23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 29 KASIM 2019 CUMA gorus@cumhuriyet.com.tr olaylar ve görüşler ABD’deki servet uçurumu dünyayı nasıl etkiliyor? Yazan: Dani Rodrik Çeviren: M. Birol Güger Her dönem başı öğrencilerime, “Zengin bir ülkede fakir mi yoksa fakir bir ülkede zengin mi olmak daha iyidir” diye soruyorum. Bu soru genelde önemli ve sonuçsuz bir tartışmaya davet ediyor. Ancak tabii, soruyu daha kesin bir cevaba sahip olacak şekilde tasarlamak mümkün. Şimdi odak noktamızı biraz daraltalım. “Zengin” ve “fakir”, sırasıyla gelir dağılımının en üst ve en alt yüzde 5’lik dilimini oluşturan insanlar olsun. Tipik bir zengin ülkede, nüfusun en yoksul yüzde 5’i, milli gelirin yüzde 1’ine sahiptir. Fakir ülkeler için veriler daha kısıtlı, ancak en zengin yüzde 5’in milli gelirin yüzde 25’ini aldığını varsaymak yanlış olmayacaktır. Benzer şekilde, zengin ve fakir ülkelerin de kişi başına düşen gelir bağlamında, diğer tüm ülkelerin yer aldığı listenin yüzde 5’lik en üst ve en alt dilimlerinde olduğunu varsayalım. Tipik bir fakir ülkede (Ör. Liberya, Nijer) 1000 dolar olan milli gelir, tipik bir zengin ülkede (Ör. İsviçre, Norveç) 65 bin dolara tekabül eder. Buradan hareketle, zengin ülkedeki bir yoksul 13 bin ABD Doları (65 bin x 0.01) kazanırken, yoksul ülkedeki bir zenginin 5 bin dolar (1.000 x 0.25) kazandığı sonucuna ulaşabiliriz. Bu sonuç öğrencilerimi şaşırtıyor, zira çoğu tersini düşünüyor. Yoksul ülkelerdeki varlıklı bireyleri düşündüklerinde, hizmetçilerin olduğu konaklarda yaşayan, pahalı araç filolarına sahip kodamanlar hayal ediyorlar. Bu gibi örnekler gerçekten var olsa da, fakir ülkedeki en üst gelir sınıfına mensup yüzde 5’lik dilimin temsilcilerinden birinin, orta seviyede bir bürokrat Harvard Üniversitesi, John F. Kennedy Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde uluslararası ekonomi politik profesörü olan Dani Rodrik, “South China Morning Post”ta yer alan makalesinde, yerel ve küresel gelir eşitsizlikleri arasındaki ilişkiye ve bu durumun yarattığı siyasi sonuçlara dair kapsamlı bir bakış sunuyor. M. BİROL GÜGER olması oldukça muhtemel. Sanayi Devrimi’nden önceki modern ekonomik büyümenin başlangıcında, küresel eşitsizlik neredeyse yalnızca ülkelerdeki eşitsizlikten kaynaklanıyordu. Avrupa ile dünyanın yoksul kesimleri arasındaki gelir uçurumu görece daha küçüktü. Ancak 19. yüzyılda Batı geliştikçe dünya ekonomisi, endüstriyel merkez ile birincil mal üreten çevre arasında “büyük bir sapma” yaşadı. İki temel eğilim Savaş sonrası dönemde, zengin ve fakir ülkeler arasındaki gelir uçurumu, küresel eşitsizliğin büyük dilimini oluşturuyordu. Ancak 80’lerin sonlarından itibaren iki ayrı eğilim bu fotoğrafı değiştirmeye başladı. İlk olarak Çin öncülüğündeki geri kalmış bölgelerin pek çoğu, dünyanın zengin ülkelerinden daha hızlı bir ekonomik büyüme yaşadı. Tarihte ilk kez gelişmekte olan ülkelerin vatan daşları, Avrupa ve Kuzey Amerika’dakilerden daha hızlı bir şekilde zenginleşiyordu. İkincisi, özellikle daha az düzenlemeye tabi işgücü piyasası olan ve sosyal korumacılığın zayıf olduğu birçok gelişmiş ekonomide eşitsizliklerin artmaya başlaması oldu. ABD’de servet eşitsizliğindeki artış o kadar keskindi ki, ülkedeki fakirlerin yaşam standartlarının, en yoksul ülkelerde yaşayan zenginlerden daha yüksek olması muhtemeldi. Bu iki eğilim, genel küresel eşitsizlik açısından denge kurmaya başladı; biri azalırken diğeri yükseldi. Ancak her ikisi de zaman içinde ülke içi eşitsizliklerin toplamdaki payını yükselttiler ve 19. yüzyıldan bu yana kesintisiz bir eğilim ortaya koydular. Dünya Eşitsizlik Raporu’nda yayımlanan bir makaleye göre, Paris School of Economics’ten Lucas Chancel, mevcut küresel eşitsizliğin dörtte üçünün ülke içi eşitsizliklerden kaynaklanabileceğini tahmin ediyor. Diğer iki Fransız iktisatçı, François Bourguignon ve Christian Morrison tarafından yapılan tahminler, ülke içi eşitsizliğin 19. yüzyılın sonlarından bu yana çok büyük olmadığını ifade ediyor. Bu tahminler doğru ise rakamlar, dünya ekonomisinin politika önceliklerini gözden geçirmemizi gerektiren önemli bir eşiği geçtiğimizi gösteriyor. Aralarında benim de olduğum ekonomistler uzun zamandır, dünya çapındaki küresel eşitsizliği azaltmanın en etkili yolunun, düşük gelirli ülkelerde ekonomik büyümeyi hızlandırmak olacağını söylüyor. Siyasal sonuç Halkçı milliyetçiliğin Batı’daki yükselişi, kısmen zengin ülkelerdeki eşitlik hedefleri ile fakir ülkelerdeki yüksek yaşam standartları arasındaki gerilimden kaynaklanıyor. Gelişmiş ekonomilerin düşük gelirli ülkelerle olan ticaretlerinin artması, yerel ücret eşitsizliğine katkıda bulunuyor. Bu durumda, dünyanın geri kalanında gelir elde etmenin en iyi yolu, yoksul ülkelerdeki işçilerin, yoğun bir şekilde zengin ülkelerdeki işgücü piyasalarına akmasını sağlamak oluyor. Daha az eğitimli, düşük ücretli zengin ülke çalışanları için bu hiç de iyi bir haber değil. Bununla birlikte, yerelde gelir eşitliğini vurgulayan gelişmiş ekonomi politikalarının, dünya çapındaki yoksul insanlara zarar vermesi gerekmez. Emek piyasasının tabanındaki gelirleri artıran ve ekonomik güvensizliği azaltan ekonomi politikaları, hem ülke içi gelir eşitliği hem de zayıf ekonomilere gelişme şansı veren bir dünya ekonomisi için iyidir. Soruşturmadaki ‘basın özgürlüğü’, iddianamede ‘3 yıla kadar hapis’ oldu 20 günlük basın özgürlüğü Muhabirimiz Zehra Özdilek’in yaptığı haber üzerine başlatılan kovuşturmada, “basın özgürlüğü” vurgusu yapılarak takipsizlik kararı verildi. 20 gün sonra ise aynı dosya, iddianameye dönüştürülerek 3 yıla kadar hapis cezası istendi. Gazetemiz muhabiri Zehra Özdilek’e, daha önce ismi defalarca basında yer alan gizli bir tanığın adını haberde açık yazdığı gerekçesiyle “terörle mücadelede yer almış kişileri hedef göstermek” suçunu işlediği iddiasıyla dava açıldı. İddianameyi yazan savcının soruşturma aşamasında, “eylemin basın özgürlüğü ve habercilik faaliyeti kapsamında kaldığı” gerekçesiyle “kovuşturmaya yer yok” kararı verdiği, 20 gün sonra ise dosyada hiçbir resmi itiraz olmaksızın iddianame hazırladığı ortaya çıktı. İddianamede Özdilek’in, 1 yıldan 3 yıla kadar hapsi istendi. Sonra dava açıldı Kanun hükmünde kararname (KHK) ile ihraç edilen ve cezaevinden çıkan bir öğretmen ile yaptığı röportajı, “1.5 yıl sonra özgür” başlığıyla haberleştiren gazetemiz muhabiri Zehra Özdilek hakkında kovuşturma başlatıldı. Savcı, dosya hakkında “kavuşturmaya yer yok” kararı verdi. Savcının kararına avukatlar UYAP üzerinden ulaştı. “Kovuşturmaya yer yok” kararında “terörle mücadelede görev almış kamu görevlisini hedef gösterme kastı” olmadığı belirtildi. Kararda, “işlenen eylemin mevcut olmadığı gibi soruşturmaya konu suçun yasal unsurlarının oluşmadığı, eylemin basın özgürlüğü çerçevesinde habercilik faaliyeti kapsamında kaldığı anlaşılmakla, kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar veril ‘Hukuka aykırı bir iddianame’ Özdilek’in avukatı Buket Yazıcı, “07/10/2019 tarihli takipsizlik kararına herhangi bir itiraz yapılmamış, sonradan yeni bir delil de elde edilememiştir. Ortada buna ilişkin bir Sulh Ceza Hâkimliği kararı da bulunmamasına rağmen bütünüyle hukuka aykırı bir iddianame düzenlenmiştir. Kanun gereği müvekkilim hakkında verilen takipsizlik kararının, kendisine tebliğ edilmesi gerekirken, tebliğ gerçekleştirilmemiş, bundan haberdar edilmemiştir. Bununla birlikte karar, soruşturma dosyasından da çıkarılmıştır. İlgili takipsizlik kararından, dava açıldıktan sonra UYAP sistemi üzerinden haberdar olduk” dedi. di” ifadeleri yer aldı. Aynı dosya için 20 gün son ra ise resmi bir itiraz olmaksızın Özdilek hakkında “terörle mücadelede yer almış kişileri hedef göstermek” suçunu işlediği iddiasıyla iddianame hazırlandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılan iddianamede, Özdilek’in ifadelerine yer verildi. Özdilek, gizli tanığın isminin daha önce basında defalarca açık yazıldığını, bu gerekçe ile haber kaynağının söylediği şekilde “tırnak” içinde yazdığını söyledi. İddianamede, Özdilek’in 1 yıldan 3 yıla kadar hapsi istendi. l İSTANBUL / Cumhuriyet Tanilli’yi anıyoruz S osyoloji, siyaset bilimi ve anayasa hocası, aydınlanma mücadelesinin en önemli isimlerinden, yazarımız Prof. Dr. Server Tanilli (80), ölümünün 8. yılında anılıyor. 7 Nisan 1978 yılında, saldırı sonucu tekerlekli sandalyeye mahkum edilen, yılmadan mücadelesine devam eden “Uygarlık Tarihi” adlı eseri üniversitelerde ders kitabı olarak okutulan Prof. Dr. Tanilli, bugün Karacaahmet’teki mezarı başında saat 12.00’de düzenlenen törenle anılacak. UĞUR DEMİR Tanilli, Tanör ve Soysal için panel Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) bugün saat 18.30’da Beyoğlu Asmalı Mescit’teki FKF İstanbul Temsilciliği’nde, Prof. Server Tanilli ile anayasa hukuku konusunda yaptığı önemli çalışmalarla tanınan Prof. Dr. Bülent Tanör ve Anayasa Hukuku Profesörü, eski Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Mümtaz Sosyal anısına “Hukuktan felsefeye, aydınlanmadan siyasete Türkiye’de hukukun güncel durumu” konulu panel yapılacak. Tanilli’nin oğlu Bülent Tanilli’nin katılacağı panelde, Dr. Mehmet Cemil Ozansü ve avukat Baran Kaya konuşma yapacak. l İSTANBUL / Cumhuriyet Büyük oyunu bozan ittifaklar ve küçük oyunlar! Politikacı ile seçmen arasındaki en önemli fark, politikacının tek bir oyun bile değerini bilmesi, seçmenin ise bilmemesidir: 2) PKK’nin varlığı, iktidar için büyük bir şans, TürkKürt ayrımının kaşınması için büyük bir fırsattır... Sürekli olarak her iki taraftaki Politikacı, kullanılan her bir demokratik olmayan, “üstün ve tek oyun değerini bilir, çün ayrımcı milliyetçilik” duyguları kü o oyların toplamı ona “İKTİ nı destekler! DAR” verir. 3) Mezhep ayrımını sürekli Seçmen, kullandığı oyun de olarak gündemde tutar; seçim ğerini bilmez, çünkü kendi tek lere giderken birdenbire, mez bir oyunu “okyanusta bir dam hep çatışmaları körüklenir, ba la” olarak görür, milyonlarca zı evlerin kapılarına çarpı işare oya göre önemsiz ve hatta anlamsız olduğunu düşünür. Sınıfsal gelişmesini tamamlayamamış toplumlarda, politikacı ile seçmen arasında önemli bir fark daha vardır: Azgelişmiş veya gelişmekte olan toplumlarda, seçmen demokrasinin sonuçlarını algılayamamış, attığı oy ile başına gelenler arasındaki ilişkiyi kuramamıştır. Örneğin çektiği geçim sıkıntısının, attığı oy ile seçtiği yö ti konulur. HHH Millet İttifakı’nın önemi: Bu üç “kırılgan fay hattının” ortadan kaldırılması ancak muhalefet partileri arasında bunları aşacak ittifakların gerçekleştirilmesi ile olanaklıdır: CHP ile İYİ Parti’in ana ekseni oluşturduğu “Millet İttifakı”, ırkçı/milliyetçi duyguları kaşıyan ve TürkKürt ayrımcılığını, muhalefeti bölmek için siyasete taşıyan iktidarın oyununu bozmuştur. neticiler tarafından yaratıldığına Onun için iktidar açıkça dikkat etmez; sıkıntılarını “ka bu “İTTİFAKIN ZAYIFLAMA der” diye kabullenir ve bunla SI, PARÇALANMASI ÇOK rı ya Allah’tan bilir ya da kendi ÇOK ÖNEMLİ” demektedir. yetersizliğinden. HHH Buna karşılık politikacı, aldığı Demokrasi İttifakı’nın oy ile hem kendini hem ailesini önemi: ve çevresini zenginleştireceğini Kürtlerin sorunları da da bilir, onun için canhıraş çalışır, hil olmak üzere, Türkiye’nin her türlü taklayı atar! bütün sorunlarının sadece Bu konuda ünlü tarihçi ve Ortadoğu uzmanı Bernard Lewis’in harika bir tespiti vardır: “Amerika gibi gelişmiş ülkelerde zenginlik politikada başarıyı, Ortadoğu’daki ülkelerde ise politikadaki başarı zenginliği getirir” der! Demokratik Rejim içinde çözülebileceğini gören HDP, “Önce Demokrasi” anlayışı ile Demokratik Rejim’i çökerten iktidara karşı “Millet İttifakı”na, gayri resmi olarak, dışarıdan, hiçbir angajmana girmeden, Demokrasi adına, destek verince, “mu HHH Türkiye’deki “Büyük Oyun” tam da budur: İktidar, seçmenin, “oy” ile “yoksulluk” arasında ilişki kurmasını, din/mezhep ve ırk/milli kaddes kimlik duygularını manipüle eden” iktidarın çöküşü hızlanmıştır. HHH “Hızlanmıştır” dedim, çünkü iktidarın çöküşü, “Tek yet gibi kimlik değerleri üzerin Kişi Yönetimi”ne geçildiğinde den yaptığı manipülasyonlarla çoktan başlamıştı. engeller... “Parlamenter Demokratik “Vatan, Millet, Din, İman, Rejim”in tahribi ve “Tek Kişi Ezan, Kuran” söylemleriyle ik Rejimi”nin ilanı, bu çöküşü ört tidarını sürdürürken, toplumu bas edip biraz zaman kaza yoksullaştırır, kendisini ve ya nmak için bulunmuş suni bir kınlarını zenginleştirir; bunun yöntemdi... farkına varılmasını önlemek için Ama zaten başarısız de dini eğitim yapar, toplumu olan iktidarın çöküşünü cahil bırakır. “Büyük Oyun”un ikinci aya ğı, muhalefeti parçalamak, yapacağı her ittifakı önlemek ve rakiplerini toplumun “kırılgan fay hatları” üzerinden zayıflatmaktır. Nedir bu kırılgan fay hatları: TürkKürt ayrımı... SünniAlevi ayrımı... (Dikkat “Dindar” değil) DinciLaik ayrımı... İktidar bu “kırılgan fay hatlarını” sürekli kaşıyarak muhalefeti böler: 1) “Dindarlar laik olamaz”, “Laiklik dinsizliktir”, hızlandırmaktan başka hiçbir işe yaramayacağı en baştan belliydi. Bu nedenle iktidar “Büyük Oyun”un farkına varan muhalefet partilerini ve onların hem liderlerini hem de seçmenlerini yeniden manipüle etmek için “Küçük Oyunlara” başvuruyor: CHP üzerinde “Bir Bardak Suda Koparılan Fırtına” bunun son örneğidir... Arkadan başka oyunların da geleceği bellidir ama hiçbiri “Tek Kişi Yönetiminin” çöküşünü durduramayacaktır! YAŞASIN DEMOKRATİK “Ya Müslümansın, ya laiksin”, CUMHURİYET... “Devlet laik olur, birey laik ola YAŞASIN DEMOKRATİK maz” der. İTTİFAK! Aramızdan ayrılışının 8. yılında saygıyla anıyoruz... Ankara Güvenevler Mahallesi Güneş Caddesi / Kavaklıdere 0312 442 30 50 İstanbul Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 / Şişli 0212 343 72 74
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear