25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 27 OCAK 2019 PAZAR cengiz.yildirim@cumhuriyet.com.tr TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Önce bilincimizden sorumluyuz AFŞAR TİMUÇiN Çoğumuz kötü eğitildiğimize inanırız. Belki dünyada birçok insan buna inanır. Bu sağlam bir kanı olmanın ötesinde köklü bir duygudur ve bir gerçeği karşılar. Eğitim güç iştir. Eğitim süreçleri karmaşık süreçlerdir. En iyi eğitim belki de en az sakıncalı eğitimdir. Kuramda olsa bile uygulamada eksiksiz eğitim yoktur. Eğitilenler eğitimlerinin olumlu yanlarından çok olumsuz yanlarını görürler. Bu biraz da eksiklerine gerekçe bulma inceliğidir. Eğitilirken hem yetkinleşiyor hem zedeleniyoruz. Zedelenme ailede doğumla başlıyor. Herkes bu zedelenmenin konusu ve canlı tanığıdır. Ailede edinilen bilinç gündelik ilişkiler için bile yeterli değildir. Eğitilmemiş eğitici Bilinç yetkinliğine ulaşma yolunda umut okullardadır. Toplumsal, siyasal ve iktisadi koşulların yetersizliği bu umudu sakatlar. Eğitim ancak iyi yetişmiş eğiticilerle yapıldığında verimli olabilir. Eğitilmemiş eğiticinin yapacağı eğitim yarardan çok zarar getirir. Eğiticinin işi sağlıklı bilinçlerin oluşumuna katkıda bulunmaktır ve yeni yetişenlerin sağlam kişilikli olması için çalışmaktır. Yetersiz eğitici bilir bilmez edindiği tutarsız bilgileri sunarken bilinçleri dağıtmakla kalmayacak, kişilerin ruhsal dengesini de bozacaktır. Kötü eğitimle gelen kötülükler kişilerde akıl hastalıklarına kadar varan sıkıntılara yol açabilir. Kadınları boğazlayan erkeklerin egemenliği bu yetersizliklerden kaynaklanıyor. Üniversite önce Eğitilmemiş eğiticinin yapacağı eğitim yarardan çok zarar getirir. Eğiticinin işi sağlıklı bilinçlerin oluşumuna katkıda bulunmaktır ve yeni yetişenlerin sağlam kişilikli olması için çalışmaktır. Yetersiz eğitici bilir bilmez edindiği tutarsız bilgileri sunarken bilinçleri dağıtmakla kalmayacak, kişilerin ruhsal dengesini de bozacaktır. si eğitime bu yüzden özel bir önem vermek gerekir. Kendini bilen kişi bilgi açısından eksiklerini gidermek ve yanlışlarını düzeltmek konusunda özenlidir. Bunun anlamı mezara kadar kendinin eğiticisi olmaktır. Buna kavram onarı Descartes mı ya da bilinç onarımı da diyebiliriz. Descartes her kişi yaşamında bir kere bütün bildiklerini kuşkuya koymalıdır diyordu. Belki de bir ömür boyu bilincimizle hesaplaşmamız gerekiyor. Öncelikle yapılacak şey kavramları yanlış içeriklerinden arındırmak ve onlara doğru içeriklerini kazandırmaktır. İkinci iş bellekte gerçekliğin yansısı olan sıra düzenine göre kavramları bulunmaları gereken yere koymaktır, onları yerli yerine oturtmaktır. Böylece kavramlar dizgesini içlem kaplam ilişkisi içinde düzenlerken bu tür bir ilişki içinde olmayan temel kavramların aralarındaki bağlantıları da belirlemek gerekir. “Müzik” kavramı “sanat” kavramının altına girer ama “demokrasi” kavramı “Cumhuriyet” kavramının altına girmez. “Cumhuriyet” kavramı da “demokrasi” kavramının altına girmez. Aralarında içlem kaplam ilişkisi yoktur. Yapılacak şey onların birbirleriyle uzak yakın bağlantılarını göstermektir. Kısa cası, ‘görenek’i ‘gelenek’le, ‘bellek’i ‘bilinç’le, ‘yeti’yi ‘yetenek’le, ‘demokrasi’yi ‘cumhuriyet’le karıştırdık mı işin içinden çıkmayız. Bellekte kavramlar düzeni karışık ve kavram içerikleri bozuk olunca kavramlardan giderek üretilen fikirler de gerçekliğin dışına düşerler: yaşam gerçeğinde bir yere oturmazlar. Aydın bilinen kimselerin bile çok zaman gerçekliğe dokunmayan fikirler üretebildiğini görüyoruz. Bir yerde şöyle bir cümleyle karşılaşabiliriz: “Sanatta olsun edebiyatta olsun hatta bütün kültür ve sanat ürünlerinde, bu arada kültürle felsefe arasındaki ilişkilerde ve felsefe denen bilimin arayışlarında olsun bu tür bir anlayışın geçerli olduğunu apaçık görebiliyoruz.” Bu pırıltılı cümle yanlış bilinç oluşturmakta etkin bir kaynaktır. Demek ki bunu yazan kişi edebiyatın da sanatlardan biri olduğunu, kültür kavramının sanat kavramını da kapsadığını, bir başka deyişle sanat kavramının kültür kavramında içerildiğini, kültürün de felsefenin üstünde olduğunu, ayrıca felsefenin bir bilim olmadığını, kültürün içeriklerinden biri olduğunu bilmiyor, sakat bilinçle fikir üretmeye ve insanlara bilgi sunmaya çalışıyor. Bilinç yetmezliği bireylerin kişileş mesini ve toplumsallaşmasını engelliyor, onların kendileriyle ve dış dünyayla ilişkilerinde sorunlar çıkarıyor, hatta ahlaki sıkıntılara yol açıyor. Önyargılarla düşünüyoruz Toplumsallaşamamış toplumsallık tüm yaşamda belirleyici olunca herkes kendi kafasına göre iş yapıyor. Çok zaman önyargılarla düşünüyoruz ya da düşündüğümüzü sanıyoruz ve kalıp sözlerle konuşuyoruz. O yüzden ya çok çabuk karşıtlaşıyor ya çok çabuk uzlaşıyoruz. Karşımızdakinin ne söyleyeceğini aşağı yukarı biliyoruz, buna göre o kişinin sözlerini ya onaylıyor ya da dinlemiyoruz. Şiirlerimiz, öykülerimiz, romanlarımız, yazılarımız birbirine benziyor, yalanlarımız bile birbirine benziyor. Sık sık yaşasın ve kahrolsun ikilemine düşüyoruz. Bilinçlerin verimli buluşması olmayınca umutsuzluklar, kırgınlıklar, suçlamalar öne geçiyor. Yanlışlarımızı birilerine benimsetmeye çalışıyoruz. O zaman gerçek değerler oluşturamıyoruz. O zaman değer olmayan değerler gerçek değerlerin yerine geçiyor, düzmece değerler gerçek değerlerin oluşumunu engellerken değer yaratacak olanları korkutup sindiriyor. Her kişi önce kendinden sorumludur, yani kendi bilincinden sorumludur. Kendinden sorumlu olmayan kişinin başkasından ya da başkalarından sorumlu olması bir masaldır. Mumcu’yu 26. yılında özlemle anıyorum! Prof. Dr. Hakkı Keskin Sevgili Uğur Mumcu’yu, alçakca ve hunharca katledilişinin 26. yılında, minnet ve özlemle anıyorum! Uğur Mumcu yaşamı boyunca, bizlere yol gösteren yazıları ve konuşmalarıyla, Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti ve laikliğin çağdaş düzeyde yaşama geçirilmesi için kararlılıkla çalıştı ve uğraş verdi. Mumcu çoğu kişinin üzerine gitmeye cesaret edemediği konuları kararlılıkla ve köklerine inerek inceleyen onurlu bir yazarımızdı. Sevgili Uğur Mumcu büyük bir yurtsever ve gerçek anlamda bir Atatürkçü ve Kemalistti. “Kemalizm benim lu şirketlerin emrinde yaşam şeklimdir”, “Atatürkçü dir; öyle bir teslimiyet lük ulusal bağımsızlık ve ulusal tir ki, petrol, maden ve onur demektir. Atatürkçülük, yabancı sermaye yasa özetle antiemperyalist bir Kur ları yabancı uzmanlar tuluş Savaşı’nı başlatan ve sür ca hazırlanmıştır; öyle düren bir eylem ve öğretidir” bir teslimiyettir ki, ülke diyor Uğur Mumcu. topraklarının bir bölü Bir yazısında son derece Uğur Mumcu mü üs adı altında baş önemli şu gerçeğin altını çi ka devletin genelkur ziyordu Mumcu: “Temelinde bağımsızlık mayına armağan edilmiştir; öyle bir teslimi harcı yatan Cumhuriyetimiz, İkinci Dünya yettir ki, ordumuzun silahları, araç ve ge Savaşı’ndan sonra emperyalistlerin ahtapot reçleri okyanus ötesi ülkelerin buyruklarına kollarında teslim edilmiştir. Öyle bir tesli bağlanmıştır.” miyettir ki, yeraltı zenginliklerimiz çokulus Sevgili avukatım Uğur Mumcu`yu anar ken, aynı hunharca cinayetlerle yaşamını kaybeden, Prof. Muammer Aksoy, Prof. Bahriye Üçok, Prof. Ahmet Taner Kışlalı gibi Türkiye`nin yetiştirdiği en değerli ve saygın evlatlarını, büyük bir şükran ve minnet duygularıyla anıyoruz. Aradan 26 yıl geçmiş olmasına karşın Mumcu`ya, yine Aksoy’a, Kışlalı’ya, Üçok’a yapılan bu hunharca cinayetler henüz aydınlanamamıştır. Bu Türkiye’nin çok büyük ayıbıdır. Tüm sorumlulara yeniden seslenmeliyiz: Uğur Mumcu ve onun gibi yurtsever, aydın, Atatürkçü insanlarımızı katleden cinayet şebekelerini artık aydınlatın. Gerçek suçlular hak ettikleri cezaları bulsunlar. Prof. Dr. Bedia Akarsu’yu anarken Prof. Dr. Ayşe Kaypmaz /Öğretim üyesi Bugün Atatürk devrimcilerinin yılmaz savunucusu, Cumhuriyet gazetesinin sürekli yazarı kaybettiğimiz değer, Prof. Dr. Bedia Akarsu’nun doğum günü. Kayıplarımız olmadan önce her yıl hocamın doğum günü Kaypmaz’ların evinde kutlanırdı. Oktay Akbal, Ayla Akbal, İlhan Selçuk, Sami ve Mehçure Karaören, Tahsin Yücel, Gülçin Yücel, Tüten Anğ, Sabahattin Batur ve eşi Tansel Hanım veya hocamın gelmesini arzu ettiği diğer dostları onunla birlikte olmak için bizde toplanırlardı. Bu toplantılar akşamüstü başlar ve gecenin nasıl bittiği anlaşılmadan sonlanırdı. Bir sonraki toplantının yeri ve tarihi kararlaştırıldıktan sonra sıra vedaya gelirdi. Uzun yıllar birlikte olmuş bu eski dostların birbirinden ayrılması hiç de kolay olmazdı. İlhan Selçuk’un en sevdiğim sözlerinden biri şuydu: “Her insan kendi heykelini kendi yapar.” Bu söze bayılırdım. Prof. Dr. Bedia Akarsu bunu başarıyla gerçekleştirmiş kişilerden biri olarak bilinir. Birikimlerini aktardı 1943 yılında bitirdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde Macit Gökberk, Vehbi Eralp, Hilmi Ziya Ülken, Mustafa Şekip Tunç, Mazhar Şevket İpşiroğlu Takiyettin Mengüşoğlu gibi çok değerli hocalardan eğitim alarak mezun olduktan sonra doktorası için gittiği Almanya’da Joachim Ritter, Dr. Hans Georg Gadamer ve Alfred Weber’le çalıştı. Kazandığı birikimlerini üniversite öğrencilerine aktardı, kitaplar ve makaleler yayımladı. Wilhelm von Humboldt’ta DilKültür bağlantısı, Max Scheler’de Kişilik Problemi, Modern Toplumda Kadın, Ahlak Öğretileri I: Mutluluk Ahlakı, Ahlak Öğretileri II: Kant’ın Ahlak Felsefesi, Atatürk Devrimleri ve Yorumları, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Çağdaş Felsefe Atatürk Devrimi ve Temelleri gibi. Kitapları Felsefe Bilimi ile ilgili olan üniversitelerde ve bu konulara merakı olan kişilerce okunmaktadır. Prof. Bedia Akarsu emekliliğinden sonra 1998’de davetli olarak gittiği Çukurova Üniversitesi’nde iki yıl konuk profesör olarak görev aldı; Anadolu’da yaptığı bu bilimsel çalışmalar onu mutlu etmişti. 1997’de Mersin Üniversitesi kendisine onursal doktora unvanını verdi. Türk Dil Kurumu’na ilgisinin 1950’lerden önce başladığını ve Nurullah Ataç’ın İlhan Selçuk’un en sevdiğim sözlerinden biri şuydu: “Her insan kendi heykelini kendi yapar.” Bu söze bayılırdım. Prof. Dr. Bedia Akarsu bunu başarıyla gerçekleştirmiş kişilerden biri olarak bilinir. Oktay Akbal Adnan Kaypmaz Bedia Akarsu İlhan Selçuk Ayşe Kaypmaz Adnan Kaypmaz Bedia Akarsu Mehçure Karaören önerisiyle üye olduğu, 1963’te yönetim kuruluna seçildiğini, Behçet Kemal Çağlar, Necati Cumalı, Oktay Akbal, Salah Birsel, Cahit Külebi, Akşit Göktürk, Berke Vardar, Metin And ile 1983 yılına kadar birlikte çalıştığını anlatırdı. Toplantılara katılma amacıyla İstanbulAnkara yolunu trenle aldıklarını, yol boyunca Oktay Akbal, Sami Karaören ve kendisinin hiç durmadan, art arda şiir okuduklarından söz ederdi. “Ankara’ya vardığımızda kendimizi sanki şiir yarışmasından çıkmış hissederdik” dediğinde Sami Bey ve Oktay Bey bunu doğrulardı. 2000 yılında Betül Çotuksöken ve Doğan Özlem’in hazırladığı Bedia Akarsu Armağanı adlı eseri imzaladıktan sonra bana “Bütün arkadaşlarıma teşekkür ederim çok güzel makaleler ve beni tanımlayan yazılar yazmışlar ama ben en çok Adnan Binyazar’ın yazısını beğendim Ayşe” demişti. 2016 yılında Cumhuriyet gazetesi köşesinde Ahmet Cemal, Bedia Akarsu için bir yazı yazmıştı. Hocam yazıyı kesmiş çekmecesine koymuş ve ziyaretim sırasında bana bir iki kere okutturmuştu. O gün insanları yaşarken mutlu etmenin ne kadar güzel olduğunu düşünmüştüm. Canan Yücel Eronat İstanbul’a gelişlerini İKSV’nin konserlerine denk getirmeyi severdi. Aya İrini bahçesindeki buluşmalar, sohbetler harikaydı. Hocamı tanıyan arkadaşlarının toplantı mekânı oluverirdi yüzyıllık çınar ağaçlarının altı. Aynı buluşmalar Cumhuriyet gazetesinin Yunus Nadi Ödülleri törenlerinde de yaşanırdı. Hocam Bülent Ecevit’le olan görüşmelerinde Ecevitlerin alçak gönüllülüklerini ve Ecevit’in isteği ile kısa sürede basılan Çağdaş Felsefe kitabını zevkle anlatırdı. Bedia Akarsu 19781979 yıllarında Ecevit Hükümeti döneminde Kültür Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın danışman kurullarında görev almıştır. 10 Kasım 1995’te ilk gerçekleştirilen “İstanbul Üniversitesi Atatürk Ödülü” kendisine verilmişti. Akarsu ve sanat 10 Eylül 2005 gününün sabahı Tekirdağ’da yazlıktayken hocamdan bir telefon aldım. “Ayşe, Hoca Ali Rıza’nın 75. ölüm yılı nedeniyle kapsamlı bir retrospektif sergi var. Saat 17.00’de Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesinde buluşalım” dedi. Eşimin Ağrı Dağı tırmanışında olduğunu ve arabamızın olmadığını, gelemeyeceğimi söylediğimde, “aa ne olacak, atla şehirlerarası otobüse gel” dedi. Gittim. Birlikte olağanüstü bir sergi gezdik. Hocam için sanat çok önemliydi. Fazıl Say’ı dinlemek için Ayla Akbal ile Viyana ve Rotterdam’a gitmişti. 2016 yılının Ocak ayının sonuna doğru Bedia hocamın sağlığı bozulmuştu. Darüşşafaka’nın “Nursing Home”da yoğun bakımda tedavi oluyordu. 21 Ocak Çarşamba günü hocamın ziyaretine gittim. Onun sağlığına kavuşması için emek verenlerle birlikte doğum günü pastasını keserek 95. yaş gününü kutladık. Mutluluğunu paylaştık. 24 Şubat günü yine gittim. Onunla uzun uzun sohbet ettim. Bu sohbet tek taraflıydı. Uzun süre ellerini avuçlarımda okşadım, okşadım. Komadaydı. Bir ara sağ elimin orta parmağını, parmaklarıyla sıktığını hissettim. Ne garip hocamın an lattıklarımı duyduğu hissine kapıldım. Ziyaretimden birkaç saat sonra hocamın aramızdan ayrıldığını haber verdiler. Yıkılmıştım. Aydın kesimi en güzel kalemlerinden birini yitirmişti. Bedia Hocam, Topağacı’nda kırk beş yıl yaşadığı aile evinden Darüşşafaka’nın Rezidansına taşınırken, dalları balkonunu aşan görkemli çınar ağacından ayrılacağı için üzgündü. Bu ağaç uzun yıllar önce, apartmanın alt katında yaşayan, bir tıp fakültesi öğrencisi tarafından ince bir dal olarak bahçeye dikilmişti. Hocam bu ağacın bilgeliği anlattığını söylerdi. Şimdi mevsim kıştı. Çınar ağacında bir tek yaprak yoktu. Ama baharla birlikte yeşil sürgünler oluşacaktı. Tıpkı hocamın kitaplarını okuyarak aydınlanacak gençler gibi. Bugün 27 Ocak 2019 Prof. Dr. Bedia Akarsu’nun doğum günü. Onu dostlarıyla anmak istedim. Adalet ve demokrasi CHP milletvekili Utku Çakırözer geçen hafta Silivri ve Bakırköy hapishanelerini ziyaret etti ve AKP Genel Başkan Yardımcısı Leyla Şahin Usta’nın “Türkiye’de insan hakları ihlali olduğunu söylemek abesle iştigaldir” sözlerini eleştirerek şöyle dedi: “İşte size Osman Kavala, iddianamesiz bir şekilde 447 gündür cezaevinde. Eren Erdem mahkemenin tahliye kararına rağmen talimatlı yargı ile tahliye edilmeden yeniden cezaevine konuldu.” HHH Çakırözer, Anayasa Mahkemesi’nin Turhan Günay, Şahin Alpay ve Mehmet Altan için verdiği hak ihlali kararlarını da hatırlattı: “Bu gazeteciler Anayasa Mahkemesi kararlarıyla özgürlüklerine kavuştular ve tahliye edildiler. Ancak Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak gibi gazetecilerin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurular var. Bazıları 2 buçuk yıldır sonuçlanmış değil. Günay, Alpay ve Altan için verilen kararlar örnek kararlardır. O yüzden Anayasa Mahkemesi bu kararlarını diğer gazeteciler için de bu kararlar doğrultusunda bir an önce karar vermelidir.” HHH Cezaevinde, Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile de görüşen Çakırözer şöyle devam etti: “Dünyada Tehlike Altında Olan Avukatlar Günü’nde cezaevinde bulunan hukukçular nedeniyle bu yıl tüm dünyada Türkiye bu nedenle protesto edilecek... Selçuk Kozağaçlı 450 gündür cezaevinde. Tahliye kararı verildi, yeni bir kararla yeniden tutuklu. Foto muhabiri İsminaz Temel Cumartesi Anneleri’ni fotoğrafladı diye 1 yıldır cezaevinde. Aynı şekilde gazeteci Semiha Şahin...” HHH Çakırözer, Türkiye’de gazetecilerin yeni bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu da belirtti: “Tutuklu gazeteciler ayıbı var diyoruz ama Türkiye’de gazeteciler yeni bir tehlike ile karşı karşıya. Gazeteciler tahliye ediliyor ama daha sonra mahkemede kararlar kesinleştiği için yeniden cezaevine konuyorlar. Atilla Taş, Murat Aksoy öyle.” HHH Sözcü Gazetesi Davası’nı da takip ettiğini belirten Çakırözer: “Türkiye’de terör örgütü FETÖ’nün devlete sızma konusunda devleti sürekli uyaranlar arasında Sözcü Gazetesi ve yazarları Emin Çölaşan, Necati Doğru gibi yazarlar vardır. Şimdi hâkim karşısında olmaları kabul edilemez...” dedi. HHH Çakırözer, sosyal medya paylaşımı nedeniyle 7 aydır cezaevinde bulunan Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Gönül Gören’in sınavlarda başarılı olduğu halde derslerine devam edemediğini belirterek: “Gönül Gören bir sembol isimdir. Onun gibi cezaevlerinde yüzlerce öğrenci eğitimlerine son vermekle karşı karşıyalar. Bu insanlar özgürlüğünden mahrumken en azından okulundan, eğitiminden mahrum bırakılmamalıdır” çağrısında bulundu. HHH ADALETİN ZEDELENDİĞİ YERDE DEMOKRASİ OLUR MU! C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear