23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 23 TEMMUZ 2019 SALI gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: EMİNE BİLGET olaylar ve görüşler ŞEHİR HASTANELERİ ‘Yap, işlet, ben öderim. Bundan sonraki aşama, sağlık emekçilerinin iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, ucuz işgücü haline getirilmesidir. Bir koy üç al’ Dr. Ceyhun İRGİL Şehir hastaneleri ile gerçekleşen kazanım ve kayıplar ülke gündeminde. On şehir hastanesi açıldı, on bir tanesi de yapım aşamasında. Peki, nedir şehir hastaneleri? Şehir hastaneleri yükümlülükleri yarım yüzyıla uzanan, devletin en azından 25 yıl kira ödeyeceği, kamucu sağlık hizmetlerinin özele devredildiği, faturasını halkın ödediği ve bugün yaşayanların torunlarının bile borçlu olacağı, devlet hazinesine hep yük olacak, sağlık hizmetlerini gelecekte pek çok tartışmalı konu haline getirecek, devletin gibi gözüküp şirketler tarafından yönetilecek bir yapılanmadır. Neoliberal reform(!) Bu yapılanma ile de şehir hastaneleri devlet hastanesi değildir. Her ne kadar yönetim erki ve denetimini Sağlık Bakanlığı yapacak deniyorsa da, parayı veren kuralı koyar. Burada da devletin kira ödediği bir patronu olan hastanelerin, asıl yöneticileri hiç kuşkusuz şirketin yöneticileri olacak. Kiracısı olduğunuz evde hükmünüz ne kadar ise burada da o kadar... AKP, daha önce denenen ve birkaç yılda iflas eden “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” gibi, şimdi de İngiltere’de denenen ancak başarılı olamayan KamuÖzel Ortaklık modeli (KÖO) adı altında şehir hastaneleri projesini topluma büyük bir hizmet ve siyasetin yeni algı aracı olarak sundu. Sağlıkta Dönüşüm Projesi’ni özetleyen en güzel tespitlerden biri, şehir hastaneleri konusunda çalışan ve bu dönüşüm politikalarına karşı mücadelesi ile bilinen akademisyen Prof. Dr. Kayıhan Pala’nınkidir: “Sağlıkta Dönüşüm Programı adıyla yürürlüğe konulan neoli beral sağlık reformları temel olarak, sağlık hizmetlerinin finansmanının genel sağlık sigortası ile sağlanması, kamusal birinci basamağın tasfiye edilerek sağlık ocaklarının kapatılması ve bunun yerine birinci basamağın özelleştirilmesi yaklaşımına uygun bir aile hekimliği modeline geçilmesi ve kamu hastanelerinin işletme haline dönüştürülerek piyasalaştırılması uygulamalarını içermektedir. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın propagandası yapılırken Sağlık Bakanlığı tarafından dile getirilen ‘Yaygın, erişimi kolay sağlık hizmet sistemi’ iddiası gerçekleştirilememiş; Sağlıkta Dönüşüm Programı uygulamaya konduğu ilk on yılda sağlık hizmetlerinde eşitlik ve sağlık hizmetlerine erişim açısından başarısız bir sınav vermiştir.” Kamu Özel Ortaklığı da lafın gelişi oluyor çünkü aslında ortaklık yok. İşleten ve kazanan şirkete karşın her koşulda ödeme yapan devlet var. Şehir hastanelerinde de devlet, şirket; siyasi erk, CEO; bürokrasi ve çalışanlar, taşeron; halk ise müşteridir. İşler yolunda giderse de gitmezse de faturayı kim ödeyecek? Elbette halk! Hatta çocuklarımızı da aşarak torunlarımıza kadar intikal edecek bir borç olduğu ortada. Kalkınma Bakanlığı’nın Ocak 2016’da yayımladığı verilere göre, 17 hastane için şirketler 9 milyar 869 milyon dolar harcayacaktı. Buna karşın devlet şirketlere (2015 rakamlarıyla) 27 milyar dolar ödeyecek. Örneğin, Isparta Şehir Hastanesi’nin yatırım bedeli dikkate alınırsa 25 yıllık kira ödemesi ile 50 adet devlet hastanesi yapılabilirdi. İki önemli sorun Şehir hastanelerinde aynen köprülerdeki “geçiş garantisi” gibi “hasta yatış garantisi” de verilmektedir. Sızan bilgilere göre hacme dayalı hizmetler için verilen yüzde 70 “doluluk” garantisi, iki sorun içeriyor. Hastane dolmazsa devletin ekstra ödeyeceği ücretler ve ihtiyaç dışı ya da gereksiz hasta yatışı gibi etik sorunlara yol açacaktır. Bir başka sorun ise hastanelerin kent dışına yapılmasından ziyade kentteki halkın bildiği, tarihi, işlerliği olan devlet hastanelerinin “zorla” kapatılarak, halkın bu şehir hastanelerine zorlanmasıdır. Maalesef büyük sermaye tekeli için kent içindeki yaşam ve binlerce insan feda ediliyor. Devlet hastaneleri ve uzmanlaşmış bazı hastanelerin kapatılması ile şehir hastanelerinde çalışmaya zorlanan personelin durumu çok daha ciddi bir sorun. Hem de hiç konuşulmayan bir sorun. Talepleri göz önüne alınmayan binlerce sağlık emekçisi bir kalemde özel şirketlerin kucağına bırakılıyor. Bundan sonraki aşama sağlık emekçilerinin iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, ucuz işgücü haline getirilmesidir. Genç sağlık çalışanlarını zaten sözleşmeli çalıştırmaya başladılar. Şehir hastaneleri bu durumu sadece artıracaktır. Süslü algı çağı uğruna, bir hak olan sağlık hizmetinin lüks tatil gibi sunulduğu, sağlık kalitesinden çok, lüks otelcilik hizmetlerinin ön plana çıkarıldığı şehir hastaneleri maalesef artık bir realite olmuş, hatta işletmeye başlamış durumdadır. İktidar daha hastanelerin yarısı bitmemişken bazı yanlışlarını fark etti ve Meclis’e getirdiği bir torba yasada şimdi revizyon yapmaya çalışıyor. Muhtemelen sistem defalarca revize edilecek. Şir ketlerin güvencesi Hazine garantisi ve uluslararası tahkim... Tıpkı önceki yarım kalan projeler gibi daha on yılını doldurmadan bakalım başka ne dönüşler olacak? Zaman gösterecek. Ancak haklıysak devlete de halka da çok pahalıya, çok cana mal olacak. Dilerim bizler yanılırız. CHP’nin stratejik başarısı neden sürecek! Hiç kuşkusuz 31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimleri, yurt çapında stratejik bir CHP zaferidir: Zaten 2013’te Gezi Direnişi ile sarsılan ve 2015’te kaybettiği halde, seçimi tekrarlatarak iktidarını sürdüren Erdoğan/AKP rejiminin artık kesin olarak yolcu olduğunu ilan etmiştir. Ekrem İmamoğlu da, Mansur Yavaş da, Tunç Soyer de, Muhittin Böcek de, Zeydan Karalar da, Ülgür Gökhan da, Recep Gürkan da, Kadir Albayrak da, Özlem Çerçioğlu da ve elbette Efsane Başkan Yılmaz Büyükerşen de, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde kazanan bütün CHP’li il ve ilçe Belediye Başkanları da, bu yeni dönemde başarılı hem de çok başarılı olacaklardır. HHH Bizim eğitimde hemen hemen hep doğru çıkan bir ölçütümüz vardır: Bir öğrencinin gelecekteki başarısı, geçmişteki performansıyla, notlarıyla tahmin edilebilir. CHP bu seçimlerde, fevkalade doğru bir karar ile ilçelerde ve illerde başarısı kanıtlanmış olan adaylarla seçime girmiş ve Erdoğan/ AKP iktidarının yıpranmış, çökmüş olmasından da kaynaklanan bir konjonktür ile ülke çapında stratejik bir başarı elde etmiştir. Hiç kuşkusuz bu başarıda Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun payı büyüktür. Böylece CHP içindeki (zaten zamansız olan) Genel Başkanlık yarışı ve tartışmaları son bulmuştur. HHH Her biri ayrı ayrı değerli olan CHP’li belediye başkanlarının geçmiş öykülerine bakarak, gelecekte de başarılı olacaklarını tahmin etmek çok zor değildir. Ben sadece bir simge haline gelen Ekrem İmamoğlu’nun öyküsünü vurgulamak istiyorum: 1) İstanbul’un, Erdoğan/AKP iktidarının yönetiminde olan bir “kenar ilçesinde” politikaya başlamış... 2) Yıllarca CHP ilçe başkanlığı yapmış... 3) Zamanın geldiğini düşündüğünde belediye başkanlığına aday olmuş... 4) Belediyeyi Erdoğan/AKP iktidarının elinden almış... 5) Başkanlığı süresince başarılı olmuş, halkın sevgi ve güvenini iyice kazanmış... 6) Hem siyasal kampanya deneyimleri yaşamış, hem de belediye başkanlığı tecrübesine sahip bir aday olarak, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na soyunmuş... 7) Çok başarılı bir kampanya yürütmüş... 8) Sandıklara sahip çıkmış, oy çalınmalarını önlemiş... 9) Atı alıp Üsküdar’ı geçmek için erken zafer ilan eden iktidara karşı enerjik ve olgulara dayalı başarılı ve etkili bir direniş göstermiş... 10) Sonunda, bütün itirazları aşarak, söke söke mazbatasını almış... 11) Mazbatası YSK’nin kanunsuz, haksız ve hukuksuz kararıyla gasp edilince yılmamış... 12) Aynı enerjik ve başarılı kampanyayı sürdürerek... 13) Hem halkı, hem parti örgütünü seferber etmiş... 14) İlk ve ikinci kampanya sürelerinde hemen hemen hiç hata yapmamış, kurulan bütün tuzakları ve konulan engelleri aşmış... 15) Toplumun bütün kesimleriyle siyasal ittifakları doğru bir biçimde oluşturmuş... 16) Seçimi tekrar büyük bir farkla kazanmıştır. İmamoğlu’nun bu 16 maddelik başarı şablonunu, bir iki eksiği veya fazlasıyla, öteki belediye başkanlarına da uygulayabilirsiniz. HHH Başarıları sahada ve görev başında kanıtlanmış olan adaylarla seçime girmenin yanında, CHP’nin konjonktürden de gelen, Erdoğan/AKP iktidarının aşırı yıpranmış olması gibi bir avantajı daha vardı. İktidarın aşırı yıpranmışlığı: 1) Hem topluma zorla ve meşruiyeti tartışmalı bir biçimde kabul ettirdiği “Tek Kişi Rejimi”nin başarısızlığının kanıtlanmış olmasından... 2) Hem iktidardaki 17 yılın sonunda uğradığı (çok sık fikir ve politika değiştirmesinden, vaatlerini tutmamasından kaynaklanan) güven erozyonundan... 3) Hem de artık iyice ortaya çıkmış olan antidemokratik baskıcı karakterinden kaynaklanıyordu. Önümüzdeki günlerde iktidarın kendisini yıpratan bu özelliklerinden vazgeçme ihtimali pek gerçekçi görünmüyor... Hatta tam tersine, yerel seçim öncesinde Adalet Reformu vaat etmesine karşın, seçimden sonra, bu reformu gerçekleştirmeden Meclis’i tatile sokması bu bıktırıcı özelliklerini aynen sürdüreceğini gösteriyor. HHH CHP İLE DEMOKRASİYİ, YEREL YÖNETİMLERDEN YUKARI DOĞRU YENİDEN KURACAĞIZ! Önemli not: Yargıtay  Başsavcısının tebliğnamesine rağmen, siz bu satırları okuyana kadar, Cumhuriyet mensupları hâlâ salıverilmediyseler bu bir hukuk ayıbıdır. Erzurum Kongresi’nin 100. yıldönümü Doç. Dr. HÜNER TUNCER 1919 yılı, Anadolu’da kongreler yılıydı; kongreler, 1920 yılında Trakya’da da gerçekleştirilecekti. Bu kongrelerin toplanma amacı, Mustafa Kemal’in önderliğinde ulusun direnişe karar vermiş olmasıydı. Mustafa Kemal Paşa, 3 Temmuz 1919 günü Erzurum’a gelmiş ve burada 4 yıl sürecek olan Milli Mücadele’nin ilk adımını atmıştı. Mustafa Kemal’in hedefi ve önerdiği kurtuluş yolu, ulus egemenliğine dayalı kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk Devleti’ni oluşturmaktı. Mustafa Kemal’e göre, gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası “ya istiklal ya ölüm” olmalıydı. Mustafa Kemal, bu hedefe ulaşmak için, Milli Mücadele’nin esas olduğu görüşündeydi. Milli Mücadele, milletin büyük çoğunluğuna dayandırılarak örgütlendirilecekti. M. Kemal’in ilanı Mustafa Kemal Paşa’ya, Erzurum Kongresi öncesinde Erzurum’dayken, 78 Temmuz’da saraydan aldığı bir telgrafla İstanbul’a dönmesi buyrulmaktaydı. Mustafa Kemal, İstanbul’a gitmeyi reddetmiş ve 9 Temmuz’da bir genelge ile “görevinden istifa ettiğini, kutsal milli gaye için çalışmak üzere artık milletin sinesinde bir ferdi mücahit olarak bulunduğunu” orduya, valilere ve millete ilan etmişti. Böylece, canın dan çok sevdiği askerlik mesleğini bırakmak zorunda bırakılan Mustafa Kemal Paşa’nın, Osmanlı Devleti nezdindeki memuriyeti son bulmaktaydı. 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi resmen açılmıştı. 14 gün süren kongrenin reisliğine Mustafa Kemal Paşa seçildi. 7 Ağustos 1919’da yayımlanan Erzurum Kongresi kararları şunlardı: 1) Milli sınırlar içinde bulunan vatanın bütün kısımları bir bütündür. Yekdiğerinden ayrılamaz. 2) Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti’nin dağılması halinde, millet birlikte müdafaa ve mukavemet edecektir. 3) Vatanın ve bağımsızlığın korunmasına ve sağlanmasına merkezi hükümet muktedir olamadığı takdirde, maksadın temini için geçici bir hükümet oluşturulacaktır. Bu hükümet heyeti Milli Kongre’ce seçilecektir. Kongre toplanmış değilse, bu seçimi Heyeti Temsiliye yapacaktır. 4) Kuvayi Milliye’yi etken ve milli iradeyi hâkim kılmak esastır. 5) Hıristiyan unsurlara siyasi hâkimiyet ve toplumsal dengemizi ihlal edecek imtiyazlar (ayrıcalıklar) verilemez. 6) Manda ve himaye kabul olunamaz. 7) Milli Meclis’in derhal toplanmasını ve hükümet icraatının Meclis’in denetimine konulmasını sağlamak için çalışı lacaktır. Erzurum Kongresi kararlarıyla Misakı Milli’nin temeli atılmaktaydı. Erzurum Kongresi’nde, Heyeti Temsiliye üyeliklerine şu kişiler seçilmişti: Mustafa Kemal, Rauf Orbay, Raif Hoca, Bekir Sami (Kunduk) Bey, Servet Bey, İzzet Bey, Sadullah Bey, Musa Efendi, Fevzi Efendi. O 5 madde... 8 Ağustos’ta Veliaht Abdülmecit ise şöyle bir açıklamada bulunmaktaydı: “Anadolu’daki hareket hainane, delice ve gaddarcadır. Türkiye, Amerikalılara bırakılmalıdır.” Erzurum’da 8 Ağustos sabaha doğru Mustafa Kemal, Mazhar Müfit Kansu’ya şunları not ettirmekteydi: “1) Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır. 2) Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacaktır. 3) Tesettür kalkacaktır. 4) Fes kalkacak, uygar uluslar gibi şapka giyilecektir. 5) Latin harfleri kabul edilecektir.” Şu hususa dikkatlerinizi çekmek isterim: Bu tarihte Osmanlı Devleti hâlâ varlığını sürdürmekte olup Kurtuluş Savaşı da henüz yapılmamıştı. Mustafa Kemal, kurulacak yeni Türk Devleti’nin kesinlikle tam bağımsız olmasını, tesettürün kalkmasını, Latin alfabesinin kabul edilmesini amaçlarken, onun çevresindeki en yakın arkadaşları bile bu düşüncelerin yaşama geçirilebilmesini mümkün görmemekteydi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear