23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 5 AĞUSTOS 2019 PAZARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr olaylar ve görüşler YAŞ kararları: Turpun büyüğü heybede Ahmet Yavuz EMEKLİ GENERAL Son Yüksek Askeri Şura kararlarını nasıl okumalıyız? Bu yazıda bu soruya iki boyutlu bir yanıt vermeye çalışacağız. İlki, kısmen son kararların bireyler üzerinden okunması anlamında; ikincisi, varılmak istenen yere dikkat çekmeye yönelik olacak... Uzun zamandır askersiyaset ilişkileri sorunlu seyrediyor. Türbülansta demek daha doğru olur. Bir türlü de çıkılamayan cinsten...  Çünkü AKP orduyu istediği şekle henüz sokamadı. Ama bu yolda gayretini eksik etmiyor. Devleti parti devletine dönüştürmüştü; siyaset bilimci Heywood’un deyimiyle orduyu da kendi aynası haline getirmek istiyor. (1) Böylece süreç tamamlanmış olacak. Aslında bu yürüyüş 1725 Aralık travması ve 15 Temmuz meşum darbe girişimiyle kısmen farklılaşmıştı. Bu bir zorunluluktu. Fakat kısa sürdü.  Ayrıca darbe girişimini fırsata çevirmişti ve kabaca da olsa TSK’ye istediği şekli vermişti. Artık yeni yapının içini istediği gibi doldurmanın adımlarını atıyor. İşte son YAŞ kararları böyle bir bağlam içinde anlam kazanıyor.   Kısa da olsa kişilere değinelim 15 Temmuz gecesi İstanbul’da darbenin seyrine etki eden beş albayın oynadığı kritik rolü hatırlayalım. Bu konudaki detayı “Vesayet Savaşları”nda okumak mümkün. (2) Bu kıymetli vatan evlatların AKP, iktidarı süresince, din temelli adımlarla devletin tüm kurumlarını kendi aynası haline getirdi. Liyakat yerine partiye sadakate bıraktı. İçinde minimum düzeyde asker bulunan yeni YAŞ kararlarıyla da TSK’yi de kendi aynası haline getirmeye çalışıyor. dan Kurmay Albay Sait Ertürk 66. Tugay kışlasında darbecilerle girdiği çatışmada şehit olmuş, aynı çatışmada Albay Davut Ala ağır yaralanmış; Kurmay Albay Hançeri Sayat ve Kurmay Albay Erkan Olgay ise Maltepe’de 2. Tugay kışlasında tugay komutanını derdest etmişlerdi. Böylece her iki kışladan da ilave zırhlı araç ve tankların sokağa çıkmasını engellemişlerdi. Gece boyunca bu kahramanlıkları yapan arkadaşlarıyla koordineli çalışan bir albay daha vardı: Balyoz mağduru Nedim Ulusan. Ulusan’ı üç yıldır terfi ettirmediler; Sayat ve Olgay’ı ise üçüncü yıllarında emekli ettiler. Ala, tuğgeneral olarak görevine devam ediyor. Bunlar, iktidarın 15 Temmuz hikâyesine pek uymadığı için toplum tarafından yeteri kadar bilinemedi. Afrin’e bayrak diken Tuğgeneral Mustafa Barut’u da emekli ettiler. Kendisini tanıyanlar gerçek bir savaşçı komutan olduğunu söylüyor ve mesleki vasıflarının üstünlüğüne vurgu yapıyorlar. Emekli edilenler arasında şahsen mesleki ve ahlaki yetkinliklerine güven duyduğum başkaları da var. Geçen yıl da Jandarma’da o gecenin kahraman subaylarını emekli etmişlerdi. Bunlar tesadüf olamaz. Deniz Kuvvetleri’nde emekli edilen yedi tuğamiralden beşi Balyoz mağduruydu. Aralarında FETÖ ile mücadelede başat rolü olanlar vardı. Tesadüf müdür? Umarım... Bu yıl davalardan mağdur edil miş iki albay amiralliğe, bir tuğamiral tümamiralliğe; bir tuğgeneral de tümgeneralliğe terfi ettirildi. Bu, kısmen de olsa liyakatin henüz tamamen devre dışı olmadığının işaretidir. Terfi edenler arasında terfiye layık subaylar da vardır. Sevindiricidir. Ama bir kısmının partice benimsenmiş kişiler olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Partiyle ilişkileri siyasi görüş ve dindarlıktan öte, tarikat etkinliğine işaret ediyorsa bunun bir felaket habercisi olduğunu söylemeden geçmeyelim. Zira askeri okullara öğrenci alımlarında mülakat komisyonlarında yaşananlardan yansıyanlar da bu kaygı ve şüpheleri beslemektedir. Esas tehlike önümüzde Son dört yıldır tüm, kor ve or seviyesinde emekli edilen general/amiral sayısı terfi ettirilenlere göre çok daha fazladır. Mesela, Kara Kuvvetleri’nde 2016 yılında 10 orgeneral varken 2019’da bu sayı 4’tür. Korgeneral/amiral ve tümgeneral/amiral sayılarında da benzer bir durum söz konusudur. Bu tablo bize, AKP’nin 2016 ve sonrasında tuğgeneralliğe/tuğamiralliğe terfi ettirdikleri arasından 2023’e gelindiğinde kendi komuta heyetini oluşturmayı amaçladığını anlatmaktadır. Zira KHK ile yapılan orgeneral ler/oramiraller hariç rütbe bekleme sürelerindeki düzenlemeler buna imkân vermektedir.  Safça yaklaşıldığında şu sorulabilir: Bütün bunlar TSK’yi küçültmeyi öngören yeni yapılanma konseptinin hayata geçirilmesinin yansımaları olabilir mi? Eğer asıl konu buysa önce teşkilatlanmanın tamamlanıp personel düzenlemesinin daha sonra yapılması gerekmez miydi? Dolayısıyla pek öyle görünmüyor. Çevremizin ateş topu olduğu bir dönemde bir yandan askerlik yasasını değiştirerek ordumillet bağının sembolü olan Mehmetçiği paralı asker haline getirmek ve liyakat temelli terfi yerine sadakat temelli bir yapıyı terfilerde öncelemek kabul edilebilir bir yol değildir. Sözün özü  AKP, iktidarı süresince, din temelli adımlarla devletin tüm kurumlarını kendi aynası haline getirdi.  Liyakat yerini partiye sadakate bıraktı. Yeni yönetim sistemiyle de devlet iyice tıkandı. Bu durum üretim, eğitim, adalet, dış politika alanlarında devasa sorunlar doğurdu. Güvenlik malumları... İçinde minimum düzeyde asker bulunan yeni YAŞ kararlarıyla da TSK’yi kendi aynası haline getirmeye çalışıyor.  Ülkemiz geçmişte askersiyaset odaklarının aşırı ayrışmasından çok çekmişti. Şimdi de birbirine yapışmanın sancılarını çekiyor. Bunun kazananı olmaz. Heybedeki turp büyük, acı da üstelik. Kimse sevinmesin! (1) Andrew Heywood, Siyaset, Adres Yayınları, 2012, s.489. (2) Ahmet Yavuz, Vesayet Savaşları, Kırmızı Kedi Yayınları, 2017, s.222. Kadın üniversitelerinin hukuki gerekçesi RAZİYE KARABEY Dengekontrolden azade tekadamın G20 toplantısı için gitmişken Japonya’da yapıverdiği tekil bir “yeni tespit”ten ve YÖK’e verdiği buyruktan ibaret değil kadın üniversiteleri. Buzdağının görünen yüzüdür: Hem hukuk sistemimize aykırıdır, hem de ortaöğretim düzeyinde hızla yüzde 15’e ulaşan tek cinsli okul oranının da gösterdiği gibi ucu açık bir meydan okumadır. Söz konusu girişim muktedirin son yıllardaki, kadının güçsüz bir fıtrata sahip olduğu, bu nedenle erkekle eşit olmadığı fetvalarına uzanır. Bu görüşe göre, “yaradılıştan gelen becerilerini gözetmeden erkeği ve kadını aynı kefeye koymak ve güçlüyle zayıfı aynı yarışa sokmak adaletsizlik(tir).” Bunun doğal sonucu, kadınların cinsiyetlerinin getirdiği becerilerine uygun üniversitelere gitmesi olacaktır. Yani, “Eski Türkiye”yi “başörtülerini bahane ederek kadınları kamudan dışlama(kla)” suçlayan “Yeni Türkiye”nin amacı, kadınları fıtratlarına uygun üniversiteler ve çalışma alanlarıyla sınırlamaktır. Öyleyse iktidara sormamız gerekiyor; kadın üniversitelerinin: Kaynağı nedir? Kadınların fıtratı nedir? Erkeklerin fıtratı nedir? Diğer cinslerin fıtratı nedir? Bunları atıf yaptığınız hangi kaynak belirlemiş veya belirleyecek? Uygulaması nasıldır? Örnek aldığınız Japonya’da olduğu gibi ve tekadam buyruğunun öngördüğü gibi, kadın üniversitelerinin mekânlarına ek olarak, konuları da farklı olacaktır. Bu farkları hangi kaynak, hangi ölçütlere göre belirleyecek? Hukuki gerekçesi nedir? Kamu yararı/talebi içeren herhan gi bir hukuksal dayanağı var mı? Eğitim Temel Kanunu’nun 15. maddesine göre bir “zorunluluk” mudur, anayasa madde 10’a göre bir “pozitif ayrımcılık” mıdır, nedir? Girişim özetle aşağıdaki mevzuat çerçevesinde irdelenebilir: 1. Uluslararası Sözleşmeler Türkiye, onayladığı uluslararası sözleşmelerle özellikle BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi ile kadınerkek eşitliğini tanımayı, cinsiyet ayrımcılığını “kadına karşı şiddet” olarak kabul etmeyi, toplumun kadınlara karşı geleneksel önyargılarına ve onlar için uygun gördüğü “toplumsal cinsiyet” rollerine dayalı her türlü ayrımcılıkla mücadele etmeyi taahhüt etmiştir. Ayrıca BM Binyıl Kalkınma Hedefleri kapsamında, 2030 yılına kadar toplumsal cinsiyet eşitliğini geliştirmek için çalışacaktır. Bu taahhütler çerçevesinde Meclis’te “Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu” kurulmuştur. Kadın üniversiteleri ise, tekadamın kadınerkek eşitliğini ve toplumsal cinsiyet eşitliğini reddeden fetvalarının bir ürünü olarak, tüm bu taahhütlerimizi hiçe sayan bir girişimdir. 2. Anayasa Anayasanın 10. maddesine göre kadın ve erkek kanun önünde eşittir ve eşit haklara sahiptir. Devletin bu eşitliği yaşama geçirmek maksadıyla alacağı tedbirler eşitlik ilkesine aykırı değildir. Madde 41; ailenin, eşlerin eşitliğine dayandığı hükmünü amirdir. 3. Milli Eğitim Temel Kanunu Bu girişim, öğretimi laikleştiren Tevhidi Tedrisat Kanunu’yla olduğu kadar, Eğitim Temel Kanunu’yla da çelişmektedir çünkü Eğitim Kanunu’nun temel ilkesi karma eğitimdir, ancak “zorunluluk” halinde bazı okullar yalnızca kız veya yalnızca erkek öğrencilere ayrılabilir. Halen ülkemizde kızların isteyip de gidemediği bir okul bulunmadığına göre, zorunluluk kılıfının geçersiz olduğu aşikâr. Buna rağmen, iktidarın kadın üniversitesini hangi gerekçeyle bir “zorunluluk” haline getirebileceği sorusunda Aydeniz A. Tuskan dinsel referanslara işaret etmekte: “Karma eğitimden sapma, ortaöğretimde imam hatipleşmeye yol açtı. Gerekçesi, kadını dini baskı altına almak, bu yıl Meclis onayına sunulan İslam Kalkınma Örgütü Tüzüğü’nün de amaçladığı gibi onu ‘erkeğin saygıdeğer eşi’ olarak eğitmektir. Biliyorsunuz YÖK, Yükseköğretim Kurumları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’ni durdurdu ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi’ni web sitesinden kaldırdı. Yani iktidar, kanundaki ‘zorunluluk’ halini dinsel gerekçeler olarak anlıyor.” 4. Medeni Kanun Medeni Kanun, aile birliğini eşlerin beraberce yönettiğine, her bir eşin birliği temsil ettiğine hükmeder. 5. Kalkınma planları 20192023 dönemini kapsayan 11. Kalkınma Planı öncesindeki kalkınma planları “kadınerkek eşitliğine” ve “toplumsal cinsiyete” atıfta bulunurdu. Yeni planda bu iki kavram da çıkarıldı. Görüldüğü gibi kadın üniversitelerinin hukuksal tabanı yok tur, zira iç ve dış birincil mevzuatın hepsi özetle şuna hükmediyor: 1) Kanun önünde kadın ve erkek eşittir. 2) Devletin görevi, “toplumsal cinsiyet” eşitsizliğiyle mücadele etmektir. Burada, altı tekrar tekrar çizilmesi gerekli nokta, cinslerin eşitliğine asıl dayanağın, Cumhuriyetin laik felsefesi olduğudur. Öyleyse, tüm hukuk sistemimiz kadınerkek eşitliği üzerine inşa edilmişken, kadının erkeğe eşit olmadığına tekadam nereden aldığı bilgisiyle, hangi donanımla ve daha da önemlisi, hangi cesaretle hüküm veriyor? Anlaşılıyor ki, kadınlar talep etmediğine göre bu girişim dinsel referanslarla politika yapan bir tekadamın kişisel tercihidir. Kadınlara eğitim imkânının verilmediği dönemlerde bir teşvik, bir ara dönem aracı olarak dünya genelinde yararlı olan kadın üniversiteleri, eşitliğin simgesi olan karma eğitimin sağlanabilmesi sayesinde başlangıçtaki fonksiyonunu ve ilerici rolünü kaybetmiştir. Çoğu ülkenin önüne geçerek ta 1924’te karma eğitimi ve kadın haklarını tanıyan Türkiye’de, üstelik bu hakların hukukumuzda kökleşmesinin 100. yılını kutlamaya hazırlandığımız bu aşamada, karma eğitimi sorunlu bir mesele haline getirme ve dünyaca kabul gören bir trendi tersine çevirme çabasındaki kadın üniversiteleri, bu nitelikleri nedeniyle gerici bir girişimdir; olumsuzluğa geri dönüştür. Amacı seçme özgürlüğü sağlamak değil, laik bir ülkede cinsiyet ayrımcılığı yapmaktır. Kadınerkek eşitliğini reddeden, kadını eşit eğitim ve öğrenim hakkından mahrum ederek temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan bu girişime, muhalefet partileri başkanları başta olmak üzere tüm Cumhuriyet bileşenleri karşı durmalıdır. Güçlü bir şekilde. Türk demokrasisinin ‘sistem’ sınavı... Nisan 2017’de yapılan referandumla anayasada bir değişim yal Sultanizm uygulamasına doğru evrilmektedir. İşte tam da bu nedenle, yol yapıldı, adına “Cumhur yakınken, Türkiye’nin ana başkanlığı Hükümet Siste yasa, yasalar ve hukukun mi” denildi. Yaratılan “tek üstünlüğünde, kurumlar, adam” sisteminden baş profesyonel ehil bürokrat kası değildi. Cumhuriyet, ların katkısıyla ve ‘barika çağdaş anayasa huku yı hakikatin müsademeyi kunda yeri olmayan ve bi efkâr ile doğacağını’ kabul rinci yılında tıkanan siste ederek, özgür bir fikir tar min eksikliklerini, aksak tışması ortamında yöneti lıklarını yazmakla kalma mi uygulamasına geçme dı. Cumhuriyet’in sayfala sinde büyük yarar varmış rı siyasilere yol gösterici bir gibi görünmektedir.” tartışma zeminine dönüş Geçen hafta tartışmaya tü. Alev Coşkun’un Olay eski Genelkurmay Başka lar ve Görüşler sayfasın nı İlker Başbuğ, CHP Ge da yer alan makalesinin nel Başkan Yardımcısı Yu ardından Prof. Dr. Ersin nus Emre yine Olaylar ve Kalaycıoğlu’nun uyarı do Görüşler sayfasında yayım lu yazısı geldi: lanan yazılarıyla katıldılar. “Bugünkü rejim, yok Yazarlarımız sistem tartış hükmündeki anayasası, malarını köşelerinde irdeler eşitsiz uygulanan anaya ken; muhabirlerimiz de si sa ve yasaları, kamu yö yasi partilerin, liderlerin me netimindeki etkinlik azal sajlarını aktardı. Türk de ması, yasamanın etkisiz mokrasisinin bu sistemle sı leşmesi, yargının bağım navı gösteriyor ki ülkenin lı taraflılığı ve siyasal ka laik Cumhuriyet, Atatürk rar merciindeki merkezi devrimleri, kurtuluş, kuruluş leşme ve şahsileşme gö savaşımlarının değerleriyle, rüntüsüyle vitrininde mo hukukun üstünlüğünde bir dern, vitrin gerisinde pat yönetime dönüşümü ger rimonyal yönetim özelliği çekleştirecek çıkıştan baş gösteren bir neopatrimon kaca bir çıkış yolu yok... Cebenoyan’ın ardından... Tarih: 30 Aralık 1994... Terör örgütü PKK, The Marmara Oteli’nin girişindeki Opera Pastanesi’nde bombalı saldırı düzenledi. Alçak saldırıda yazarımız Onat Kutlar ve Yasemin Cebenoyan katledildi. Arkeolog Cebenoyan patlama anında yaşamını yitirirken, Kutlar yoğun bakımda verdiği yaşam mücadelesini 12 gün sonra kaybetti. Patlamanın yaşandığı sırada Cumhuriyet’in gece muhabiriydim. İlk önce otelin önüne, oradan da Kutlar’ın kaldırıldığı hastaneye gittim. Kutlar’ın durumu ağırdı, ameliyata alınacaktı. Cumhuriyet muhabiri olduğum için eşi Filiz Kutlar’la ameliyathanenin kapısına kadar gidebildim. Onat Kutlar’ı taşıyan sedyeyle hemşireler önümüzden geçerken gazetecilik refleksiyle bir kare fotoğraf çektim. Bu son kareydi... Değerli yazar Cüneyt Cebenoyan’ın önceki gün trafik kazasında yaşamını yitirmesinin ardından bir anda 25 yıl öncesine döndüm. Saldırıda ablasını kaybeden Cüneyt Cebenoyan’la ilgili dün yazarı olduğu BirGün’de Sevin Okyay’ın yazısını okurken dikkatimi çekti. Okyay, “Faillerden söz edilmeyişi seni Yasemin’in kaybı kadar üzmüş, sarsmıştı” diye yazıyordu. Evet... Cüneyt Cebenoyan sözleriyle teröre isyan ediyordu: “Katile katil demezseniz, mağdura da mağdur dememiş olursunuz. Eğer katili adını vererek lanetlemezseniz, katili koruyup kollamış olursunuz. PKK, hiçbir cinayetinde lanetlenmiyor benim ait olduğum çevre tarafından. Benim şehrimde, Dolmabahçe’de katliam yapıyorlar; orada bulunma ihtimali hayli yüksek insanların sosyal medya paylaşımlarına bakıyorum; PKK lanetlenmiyor. Bir umutla bekliyorlar, saldırıyı yapan örgüt IŞİD çıksın diye; çıkmıyor. O zaman, sessizlik.” Yazarın dediği gibi, Cüneyt Cebenoyan, “Belki de onlarca insanın yüzlerce yılda yaşayabileceği acıların toplamından fazlasını yaşadı bu dünyada...” Kalemi önünde saygıyla eğiliyorum... Kaz Dağları sahipsiz değil Bugün Kaz Dağları için büyük eylem günü. Cumhuriyet, çevrecilerin eylemini tüm yönleriyle okuruna yansıtmak için bölgede. YouTube’dan yayına başlayan Cumhuriyet TV de bölgedeki gelişmeleri aktaracak. Önümüzdeki günlerde yazarımız Miyase İlknur ve foto muhabirimiz Vedat Arık’ın izlenimle rini, fotoğraflarını “Kaz Dağları Gerçeği” dizisiyle okurumuzla paylaşacağız. Kurban Bayramı’nda da Cumhuriyet’i elinizden bırakamayacaksınız. Yazı dizileri, özel röportajlar ve haberlerle bayramda dolu dolu bir gazeteyle okurumuzun karşısına çıkacağız. Uğur Mumcu’nun dediği gibi, “Her gün bir ekmek bir Cumhuriyet...”
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear