23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 15 TEMMUZ 2019 PAZARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: EMİNE BİLGET Kadınlara mahsus olaylar ve görüşler Karma üniversitelerde nitelikli sayısız aydın, meslek erbabı, dünyaca kabul görmüş kadın sanatçılar yetiştiren Türkiye’nin uzak Asya’dan bu konuda öğreneceği bir şey yoktur. Erendiz Atasü Tektanrılı dinlerin cinsel ahlak anlayışı, yerleşik uygarlığın başlangıcından beri şanssız konumda olan kadınları toplumsal ilişkiler açısından büsbütün kendi içine kapalı bir hayata itmiştir. Kadın bedeninin kısıtlanması temeline dayanan bu hayat gerçekten de, kadınlara mahsus bir alt kültürün oluşmasına yol açar. Kadınların dünyası tarihsel olarak her coğrafyada erkeklerinkinden görünmez duvarlarla ayrılmıştır. Ancak Müslüman kültürler kadar ayrılığı vurgulayan, görünmez duvarları harem duvarlarıyla maddeleştiren var mıdır? Onunla da yetinmeyip kadın bedenini de görünmez kılan? Bireysel gereksinim Hiçbir uygarlık, hiçbir kültür kusursuz olmadığı gibi tamamen yetersiz de değildir; her zaman çelişkili etkiler söz konusudur. Bunun örneğini kendi ülkemizde, kendi tarihimizde de görürüz. Anadolu Müslümanlığında, yöre yöre, uzak göçebe geçmişin cinsiyetler arası göreli eşitliği yankılanır. İnsanlığın, köleci erken uygarlıkların etkilerinden silkinip, insanın tekinin değer taşıdığı, beden dokunulmazlığını esas alan bir uygarlık anlayışına yükselmesi , kadınların evet, kimi erkeklerin de desteğiyle kadınlık hapishanelerinin duvarlarını yıkmalarının tarihi olarak da okunabilir. Kadınlık alt kültürü illa da kötü bir şey anlamına gelmez. Oyalar, yemeniler, halılar; mâniler, ninniler de bu alt kültürün ürünleridir; değerlidir. Ancak ne sanatı sürgit oya ile sınırlayabilirsiniz; ne hayatı harem selamlık düzeninde tutabilirsiniz. Kadınların erkek baskısından özgürleşip kendi kişiliklerini bulabilmeleri için kimi kez salt kadınlardan oluşan grupların desteğine ihtiyaç duydukları da bir gerçekliktir. Ancak burada karar verici olan bir takım siyasal/toplumsal yetkeler değil, bireylerin gereksinimleridir. Kadınların bir altinsan türü değil de tüm bir insan olduğu anlayışının hayata geçirilme çabaları, örneğin kadınların yüksek eğitim alabilmeleri elbette öncelikle kadın topluluklarının sınırları içinde başlamıştır. Başka türlüsü yerleşik ahlakı şoke ederdi! Girişim başlarken boğulurdu. “Üniversite’’ kavramının vücut bulduğu kadim ve bilge kentlerde dahi, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde kız ve erkek öğrenciler ayrı binalarda eğitim görüyorlardı. (Örnekse İngiltere’nin ve dünyanın en eski üniversitelerinden olan Oxford ve Cambridge’de). Sonra ne oldu? Tarihin akışı, endüstri devriminin yaygınlaşması, iletişimdeki atılımlar, savaşlar, toplumsal gelişmeler kadar toplumsal ve doğal felaketlerin acil gereksinimleri de kadınları korunaklı hapishanelerinden çekip fokurdayan hayatın içine attı. Kadınerkek ilişkilerini artık hiçbir güç sadece gelenekçi kurallarla düzenleyemez. Sevgi ihtiyacının, bireysel iletişim ihtiyacının farkına varıp ihtiyacına sahip çıkmak isteyen kadınları ve erkekleri, dedelerimizin ninelerimizin çağında olduğu gibi sadece saygı bağı ile bir arada tutamazsınız. Birbirlerinden tamamen farklı usullerle büyütülüp, birbirlerinden ayrı tutularak sözüm ona eğitilen kız ve erkek çocukların, ergen gençlerin ya da genç yetişkinlerin hayatın içinde birbirleriyle gerek cinsel, gerek toplumsal, gerek mesleksel alanlarda doyurucu iletişimler kurabileceklerini düşünmek hayalcilik olur. Unutmayalım yeter Kültürleri örnek alırken onların çelişkili yapılarını göz ardı edersek yanılabiliriz. Bir alanda büyük değerler yetiştirmiş bir ülke başka alanlarda kötü örnek olabilir. Örneğin Japonya... Kimi alanlarda harika Üç yılın ardından... FETÖ’nün kanlı darbe girişiminin üzerinden tam 3 yıl geçti... huna sahip olur ve bütün dünyevi beklentilerden ve maddi hazlardan azade kalabilir ve neticede her Cumhuriyet belki de 40 yıl şeyi Allah’a verme ve her muvaf dır Gülen cemaatinin orduyu, fakiyeti ondan bilme manasında Emniyet’i ve devlet bürokrasisini ihlasa ulaşabilirsek, o takdirde o ele geçirmeye çalıştığını yazdı. günlerin yeniden gelmesi niye ha Ülkeyi yönetenleri başyazılarıy yal olsun ki?” la, haberleriyle, köşe yazılarıyla FETÖ lideri kitabında resmen binlerce kez uyardı. Erdoğan’ın darbenin şifrelerini veriyordu. “Aynı menzile giden farklı yollar Evet... Bu haberi yaptığım tarihte dan biri olarak gör ortada ne AKP düğümüz bu yapı” vardı ne de Gülen diye tanımladığı cemaati darbe Gülen cemaatinin girişiminde bulu siyasi ayağı hâlâ nabilecek kadar ortaya çıkarılmadı... devletin kadrola HHH rını ele geçirmişti. lar yaratmış saygın bir ülkedir. Derin tarihsel acılar çekmiş ve komşularına da çok acılar çektirmiştir. Ölüme ve onura dayanan kadim bir kültürü vardır. Tarih: 20 Şubat 2000... Cumhuriyet’in manşetinde “Fethullah Gülen’in şeriat özlemi” başlığı 20 Şubat 2000 tarihli Cumhuriyet. Cumhuriyet’teki ekip arkadaşlarımla FETÖ’nün kanlı darbe girişimini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaya Japon bireyin görev ciddiyeti ve var... Haberdeki imza bana ait... çalışırken, Cumhuriyet’in simge hayatından bile değerli tuttuğu yüksek onuru bugünün Türkiyesi’ndeki pek çok bireye kanımca örnek olmalıdır. Ancak Japonya’nın, tarihsel ve kültürel olarak insan hakları ve kadın hakları alanlarında herhangi bir iddiası yoktur. Köleci ka 20 yıl önce Gülen’le karşı karşıya geldiğim bu haberin en önemli ayrıntısı şöyleydi: “Fethullah Gülen, kitabında (Fasıldan Fasıla), devletlerin ölümünün insan ölümü gibi önlenemeyeceğini savunarak Cumhuriyet öncesi dönemi yeniden hayata geçirme çağrısıyla şöyle sesleni ismi Şükran Soner’in tabiriyle “sivil darbe” ortamında oluşan “demokrasi ve hukuk” tahribatını da gözler önüne serdik... HHH CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul başarısının ardından şimdilerde bir kez daha Gül, Babacan ve Davutoğlu’nun isimleri sahneye dim uygarlığının dirençli sür yor: Devletler de tıpkı şahıslar gibi çıktı. 2019 yılının 23 Haziranı’ndan günleri günümüze kadar Japon hayatının her alanına uzanmaktadır. Günümüz Japon kadınının uğradığı haksızlıklara dair raflar dolusu literatür vardır. Uzak tarihsel köklerinde göreli cinsiyet eşitliği bulunan, 19. yüzyıldan bu yana kadın meselesine kafa yormuş kadın doğar, büyür, gelişir ve ölürler. Ne yapılırsa yapılsın, tıpkı şahıslar gibi devletlerin ölümü de önlenemez. Evet, bir zamanlar biz de büyük, muhteşem bir devlettik. Bayraklarımız dünyanın dört bir yanında dalgalanıyordu. Nihayet günü geldi, tarihçilere muhteşem bir mazi ve tükenmez bir malzeme bırakıp gittik. Gitmekle kalmadık, arkadan sonra ortaya çıkan bu isimlere övgüler düzülmeye başlandı. Biz, ülkenin kurtuluşunu her dönem cemaate boncuk dağıtan ve çoğunlukla sessiz kalarak bekleyen bu isimlerde ve şürekâsında arayan kimi gazetecilerin “cemaatle saf tuttuğunu” gördük... Cumhuriyet, “Gülen cemaatiyle saf tutan” hiç kimseye taviz vermemekte kararlı. AKP’nin ve erkek aydınlar yetiştirmiş ve Kemalist devrimi yaşamış Türkiye’nin, karma üniversitelerde nitelikli sayısız aydın kadın, meslek erbabı kadın, dünyada kabul görmüş kadın sanatçılar yetiştirmiş ülkemizin, uzak Asya’dan bu konu gelenler, bizi bu muhteşem mazimizle teselliye başladılar. Bugün biz şanlı mazideki o muhteşem günlerimize yeniden dönmek istiyorsak, öncelikle şu gerçeği hatırdan çıkarmamalıyız: ‘Yoksa siz, sizden öncekilerin başlarına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi de devleti Gülen cemaatiyle birlikte yıllarca yönettiği, “ne istediyse verdiği” ve bu cemaatin büyümesini sağladığı gerçeğini unutmadan iktidar gücünü elinde bulunduranları sorgulamayı sürdüreceğiz. İstanbul seçimleriyle gördük... Ülkenin kurtuluşu “sol”dan geçi da öğreneceği bir şey yoktur. sanıyordunuz?’ Evet işte yol bu! yor. Ve bu ülkede er geç cema Bildiklerini unutmasın yeter, insanın insana duyacağı saygıyı öğrenme yolunda adım Ölümlerin kol gezdiği bir yol: Cid atlere, tarikatlara prim vermeden di bir mücadele ve dayanma ruhu halkın önüne konulan sandıkta isteyen yol. Evet, bu mücadele ru “sol” kazanacak... lar atsın, yeter. S400’ler barış iklimi yaratabilir mi? Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri hesaba katarsak, S 400’lerin bir savaş ortamında Avrupa, Asya ve Ortadoğu için stratejik değer taşıması da oldukça önemlidir. N. İsmet HERGÜNŞEN Emekli Deniz Kurmay Albay 19. yüzyılda Avrupa’daki büyük devletlerin çıkar çatışmalarından faydalanarak yeri geldiğinde toprak dahil tavizler vererek bir denge politikası takip eden ve varlığını sürdürmeye gayret eden Osmanlı Devleti Goeben (Yavuz) ve Breslau (Midilli) savaş gemilerinin 29 Ekim 1914’te Odessa ve Sivastopol limanlarını bombalamasıyla Rusya’ya savaş açarak kendini Birinci Dünya Savaşı’nda buluyordu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Rusya ile yapmış olduğu ticari anlaşma sonrası bir asırı geçen süre sonunda 12 Temmuz 2019’da Ankara’da Mürted Askeri Havaalanı’na S400’leri indiriyordu. Genel tavır Bu iki zaman dilimi arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin izlediği politikalar iktidarlara göre zaman zaman sapmalar göstermiş olsa da, temelinde Atatürk’ün Birleşmiş Milletler tarafından da kabul gören, “Yurtta sulh cihanda sulh” öngörüsü yatıyordu. Bu süreçte uluslararası anlaşmalar çerçevesinde Hatay sınırlarımıza dahil edilmiş, hem Türkiye’nin hem de Karadeniz’in güvenliğini gözeten Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmış ve kazanımlar elde edebileceğimiz fikrinde bulunulmuş olmasına rağmen sınırlarımıza kadar dayanmış olan İkinci Dünya Harbi’nde tarafsız kalma başarısı gösterilebilmiştir. Haddi zatında çözüme kavuşturulma gayretleri çerçevesinde garantör ülke sıfatıyla Kıbrıs’a Barış Harekâtı’da icra edilmiştir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni 20 Temmuz 1936 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin de imzalamış olduğu dikkate alındığında; 19361945 savaş öncesi krizler ve İkinci Dünya Savaşı, 19451990 Soğuk Savaş dönemi, 19902003 ABD hâkimiyetindeki tek kutuplu dünya düzeni, 2003 2009 ABD’nin Irak’ı işgali ve Ortadoğu’daki düzenin bozulması, 20092016 Ortadoğu’da, Karadeniz’de ekonomik ve siyasi kaos, yaşanmış olmasına rağmen 3. ülkelerin çabalarına karşın SSCB (Rusya) ile münferit birkaç olay dışında ciddi anlamda karşı karşıya gelmemiz söz konusu olmamıştı. Özellikle ‘Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne her daim sahip çıkan Türkiye’nin kararlı duruşu ile Karadeniz’de ABD ve Rusya arasında güç dengesiyle sağlanan barış ikliminin, S 400’lerin ülkemizde konuşlandırılmasıyla birlikte Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar’a kadar genişleyebileceği de olasılık dahilindedir. Kısmen iyileştirme S400’leri almamızı dikte eden nedenleri irdelediğimizde 1980 yılında başlayan 8 yıl süren ve kazanımı olmadığı gibi 1 milyon insanın ölümüyle de sonuçlanan kanlı İran ve Irak savaşından bugüne kadar geçen süreci değerlendirmemiz gerekir. Kaldı ki, Ortadoğu’da bugün yaşananların tetikçisi de bu savaştır. ABD Başkanı Trump’ın G20 toplantısında, Türkiye’nin hava savunmasını güçlendirecek şekilde arayış içerisinde bulunmasını makul bir seviyede karşılaması gündemdeki yerini korurken, bu savunma silahının konuşlandırılmasının, başta ABD Kongresi olmak üzere AB, NATO ve diğer ülkeler nezdinde tepkisel söylem ve eylemlere neden olabileceği gibi ülkemizi ekonomik, askeri ve siyasi baskılara da maruz bırakabilecektir. Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri, bilhassa İran’ın hızla geliştirdiği füze kabiliyetini de hesaba katacak olursak, NATO’nun en büyük ikinci askeri gücü ve ittifakın güney kanadının en kilit ülkesi konumunda olan Türkiye’nin stratejik hava savunmasındaki zafiyet S400’ler sayesinde nispeten giderilmiş olacaktır. Stratejik fırsat 1964 yılında Jonson’un “Kıbrıs’a yapılacak bir harekatta, Türkiye Amerikan Silahlarını Kullanamaz” mektubunun hemen akabinde Time dergisine verdiği bir röportajda “Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur.” diyen İsmet İnönü’nün açıklaması hafızamızda yankılanırken S400’lerin bir savaş ortamında Avrupa, Asya ve Ortadoğu için stratejik bir değer taşıması da oldukça önemlidir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte eski Varşova Paktı ülkeleriyle yeni bir çehre kazanan NATO’nun ABD çıkarları doğrultusunda Rusya’yı yavaş yavaş çevreler duruma gelmesi bağlamında; Rusya’nın S400’leri Türkiye’ye teslim etmesiyle de ulusal güvenlik politikalarında daha barışcıl bir politika izleyebileceği de muhtemeldir. Nihayetinde; Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle Karadeniz’de sağlamış olduğu barış iklimini, Türkiye bu sefer de S400’leriyle Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar boyutunda neden sağlamasın!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear