17 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 1 AĞUSTOS 2019 PERŞEMBE [email protected] TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler Türkiye’nin NeoPatrimonyal Sultanizm ile imtihanı Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu Sabancı Üniversitesi Pazar günü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan, “Yönetemeyen DemokrasiArızalı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli” başlığını taşıyan makalesinde Sayın Alev Coşkun, konu üzerinde görüşlerini açıklamıştı. Sayın Coşkun, benim de bu konuda yazı yazmamı beklediğini belirtiyordu. Konu ile ilgili yazımı Cumhuriyet okurlarına sunuyorum. Giriş: Siyasal rejimimizin özü nedir? 16 Nisan 2017 günü yapılan halkoylamasıyla Türkiye, muhalefet tarafından meşruluğu halen tartışılan bir rejim değişikliği geçirdi. Ülkemiz daha önce 21 Ekim 2007 halkoylamasıyla yarıparlamenter rejimden yarıbaşkanlık rejimine değiştirmiş olduğu rejimini, bir kez daha değiştirerek bu kez iktidar koalisyonunun “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” diye adlandırdığı bir rejime geçti. Bu değişikliğin ana öğeleri başbakan ve bakanlardan oluşan hükümetin ilga edilerek yürütme yeniden örgütlenmesiyle değişti. Başbakanlık lağv edildi; bakanların yasamaya karşı sorumlulukları büyük ölçüde ortadan kaldırıldı; bakanların yasama tarafından görevden alınması hemen hemen olanaksız hale getirildi ve bakanlar aslında Cumhurbaşkanı sekreteri oldular. Yasamanın gensoru, sözlü soru gibi yürütmeyi denetleme araçları ortadan kaldırıldı. Yasamanın yazılı sorularla bakanlardan hesap sorma uygulaması korunmakla beraber, soruların yürütme tarafından savsaklanarak yanıtlanmaktan imtina edilmesi süreci başladı. Çarpıcı istatistik Faik Öztrak’ın açıklamalarına göre 21. Dönem Meclisi’nde yazılı sorulara yüzde 87 oranında zamanında yanıt verilirken, şimdi (27. Dönem’de) bu oran sadece yüzde 6’ya düşmüş bulunuyor; soruların yüzde 33’üne zamanı geçtikten sonra yanıt veriliyor; soruların yüzde 55’i ise hiç yanıtlanmıyor (1). Milletvekillerinin bakanlara ulaşabilme ve seçmenlerinin dertlerini aktarabilme şansları da ortadan kalkmış durumda. Yargı büyük ölçüde bağımsızlık ve tarafsızlığını kaybetmiş durumda (2). Özellikle yargıç ve savcı atamalarında AKP üyelerinden yararlanıldığı ve bunların atanmasında liyakata dayalı kuralların esnetildiğini de basından okuyoruz (3). Yürütmede de bakanlıklar başta olmak üzere birçok değişiklik yapılarak, müsteşarlıklar lağv edilip, karar alma mekanizmaları yürütme içinde yeni hükümet mercii olan Cumhurbaşkanlığı mevkiine yönlendirilmiş bulunuyor. Bu gelişmelerle birlikte, 1982 Anayasası’nın “yok hükmünde olduğu” 2016 senesi ekiminde koalisyon hükümetinin ortağı MHP’nin ileri gelenleri tarafından beyan edilmişti (4). 1982 Anayasası’nın yerine yenisini yapmakta başarılı olunamayınca, bu kez de yok hükmündeki anayasanın bazı maddelerini 1982 Anayasası’nın 2017 halkoylaması değişiklikleri ile ortaya çıkan bugünkü rejim yok hükmündeki anayasası, vitrininde modern, vitrin gerisinde patrimonyal yönetim özelliği gösteren bir neopatrimonyal sultanizm uygulamasına doğru evrilmektedir. değiştirerek, hükümetçe sadece o maddelerin geçerli olarak kabul edildiği, gerisi yok hükmünde olan bir anayasa ile yeni rejim ihdas edildi. Halen 16 Nisan 2017 değişikliği dışındaki anayasa maddelerinin hükümeti ne ölçüde bağladığı hususu belirsizliğini koruyor. Bu uygulama birinci yılını doldurduğunda 24 Haziran 2018 seçimlerine gidildi ve yeni bir Meclis çoğunluğu ve Cumhurbaşkanı yeniden seçildi. Ardından ekonomide, dış politikada ve yerel seçimlerle birlikte, iç politikada da çalkantılı bir döneme girildi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ekonomik ve siyasal istikrar doğuracağı iddiasının karşılığı olmadığı anlaşıldı. İlave bazı revizyon gereksinimi olduğu AKP milletvekilleri tarafından bile dile getirilmeye başlandı. Sistem veya rejim değişikliği tartışmalarının da alevlendiği görüldü. Bugünkü siyasal rejimimizin tanımı ve özelliklerine yakından bakmak ve yenilenmesinin mümkün olup olmadığını anlamaya çalışmak durumundayız. Siyasal rejim tanımı ve meşru otorite türleri Siyasal sistemde meşru yetki kullanma hakkına sahip olanlarla (otoritelerle) halkın ve halkın oluşturduğu yapıların (şirket, dernek, kulüp vb.) ve yetkililerin birbirleriyle olan ilişkilerini belirleyen, yetki alanlarını çizen ve uygulamada belirli yazılı yazısız kurallara göre çalışmasını sağlayan yapı, kurum ve kurallar siyasal rejimi oluşturur (5). Siyasal rejimin odağında anayasa ve Meclis içtüzüğü yer alır. Bugünkü siyasal rejimimizden bahsettiğimizde de anayasa, Meclis içtüzüğü ve onlara bağlı olan siyasal yasalar, tüzük ve yönetmelikler ve onların belirlediği çerçevede görev yapan bireysel eylemciler (aktörler) anlaşılır. Geleneksel toplumlarda siyasal yönetim en ilkel düzeyde tek bir ailenin veya bir kişinin elinde, onun akrabaları, dost ve ahbaplarıyla aldığı bağlayıcı kararlar eliyle olduğunda buna, liderin erkek veya kadın oluşuna göre patriyarkal veya matriyarkal yönetim diyoruz. Bu yönetim biçimi gelişme gösterip bazı kamu kurumlarıyla eklemlendiğinde, örneğin; kalemiye, askeriye, ilmiye, mülkiye vb. yapılar ortaya çıkıp kamu yönetimi karmaşık bir düzen halinde geliştiğinde de bu yönetime patrimonyal yönetim adını veriyoruz. 19. yüzyıldan itibaren Sanayi Devrimi ve modernleşme/sekülerleşmeyle birlikte de bu yapı tekrar akrabalar ve arkadaşlarla yönetim aslı değişmeksizin modern devletin kurumlarını ithal edip anayasa, bağımsız mahkemeler eliyle yargı, devlet ve dini kurumların yönetimlerinin ayrışması gibi özellikleri de benimsediğinde neopatrimonyal bir yapıya geçtiğini görüyoruz. Bu kez vitrin ga yet çağdaş ve hatta modern ama arkasında yine akrabalar ve arkadaşlarla yönetim, aynı biçem (stil) ile sürüp gidiyor. Max Weber, bu türün en aşırı uygulamalarında yalnızca tek bir hükümran kişi eliyle de patrimonyal bir yönetim olabileceğini ileri sürmüş ve buna da Sultanizm adını önermiştir. Bu hususu daha ayrıntılı olarak inceleyen Chehabi ve Linz (6) neopatrimonyal türdeki Sultanizmi neoSultanizm diye adlandırılmayı önermişlerdir; ancak bu terim siyaset sosyolojisi yazınında pek de tutulmamıştır. NeoPatrimonyal Sultanizm ile yönetim Neopatrimonyal Sultanizmin beş temel özelliği olduğunu görüyoruz (7). Bu özellikler şöyle sıralanabilir: 1. Hükümet ve devlet arasındaki farkların bulanıklaşması (kuvvetler ayrılığının tersi), yasamanın hiçbir etkinliğinin olmaması, iktidar partisinin hem hükümete hem de devlete hâkim olmasıyla bir tür parti devletinin oluşması. 2. Kişiselliğin yönetim üslubuna egemen olması (personalism): Siyasal kararların tek kişinin takdirine bırakılması (personal discretion of the leader); kurumların yokluğu veya kıymeti harbiyesinin olmaması, siyasal kurumların olmadığı bir yönetim biçiminin oluşması. 3. Anayasal takıyye (constitutional hypocrisy), mevcut anayasa, yasa ve genel olarak her kuralın seçici olarak uygulanması veya yönetimde hiç kale alınmaması. 4. Rejimin toplumsal kökenlerinin zayıflayarak iktidarın merkezileştirilmesi, çoğulculuğun ortadan kaldırılarak devlet ve liderin sınırsız iktidarının kurulması. Siyasal vatandaşlığın sadece liderin başarılarını desteklemek ve etkinliklerine destek vermek ve ona sahip çıkılmasına indirgenmesi. 5. Ekonominin kurallarının çarpıtılarak (distortion) ahbap çavuş ekonomisi halinde işlemesi, kapitalist bir ekonomi mevcutsa bile onun ahbap çavuş kapitalizmine dönüştürülmesi, kısa dönemli kararlara dayanan bir iktisat yönetimine dayalı belirsizlik içinde çalışan bir iktisadi yapının ortaya çıkması. Özetle merkezi, kişiselleşmiş bir yönetimde sivil ve askeri kamu yönetiminin liderin kişisel aracı (instrument) haline dönüşmesi Sultanizmi tanımlamayan temel özelliktir. Neopatrimonyal Sultanizmin görüldüğü Trujillo’nun Dominik Cumhuriyeti, baba ve oğul Duvalier’lerin Haitisi, Somoza’nın Nikaraguası, Mobutu’nun Zaire’i, Marcos’un Filipinleri, Pehlevi’nin İranı gibi rejimlerde ortaya çıkan sosyoekonomik ve siyasal sonuçlar özetle şöyle olmuştur: 1. Kamu bürokrasisi yetki sizleşmiş ve her türlü profesyonel karar üstlere sorularak onay alınmak suretiyle yürürlüğe konulmuştur. Karar alma süreçlerinde zaman uzamış, kararlar sık sık bozulmuş, yenilenmiş ve yönetim belirsizliği artmıştır. 2. Kurumsal yapılar, kurallar, yasa ve anayasa gibi kaynaklara uyulmayan bir yönetim söz konusu olmuştur. Anayasa ve yasaların uygulanmasında eşitsizlik, adamına göre muamele ve kayırma söz konusu olmuştur. 3. Fikir tartışması (müsademeyi efkâr) engellendiği için alınan kararların ne derecede gerçeklere uyduğu anlaşılamaz bir hale gelmiş; bu nedenle de karar alınırken U dönüşleri, tutarsızlıklar, zikzaklar söz konusu olmuştur. Bunlar özellikle ekonomik kararlarda işlem ve cari maliyetleri artırmıştır. 4. Ekonomik belirsizlik, öngörülememezlik, kuralsızlıkla da birleşince yatırım ortamı bundan ciddi olarak etkilenerek kredi ve yatırımlar azalmıştır. 5. Bu rejimlerin hepsinde siyasal, ekonomik ve toplumsal çalkantı, usulsüzlük, hukuk dışı uygulamalar ve yolsuzluk toplumda yaygınlaşmıştır. Sonuç 1982 Anayasası’nın 2017 halkoylaması değişiklikleri ile ortaya çıkan bugünkü rejim yok hükmündeki anayasası, eşitsiz uygulanan anayasa ve yasaları, kamu yönetimindeki etkinlik azalması, yasamanın etkisizleşmesi, yargının bağımlı taraflılığı ve siyasal karar merciindeki merkezileşme ve şahsileşme görüntüsüyle vitrininde modern, vitrin gerisinde patrimonyal yönetim özelliği gösteren bir neopatrimonyal Sultanizm uygulamasına doğru evrilmektedir. Bu sürecin sonu burada sayılan beş maddede özetlendiği gibidir. İşte tam da bu nedenle, yol yakınken, Türkiye’nin anayasa, yasalar ve hukukun üstünlüğünde, kurumlar, profesyonel ehil bürokratların katkısıyla ve “barikayı hakikatin müsademeyi efkâr ile doğacağını” kabul ederek, özgür bir fikir tartışması ortamında yönetimi uygulamasına geçmesinde büyük yarar varmış gibi görünmektedir. Kaynaklar: (1) https://twitter.com/faikoztrak/status/1153313982591242240 (2) https://www.sozcu.com.tr/2018/ gundem/113akplihakimvesavciligaatandi2300765/ https://t24.com.tr/haber/ahmetsikhakimvesavciolarakatananakplilerinlistesiniacikladi,808801 (3) http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/946206/AKPjetatamalarlayargiyicurutuyor.html (4) http://www.hurriyet.com.tr/ gundem/mevcutanayasayokhukmundedir40255439 (5) https://sarkac.org/2017/11/ siyasalsistemverejimnedirersinkalaycioglu/ (6) Houcham E. Chehabi and Juan J. Linz, Sultanistic Regimes, (Baltimore, Maryland: The Johns Hopkins Press, 1998): (7) Søren Schmidt, “The Power of Sultanism,” Raymond Hinnebusch ve Omar Imady (der.), The Syrian Uprising: Domestic Origins and Early Trajectory, (London, New York: Routledge, 2018) içinde: 33 – 40. AYM kararı teröre darbedir Değerli okurlarım bu iktidar, hem bilgisizliğinden ve kararsızlığından, hem de kötü niyetinden, sapla samanı birbirine karıştırdı... Üstelik neyin sap, neyin saman olduğu konusunda çok sık fikir ve emir değiştirerek, insanların tüm duygu ve düşüncelerini, ortak değerlerini tamamen altüst etti! HHH Bir gün terör örgütü PKK ile masaya oturdu... Terörle mücadele eden askerleri kışlalarına, polisleri karakollarına hapsetti... Sınırlarda çadır mahkemeleri kurup sözde yargılamalar yaparak militan peşmergeleri Türkiye’ye ithal etti... Bu politikaya karşı çıkanları hainlikle suçladı! HHH Ertesi gün, birdenbire fikir ve emir değiştirdi: Zaten terör örgütü olan PeKaKa’yı değil, meşru bir parti olan HDP’yi bile suçlamaya başladı... Seçilmiş Kürt milletvekillerinin ve belediye başkanlarının bazılarını ve hatta HDP’nin Eş Genel Başkanlarından birini de terörist ilan etti ve hapse attı. Meşru bir parti olan HDP’yi ve onun meşruiyetini savunanları, onları bırakın, bu konularda haber yapan gazetecileri ve yazarları bile teröre destek vermekle suçlayarak teröristler gibi hapse atan ceza kanunu maddelerini ve bu maddeleri uygulayan mahkemeleri devreye soktu. Böylece önce terör örgütünü muhatap alarak onu meşrulaştırdı ve güçlendirdi... Sonra da aniden tam tersine karar değiştirip topluma haksız ve hukuksuz uygulamalarla zulüm yapmaya... Tam da terörün, terör örgütlerinin istediği, puslu, karanlık, belirsiz, herkesin her an korku içinde yaşadığı, Hukuk Devleti ve Anayasa güvencelerinin sürekli ihlal edildiği bir ortam yaratmaya başladı. HHH Sevgili okurlarım, bir terör örgütü/eylemi üç kaynaktan beslenir: 1) Zulüm yapan bir iktidar; yani Demokrasi’nin ve Hukuk Devleti’nin yokluğu. 2) Zulme uğrayanların ortak bir kimliğe sahip olması; yani ortak bir din/ mezhep, ırk/milliyet ya da bir siyasal ideoloji. 3) Dış destek; yani başka bir ülkeden, tercihen komşulardan veya büyük devletlerin birinden gelen, kaynak ve siyaset desteği. Dolayısıyla: 1) Her anti demokratik uygulama; özellikle haksızlık ve hukuksuzluk... 2) Her kimlik vurgusu ve ayrımcılığı; özellikle nefret suçu kapsamındaki tutum ve davranışlar... 3) Büyük devletlere bağımlılık ve komşularla çatışma... Terörün ekmeğine yağ sürer, terör örgütlerini besler! HHH İşte bu bilgiler çerçevesinde: Anayasa Mahkemesi’nin son kararı, Türkiye’deki ifade özgürlüğünü AİHS ve AİHM standartlarına uygun, ama daha da önemlisi, delik deşik edilmiş Anayasamızın hâlâ direnen ifade özgürlüğü maddesini koruyan bir anlayışı yansıtarak... Hem ulusal hem de uluslararası planda, terör örgütüne karşı en önemli hamleyi yapmış, en önemli darbeyi indirmiştir. Bu kararın altında imzası olan yargıçları kutluyorum: Yapılan bütün yanlışlara rağmen korumaya çalıştığım “Türkiye’de mutlaka Hukuk Devleti’ne, Demokrasi’ye inanan yargıçlar da hâlâ vardır” kanımı (ender kararlardan biriyle de olsa) haklı çıkardılar! HHH Dilerim iktidar da aklını başına toplar: Terörle mücadelenin birinci koşulunun, ülkedeki Hukuk Devleti’nin güçlendirmek ve meşru demokratik kanalları kullanmak olduğunu anlar! HHH KAHROLSUN HER TÜRLÜ ŞİDDET, TERÖR VE SAVAŞ... YAŞASIN HUKUK DEVLETİ, DEMOKRASİ VE BARIŞ!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear