25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KÜLTÜR EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 11 9 NİSAN 2020 PERŞEMBE İSTANBUL FILM FESTIVALI’NIN Ödüllü filmleri MUBI özel gösteriminde İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından yapılan 39. İstanbul Film Festivali’nin Mayınlı Bölge Tema Sponsoru da olan MUBI, salgın yüzünden ertelenen festivalin ödüllü filmlerinden oluşan bir seçkiyi 1021 Nisan tarihleri arasında sinemaseverlerle buluşturuyor. Yeni tarih belirlene kadar MUBI’nin, kaçırmış olanlar ve ye niden izlemek isteyenler için bir araya getirdiği 12 filmlik seçki, festivalin ulusal ve uluslararası yarışmalarında Altın Lale, Jüri Özel Ödülü ve FIPRESCI Ödülü kazanmış filmlerden oluşuyor. “mubi.com/ istanbul” internet adresine girip üyelik işlemleri tamamlanarak 30 gün ücretsiz üyelik hediyesi alınabilir.” FİLMLER 1. Tony Manero (Pablo Larraín, 2008) – 28. İFF Altın Lale 2. Körlük / Blind (Eskil Vogt, 2014) – 33. İFF Altın Lale 3. Faydalı Hayat / A Useful Life (Federico Veiroj, 2010) – 30. İFF Jüri Özel Ödülü 4. Oslo, 31 Ağustos / Oslo, August 31st (Joachim Trier, 2011) – 31. İFF Jüri Özel Ödülü 5. Mikrofon / Microphone (Ahmad Abdalla, 2010) – 30. İFF Altın Lale 6. İşe Yarar Bir Şey (Pelin Esmer, 2017) – 36. İFF Ulusal Yarışma FIPRESCI Ödülü 7. Ne Yaptın Richard / What Richard Did (Lenny Abrahamson, 2012) – 32. İFF Altın Lale 8. Şeylerin Boktanlığı / The Misfortunates (Felix Van Groeningen, 2009) – 29. İFF Al tın Lale 9. Taş Bebek / Papusza (Joanna KosKrauze, Krzysztof Krauze, 2013) – 33. İFF Jüri Özel Ödülü 10. Camille Claudel, 1915 (Bruno Dumont, 2013) – 32. İFF Jüri Özel Ödülü ve Körlük FIPRESCI Ödülü 11. İmkânsızın Şarkısı / Norwegian Wood (Tran Anh Hung, 2010) – 30. İFF FIPRESCI Ödülü 12. ’93 Yazı / Summer 1993 (Carla Simón, 2017) – 36. İFF Jüri Özel Ödülü MÜZIK DÜNYASININ ACI KAYBI Çağlan Tekil yaşamını yitirdi Müzik yazarı ve radyo programcısı Çağlan Tekil, 49 yaşında hayatını kaybetti. Tekil, 15 Şubat akşamı geçirdiği beyin kanaması sonrası ameliyat edildiğinden bu yana Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde tedavi görüyordu. Türkiye’de metal müziğin gelişmesine katkıda bulunan Tekil’in ölümünün ardından müzik dünyasından pek çok isim de üzüntüsünü sosyal medyadan paylaştı. Şebnem Ferah, sosyal medya hesabından “Benim zarif, dengeli, düşünceli arkadaşım. Sevgi dolu arkadaşım. Sayısız insanın müzik zevkine katkıda bulunmuş, engin birikimli, beyefendi Çağlanım. 30 yıl... Çok üzgünüm. Seni çok seviyorum” mesajını ve Tekil’in bir fotoğrafını paylaştı. mor ve ötesi’nden Harun Tekin, “Hep birlikte her neyimiz eksikse onda fazla fazla vardı. Tevazu, nezaket, bilgi birikimi, istikrar, sabır. Kültür işçisi, ‘baron’, öğretmen, yayıncı, ince bir beyefendi ve aslan gibi metalci Çağlan Tekil... Hepimizin üstünde emeğin var. Uğurlar olsun” ifadelerini kullandı. Moğollar grubu da Twitter hesaplarından “Çağlan Tekil’i kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Onu hep iç ısıtan gülümsemesiyle hatırlayacağız. Ailesine ve tüm sevenlerine sabır diliyoruz” mesajını paylaştı. Ogün Sanlısoy, Twitter paylaşımında, “Sevgili dostumuz Çağlan Tekil’i kaybettik maalesef... çok üzgünüm. Her şey için teşekkürler Çağlan, çok özlenecek ve unutulmayacaksın” dedi. LA CASA DE PAPEL Helsinki’den İstanbul yanıtı Barcelona’nın resmi Twitter hesabından yayımlanan videoda dizide Helsinki karakterini canlandıran Sırp oyuncu Darko Peric, “Helsinki olmak istemeseydin hangi şehir olmak isterdin?” sorusuna “İstanbul” yanıtını verdi. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ise Peric’in bu yanıtını paylaşarak “Helsinki haklı” yorumunu yaptı. Sıkıntılı günler SAMĞÜÜLCZIKRİKÇETIDLSAEİZRRSAİ geçince yine müzik Tüm dünyayı etkisi alan Covid19 salgınıyla mücadeleyi sürdüren sağlık çalışanlarına sanatçılar dan sosyal medya üzerinden destek gel di. Sanatçılar, “Bu sıkıntı lı günler geçince” diyerek başladıkları mesajlarında farklı vaatlerde bulundu. ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK Bunu ilk yapan isim ise Besteci ve orkestra şefi Mu rat Cem Orhan... Orhan, geçen günlerde “Bu sıkıntı lı günler geçince sağlık çalışanlarından iki kişiye bir yıl ücretsiz piyano dersi vereceğim” mesajını yazdı ve iş kendi liğinden bir kampanyaya dönüştü. Pek çok müzisyen de aynı çağrıya ortak ola rak söz verdi. Bu işe Murat Cem Orhan bile şaşırdı. Yalnız müzik değil, halen büyük bir çaba ve emek sarf eden sağlık çalışan larına yönelik felsefe ve resim dersleri vermeye söz verenler var. Orhan ile korona günlerini ve kam panya sürecini konuştuk. n Bu durum sizi şaşırttı mı? Çünkü bu kampanyanın öncüsü oldunuz. Her şeyden önce organize olmadan ta mamen münferit bir çağrı olarak başlat tığım eylemimin böyle organik bir şekil de çığ gibi büyümesi beni tabii ki çok şa şırttı. Bu denli bir büyümeyi bu kadar kı sa sürede beklemiyordum. Sadece 36 saat gibi kısa bir sürede ortalama 120 sanat çıyı 500 sağlık çalışanıyla buluşturmayı başardık. Hatta sadece müzisyenler de ğil aynı zamanda halkoyunları kursun dan dokumaya, makyaj tekniklerinden yelkene, resim ve animasyondan felsefe ye, edebiyattan seramiğe kendi alanında uzman olan pek çok sanatçı bu kampan yaya destek oldu. n Sağlık çalışanlarının geri dönüşü nasıl oldu? Çok olumlu geri dönüşler alıyoruz. Hatta bazı geri dönüşler o kadar duy gu yüklü ki atılan teşekkür mesajları nın karşısında birkaç dakika durup dü şünmek zorunda kalıyoruz. Günlerce eve gitmiyorlar. Kaç saattir ayaktalar, bilmiyorlar. Doğru düzgün bir tabak ye mek yiyemiyor, iki dakika sohbet ede miyorlar. Duş yapmıyorlar, çocuklarını, eşlerini, ailelerini görmüyorlar. Bir ta rafta ölüm var bir tarafta enfekte olmak. Bir tarafta da nefes alabilmek için gözü nün içine bakan insanlar. Daha pek çok sebeple mağdur durumdalar ve bu kam panyanın bir moral deposu, güzel günle re bir umut olduğunu söylüyorlar. Hat Besteci ve orkestra şefi Murat Cem Orhan, geçen günlerde “Bu sıkıntılı günler geçince sağlık çalışanlarından iki kişiye bir yıl ücretsiz piyano dersi vereceğim” mesajını yazdı ve iş kendiliğinden bir kampanyaya dönüştü. Pek çok müzisyen de aynı çağrıya ortak olarak söz verdi. Murat Cem Orhan ‘KITAP OKUYORUM’ ta direkt bir sağlık çalışanımızın ağzından söylemek gerekirse “Şu an elim ağzımda, mutluluktan uzun zamandır kahkaha atmamanın verdiği enerji patlamasını yaşıyorum şahsım ve arkadaşlarım adına yürekten, samimiyetle çok ama çok teşekkür ediyorum. Eğer hâlâ görevimin başında ve her şey normale döndüğünde hayattaysam tüm sanatçılara bir sanatsever olarak sarılmak dileğiyle.” Bu arada sadece sağlık çalışanlarını değil aynı zamanda onların pandemi sebebiyle evde duran çocuklarına da ulaşıyoruz, internet üzerinden dersler veriyoruz. Bu onların işlerinde biraz daha rahat çalışmalarını sağlıyor. İnsan, karşılaştığı böyle çaresiz anlarda yardımlaşmanın ne kadar da değerli olduğunu hatırlıyor, uyum içinde birlikte hareket edersek var olabileceğini anlıyor. n İsimler belli oldu sanırım. KVKK sebebiyle sosyal medyada paylaşmak istemedim. Ama kampanyamı n Siz korona gün lerinde neler yapıyorsunuz? Gününüzü nasıl geçiriyorsunuz? Son bir haftadır kampanya ile yoğun bir şekilde ilgileniyorum ama onun haricinde çok uzun zaman sonra ilk defa arka arkaya bu kadar boş vaktim oldu. Önümüzdeki sezon yöneteceğim eserlerin üzerine çalışmaya başladım. Okumayı ertelediğim bir sürü kitap vardı, bu vesile ile açığı kapatmaya çabalıyorum ve tabii bir de ailem ile bol bol zaman geçirme fırsatım oluştu. zın ciddiyeti sebebiyle bir arşiv ve takip mekanizması olması adına sanatçılarımızla anlaşan sağlık çalışanlarının isimlerini bir tabloya yazıyorum. n Nasıl seçim yaptınız? Aslında biz seçmiyoruz. Sağlık çalışanları bizi seçiyor. Zaten sağlık çalışanları arasında bir kıyasla yapmak asla doğru olmaz. Bir değer hiyerarşisi kurmak oldukça yanlış olur ama bizim tek hassasiyet duyduğumuz nokta, şu anda virüsle bilfiil savaşan dostlarımız kampanyadan yararlansın. Umuyorum ki sağlık çalışanları bu durumu kendi aralarında empati kurarak ayarlıyorlardır. n Sayıyı artırmayı düşünüyor musunuz? Bu gönüllü bir hareket. Sanatçı dostlarımız katıldıkları sürece bu kampanya devam eder. Kampanyamızın samimi olması her şeyin önünde, bu yüzden organik büyümesini istiyorum. Geçen hafta yazımı noktalarken “Evde tek başınıza kalın, kitap okumanın tadını çıkarın!” demiştim. Bugünse yaşamını kitaba adayan, ama görme engeli yüzünden bir dönem kitap okuyamayan Jorge Luis Borges’le ona kitap okuyan ve zamanla kendi de büyük bir yazar olan Alberto Manguel’den söz etmek istiyorum. Arjantinli öykü ve deneme yazarı, şair ve çevirmen, büyülü gerçekçilik akımının önde gelen isimlerinden olan Borges, artık yapıtlarıyla yaşıyor. Manguel ise aramızda. Birçok kez ülkemize geldi, Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir yapıtını yazarken Tanpınar’ın şehirlerinde yaşadı, en az yirmi yıldır da Türkiyeli okurlar onu da okuyor. Borges, otuz yaşından başlayarak kalıtımsal bir hastalık yüzünden gözlerini yitirdi. 58 yaşında görmezliği kesinleşti. Kör oldu. Oysa büyük bir kitap tutkunuydu. Kütüphaneleri de çok seviyordu. Ama çocukken çekingendi. Dahası ilk kez kütüphanelere gitmeye başladığında bu çekingenliği yüzünden kitap isteyememiş, açık raflarda olan Britannica ansiklopedisini okumaya başlamıştı. (Ben de çekingendim. Ortaokulda birkaç arkadaşla ilk kez gittiğim kütüphanede Mustafa Kemal’in si Kitabevi’ne uğruyor, yeni çıkan kitapları görüyor, dostu olan sahibi kadınla sohbet ediyor du. Bir gün Manguel’e de evine gelip kendisine kitap okuyup okuyamayacağını sordu. Bunu hep kendisini ziyarete gelenle Borges’in evinde ona kitap okuma re soruyordu. Ona kitap okuyanların sayısı çoktu. Dahası kendi aralarında bir grup bile oluşturmuşlardı. Manguel, henüz on altı yaşındaydı ve teyze lah arkadaşı Halil Nuri Yurdakul’un adını taşıyan Halil Nuri Yurdakul Kütüphanesi’ydi kitap istek formu işlemlerini bilmediğim için bir masaya oturup ilk şiirimi yazmıştım!) 1955’te Peron devrilince bir düşü gerçekleşti: Borges, 800 bin kitaplı Arjantin Ulusal Kütüphanesi Müdürlüğü’ne getirildi, ertesi yıl Buenos Aires Üniversitesi’nde İngiliz ve Amerikan edebiyatı profesörlüğüne atandı. 12 yıl çalıştı. Roman kahramanı oldu. (Umberto Eco’nun adıyla özdeşleşen romanı Gülün Adı’ndaki kör kütüphaneci, Borges’tir.) si, Borges’in hayranıydı. Ona, işi hemen kabul etmesini, her görüşmesini de yazmasını istedi. Manguel işi kabul etti. Borges’e dört yıl kitap okudu. Yaşı 90’ı aşkın annesi ve bir yardımcısıyla birlikte oturduğu “yumuşak, sıcak, hoş kokulu bir yer olarak anımsadığı” evine haftada üç dört gün gitti, ona kitap okudu. Manguel bir büyük yazarı genç yaşında yakından tanıma olanağı bulmuş ve onun okuduğu yazarları da böylece okuma şansına kavuşmuştu. Okumayı yaşam boyu hiç bırakmadı. Zamanla o da dünyanın tanıdığı yazar oldu. Türkçeye çevrilen ilk kitabı Okumanın Tarihi’nde Alberto Manguel kitap okuyor (çev. Füsun Elioğlu, YKY, 2001) ve sonraki yapıtlarından Okuma Gün Borges, akşamüstleri işin lüğü (çev. Mehmet H. Doğan), Ge den çıkıp evine giderken Alber celeyin Kütüphane (çev. Dilek Şen to Manuel’in çalıştığı Pygmalion dil) ve Borges’in Evinde (çev. Cem Akaş, YKY, 2013) adlı kitaplarında bu okuma yolculuğunu anlattı. Borges’in körlüğü, onun okuryazarlığını elbette etkilemiştir. Ama o bundan en az etkilenmek için öncelikle okumayı aksatmadı. Manguel, Borges’in Evinde adlı kitabında ona çoğunlukla Kipling’in öykülerini, Stevenson’un denemelerini okuduğunu yazıyor. Yaşam, ‘uzun ince bir yol’ Yapıtlarıyla tüm insanlığı büyüleyen Borges, bu alanda yalnız değildi. İlyada ve Odysseia’nın yazarı yeryüzünün ilk ozanı Anadolulu Homeros da Borges gibi kördü. Bizim halk edebiyatımızın büyük ozanı Âşık Veysel de yedi yaşındayken yakalandığı çiçek hastalığı yüzünden gözlerini yitirmişti. Ama iki büyük ozan da dünyanın en değerli, en duygulu dizelerini bizlere bıraktılar. Gözleri yerine yüreklerini insana açtılar. Tüm tutkularıyla, tüm kavgalarıyla insanı anlattılar... Okumak da zaten insan için, insanı sevgiyle kuşatmak, yaşatmak için değil mi? Borges’in, Manguel’in yaptıkları da bu... Ayrıca bu koronalı günlerde okumak, virüsü öldürmese de bizi güçlendirir, virüs paranoyasını da sönümlendirir... Hak hukuk eşitsizliği Hak, hukuk, adalet...Bu kavramlar sadece koca koca hukuk kitaplarında yazan falanca sayılı, filanca maddede belirtilenlerle ilgili değil. Bu kavramlar her şeyden önce, bireyin toplumsal ilişkilerini, davranışlarını belirleyen, geleceğe bakışını yönlendiren kavramlar. Ahlak ve vicdanla ilgili kavramlar aynı zamanda. Ahlaka ve vicdana uygun olması için de tek kural var. O da eşitlik ilkesi... Bakmayın her devletin anayasasında, baba yasasında, padişah ya da kraliyet yasalarında “Tüm yurttaşlar, yasa önünde şuna buna bakılmaksızın eşittir” denmesine... Kimileri daha az, kimileri daha çok eşittir... Bunun en iyi örneklerini 15 yıldır tüm yargılamalar sürecinde gördük... Şu günlerde TBMM’de infaz yasası görüşülüyor. AKP ve MHP’nin koronavirüs salgını nedeniyle hazırladığı, onlar dışında herkesin karşı çıktığı bir tasarı... İki gündür tasarıyı savunanları ve karşı çıkanları dinliyorum. Karşıma sadece ve sadece eşitsizlik ilkesi çıkıyor. Çelişkiler yumağı Onları dinlerken Soma maden faciasında, Çorlu tren kazasında eşlerini, babalarını, oğullarını yitirmiş olan aileleri düşünüyorum... Adana Aladağ’da, yurt yangınında diri diri yanan kız çocuklarının ailelerini düşünüyorum... Bunların katilleri, sorumluları çıkacak, ama... Ama değil onlarca insan öldürmüş, hayatında eline bir taş alıp atmamış sadece bir mesaj, bir tweet atanlar içeride kalacak.. Kadın katilleri, uyuşturucu satıcıları, mafya babaları çıkacak çocuğu öldüğü için birilerine küfür eden içeride kalacak... Yolsuzlukları, eşitsizliği, sömürüyü, ahlaksızlığı yapanlar değil de bunları ifşa edenler içeri tıkılıp içeride bırakılacak... Gerçeğin peşinde koştukları için, haber yaptıkları için içeride kalacak gazetecileri, yazarları düşünüyorum... Üç yıldır hapiste olan Osman Kavala’nın, Şirin Payzın’a söylediği bir tümce aklıma geliyor: “Tutukluyken tutuklanmam öngörülemeyen bir tarihe kadar cezaevinde kalacağım anlamına geliyor”... Daha dün T24’te okuduğum Tuğçe Tatari imzalı yazıyı düşünüyorum. Yazının başlığı yeterince açık: “Bu yazıyı, mahkemesi bile belli olmayan tutuklu Selma Altan’ın bir yakını olarak okuyun” Bu yasa tasarısına, sözüm ona koronavirüsle ilgili bu tasarıya, hapishanelere hangi gazetelerin girip hangi gazetelerin girmemesi gerektiğini bile soktular ya... E, pes yani! Daha ne desek ki!!! Hak eşitsizliği şiddettir Bu çelişkiler süregelirken... Hani her akşam çıkıp sağlıkçıları alkışlıyorlardı... Gelin görün ki AKP ve MHP oylarıyla ne zamandır üzerinde tartışılan Sağlıkta Şiddet Yasa Teklifi de reddedildi. Gelin de şimdi ağzınızı bozmayın! Sağlıkçılarımız için alkışa evet ama onları koruyacak yasaya hayır demek şiddetin ta kendisidir. Masum insanların, vicdanlı insanların, ahlaklı insanların, ayırımcılığa, haksızlığa, eşitsizliğe her karşı çıkışı iktidar sahiplerini öfkelendiriyor.... Şimdi hazırladıkları bu yasa tasarısıyla yapmaya çalıştıkları, aşırı dolmuş hapishanelerimizde, bu öfke duydukları insanlara yer açmaktan başka bir şey değil. Hak eşitsizliğinin, vicdan eşitsizliğinin adı hukuk ya da adalet olamaz. Olsa olsa rezillik olabilir! Ahlaksızlık olabilir! Sözü Can Yücel’e bırakıyorum: “Kanun çalacağız diye çıkıp orta yere Kanun çaldılar yere!” Bir de madem bugün Yaşar Kemal’in eşsiz röportajını yayımlamaya başladık gazetede, sözü ona devretmek istiyorum: “Zulmün artsın ki çabuk zeval duyasın. Anadolu’da zalimler için böyle derler...” Michael Jackson’ın eldiveni satıldı Jackson’ın ünlü beyaz eldiveni Teksas’ta yapılan açık artırmada, 104 bin 711 dolara alıcı buldu. Jackson’ın defalarca kullandığı eldiven, kumaş üzerine kristal taşlarla bezeliydi. 1980’lerdeki Bad adlı dünya turnesinde Jackson’ın kostümünün bir özelliği haline gelmişti. Şarkıcı, verdiği bir röportajda “Bir eldiven takmayı havalı buluyorum. İki eldiven çok sıradan” demişti. Kimliği açıklanmayan eldivenin yeni sahibi, eldivenin 1998 yılında UNICEF’e bağışlandığını gösteren bir mektup da aldı. Mektup, Jackson tarafından kurulan MJJ yapım şirketinden gönderilen bir zarfla ulaştırıldı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear