02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 25 AĞUSTOS 2019 PAZAR [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Tarih satılamaz! Evangelistler ve Trump Müfit Akyos 27Temmuz sabahı Cumhuriyet portalda bu haberi okuduğumda kalbim sıkıştı. Ankara’da yaşamış eski bir demiryolcu babanın çocuğu olarak beynime hücum eden anılardan adeta düşünemez olmuştum. İlk aklıma gelen hemen her yıl buharlı trenlerle yaptığımız 3638 saatlik AnkaraErzurum yolculukları oldu. Daha sonra Boğaziçi Ekspresi ile yapılan Ankaraİstanbul yolculukları. Yalnızca gar binasını değil, bir kompleks olarak inşa edilmiş alanın hemen her noktasını lise çağlarına kadar ayrıntısıyla bilmek içimde yükselen isyan duygusunun kaynağıdır. TCDD İstihlak Kooperatifi’nin ev ekonomimizdeki yeri, küçük sağlık polikliniğinden aldığımız hizmetler, yazın babamın bana kurum kütüphanesinden sürekli taşıdığı siyah ciltli kitaplar, gar binasının her seferinde beni etkileyen çok yüksek tavanı ve mermer kaplı zemini, peronlarda asılı duran kocaman saatler, hazırlığı yapılan tren katarlarının her bir tekerini elindeki uzun saplı küçük çekici ile kontrol eden görevlilerin ciddiyeti, bekleme salonlarındaki özel tasarım tahta kanepeler, garların olmazsa olmazı divaneler, lokomotiflerden püsküren beyaz buharların yansıttığı etkileyici makine gücü, ancak üniversite çağında yemek yiyebildiğim gar lokantasının bembeyaz örtülü masaları, yolculukla ilgili her şeyi bulabileceğiniz gar büfesi, kadrolu yük taşıyıcıları, camlarından merakla baktığımız özel yolcu ağırlama bölümü, kırmızı şapkalı gar şefinin adeta gücünü yansıtan elindeki yol verme aletiyle trenin yanına gelip elini havaya kaldırmasıyla koca katarı çekmek için kükreyen lokomotifin ilk hareketi... Buraya kadar yazılanlara ek TCDD’nin Ankara’daki tarihi binası, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın kurucusu olduğu Medipol Üniversitesi’ne verildi. Bu yalnızca bir rant konusu mudur? Cumhuriyetimizin mekânsal izlerini taşıyan yapılara yapılan saldırılara bakıldığında böyle olmadığı çok açık görülebilir. lenecek, ayrıntılandırılacak pek çok anı var elbette, ancak yukarıdaki haber hepsini kara bir bulut gibi örtüyor. Oysa ki gerçek gazeteci Çiğdem Toker, Cumhuriyet’teki 1 Haziran 2018 tarihli yazısında olacakları çok önceden haber vermiş bize, “Ankara Garı kime rant olacak?” başlıklı yazısında. Bu yazıya göre “Maliye Bakanlığı, TCDD ve TOKİ arasında 13 Mart 2018’de imzalanan, üçlü protokol” ile kumpas başlatılmıştı. Hızlı tadilat 1928 yılında yapılan ve Devlet Demiryolları 2. İşletme Başmüdürlüğü olarak kullanılan, daha sonra misafirhaneye dönüştürülen tarihi bina, yükseköğrenimdeki demiryolcu çocuklarının kaldığı, daha sonra resim galerisine dönüştürülen bina ve kreş binası Medipol Üniversitesi’ne verilmiş. Hızla yapılan tadilatlarla binalar kullanıma hazır duruma getirilmeye çalışılıyor. Gördüklerimden hâlâ kullanılmakta olan etkileyici duvar seramikleriyle süslü Porto Garı’nın, Paris’teki garların, Milano Merkez Garı’nın ve benzerlerinin hiçbiri için böylesine vefasızlık, saygısızlık, açgözlülük taşıyan bir son akıllardan geçmemiş, geçememiştir. Bu yalnızca bir rant konusu mudur? Son çeyrek asırdır Ankara’da Cumhuriyetimizin mekânsal izlerini taşıyan yapılara yapılan saldırılara bakıldığında böyle olmadığı çok açık görülebilir. Bu durum, yeni Cumhuriyetin UlusÇankaya ekseninde modernleşmesinin simgesi sayılan yapıların yok edilmesiyle doğrudan Cumhuriyeti ve değerlerini yok etmek isteyenlerin elle tutulur gözle görülür tahribatlarının bir diğer örneğidir. Ne yazık ki teslim etmekle suç ortaklığı yaptığımız Ankara yerel yönetiminin son çeyrek yüzyılda başkentimize yaptıklarıyla bu kötülükte payı çok büyüktür. Gelinen noktada ilk görev Ankara’nın yerel yönetimlerini devralan ve kendisini Cumhuriyetçi görenlere düşmektedir. Bu görev öncelikle başkent Ankara’daki Cumhuriyetin bütün izlerini titizlikle korumak ve olanaklı ise kaybedilenleri yerine koymaktır. Böylesi bir görev elbette ki yurtseverlik ve uzmanlık gerektirmektedir. Her zamanki gibi TMMOB ve Mimarlar Odası’nın uzmanlıklarıyla konunun en büyük destekçisi ve izleyicisi olmalarını beklemek hakkımızdır. Bütünlüğü yok ediliyor Ulusal Kurtuluş Savaşı süresi ve sonrasında, küçük bir kasaba garı boyutlarındaki görüntüsünün çok ötesinde, Cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık eden Ankara Garı, yeni Türkiye’nin 15 yılda geldiği noktayı yansıtacak görkemde bir gar kompleksine kavuşturulmak üzere Bayındırlık Bakanlığı’nda çalışan 25 yaşında genç bir mimara, Şekip Sabri Akalın’a emanet edilmiştir. 4 Mart 1935’te başlayan inşaat 30 Ekim 1937’de tamamlanmıştır. Sonrasında “Türkiye Cumhuriyeti Başkenti”nin garı olması nedeniyle ekseninde Cumhuriyet tarihimizin önemli bir bölümünü okumak ve yazmak olanaklıdır. Bu son yağma ile gar bölgesinin bütünlüğü yok edilmektedir. Çok yakın geçmişin, kanlı gar katliamının (10 Ekim 2015), izlerini de taşıyan böylesi bir yapının olağan demokratik yönetimlerde doğrudan “suisitimal” olarak değerlendirilecek bir biçimde özel hastane patronluğundan Sağlık Bakanlığı’na getirilmiş bir kişinin kurduğu üniversiteye “peşkeş” çekilmesini (TBMM Başkanı’nın kulakları çınlasın) yurtsever hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının kabul etmesi beklenmemelidir. Hukuka güven tükenince Hukuka güven kalmaması toplumu çok tehlikeli bir sürece soktu. Hukuksuzluk algısı meydanı kendi hukukunu uygulamaya soyunanlara bıraktı. Herkes, kendi hukukunun savcısı, yargıcı, infaz memuru... Suçluyor, yargılayıp hüküm veriyor, arkasından hükmünün gereğini yerine getiriyor. Çağatay Güler Gazeteler, televizyonlar kana bulanmış durumda. Saniyesi saniyesine cinayet görüntüleri nerede ise haber standardı haline geldi. Cinayet ve kişilerin kendilerini koruyamayacak hale gelecek biçimde sakatlanmaları televizyon ve filmlerde olağanlaştırılırken kimse umursamadı. Herkes işine gelmeyeni düşmanlaştırıp linç ederken kimse aldırmadı. 7+ uyarısını koymanın sorunu çözmeyeceğini gören olmadı. Etkisiz şekilcilik, önlemeye yönelik adımlar atılmasını sağlamaktan çok bu olağanlaştırma sürecine katkı yapmaktan başka bir işe yaramıyor. Gerçekçi irdelemelere olanak verecek sağduyuyu yitirmiş gibiyiz. Hukuk ve hak arama alabildiğine pahalandırıldı. Hak aramayı, ekonomik ve zamansal maliyeti her babayiğidin üstesinden gelebileceği bir iş olmaktan çıkardı. Bir de buna herkesin kendi hukukunu geçerli sayması eklendiğinde biz sıradan vatandaşların durumunu bir düşünün. Kim neden tutuklanıyor, kim neden salınıyor anlayabilmek mümkün değil. Biri için geçerli olan, diğeri için neden geçerli değil diye so ran yok. Sorduğunuzda birilerini kızdırabilirsiniz. Yaşamınız cehenneme dönebilir, işinizden gücünüzden olabilirsiniz.. Tehlikeli süreç Açık pazarlarda av malzemesi satan sergilere bakın: Muştalar, tahta sopalar, bıçaklar, kamalar harcıâlem oyuncak niyetine üç otuz paraya. Muşlar, zincirli sopalar, çivili topuzlarla kim ne avlıyor? Pala sallayan, yaralayan, öldüren serbest kalabilirken, “hak, hukuk, adalet” demek cinai bir eylem muamelesi görüyor. “Üretilmiş, düzmece kanıtlarla suçlananlar” yıllarca hapiste yatabiliyor. Bir zamanlar gündemde olan “Bir samsa baklava çalan çocuk”, “kırmızı kalemle yazı yazan lise öğrencisi” üzerinde durulmaya değmeyecek konular haline geldi daha sonra yapılanlar yanında. Savaş zulmünün en acımasız aşamasını tanımlayan bir söz vardır: “Vae victis!” yani “veyl mağluba!” Artık o söz “veyl sahipsize” mi oldu? Acımayın korunmasıza mı? Kahrolsun dayısı olmayanlar mı? Hukuka güven kalmaması toplumu çok tehlikeli bir sürece soktu. Hukuksuzluk algısı meydanı kendi hukukunu uygulamaya soyunanlara bıraktı. Herkes, kendi hukukunun savcısı, yargıcı, infaz memuru... Suçluyor, yargılayıp hüküm veriyor, arkasından hükmünün gereğini yerine getiriyor. Çekiyor pompalıyı, vurup kaçıyor. “Benden değil” diye, “töre” diye, “bana göre o ahlaksız” diye; “bana mı ha, bana mı”, “sen benim kim olduğumu biliyor musun” diye sorarak pala sallayanlar, silah çekenler, döven, yaralayan, öldürenler alabildiğine arttı. Kimileri neredeyse tarih ve saat veriyor. Dediği gün infazını yapıp ikinci kurbana infaz saatini bildiriyor. Ufacık bir ağız dalaşının ölümlü bir olaya dönüşmeyeceğinden kimse emin değil. En basit trafik karmaşasında bile levyeyi çeken fırlıyor. Çok iyi ağıt yakıyoruz... Yasa koyucular bile küfrediyor, tekmeliyor, dövüyor birbirini. Bilimsel kanıtlara göre bu gibi eylemlerde beynin üst merkezlerine gerek yok. Evrimsel olarak geri canlılarda da bu davranışlar var. Görgü tanığı durumundakiler video çekmeye koyuluyorlar. Çok iyi ağıt yakıyor, cenaze törenleri düzenliyoruz. Önlem almakla görevli olanlara göre bütün bunlar “karşı taraf” yüzünden. Kimi aydınlarımız başımıza gelenleri kuramsal olarak çok güzel açıklıyorlar, ancak başımıza gelebileceklerle ilgili gerçekçi çözümler arama geleneğimiz yok, olsa bile sesini duyurabilme olanağı alabildiğine kısıtlanmış durumda... Görün artık! Sanki bir infaz serbestliği var! İpsizi sapsızı aklına göre hüküm verip infaz ediyor! Ölen öldükten sonra “şöyle olsaydı, böyle olmazdı” gevelemelerini bırakın! Ne yapacağız kınayı bayram geçtikten sonra! Prof. Dr. Türkkaya Ataöv ABD Başkanı Trump, kendi ülkesinde ve dünyada saldırganlığı, buyurganlığı ve eleştirilere karşı hoşgörüsüzlüğü ağır basan bir demagog olarak biliniyor. Rakiplerine “ruh hastası yalancılar” ve “korkaklar” gibi yakıştırmaları sesi titremeden yapmakta. Göçmenler için “onlar terörist” genellemesini de yumurtladı. Oysa, neredeyse topu yok edilmiş olan yerliler dışında, Amerikalıların tümü göçmen ya da göçmen çocuğudurkendi ve eşi dahil. Para kazanma dışında bilgi dağarcığı sıfır dolaylarında görülüyor. Haiti gibi siyahi toplumlara “b...klu kuruluşlar” gibi benzetmeleri yapması hayretler uyandırmaktadır. Kimi siyasetçiler böyle bir başkanı “utandırıcı” buluyor. Seçtiği yardımcılarıyla danışmanlarının art arda görevlerini bıraktıkları oldu, birçoğuna da kendi yol verdi. Görevden azli bile söz konusu oldu. Bu ayrı ve karmaşık bir konudur. Desteğin kökeni Ne var ki, yukarıdaki değerlendirme madalyonun yalnız bir yüzüdür. Öbür kefede Trump’a güçlü bir destek var. Eriyeceğe benzemeyen o destek Hıristiyanlığın ilkel cemaatlerinden beyaz Evangelistlerdir. Son başkanlık seçiminde ona oy verenlerin yüzde 80’i onlardı. Bugün de destekleri, Trump dilediği gibi saçmalasa da onun yanındadır. Onlardan olan 45 bin kiliseli ve 15 milyon nüfuslu Güney Vaftizcileri gibi kuruluşlar Trump’tan kopup gideceğe benzemiyorlar. Bu desteğin kökeni Hazreti İsa’nın ve Protestanlığın kurucusu Martin Luther’in az bilinen hoşgörüsüz yanlarına değin çıkarılabilir. Arada Fethullah Gülen benzeri Billy Graham gibi Evangelist safsatayı yayıp güçlendirmiş olan kurnaz rahip taslakları vardı. Öğrenciliğimde onun martavallarını şaşırarak izlemiştim. Baba Graham’ın imparatorluğunu şimdi oğlu Franklin yönetiyor. İsa, yalnız “sağ yanağına vururlarsa, sol yanağını uzat” diyen kişi değildi. Yetenekli ressamlar Meryem Ana’yla bebek İsa’yı binlerce kez çizip boyamaktan usanmadılar. Michelangelo, Sistine Kilisesi’nin tavanını yıllarca boyarken kambur ol muştu. Kimileri gözleri kapanmış kıza, İsa can verirken çizdiği tabloyla mezun oldu, kimileri de çarmıhtan sonra dünyaya dönüşünü gerçekten olmuş gibi çizdi. Ne var ki, İsa bütünüyle bu değildir. Matta İncili’nde “dünyaya barış değil, kılıç getiriyorum” diyen odur. Yuhanna İncili’nde de “Tanrı Baba’ya benim aracılığım olmadan ulaşamazsınız” diyen de odur. Trump’a oy verenlere de, Trump’ın kendine de sor: Kişinin “kurtuluş”u İsa’ya bağlıdır ve ondan ötürüdür. Trump’ın inancı Luther de eksik biliniyor. Katolikliğe ve Vatikan’daki merkeze karşıydı, ama yalnız İsa ile İncil’i öne çıkardı ve 152425 Alman Köylü Ayaklanması’nda Saray ile kilise işbirliğini destekledi. Bu demektir ki, 100 bin yoksulun öldürülmesinden yana çıktı. Biraz daha iyi yaşam koşulu isteyen köylülere “köpekler” diyor ve öldürülmelerini istiyordu. Bu değerlendirmesini yazıp dağıttı da, daha sert biçimde bir kez daha yazdı. Kuran’ın bir çevirisi basıma hazırlanırken, “düşmanlarımızı tanıyalım da” onları daha kolay tepetaklak edelim diyordu. Amerika’ya ulaşan ilk Avrupalı göçmenler, böyle bir İsa ile Luther anlayışını birlikte getirdiler. Hıristiyanlığın en koyusu, yani en bağnazlarından olan Evangelistler sanki bugün de dar bir saray ve kilise ortamında, sanki şiddet yanlısı İsa ve yoksul çoğunluğa karşı acımasız Luther ve hakhukukadaletten yana sorumlu aydınlara yakınlık duymamış, ayrıca bunu açıklamış olan Billy Graham’ın izdeşleri gibi yaşıyorlar. Siyasetçiler içinde seçip destekledikleri de en başta Donald Trump’tır. Onun adalet örgütlerinin çeşitli aşamalarına atadığı yargıçlar aynı kafa yapısındadırlar. Hak ölçüleri benzer sınırlarla çizilmiştir. Sağlık hizmetlerinin içinde ya da hemen yanı başında, orantısız bir biçimde, kilisenin etkisi görülür. Trump, insan haklarının genişletilmesinden değil, daraltılmasından yana görünüyor. Öteki büyük dinlerden en azından kuşkucudur. Kendini eleştirenleri aşağılar. Tepkileri en azından alaycı, kırıcı, küçük düşürücüdür. Evangelistlerin kendine desteğinin süreceğine inanıyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear