25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SÖYLEŞİ 9 14 ARALIK 2020 PAZARTESİ NEDEN KADER SEVİNÇ? Üniversiteden sonra Avrupa Parlamentosu’nun teklifiyle Brüksel’e gitti. CHP’nin AB Temsilciliği’ni kurdu, Kılıçdaroğlu’yla yakın çalışıyor. AB’nin ikinci büyük siyasi gücü olan Avrupa Sosyalistler ve Demokratlar Partisi’nin (PES) yönetim kurulu üyesi. Diplomatic Courrier dergisi, Sevinç’i dünyadaki en etkili genç dış politika liderleri arasında gösterdi. Uluslararası politika yüksek lisansını Brüksel’de onur derecesiyle tamamladı, araştırması AB tarafından ödüle layık görüldü. Sevinç, siyasi çalışmalarının yanı sıra dünyanın en saygın akademik kuruluşlarından Johns Hopkins Üniversitesi / SAIS ve New York Üniversitesi’ne davet edildi, akademi üyesi olarak araştırmalar yaptı. Gündem AB ve ABD yaptırımları olunca, bize de AB’nin Devlet 2030 raporuna da katkıda bulunan Sevinç’e sormak kaldı. Martın sonu kışa dönebilir 4 Sayın Erdoğan’ın yerinde olsam Batı’da kritik zirveler öncesi sevgi, sonrası nefret mesajı vermeyi, yurtdışına ayrı iç kamuoyuna ayrı konuşmayı bir kenara koyar, akılcı, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını önceleyen, yurtsever bir siyaset anlayışı ile hareket ederdim. Bu ülkelere ve liderlerine hakaretler edin sonra tam AB zirvesi öncesi söylediğiniz sempati sözlerinizde bir samimiyet görmelerini bekleyin. Bu, gerçeklikle bağı kopmuş bir zihniyetin ürünüdür. 4 AKP iktidarı dünyada saygınlığa sahip değil; savruluyor, kendisiyle beraber ülkemizi de savuruyor. Uluslararası alanda hem itibar hem üslup sorunu olan bir iktidarın yönetiminde, ülkemizin, haklı olduğu davalarda bu tür durumlara düşmesi kaçınılmaz ve bir o kadar üzücü. Erdoğan ve onun politikaları AB içinde bir grubun çok işine geliyor ve o konuştukça ellerini ovuşturuyorlar. Bu kesim, Türkiye’yi AB’de istemeyenler, Merkel’in partisinin de başını çektiği Hıristiyan Demokratlar.. n AB zirvesinden, Türkiye ile ilişkilerin işbirliğine ve karşılıklı yarara dayalı şekilde sürdürülmesi, Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleriyle bağlantılı kişi ve kuruluşlara yönelik yaptırım listesinin genişletilmesi kararı çıktı. Yaptırımların kapsamının genişletilmesi ise martta gündeme gelecek. Bunun diplomasi dilinde özel bir anlamı var mıdır? Artık önceden olduğu gibi Türkiye’ye yaptırım uygulansın mı uygulanmasın mı sorusu sorulmuyor; Türkiye’ye yaptırım uygulansın ama yumuşak mı, sert yaptırımlar mı uygulansın sorusu soruluyor. AB’nin yaptırımları genişletme kararı, Türkiye’ye aşamalı yaptırım uygulama sürecini başlatması anlamına geliyor. Ayrıca unutmayalım AB, 2019 Kasım ayında, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğalgaz arama faaliyetleri nedeniyle yaptırımlar için yasal çerçeveyi kabul etmişti. Ve tansiyonun sürmesi sonucunda 2020 Şubat ayında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın iki yöneticisi yaptırım listesine alınmıştı. Üstüne bundan bağımsız bir konu olsa da Libya’ya silah ambargosunu delmek gerekçesiyle, Avrupa Birliği tarafından bir Türk şirketine de yaptırım kararı alındı. Şimdi AB, aşamalı yaptırımlar sürecinin ilk adımını attı ve ilgili kurumlara yaptırımlar ile ilgili çalışmalar için talimatları verdi. Üstelik kararda, aynı zamanda ekonomik ve ticari ilişkilerin ayrıntılı incelenmesi için de bir talimat bulunması, bunun bir ön hazırlık olduğunu gösteriyor. MERKEL TOPU TACA ATIYOR n Merkel silah satışının NATO içinde de konuşulması gereken bir konu olduğunu vurguladı. Alman Başbakan meseleyi neden NATO’ya pasladı? Merkel topu taca atıyor bu şekilde, öteliyor. Almanya zaten temmuz ayında açıkladı, fiilen silah ambargosu uyguluyor Türkiye’ye. Deniz Kuvvetleri’nde kullanılan araç ve teçhizat dışında silah satışlarını tamamen durdurdu. Merkel, oyununu duygularıyla değil, kendi amaçları için strateji ve akıl ile oynuyor. Erdoğan ile kurduğu bağ da buna dahil. Merkel satranç oynayıp birkaç adım ötesini planlarken, karşısında zar atan tavla oyuncusu olmamalı. O durumda Türkiye’nin ulusal çıkarları zarar görür, görüyor da. Açıklamalar samimiyetsizlik olarak algılandı n Kesin yaptırım kararı çıkacak deniyordu ama Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın temasları mı etkili oldu? Türkiye’den reform beklentisi var mı? Aslında 10/11 Aralık zirvesinden kesin ve sert yaptırımlar çıkacağını bekleyenler AB başkentlerinin ve Brüksel’in siyasi nabzını iyi tutamıyor demektir. Tam tersine, İbrahim Kalın’ın ziyareti son derece etkisiz ve düşük düzeyli oldu. Tam o sıralarda Sayın Erdoğan’ın yaptığı “Geleceğimizi Avrupa’da görüyoruz” açıklamaları, gerek Brüksel’de gerekse AB başkentlerinde samimiyetsizlik olarak yorumlandı. Düşünün; siz bu ülkelere ve liderlerine burada tekrar etmekten dahi imtina edeceğim, ağza alınmayacak sözler, hakaretler edin, sonra tam AB zirvesi öncesi söylediğiniz, kendinizi yalanlayan, Avrupa’ya sempati sözlerinizde bir samimiyet görmelerini bekleyin. Bu gerçeklikle bağı kopmuş bir zihniyetin ürünüdür. AB Liderler Zirvesi kararının bu şekilde biçimlenmesinin ardında çeşitli faktörler var, ülkeler iki gruba ayrıldı. n Nasıl bir gruplaşma oldu? İki grup oluştu, bunlardan biri sert yaptırımları ateşli biçimde savunan Yunanistan, GKRY ve Avusturya’nın başını çektiği grup, diğeri ise yumuşak yaptırımlar ile ilerlemek yanlısı, AB’nin stratejik aklı sayılacak ülkeler Almanya, İspanya, İtalya. İlk grubun içinde başlangıçta Fransa da vardı, tam o sıralar Fransa’nın Yunanistan’a bir savunma sanayisi alanında satışının da etkisini unutmamak gerekir, ama asıl neden Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un kendisine uluslararası arenada liderlik rolü arayışları, Fransa iç siyaseti üzerinde hissettiği aşırı sağın önlenemez yükselişinin baskısıyla yöneldiği siyasi maceralardı. AB yaptırımları konusundaki ihtiraslı tavrında tamamen vazgeçmese de daha ılımlı bir çizgiye yerleşti ve Almanya ile karşı karşıya gelmek istemedi. İlk grup, Gümrük Birliği’nin askıya alınmasından üyelik müzakerelerinin kesilmesine, silah ambargosuna uzanan taleplerde bulunurken, diğer grup, yumuşak ve aşamalı yaptırımları tercih ediyordu. İkinci grubun istediği oldu, çünkü AB karar alma sisteminin her birinin yapısı, karar alma biçimlerinin onları yönlendirdiği bir çizgi vardır. Yunanistan'la gizli müzakerenin sebebi açıklanmalı n Yıllardır Brüksel’desiniz, zirvenin perde arkasını anlatır mısınız? Aslında olayların buraya nasıl geldiğini anlamak için biraz geçmişe gitmek gerek. 15 yılı Brüksel’de olmak üzere uzun zamandır Avrupa Birliği alanında çalışmalarımı sürdürüyorum. Yunanistan Başbakanı Simitis’in, Recep Tayyip Erdoğan’ı henüz resmi bir sıfatı dahi yokken Atina’ya davet etmesiyle, onların ifadesiyle 2002’de “stratejik ortaklık” başlıyor. Yunanistan temsilcileri yakın zamana kadar da AKP’ye toz kondurmuyordu. Hatta bu 15 yılda, açıkça AKP iktidarı bizim çıkarlarımız için daha iyi diyenlere de, ada ve adacıklara yerleşimler nedeniyle CHP’den gelen eleştirilere “İktidar partisi sesini çıkarmıyor, siz neden eleştiriyorsunuz?” diyen Yunanistan temsilcilerine de rastladım. Geçen yaz büyük bir skandal yaşandı. Berlin’de, Almanya’nın arabuluculuğunda Yunanistan ve Türkiye’nin gizli müzakereler yürüttüğü ortaya çıktı. Elbette ülkeler diplomasi içinde bu tür görüşmeler yapabilir ancak Meclis’te bir kapalı oturum ile bunu paylaşmaları gerekir. Sayın Erdoğan, bir adamını beraberinde birkaç kişiyle Berlin’de bu müzakerelere defalarca gönderiyor ve hatta 10 maddelik bir mutabakattan da bahsediliyor. Fakat sonra Dışişleri Bakanı’nın bu gizli görüşmeleri bir şekilde ifşa etmesiyle ortalık karıştı. Mesele Alman ve Yunan medyasında yoğun olarak yazıldı ama Türkiye’de medyaya karartma uygulandığı için pek yansımadı. Bu gizli müzakerelerin Meclis’ten gizlenme sebebini iktidara, kamuoyuna açık şekilde sordum. CHP Meclis’te yazılı önerge olarak da sundu. İktidar ise sessizliğini koruyor. Bir iktidarın böylesi önemli bir ulusal meselede kendi meclisinden gizli, Yunanistan ile müzakere etmesinin sebebi nedir? Bu sorunun yanıtını almak zorundayız. n Peki, AB liderleri tarafında neler yaşandı? Olaylar nasıl buraya geldi? Yunanistan ve Türkiye uzlaştırılmaya çalışıldı, ancak anlattığım gibi başarısızlıkla sonuçlandı. Bu ifşa sonucunda masa dağıldı ve Yunanistan gidip Mısır ile anlaşma imzaladı. Olaylar da hızla tırmandı. Ekim ayında yapılan zirvenin öncesinde Oruç Reis gemimizin Navtex süresi uzatılmayarak Antalya açıklarına demirlemişti. İktidar bunu içeride “AB zirvesiyle ilgisi yok” diye açıklasa da Brüksel’de ve AB başkentlerinde “diplomasi ve diyaloğa şans vermek” şeklinde sunmuştu. Bu sebeple Fransa, Yunanistan, GKRY ve Avusturya’nın bulunduğu “sert yaptırımları savunan blok” çok bastırmasına rağmen Almanya’nın başını çektiği blok baskın çıkmıştı. Bu blokta da İspanya, İtalya gibi ülkeler var. Bir diyalog ve çözüm olur umuduyla karar 10/11 Aralık Zirvesi’ne ertelenmişti. n Kararda, Türkiye’nin tek taraflı eylemler ve provokasyonlarda bulunmasından ve AB’ye yönelik söyleminden üzüntü duyulduğu belirtiliyor, “Doğu Akdeniz’de tek taraflı ve provokatif eylemlerin devam ettiği” ileri sürülüyor. N’olur, Türkiye tutumunu değiştirir mi? Bu iktidarın uhdesinde bir mesele. Tıpkı Yunanistan ile gizli görüşmeler yaparken olduğu gibi Meclis’e danışmak, bilgi vermek gibi önemli usuller çiğneniyor. Yurtdışında başka, içeride başka tonda konuşuluyor. Doğu Akdeniz meselesinde esasen ülkemiz haklıdır ancak uluslararası meselelerde haklılık tek başına yetmez, ülkenizin iktidarının bu haklılığı savunabilecek saygınlığı ve inanılırlığı olması gerekir. Akp iktidarı dünyada bu saygınlığa sahip değil, savruluyor, kendisiyle beraber ülkemizi de savuruyor. Uluslararası alanda hem itibar hem üslup sorunu olan bir iktidarın yönetiminde ülkemizin haklı olduğu davalarda bu tür durumlara düşmesi kaçınılmaz ve bir o kadar da üzücü. AB’nin de özeleştirisini yapması gerekir n Ya Türkiye tavrını değiştirmezse?.. AB Konseyi Başkanı Michel, birkaç ay önce “artık havuç ve sopa” yaklaşımına geçeceğiz açıklaması yapmıştı. Bu ifadeyi kullanmalarını son derece nahoş bulduğumu hemen ifade edeyim. “Havuç ve sopa yaklaşımı” uluslararası müzakereler literatürünün bir parçasıdır. Olumlu ve olumsuz araçları bir arada kullanarak muhatabınızı istediğiniz noktaya getirme amacını taşır. Uluslararası müzakerelerde bu şekilde “şimdi biz şu taktiği uygulayacağız” diye önden duyurulmaz, bu müzakerenin doğasına aykırı. Bu acemilik işin bir boyutu, diplomatik nezaket bakımından da hoş bir ifade değil. İşte orada bahsedilen pozitif gündem, üst düzey diyalog gibi teklifler AB tarafının havuç olarak gördüğü olumlu bölümler. 2011’de AB Genişleme Komiseri olan Stefan Fule tarafından ortaya atılan “pozitif gündem”, zamanla içi çok boşalmış, muğlaklaşmış bir kavram. Türkiye resmi olarak hâlâ AB’ye katılım sürecindeki bir ülkedir. Bunun AB’yi de Türkiye’yi de bağlayıcı bir anlamı var, getirdiği sorumluluklar var. AB müzakerelerinde yegâne pozitif gündem yargı, temel hak ve özgürlükler gibi konuları kapsayan 2324 No’lu fasıllar başta olmak üzere müzakere başlıklarının açılması ve AB entegrasyonunu bloke etmekten vazgeçmektir. Gerisi iktidara sunulan PR imkânı dışında bir şey değil. AB’nin de bu konuda özeleştirisini yapması gerekir. EŞGÜDÜMLÜ BIR TRANSATLANTIK BLOK GÖRECEĞIZ n Gelelim ABD cephesine… AB liderleri Türkiye’ye karşı izlenecek yol konusunu 20 Ocak’ta göreve başlayacak Biden yönetimiyle istişare etmek istiyor. AB ve ABD arasında Türkiye nasıl bir fotoğrafın içinde? Donald Trump’ın 2016’da ABD Başkanı seçilmesiyle sadece ABD içinde ya da ABDÇin ilişkilerinde depremler yaşanmadı. Aynı zamanda ABD ile Avrupa Birliği arasındaki “transatlantik ilişkiler” de yerle bir oldu. ABD’deki Biden yönetimi döneminde Atlantik’in iki yakasındaki işbirliği güçlenecektir. Şimdi AB zirvesi kararı, Brüksel Washington hattında ilişkilerin güçleneceği ve eşgüdüm içinde hareket edeceklerinin sinyalini veriyor Türkiye’ye. Türkiye’deki iktidar, hem ABD ile hem AB ile ilişkileri başarısız, kurumsallıktan uzak partizan bir dış politika ile içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Türkiye bu fotoğrafın tam merkezinde. İktidarın, vatandaşlarımızın vergileriyle oluşan kamu kaynağını Washington’da lobi şirketlerine bol keseden dökme alışkanlığından da vazgeçmesi gerek. Bir ülke için en iyi lobi, en başta güvenilir, öngörülebilir bir müttefik olmaktır. Muhatabınız nezdinde böyle bir kredibiliteniz yoksa hiçbir lobi şirketi size yardım edemez ama paranızı alır. O para da Sayın Erdoğan’ın değil, bizim cebimizden çıkıyor. Vetonun etkisi yok n Amerikan Senatosu CAATSA yaptırımlarını onayladı. Trump veto edeceğini açıkladı... Ortaya çıkan denklem ve ABD karar alma sistemini göz önüne alırsak, ABD Başkanı’nın vetosunun da etkisi kalmıyor. Zaten ortaya çıkan tabloda bunun ABD Başkanı’nın onay ve isteğiyle olduğu açık. Bu olayın şifrelerini, Trump’ın seçimi kaybettiğini anlar anlamaz bizim iktidarın Trump ile ilişkilerindeki 180 derecelik dönüşte bulmak mümkün. Bu adım üzerinde, Trump’ın Dışişleri Bakanı Pompeo’nun büyük etkisi var. Seçimden sonra NATO toplantısında Pompeo Çavuşoğlu arasındaki sert tartışma, Pompoe’nun krizin ortasında teamüllere aykırı olarak G. Kıbrıs ve Yunanistan’a ziyarette bulunup Türkiye’ye gelmemesi, Türkiye’ye geldiğinde de Ankara’ya gelmemesi üzerinden yaşanan tartışmalar, Trump’ın giderayak bu hamleyi yapmasındaki gerekçeler. Elbette Pompoe’nun Yunanistan Başbakanı ile taa 90’lı yıllardan, Harvard Üniversitesi’nden dostluğunun da etkisi var. n Biden yönetimi AB ile ilişkilerde eskiye döner mi? Bu 2021’de nasıl bir blok göreceğimiz anlamını taşıyor? Savunma başta olmak üzere pek çok alanda ABD ile çok yakın bir müttefiklik ve bağımlılık ilişkisi içinde olan AB, Trump’ın başkan seçilmesiyle kendisini aniden dünya sahnesinde yalnız buldu. Unutmayalım; ABD ve AB birbirlerinin en büyük ticaret ortakları arasında. AB, bu vesileyle küresel bir oyuncu olmaktaki eksikliklerini de daha net gördü. Geçen yıllarda bu yönde pek çok adım da attı. Şimdi ABD’de Biden yönetiminin göreve gelmesiyle geleneksel Amerikan dış politikasının yeniden işler hale gelmesi bekleniyor. AB ve ABD arasında belki eskisinden de güçlü bir Transatlantik ittifak kurulması isteniyor. Değişen dengeler, çok kutuplu dünya iki aktör arasında ittifakı zorunlu kılmakta. Yeni dönemde daha görünür ve eşgüdüm içinde çalışan bir Transatlantik blok göreceğiz. 2021 farklı bir yıl olacak n Erdoğan mart ayındaki zirveden de bir şey çıkmasının mümkün olmadığını söyledi. Katılır mısınız? Önce şunu tespit etmek gerekir: Sayın Erdoğan ve politikaları AB içinde bir grubun çok işine geliyor. O konuştukça ellerini ovuşturuyorlar. Bu kesim Türkiye’yi AB’de istemeyenler, Merkel’in partisinin de başını çektiği Hıristiyan Demokratlar. 3 Ekim 2005’ten bu yana şunu keşfettiler: Türkiye’nin AKP iktidarları ve Erdoğan’ın liderliğinde AB’ye üye olması çok güç, çünkü uygulama ve politikaları Türkiye’yi AB’ye taşımayacaktır, “imtiyazlı ortaklık”a evet diyecektir. Erdoğan’ın politikaları bizi tam olarak, “imtiyazlı ortaklık”a sürükledi. Ki o da bir sömürge düzenidir. Karar masasında olmadan, masada alınan kararları alıp uygulamayı ancak sömürgeler kabul eder; imtiyazlı ortaklık tam da budur. Türkiye Cumhuriyeti bağımsız ve egemen ülke olarak bunu kabul edemez. Türkiye’yi çağdaş demokratik standartlara ancak demokrat, cesur, ülkenin çıkarlarını kendi kişisel çıkarları üstünde tutan ve ideolojik hırslarının mahkumu olmayan bir iktidar ve lider çıkarabilir. 20052006’dan bu yana süren Merkel ile Erdoğan ortaklaşmasında bu Hıristiyan Demokrat gizli gündemini iyi okumalıyız. Merkel’in görev süresinin 2021’de son bulduğunu da not edelim. n Ne demek istiyorsunuz? 2021 her bakımdan farklı bir yıl olacak. Mevcut ABD yaptırımları, adı konmamış ama uygulanan yaptırımlar ve ambargolardan bazıları ABD ve AB arasında Türkiye politikasındaki senkronizasyon ile birlikte bambaşka yerlere evrilebilir. Elbette bütün bu kötü yönetim sonuçlarının bedeli yine vatandaşın sırtına vergi olarak biniyor. Saray’da oturanların canı yanmıyor. Ekonominin durumu zaten ortada. Sayın Erdoğan’ın yerinde olsam artık eskimiş ve Batı’da artık deşifre edilmiş kritik zirveler öncesi sevgi, sonrası nefret mesajı verme taktiğini, yurtdışına ayrı iç kamuoyuna ayrı konuşmayı bir kenara koyar, akılcı, ulusal çıkarlarımızı önceleyen, yurtsever bir siyaset anlayışıyla hareket ederdim. Bu eskimiş taktiklerle martın sonu kışa dönebilir. Bu süreçte basın özgürlüğü ve siyasi tutuklamalar anlamında Türkiye’de bir tavır değişikliği bekliyor musunuz? Bazı kritik davalarda serbest bırakmalar olacağını sanıyorum, fakat onun dışında seçim yasasından internet yasasına her alanda yapılan düzenlemeler bize, daha baskıcı, gözetim üzerine kurulu yönetim anlayışının devam ettiğini gösteriyor. Reform sözcüğü dillere pelesenk olsa da çok söz az icraat var. Aslında iktidar da bu durumun sürdürülebilir olmadığının farkında fakat otoriterleşme böyle tek yönlü bir yoldur. Bir kere girerseniz çıkmanız zordur. Zayıflıklarınızın mahkumu olur, geri dönemezsiniz.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear