05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Kültür rin; namus ve ihtiras nedeniyle suç işleyenlerin, haksız tahrik gerekçesiyle ceza indiriminden yararlanmalarının engellenmesi yönündeki talepleri doğrultusunda, TCK’nun 462. maddesinde yer alan sekizde bire indirilen ceza yürürlükten kaldırıldı. Bunun yerine zina saikiyle cinayet suçu işlenmesi hafifletici neden olmaktan çıkarıldı. Aksine, Kanunun 82. maddesinde töre saikiyle cinayet işlenmesi ağırlaştırıcı neden olarak kabul edilerek, müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması hükme bağlandı. Böylece namus cinayetlerinin yasa eliyle meşrulaştırılmasına teoride son verilmiş oldu. Aydın yetiştirecek vaktimiz olmadı Bugün çağdaşlaşma bilincinin özellikle bulandırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bu nedenle de hâlâ, nüfusumuza oranla, dünya entelektüel toplumuna katılmamızı sağlayacak sayıda yetişmiş adamımız az. Olanları da kırsal kültürlü politika dışlamış durumdadır. Doğan Kuban politik ve ekonomik varlığı olsa bile entelektüel varlığı söz konusu olmayan çok ülke var. Ne yazık ki İslam ülkeleri ve onların önünde Türkiye de bu entelektüel mirasa az sahip çıkanların yaşadığı ülkelerdir. ZİNA YAPAN KADININ AFFEDİLMESİ Hititlerde zina yapan kadının yazgısı kocanın elinde. Hitit kanunlarının 197. maddesi karısını ve aşığını zina durumunda yakalayan kocaya her ikisini de aynı anda öldürme hakkı tanınmakla birlikte aşağıda verilen 198. madde olduğu üzere koca, karısının yaşamasını da isteyebiliyor: “Eğer Sarayın kapısına onları götürürse ve derse: ’Benim karım ölmesin’, o zaman karısını hayatta bırakır, ve zina yapan erkeği <de> hayatta bırakır, ve onun <=zina yapan erkeğin> başını örter. Eğer derse ‘işte tam ikisi de ölsün, o zaman tekerleğe diz çöksünler, kral onları öldürür, kral onları yaşatır.” Kocanın karısını affetmesi durumunda zina yapan adam da sağ kalıyor. Ancak bir utanç simgesi olarak başını örtüyor. Erkeğin başının örtülmesi kadınlaştırılarak aşağılanması anlamına mı geliyor, yoksa sadece bir utanç simgesi midir, bilinemiyor. K ZİNA YAPAN KADININ SATILMASI Hititlerde kocanın, karısının âşığıyla tazminat karşılığı bir anlaşmaya varması da mümkündü. Böyle bir anlaşma ile boşadığı karısını bir başkasına l2 gümüş şekele (Hititlerde hesap birimi ölçüsü 1 şekelin bugünkü karşılığı 12.5 gram gümüşü ifade ediyor.) satabilirdi. Hitit kanunlarının 26/b ve c maddelerinin bu husus ile ilgili olduğu sanılıyor. Ancak tabletin çok kırık olması nedeniyle bu konuda kesin bir yorum getirilemiyor. Eğer öyleyse, adamın karısını ‘satın alarak’ kocaya ödediği tazminatın, ölüm cezasıyla kıyaslandığında, çok mütevazı bulunuyor. Her ne kadar bazıları mağdur kocanın, sadakatsiz bir kadını satması karşılığında, bir koşum öküz almaya yetecek para alabilmesinin iyi bir pazarlık olduğu görüşünü belirtse de, burada asıl sorgulanması gereken husus Hititlerde kadının bir mal gibi alınıp satılabilir olup olmadığıdır. Bütün bu anlatılanlardan; Hititlerin cinsiyetçi değerlerin korunması için şiddeti kabul eden bir hukuk sistemine sahip ataerkil bir toplum olduğu anlaşılıyor. Günümüzden 3 bin 500 yıl öncesine ait Hitit Kanunlarında yer alan bu maddelerin, kendisinden sonraki dönemlerde ve bugün de bazı konularda hâlâ geçerliliğini koruyor. Arkeolojik kazılarda şu ana değin gün ışığına çıkarılan tabletler birçok soruyu yanıtsız bırakıyor. Arkeologlar bilinenden bilinmeyene ulaşıp, Hititlere ait sırları çözebilmek için kazılarını sürdürüyor. SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA 1 F.KINAL, Eski Anadolu Tarihi, TTKB, Ankara, 1991, s.147 vd. 2 F.IMPARATI, Hitit Yasaları, İtalyan Kültür Heyeti, Çev: Prof. Dr Erendiz Özbayoğlu, Ankara 1992,s.279 vd. 3 Yargıtay 5’inci Ceza Dairesi’nin E.No: 2007/1161, K.No: 2007/2039 sayılı kararı 4 C.A.MACKİNNON, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, Çev: Sabir Yücesoy, Türkan Yöney, 2003, İstanbul, s.198 vd. 5 B.DİNÇOL, Eski Önasya Toplumlarında Suç ve Ceza Kavramı, Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Y. Sayı 22, İstanbul, 2003, s.42 6 L.PERVİZAT, “Namus Adına 1” Namus Adına Şiddet Kuramsal ve Siyasal Yaklaşımlar, İstanbul Bilgi Üniversitesi Y., İstanbul, 2006, s.145 vd. 7 T.BRYCE, “Hitit Dünyasında Yaşam ve Toplum”, Dost Kitapevi, Ankara, 2003,s.143 vd. ırsal davranışları hâlâ güçlü, ekonomik olanakları yetersiz, ve az okumuş 75 milyon nüfuslu bir ülkenin kendini 21. yüzyıl girdabından kurtarabilmesi için ne kadar uzmana ve yüksek düzeyde aydına (Batılı deyimi ile entelektüele) gereksinmesi olduğunu herhalde kimse hesaplayamaz. Çünkü üzerinde anlaşılmış bir aydın tanımı yoktur. Üniversite bitiren birinin, ya da milletvekili ya da büyük bir bürokrat olanın, hatta bir üniversite hocasının bile aydın olduğu tartışılabilir. Kaldı ki bu değer yargılarına ideolojik ve ahlaki ölçütler karışır. İnsanlar, toplumlar, inançlar arasındaki büyük eğitim farkları aydının ortak tanımını zorlaştırır. Yine de bütün eğitim ve kültür farklılıklarına karşın, bugün evrensel bir kanun var: Düşünürlerin, bilim adamlarının ve büyük yazarların ürettikleri yapıtlar dünyanın ortak entelektüel tarihini oluşturuyor. Dünyanın entelektüel kamuoyu Sokrates, Konfüçyüs, Mevlana, Goethe ya da Foucault üzerinde ortak bir değer yargısına ulaşmıştır. Michelangelo, Leonardo ve Beethoven üzerinde de evrensel bir anlaşma vardır. Bu ortak değer yargıları dünyanın her yerindeki aydınlar katında ortak paradigma’lar oluşturur. Bölgesel ve ulusal tarihin öğeleri de bu listeye girebilir. Uygarlığın entelektüel mirasının varlığı tartışılmıyor. Bu düşünce birikimine uygarlığa varis olduklarını düşünenler dünyanın aydınları, yani entelektüelleridir. Kuşkusuz hiçbir aydın bu mirasın her ayrıntısını kabul etmek zorunda değildir. Fakat bu bilgi ve bilgelik ‘compendium’u dünya üzerine sorulacak soruların bugüne kadar aydınlanan yanıtlarını içermektedir. Bunun Batı ağırlıklı olduğunu biliyoruz. BİRİKİME ULAŞMAK Bir toplum evrensel entelektüel birikime ve onun yarattığı düşünme ve yaşama araçlarına nasıl ulaşır? Geri kalmış ülkelerin hepsinin sorunu budur. Dünyanın her köşesinde dil, folklor, kültür, inançlar, masallar, mitoslar var. Bunlarla yerel tarihçiler, etnologlar ve antropologlar uğraşıyor. Ama dünyanın çağdaş entelektüel tarihinde bunların yeri yok. Avrupa aydınını önce kilise’den, sonra aristokratlardan, sonra burjuvaziden sonra, yaygın eğitimin sağladığı olanaklarla, bütün toplumdan yetiştirdi. Avrupa’nın aristokrat patronları bilim adamına, filozofa, sanatçıya arka çıktılar. On sekizinci yüzyıldan sonra ‘intelligentsia’ burjuvalarla çoğaldı. Bizim 18. Yüzyılda imparatorluğun hayatta kalma mücadelesinin zorladığı askeri okullar olmasaydı, Türkiye’nin dünya entelektüel mirasından (İslami içerikli birikim dışında) haberi bile olmayacaktı. Kurtuluş Savaşı bittiği zaman Türkiye nüfusunun yüzde doksanı okuma yazma bilmeyen köylü idi. Dünyanın entelektüel birikimine Osmanlı dönemi fazla katkıda bulunmamıştır. Öyle olmasaydı bugün böyle muhasebeler yapmazdık. Kuşkusuz toplumlar dünya tarihine sadece özgün entelektüel yaratıları ile katılmıyorlar. Osmanlı’nın örgütlenmesi, kozmopolit yapısı, birikmiş İslam kültürü ve kendine özgü devlet geleneği uluslararası birincil rolünü uzun süre oynamasını sağlamıştır. Fakat Ortaçağ uzantısı yaşam büyük toplumlar için dar gelen bir elbisedir. Sanayi devrimi, ulaşım devrimi ve iletişim devrimlerinin hızla değiştirdiği dünyada küreselleşme denen olgu, ekonomik boyutların çok ötesinde karmaşık bir tarih sürecidir. Bir eli cep telefonunda olan köylü atom bombasından daha etkili bir değişme öğesi olabilir. Gerçi bu değişmenin geleceğini bugünden kestiremiyoruz. Her gün kullanılan sözcüklerin referans verdikleri kavramların içerikleri bile hızla değişmektedir. İzlemekte zorlandığımız değişmeler içinde görünen bir KENDİNİ TANIMLAMA Gelişmiş toplumlar evrensel entelektüel tarihe sahip çıkan vatandaşların yoğunluğu ile kendilerini tanımlar. Çünkü bu mirasın içerdiği bilgi birikimi, dünyayı ve insanı tanıtan bilimi, düşünceyi sorguya çeken felsefeyi, doğaya egemen olmayı sağlayan teknolojiyi, ve yok olmadan yaşamayı yani örgütlenmeyi öğreten davranışları içerir. Bu dünya toplumları arasında egemen olanla olmayanın sınırlarını da saptar. Bu Çağdaş Uygarlık tanımı eski değildir. Ancak 20. Yüzyılda oluşmuştur. Ortak kabulü özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonraki ulaşım ve iletişim devrimleriyle gerçekleşmiştir. Geçmişe bakarak ne Moğolların ne de Türklerin büyük entelektüel birikimleri nedeniyle dünyaya egemen olduklarını söylemiyoruz. Burada sözü edilen bugünün dünyasıdır. Gerçi dünyada pek çok ortaçağ kalıntısı var. Bunlar Afrika’da, Asya’da evrensel birikimle ilgisi olmayan küçük egemenlik alanları oluşturuyorlar. Güneydoğu Asya’da, Afganistan’da, Zimbabve’de, Brunei sultanlığında, Abu Dabi’de hatta, bir derebeylik, ağalık alanında, büyük kentlerdeki mafya bölgelerinde pek çok ortaçağ cebi’nin yaşadığı söylenebilir. Atom çağında ilkçağları anımsatan düşünce ve yaşam köşeciklerine bile rastlanıyor. Tarih homojen bir gelişme süreci değildir. Dünyada CBT 1117/10 15 Ağustos 2008 Büyük halk kütlelerinin de en üst uygarlık düzeyine ulaşacağı, demokratik toplumlardaki eğitimin bunu sağlayacağı inancı hâlâ bir ütopya olarak yaşıyor. Ne var ki kapitalist tekelcilik öğretim de eşitliğin düşmanı olduğunu kanıtlayan bir süreç içindedir. Bugün eğitim eşitliği olan bir uygar toplum hayal etmek Amerikan sinemasının icat ettiği bir maymunegemen toplum hayal etmekten daha zordur
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear