23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
HABER EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: İLKNUR FİLİZ 98 ARALIK 2019 PAZAR Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘İslam bize göre değil, biz İslama göre hareket Laiklik ilkesi ihlaledeceğiz. Dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz’ sözleri tartışma yarattı edildi mi? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 6. Din Şurası’ndaki konuşmasında sarf ettiği “İslam bize göre değil, biz İslama göre hareket edeceğiz. Nefsimize ağır gelse de hayatımızın İPEK merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin ÖZBEY hükümlerini yerleştireceğiz” sözleri tartışmaya neden oldu. Peki Erdoğan’ın sözleri laiklik ilkesiyle çelişiyor mu? Din ve vicdan özgürlüğü bu toplumun tutkalıysa hayatımızın merkezine dini koyduğumuzda nasıl bir tablo ortaya çıkar? Eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Aysel Çelikel, hukukçu Nazan Moroğlu, İslam felsefesi uzmanı Dr. Emre Dorman ve yazar Ahmet Ümit’e sorduk... KONUŞMA TÜYLER ÜRPERTİCİ PROF. DR. AYSEL ÇELİKEL (Eski ÇYDD eski Genel Başkanı, eski Adalet Bakanı ve eski İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı): Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkesidir. Böylesi bir konuşmanın, yaşamı da dahil olmak üzere yaşamın her alanında dini kuralların uygulanması kast edi din şurasında dahi yapılmış liyorsa bu laikliğe aykırıdır. olsa, laikliğe aykırı bir konuşma olduğu çok açık. Laik bir ülkede bir cumhurbaşkanı “Hayatımızın merkezine dinin kurallarını koyarak yaşayacağız” diyorsa, bu hem özel yaşamı hem de kamusal yaşamı kapsayacağı anlamına gelir. O bakımdan laikliği hangi biçimde tanımlarsanız tanımlayın, yapılan konuşma tüyler ürperticidir. Sayın Cumhurbaşkanı konuşmasında hem özel yaşamı hem de kamusal yaşamı ayırım yapmadan dile getirdi Çelikel ği için laiklik ilkesini ihlal etmiştir. Çünkü çok açık şekilde insanların İslam dininin kurallarına uyarak yaşamaları gerektiğini çeşitli biçimlerde açıklamaktadır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuşması, dinin özel yaşamda uygulanması ve vicdanlarda uygulanması şeklinde olsaydı bu konuşmanın algılanması farklı olabilirdi, ama burada, özel kamusal ve devlet Kaosa yol açar Din ve vicdan özgürlüğü, bu toplumda yaşayan, farklı din ve mezheplere inanan kişilerin huzuru, mutluluğu ve barışı için şarttır. Eğer hayatımızın merkezine, dinin devle tin anladığı yorum biçimini koyarsak, yine ayırım yapmadan “Hayatımızın merkezi İslam dinidir ve onun kurallarına uymak zorundayız” dersek, bu, Türk toplumundaki farklı din ve mezheplerin özgürce yaşanmasına ve uygulanmasına ciddi bir engel oluşturur. Onun için biz diyoruz ki laiklik, din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir. Eğer bütün farklı din ve mezheplerin tek bir dinin kurallarına uygun olarak yaşamasını öngörüyorsanız, orada bir kaosun, bir savaşın, otoriter bir yönetimin varlığına yol açarsınız. İşte Ortadoğu ülkelerinde ve birçok İslam ülkesinde gördüğümüz tablo da budur. TOPLUMSAL BİRLİK ÇATIRDAR AHMET ÜMİT (Yazar) Bence toplumsal uzlaşıyı sağlayan din değil, hukuktur. Farklı inanç biçimleri ancak böyle bir arada yaşayabilir. Hayatın merkezine dini koyduğumuzda toplumsal birlik çatırdar. Çünkü herkesin aynı dine inanması diye bir zorunluluk yoktur. Ahmet Ümit DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ TOPLUMUN ÇİMENTOSUDUR NAZAN MOROĞLU (Hukukçu) Ülkeyi yönetenlerin, laik hukuk devletine bağlı ka anayasamızda “Diyanet İşleri Başkanlığı”nın düzenlendi lacaklarına yemin edenlerin, ği 136. maddede “Genel ida Türkiye Cumhuriyeti’nin de re içinde yer alan Diyanet İş mokratik, laik, sosyal bir hu leri Başkanlığı, laiklik ilkesi kuk devleti ilkelerine özen doğrultusunda, bütün siyasi le sahip çıkmala görüş ve düşünüş rını beklemenin lerin dışında kala her yurttaşın hak rak ve milletçe da kı olduğuna inanı yanışma ve bütün yorum. Nitekim, leşmeyi amaç edi Cumhurbaşkanı’nın nerek, özel kanu Din Şurası’nda yap nunda gösterilen tığı açıklamalar, la görevleri yerine ge iklik ilkesinin göz tirir” hükmüne yer ardı edilmesine, verilmiştir. yanlış anlaşılmalara Moroğlu Kuruluş ve uygulamalara yol Kanunu’na göre, Di açacağı endişesi yaratmış yanet İşleri Başkanlığı çalı tır. Oysa, din ve vicdan öz şanın ve personelinin siya gürlüğü bu toplumun çimen set yapması ve dini görevi tosudur. içinde ve dışında siyasi par Ülkemizde toplumun hu tilerden birini övmesi ve yer zurlu ve milli dayanışma mesi işine son verilme nede içinde olabilmesi için yurt nidir (md.25). Bilindiği gibi, taşların her açıdan ve özel bu maddenin iptali için Diya likle din, mezhep ayırımı gö net İşleri Başkanlığı’nın yap zetilmeden yaşayacakla tığı başvuru Anayasa Mah rı güvencesine sahip olma kemesinin 13.12.2017 ta ları gerekir. Bu nedenle de rihli kararıyla reddedilmiştir. Siyasetçilerin laiklik ilkesinin ihlali anlamına gelen açıklamaları, yurttaşların özel yaşamlarına ilişkin hakları konusundaki sorularını kime soracakları konusunda karışıklığa da yol açmaktadır. Hukukçuya sorsunlar Örneğin, bir hukukçuya sormak yerine aile, kira ya da ticaret hukuku gibi konularda Din İşleri Yüksek Kurulu’na çok sayıda sıkça sorular yöneltilmektedir. Bu sorulara, anayasal görevi gereği Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Hukuk Müşavirliği’nce hukuk kuralları çerçevesinde yanıt verilmesi gerekirken, dini açıdan yorumlarla yanıt verilmektedir. Ancak bu şekilde yapılan uygulama, laik hukuk kurallarının yok sayılmasına yol açacaktır. Unutulmamalıdır ki, devletin temeli hukuk birliğine dayanır. Konuşmayı dinlemediğim için başı, sonu ya da hangi bağlamda bu sözlerin ifade edildiği hakkında bilgim yok. Söz konusu konuşmanın din şurasında yapılmış olması da bulunulan ortam itibarıyla farklı okunabilir. Ancak ben Cumhurbaşkanı’nın konuşmasının içeriğinden bağımsız olarak konu hakkındaki görüşlerimi paylaşabilirim. Öncelikle benim anlayışıma göre temelde din ve inanç bireysel bir meseledir. Dolayısıyla bu anlamda “biz” yoktur “ben” vardır. Bir insan kişisel yaşamında İslam inancını belirleyici bir unsur olarak kabul edebilir ve tüm yaşamını dinin kurucu değerleri üzerinden şekillendirebilir. Bu durumun laikli DEVLETİN DİNİ ADALETTİR DR. EMRE DORMAN (Acıbadem ve Bahçeşehir Üniversitesi İslam Felsefesi): ğe aykırı görülmesi kabul edilebilir değildir. Laik sistem dini ilke ve kurallar ile devlet yönetiminin birbirinden ayrı düşü nülmesidir. Bir yönetim bu anlamda vatandaşlarının inanma ve inanmama özgürlüklerini tanımalı ve buna engel oluşturacak her türlü unsuru ortadan kaldırmalıdır. Eskilerin de ifadesiyle “Devletin diDorman ni adalettir”. Şayet devletin bir inancı olacaksa o inanç adalet olmalıdır. Kuran’a uygun olan yol da budur. Çünkü gerçek anlamda adalet, kişilerin neye ina nıp inanmadıkları ya da ideolojik görüşlerinin ne olup olmadığına bakmaksızın her vatandaşa yasaların gerektirdiği biçimde eşit davranmakla tesis edilebilir. Devlet adaleti tesis ederken bir inanca, inançsızlığa ya da görüşe yakın olmamalıdır. Hakka ve hukuka bağlı kalmalıdır. Devlet mühendislik yapmamalı İslamın bireyin hayatında belirleyici bir unsur olduğu ve gerekli olan her konuda ilkesel yönlendirmelerde bulunduğu doğrudur. Kendisini Müslüman olarak gören ve dinin gereklerini samimi bir biçimde yerine getirmek isteyen bir insanın ha yatının merkezinde Allah olur. Allah’a ve Kuran’ın hükümlerine rağmen Allah yokmuş ya da dinin hükümlerinin bir geçerliliği yokmuş gibi hareket edemez. Ancak yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi kişisel kanaatimce bu durum bireysel bir tercih ve karardır. Allah bile kullarını inanma ve inanmama hususunda özgür bırakmış, bu konuda dünyevi anlamda bir yaptırım uygulamamış ve herkesin hesabını ahirete bırakmıştır. Hayatın merkezine dini koymak, inanma ve inanmama noktasında insanları özgür bırakmaktır. Dolayısıyla devlet de olsa hiçbir kimsenin ya da kurumun insanlar üzerinde din adına baskı uygulama ya da yaptırımda bulunma hakkı yoktur. Devlet bu konuda toplumu yeniden biçimlendirme mühendisliği yapmamalıdır. Halkın din ve vicdan özgürlüğünü sağlamalı, toplumun talepleri doğrultusunda din hizmetleri sunmalı ve dinin doğru anlaşılması için gerekli bilgilendirme ve düzenlemeleri yapmalıdır. Devlet ve milli değerler için, toplumun huzur, güven ve özgürlüğü için tehdit oluşturan ya da oluşturma potansiyeli taşıyan hareketlerle kararlı bir biçimde mücadele etmeli ve toplumun birlik ve beraberliğini güvence altına almalıdır. Farklı inançlara da açık olmalı ve her görüşe karşı devlet olmanın gereğini yerine getirmelidir. Devlet toplumun inancını yok sayamaz. Ancak topluma herhangi bir inancı da dayatamaz. Atatürk, Hitler’in tam karşıtıdır! Almanya’nın devlet televizyonu ARD’de yayımlanan bir belgeselde, Atatürk’ü Hitler’le karşılaştırmaya yönelik saldırı ve Alevilerle ilgili ortaya atılanlar, hiç de yabancısı olduğumuz bir şey değil. Atatürk, zaman zaman onunla aynı çağda yaşamış devlet yöneticileriyle karşılaştırılır. Onların uyguladığı, ülkelerini yıkıma sürükleyen yöntemlerle Atatürk arasında benzerlikler kurmaya çalışılır. Ancak “çamur at izi kalır” bile olmaz, hiçbiri Atatürk’e bulaşmaz. Bunun sonucu olarak da 20’nci yüzyılın başında yaşamış, hayattayken yurttaşlarını titretmiş liderlerin tümü silinip gitti. Atatürk’ü onlardan farklı kılan onlarca özellik var. En önemlisi Atatürk her adımı halkıyla birlikte attı, bunu yaparken de hep meşruiyet aradı. Kitapları bütün dünya dillerine çevrilen Amin Maalouf, Çivisi Çıkmış Dünya’da Atatürk’ün öteki liderlerden farkına değinirken, birinci sıraya “toplumsal meşruiyeti” koyar. Dünyanın bütün kıtalarında heykeli bulunan tek lider olan Atatürk’e ilişkin bugün de Türkiye’de ve dünyada yılda ortalama 20 kitap yayımlanıyor. HHH Atatürk hakkında en kapsamlı çalışmalardan birini yapan, Lord Kinross adıyla bilinen Patrick Kinross, 5 yıl çalıştı, “Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu” adlı kitabı 1960 yılında yayımladı. Kinross’a bu kitabından sonra yukarıda aktardığımız benzetmeyi anımsatırlar, yanında İtalya’nın faşist lideri Mussolini’yi de koyarlar. Kinross şu yanıtı verir: “Atatürk’ün çağımızın en büyük adamlarından biri olduğuna dair, zihnimde en ufak bir şüphe yoktur. Gerçekten Türkiye son 10 yılda başarmış oldukları ile Batı’nın bazı milletlerini etkiledi. Ancak bu milletlerin liderleri Atatürk’ten çok farklı olarak, demokrasinin değerini çok tehdit edici bir güç olarak gördüler. Almanya’nın Adolf Hitler’i hür milletini esarete götürmüş, Atatürk ise esaret altındaki milletini özgürlüğe kavuşturmuştur. İtalya’nın Mussolini’si sivil olduğu halde başkomutanlık sevdasına düşmüş; buna karşılık Atatürk, askerlik görevinin bittiğine inandığı anda sivil hayata geçmiştir. Gerek Hitler gerekse Mussolini toprak kazanma hırsı ile komşularının haklarına tecavüz etmişler ve bir imparatorluk sevdasına kapılmışlardır. Atatürk ise bunun tam tersini yapmış; bir imparatorluktan bir millet çıkarmıştır.” Almanya, pek çok bakımdan Atatürk’ü öteki ülkelerden daha iyi anlayabilecek örneklere sahip. Bunların başında Prof. Dr. Albert Einstein’ın 17 Eylül 1933’te Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim makamına, Atatürk’e yazdığı mektup gelir. Hitler’in bilim insanlarına yönelik zulmünden kaçmak isteyenler çare arar. Einstein, ABD ile bağlantılarını kurmuştur. Bu mektuptan bir ay sonra 17 Ekim 1933’te ABD’ye kaçar. Einstein, o bilim insanlarına şunu söyler: “Türkiye’yi de tercih edebilirsiniz. Orada da bilim yapabileceğiniz bir ortam var.” Atatürk’e yazdığı mektupta bunu özetler. Daha o yıldan itibaren onlarca Alman kökenli bilim insanı Türkiye’ye gelir. 1930’lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’ndeki profesörlerin 45’i Türk, 46’sı Avrupalı idi. Hitler’in zulmünden kaçan Alman bilim insanları, İstanbul ve Ankara’daki üniversitelerde tıp, hukuk, veterinerlik, tarih, coğrafya, mimarlık, güzel sanatlar alanında ders verdiler, çalışmalar yaptılar... HHH ARD kanalındaki yönetici ve gazetecilere çağrımız şu: Eğer amacınız, Alevilerle ilgili kimi planların parçası olmak değilse... Eğer amacınız, Hitler’in suçlarına ortak aramak değilse... Eğer amacınız, “Zaten Atatürk’e ülkesinde de saldırılar var, bir darbe de bizden olsun” gibi art niyetli bir iş değilse... Yanlışlarınızı düzeltmek sorumluluğundasınız... Karşılaştırma anlamında değil ama son bir anımsatma: Hitler’in bir mezarı yok... Anıtkabir bir mezardan öte, hâlâ bütün insani değerler için bir yanıtkabir! Hitler’in doğduğu ev, Nazizm için sembol haline gelmesin diye, Avusturya hükümeti geçen günlerde binayı karakol yapma kararı aldı... Atatürk’ün doğduğu ev ise Kurtuluş Savaşı sürecinde amansız mücadele ettiği, sonrasında aradan bir kuşak geçmeden barış anlaşmaları yaptığı ülkenin topraklarında en saygın ziyaret yerlerinden biri... Gazilerden kaymakama tepki Marmaris Kaymakamlığı tarafından düzenlenen Kıbrıs Barış Harekâtı’na katılan 51 gaziye “Madalya ve Beratı Tevcih Töreni”nde Atatürk, harekât emrini veren dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ve KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın anılmaması gazilerin tepkisini çekti. Armutalan Kültür Merkezi’ndeki törende, Marmaris Kaymakamı Ertuğ Şevket Aksoy’un yaptığı konuşmada, Ecevit ile Denktaş’ın isimlerini söylememesine gaziler tepki gösterdi. “Yine aynı şeyler yapılıyor, ayıp artık” seslerinin yükselmesinin ardından plaket törenine geçildi. Tepkileri dindirmek için barkovizyonda Atatürklü Türk bayrağı gösterildi. Toplu fotoğraf çekimi için gazileri sahneye davet eden Aksoy, “Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını ilelebet unutmayacağız, saygıyla anacağız” ifadelerini kullandı. Bunun üzerine salondan “Yeni mi akıllarına geldi? Ecevit ve Denktaş’a birer rahmet esirgendi” denildi. Törende plaket alacak gazilerden biri ise unutuldu. Gazi Ahmet Gül salonu terk etmek istedi. Aksoy’un sorusu üzerine Gül’ün listede adı olmasına rağmen tören listesine alınmadığı ortaya çıktı. Gül’e plaketi daha sonra takdim edildi. l İç Politika
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear