23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 22 MART 2019 CUMA gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: SERPİL ÜNAY OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yoksulluğun haritası Dr. Güray KILIÇ Dr. Ergün DEMİR Bölgeler arası işsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımındaki eşitsizlik daha derin ve yaygın bir hal almıştır. İktidarın propaganda metinlerinde halka pazarladığı mutluluk tablosu maalesef gerçeği yansıtmamaktadır. Aksine sosyoekonomik düzey ve refah azalmakta, yoksulluk içinde temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve hayatını sürdürmekte güçlük çeken vatandaşların sayısı giderek artmaktadır. Reklamlarla halka pembe tablo pazarlansa da gerçek durumda; işsizlik oranı yüzde13.5 seviyesine yükselmiş, genç nüfusta (1524 yaş) işsizlik oranı ise 5.3 puanlık artış ile yüzde 24.5 ulaşmıştır. Sosyal güvenceden yoksun vatandaş sayısı 10.5 milyona yükselirken, 18 yaş ve üstü toplam 56.3 milyon nüfusun 8.2 milyonunun gelirinin asgari ücretin 1/3’ünden az olduğu yoksulluk tablosu gözden kaçırılmak istenmektedir. İşsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımındaki eşitsizlik her yerleşim bölgesinde görülebilmekle birlikte, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde daha derin ve yaygın hal almıştır. ‘Aş değil yoksulluk’ Herhangi bir kapsamda sosyal güvencesi olmayan, çalışmayan, 18 yaşını doldurmuş ve öğrenci olmayan, aylık geliri asgari ücretin üçte birinden az olan ve genel sağlık sigortası primi devlet tarafından ödenenlerin 18 yaş ve üstü nüfusa(seçmen sayısına) oranı Türkiye ortalaması 14.6’dır. Bölge bazında bu oran Doğu Anadolu bölgesinde yüzde 42.3, Güneydoğu Anadolu bölgesinde ise yüzde 49.7’dir. Bölgelerin oranları arasında farkın Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi aleyhine çok yüksek olmasının nedenleri arasında gelir dağılımındaki eşitsizlik, istihdamın olmaması, işsizlik ve yoksulluk başta gelmektedir. 2018 yılında GSS primleri devlet tarafından ödenenlerinin sayısı toplam il seçmen sayısı oranına göre Ağrı (yüzde 81), kişi bazında ise Şanlıur İşsizliğin, yoksulluğun ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin üzeri seçim döneminde hatırlanan sosyal devlet propagandası ile örtülemez. fa (814.125) ilk sırada yer almaktadır. Şanlıurfa’daki sayının İstanbul’dan çok fazla olması dikkat çekicidir. AKP hükümetinin uyguladığı ekonomik politika ve buna bağlı olarak küresel sermayenin saldırıları zenginleri daha zengin hale getirmekte; alt tabakada yer alan yoksul ve dezavantajlı kesimleri ise daha yoksul duruma düşürmektedir. Bu şekilde vatandaşını tebaaya dönüştüren ve böylece siyasilerin ulufelerine bağımlı kılan bir sistem oluşturulmaktadır. Cebinden vermiyor Mahalli idareler genel seçimlerine giderken Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki birçok ilde mülki amirler ve kolluk kuvvetlerinin ‘oy’ tehdidi iddiaları yaygın kabul görmekle birlikte, aslında siyasal iktidar sosyal yardımları vatandaşın siyasal tercihini belirlemek için adeta bir tür ‘siyasi rüşvet’ olarak kullanmaktadır. Oysa sosyal yardım harcamaları siyasetçilerin cebinde çıkmamaktadır. ‘Oy’ tehdidi ile siyasal tercihte bulunulmasını arzu eden siyasetçiler bilmelidirler ki sosyal yardımlar aslında bir lütuf değil devlet tarafından karşılanması gereken yasal bir haktır. Sosyal harcamaların finansmanı da devlet bütçesinin önemli gelir kaynaklarından olan vatandaşların verdiği vergilerle karşılanmaktadır. Sosyal yardımlardan yararlanan kişilerin herhangi bir yerel yönetim değişikliğinde yardımları kaybetme konu sunda endişesinin olmaması gerekmektedir. Gerçek saklanıyor Yoksulluk içinde olup temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve hayatını sürdürmekte güçlük çeken vatandaşların sayısı neden saklanmaktadır? Sosyal güvenceden yoksun, asgari yaşam standardının altında gelire sahip olan ve aldıkları sosyal yardımlar ile en asgari düzeyde yaşamaya çalışan, yoksulluk envanterine kayıtlı kişi sayısı saklanmaktadır. 2015 yılından sonra Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Bilgi Sistemi’ne kayıtlı hane sayısı ve kişi sayısı yayımlanmamıştır. Türkiye sosyal yardım istatistikleri bülteninin yayından kaldırılması ile gerçek yoksulluk envanterine ulaşılamamaktadır. Bu durum artan yoksul ve muhtaç sayısının üzerini örtmeye yönelik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Reklamlarda Sosyal Güvenlik Kapsamı yüzde 99 olarak bildirilirken, SGK Resmi Verilerindeki Gerçek oran yüzde 85.6’dır. Çağdaş dünyada bütün ülkeler sosyal güvenliği devletler için bir kamu görevi, kişiler içinse bir hak olarak tanımışlardır. Sosyal güvenlik sistemini “Kim batırdı, kârzarar, açık, vs” argümanlarla şirket gibi gören iktidar sahipleri birden sosyal devleti hatırlayıp sosyal güvenlik kapsamını yüzde 99 olarak belirten gazete ilanları vermekte ve böylece sanal bir iyilik hali oluşturmaya çalışmaktadır. Niye makyajlıyorlar? İşgücüne katılma oranının yüzde 52.4, istihdam oranının yüzde 45.4, kayıt dışı çalışmanın yüzde 33.4,işsizlik oranının yüzde 13.5 olduğu bir ya pıdan yüzde 85.6 oranında bir sosyal güvenlik kapsamına ulaşmak, efektif kapsam bakımından gerçekçi olmayan, sanal bir iyilik hali gibi görünmektedir. Nitekim aktif/pasif sigortalı oranının hala 1.86 olması bunu göstermektedir. Sonuç olarak, alım gücünün hızla gerilediği, enflasyon oranın arttığı, işsizliğin tırmandığı bir süreçten geçerken, iktidar reklamlarla halka mutluluk tablosu pazarlamaktadır. Ancak vatandaşın ocağında “aş yerine yoksulluk’’ kaynamaktadır. Muktedirlerin söylediği gibi sosyoekonomik düzey ve refah değil; aksine insani koşullarda yaşamı sürdürebilmek için yeterli gelire sahip olamama durumu yani yoksulluk giderek artmaktadır. Kişilerin sosyal güvenliğini güvence altına almak devletin yükümlülüğü olduğuna göre sosyal güvenliğin önemli bir unsuru olan sosyal yardımların yapılması da tam olarak devletin sorumluluğundadır. Sosyal yardımlar sosyal bir hak olarak değil seçim desteği karşılığında vatandaşlara yapılan birer lütuf ve korku unsuru olarak sunulamaz. Yoksulluk ile sağlık, birbirini hem doğrudan hem de dolaylı olarak etkilemektedir. Toplumlarda düşük sosyoekonomik düzeydeki kesimin yaşam beklentisi daha kısa olmakta ve birçok hastalık daha yaygın görülmekte, ciddi hastalık riski en az iki kat artmakta ve erken ölümler neredeyse en üst düzeyde görülmektedir. Ekonomik yoksulluğu, gelir dağılımındaki eşitsizliği ve İşsizliği üreten sistemin bunlara çare bulması beklenemez. Yoksulluğun minimalize edilmesi gelir dağılımındaki eşitsizliğin ortadan kaldırılması ve kaynakların eşit dağılımının sağlanması ile mümkündür. Kaynaklar: n Aylık İstatistik Bültenleri 2018 Aralık Aylık Sigortalı İstatistikleri. http://www.sgk.gov.tr/wps/portal/ sgk/tr/kurumsal/istatistik/aylikistatistikbilgileri(Erişim 18.03.2019) İşgücü İstatistikleri, Aralık 2018 Türkiye İstatistik Kurumu Haber Bülteni http://tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=30681(Erişim 18.03.2019) n Yüksek Seçim Kurulu Seçim Çevrelerine Göre Seçmen ve Sandık Sayıları http://www.ysk.gov.tr/doc/dosyalar/ docs/24Haziran2018/2018CBMVCevreSecSanSay.pdf(Erişim 18.03.2019) Guernica tablosu ve Türkiye Tufan Erbarıştıran 26 Nisan 1937’de General Francisco Franco’nun izin vermesiyle, Nazi ve faşist İtalyan uçakları Guernica kasabasını üç gün bombalamıştı. Yaklaşık 2000 ölü ve 1000’e yakın yaralı vardı. Guernica ölü bir şehir olmuştu. Her taraf cesetler, parçalanmış bedenlerle doluydu. Savaşın kanlı ve vahşi yüzü bir kez daha kendini göstermişti. General Franco iktidarı ele geçirmek için kendi ülkesinin bombalanmasını onaylıyordu. Tipik bir faşizm göstergesiydi bu... İktidar ve sahip olmanın insanda yarattığı zaaflar General Franco’da fazlasıyla vardı. Aslında tüm teokratik ve totaliter rejimlerin hepsinde böyle bir uygulama ve sistem söz konusudur. Bir lider vardır, bir de onun kaderlerini tayin ettiği ülkesinin insanları... Unutulmasın diye Tarih boyunca ama en çok İkinci Dünya Savaşı sonrasında özellikle İslamcı ülkelerde benzer olaylara tanık olmaktayız. İktidar olmak için ülkesini düşmana satan ya da iktidarda kalmak adına her türlü ödün vermiş birçok kral, sultan, bakan, milletvekili, başbakan, cumhurbaşkanı, general biliyoruz. Tek adam diye tanımlanan rejimlerde meclisin, muhalefetin, üniversitelerin, medyanın ve aydınların söz hakkı yoktur. Baştaki ulu hakan, şef, lider (adına ne derseniz artık...) tek bir sözle savaşı başlatabilir, istediği her kararı aldırabilir. Onun bu ilkelliğini ve vahşetini sadece sanat ve edebiyat bu çir kinlikleri gözler önüne serebilir. Pablo Picasso, Guernica’da ya şanılan insanlık trajedisinin unutulmaması için bir resim yapar. Bu tablo 3.5 metre yüksekliğe, 7.8 metre genişliğe sahiptir. Yağlıboya olmasına karşın, renkler sadece siyah ve beyazdır. Bunun nedeni, renksizliğin ölümü çağrıştırmasındandır. Tüm figürler tek bir odanın içindedir. En tepedeki parlayan ışığın ise, ilahi bir anlam taşıdığına inanılır. İnsanın o ışık sayesinde kendini tanımasına ve ruhunu arındırmasına yöneliktir. Acı çeken atın üzerinde, göz şeklinde bir ampul vardır. Bu ampul evrensel ışığı, iyiliği, güzelliği, barışı sembolize etmektedir. Peki, AKP’nin ampulü neyi sembolize etmektedir? Ülkemizde insanların milliyetçi ve dini duygularını uç noktalara taşımak ve bundan oy için rant sağlamak niyetindeki AKP iktidarı, Suriye’ye girmek için türlü yolları denemektedir. Sözde Osmanlı’yı yeniden canlandırmak adına, Suriye ve Irak bölgelerine asker göndermeyi düşünmektedir. Tek adam rejimleri Yakın zamana kadar dost olduğumuz Irak ve Suriye’ye yönelik savaş tehditleri iç politikaya yönelik olduğu kadar, AKP’nin kendi mayasındaki savaş mantığını da doğrulamaktadır. Bir yanda savaşı empoze ederken, öte yandan tankpalet fabrikamızı Katar’a satmıştır. AKP ana damar olarak beslendiği dinci anlayıştan ve tarikatlarından ayrılmadığı sürece, savaş ve kavga sözcükleri dilinden düşmeyecektir. AKP’nin ampulü gerçek anlamda barış isteğinden çok uzak görünmektedir. Dikkat ediniz, iktidar ne zaman zora düşse, ışığını biraz karartmakta ve “Eyyy filanca ülke” diye konuşmalara başlamaktadır. Filistin’e gideceğiz sözleriyle insanları kandıran, Ortadoğu’da oyun kurucusuyuz diye sürek li aldatmaca yapan, her yerde sözümüz geçiyor diye sözde nutuk atanlar, sonunda sokaklarda tezgâh açıp domates, patlıcan, biber satmaya başladılar... AKP’nin açık sandığımız ampulü aslında barıştan ziyade gündem değiştirmeye yöneliktir. Ülkelerin tek adam rejimleri barış, sanat, mizah, eleştiri gibi sözcükleri hiç sevmezler. Onlar için bu sözcükler kötüdür, değersizdir, iğneleyicidir. O nedenle hepsi tehlikelidir. Hele sanat son derece gereksizdir. Pablo Picasco, ampulün ışığını barışı simgeleyen bir anlayışla, resmin en üstünde yapmıştır. Ondan yayılan anlayış, güzellik ve çağdaşlık sayesinde, benzer görüntüler yaşanmasın istemiştir. Bir Alman generali ona, “Bu tabloyu siz mi yaptınız?” diye sorduğunda, “Hayır, siz yaptınız” diye yanıt verir. Gerçek ampul sadece barış, sanat ve iyilik için yanar... Pablo Picasco, ampulün ışığını barışı simgeleyen bir anlayışla, resmin en üstünde yapmıştır. Ondan yayılan anlayış, güzellik ve çağdaşlık sayesinde, benzer görüntüler yaşanmasın istemiştir. Bir Alman generali ona, “Bu tabloyu siz mi yaptınız” diye sorduğunda, “Hayır, siz yaptınız” diye yanıt verir. Tükeniş noktası Ülkeyi 17 yıldır yöneten iktidarın kadroları ve taraftarları bugün gelinen tükeniş noktasını gerçekten görmüyorlar mı? Bugüne kadar alınan birbirine taban tabana zıt, son derece sert ve tartışmalı (ve bence yanlış) iç ve dış politika kararları... Bu kararların neredeyse bir gecede değişen tepeden inme emirlerle uygulamaya sokulması... Hem kaynakların bitmesi, hem umutların solması... Gelinen maddi ve manevi tükeniş noktası... İktidarın yönetici kadroları ve onlara oy verenler tarafından görülmüyor mu; onları rahatsız etmiyor mu? HHH Demokrasiyi ve insan haklarını geliştirmek için verilen sözlere rağmen, bütün temel hak ve özgürlüklerin baskılandığı noktaya gelmek: Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefinden şimdi neredeyse düşmanlığa geçmek... ABD ile bir müttefik, bir düşman olmak... Libya konusunda “NATO’nun orada ne işi var” demek, sonra da NATO müdahalesine katılmak... Suriye’de Esad’la kanka olup, birlikte kabine toplantıları bile yaparken, birdenbire “Hain Esed” diyerek Suriye savaşına dahil olmak... Kürtler konusunda, terör örgütü PeKaKa’yı bile bir dönem muhatap alırken (ki bence çok yanlıştı) şimdi meşru bir parti olan HDP’yi dahi terör örgütü uzantısı olmakla suçlamak... FETÖ ile birlikte yargıya el koyduktan sonra, Silivri davalarında, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, Üniversite’yi, Medya’yı ezip yok ederek tümüyle parti emrine aldıktan sonra, bütün suçu sadece FETÖ’nün üstüne yıkıp kendi içindeki FETÖ yandaşlarını/artıklarını temizlememek... Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yapılan müdahalelerle FETÖ’yü 15 Temmuz’da darbe teşebbüsünde bulanacak güce eriştirmek ve sonra bu teşebbüsü bahane ederek 20 Temmuz’da kendi darbesini yapmak... Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve halkoylamalarında eşitliksiz ve adaletsiz ve hatta yasalara aykırı koşulları empoze ederek sonuç almak... Yargıyı ve medyayı bütünüyle parti emrine almak, durumdan vazife çıkaran “kraldan çok kralcı” bir konuma getirmek ve toplumu nefes alamayacak kadar baskılamak... Ekonomiyi krize sokmak, halkı yoksullaştırmak, gelir dağılımı adaletsizliğini daha da artırmak... Ülkenin Cumhuriyet’ten bu yana ürettiği bütün birikimlerini sıfırlamak... Yapişletdevret anlayışıyla, yerli ve yabancı müteahhitlere gerçekçi olmayan yüksek bedellerle hazine garantileri vererek gelecek kuşakları da borç altına sokmak... Liyakat ilkesi yerine  kayırmacılık ilkesini uygulayarak ülkenin bütün yetişmiş insan gücünü ve yetenekli gençlerini umutsuzluğa sevk edip yurtdışına göçü hızlandırmak... Ve daha bütün bunlar gibi birtakım yanlışlarla toplumun bugününü ve geleceğini karartmak... Ve böylece tükeniş noktasına gelmiş olmak... İktidar mensupları ve onlara oy vermiş kişilerce görülmüyor mu; bu gerçek onları rahatsız etmiyor mu? HHH Bir iktidar ülkenin tüm kaynaklarını yağmalayarak tükettiğinde, saydığım bütün yanlışlarına ve çelişkilerine rağmen iktidarda kalabilir mi? DAĞITILACAK KAYNAKLARIN VE UMUTLARIN TÜKENDİĞİ NOKTA, GELİNEN SON NOKTA DEĞİL MİDİR? C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear