan bağımsız olarak kişinin kendi içinden kendi dışına doğru yaptığı basınçtan kaynak alır. Benlik nesne olarak kaldığındaysa, koşulların doğurduğu bir şey olarak ortaya çıkar ve koşullara bağlı olarak kendini pasif biçimde düzenler, kendi dışından kendi içine olan basınca boyun eğer. Pekala insanda benlik duygusu, ne zaman nesne olmaktan çıkar ve özne haline gelir? Bu dönüşüm, insanın özsaygısının* yükselip belli bir çizgiyi aştığı anda gerçekleşir. O zaman soru şu olur: Özsaygı nasıl yükselir? Yüksek özsaygılı çocukların, iyimser, kararlı, metanetli, verdiği kararı tartışabilen, sıcak, güven verici üslubu olan ebeveynleri vardır, düşük özsaygılılarsa, keskin, kötümser, reddedici ya da kullanıcı anne babaya sahiptir daha çok. Özsaygı, okul öncesi çocuklarda yüksekken ergenlik döneminde hızla düşer. Özsaygının yüksek ya da düşük olması benliğin kendisiyle ilgili olan bilgiyi işleme kapasitesine bağlıdır. Özsaygısı yüksek kişi, gelen bilgiyi özgüveni yükseltecek biçimde işlerken, düşük özsaygılı kişi aynı bilgiyi özsaygıyı aşağı çekecek şekilde yorumlar. Yüksek özsaygılı kişiler, bağımsız davranma, kendini kontrol etme, kendinden bilgi çıkarma, kendini yorumlayabilme özelliği gösterir. Bazı insanlarda da savunma olarak yüksek özsaygı vardır. Bu kişiler eleştiriden çok korktuğu için, eleştiriyi önemsemeyerek altı boş bir yüksek özsaygı gösterirler. Nesnel benlik, özsaygısını bulabilmek için, özdeğerini tespit etmekle zaman geçirir. Buna karşılık öznel benliğin kendine bakışı kendi değerini aramak şeklinde değil de, kendi etkinliği (selfefficacy) ne inanmak şeklindedir. Eğer kendinin etkili birisi olduğuna ya da olacağına inanırsa kişi, bu inanç onu yüksek etkinliğe doğru zorlar. Yapmak inanç yaratmaz da, inanmak yapmayı getirir. Dolayısıyla öznel benlik kendinin hali hazır değeriyle değil, gelecekte ulaşacağına inandığı değeriyle ilgilenir. Yani var olanla değil, kazanacağına inandığıyla ilgilenir. Burada yapmaktan değil, inanmaktan bahsettiğimize göre öznel benliğin kendine yüklediği anlam teorik olarak sonsuzdur ve bu da Tanrı’ya eşdeğer gelir. Bugünün insanı, kendini yüceliğe götüren özneliğe geçemedikçe, erdem yüklenmeyi bıraktı, sevmek merhamet (sevmek için başkasının zavallılığına ihtiyaç duymak) düzeyine indi ya da cinsellik düzeyinde katılaştı. İnsan kendini nesneleştirdikçe, eskiden yüksek anlam verdiği duyguları da artık nesne gibi kullanıyor. Eskiden sevdiği kadını kutsal bilip elini süremeyen adamlar vardı. Aşk sonra şurada otuz yıl önce sel gibiydi, her boşluğu doldurur, her insanı dışarıda bırakmadan sarardı, bugünse insan aşkı kullanmaya başladı, bir çanta gibi yanında taşıyor ya da bir giysi gibi onu geride bırakıyor! • W. James’e göre özsaygı, kişinin gerçekleştirdiklerinin (başarılarının), yapacağını iddia ettiklerine oranıdır. TÖRE AHLAKI “NAMUS” Hititlerde olduğu gibi bugünkü pek çok ataerkil toplumda “zinanın” cezası ölümdür ve zina yaptığı düşünülen insanların, “şüpheli, suçu is Tanrıça Kubaba Kabartması patlanana kadar masumdur” ilke Taş (Bazalt) Karkamış sinden yararlanılmasına izin verilmiyor. Evli erkeğin zina durumunda karısının ölmesi ya da hayatta kalması konusunda karar verme yetkisinin dayanağı olan 197. madde, acaba töre ahlakı mıdır, yoksa erkeğin karısı için ödediği başlık nedeniyle, kadın üzerinde söz sahibi olduğunun kabul edilmesi midir? Bu sorular karşısında da kesin bir sonuca gidilemiyor ne yazık ki... Bu husus yine günümüz mahkemelerine yansıyan namus aklamaya yönelik dava tiplerinden biri olma özelliğini taşıyordu. Türkiye’deki yargı sistemi namus cinayetlerini, genellikle geleneğe ve kültüre dayanarak ve aile ferdinin erkekliğine yönelik saldırı oluşturduğu gerekçesiyle haklı görüyordu. Türk Ceza Kanunu’nda doğrudan namus kavramı ile ilgili bir madde bulunmamasına rağmen mahkemeler genellikle karar verirken namus faktörünü hafifletici bir sebep olarak ele alıyordu. Namusa yönelik bir meydan okumanın, namus cinayeti failleri için ağır tahrik teşkil ettiği gerekçesiyle “töre suçları” kapsamında değerlendirilerek ceza indirimine gidiliyordu. Fakat TCK’nin AB talimatlarına uygun hale getirilmesi sırasında feministleYazının devamı arka sayfada CBT 1117/ 9 15 Ağustos 2008