29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Perşembe 26 Nisan 2018 A2 rtık can damarı değil, zehir Ergene Nehri, 1970’lerden beri Çerkezköy ve Çorlu’daki sanayi tesisleri yüzünden kirletiliyor Bir nehir düşünün. Trakya’nın can damarı. Istrancalar’dan başlıyor ve Ege Denizi’ne dökülüyor. Kolları bir havzaya can veriyor. Edirne’de durum maalesef uzun yıllardır böyle değil. Çünkü Çorlu Çerkezköy Lüleburgaz civarındaki sanayi tesisleri Ergene Nehri’ne yıllardır atıklarını deşarj ediyor. Nehirde canlı bırakmamış. Simsiyah akan nehrin etrafında tarım yapılıyor. Avukat Bülent Kaçar bölgede çevre mücadelesi sürdürüyor. Bunlardan biri de Ergene Nehri’nde yılan hikâyesine dönen ve artık bölge sakinlerini bıktıran kirlilik. Kaçar nehirde kimyasal maddeler olduğunu belirterek “Ağır metallerden bahsediyoruz. Bunlar insan vücudunda birikip kanser yapıyor. Hafife alınacak ve bu zamana kadar olduğu gibi ihmal edilecek bir şey değil. Artık bölgemizde kanser hastalığı ilk sıraya tırmandı. Bölgeyi ciddi tehdit eden bir hal almış durumda” diyor. Ergene Nehri’nin kirliliği yetmezmiş gibi bir de şimdi Organize Sanayi Bölgesi’ne su getirmek için projelerin gündemde olduğunu belirten Kaçar ekliyor: “Zaten sanayi tesisleri yeraltı suyumuzu yıllarca çekti. Nehri de kirletti şimdi Meriç nehrinden tesislere su çekerlerse biz kendimize gidecek yer arayayım. Susuz kalırız.” Zehir saçıyor Istrancalar’daki Yıldız Dağları’ndan doğup Meriç Nehri ile birleşerek Ege Denizi’ne dökülen Ergene, 1970’lerden beri Çerkezköy ve Çorlu’daki sanayi tesisleri yüzünden kirletiliyor. Ergene Nehri Havzası’ndaki Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’nin can damarı olan 283 kilometrelik Ergene Nehri her gün zehirlemeye devam ediyor. Çevresindeki sanayi tesisleri her gün metreküplerce atık suyunu nehre bırakıyor. Akademisyen Bülent Şık’ın geçen günlerde gazetemizde yayımlanan yazı dizisi tehlikenin boyutunu bir kez daha gözler önüne serdi. Şık, Sağlık Bakanlığı’nın 20112016 yılları arasında kanserden ölümlerin dünya ortalamasının üstünde olduğu Antalya, Ergene ve Dilovası’nda geniş çaplı bir araştırmadan bilgileri paylaştı. Bakanlığın halktan gizlediği çalışmada insan sağlığını tehdit eden pestisitin birçok sebze ve meyvede maksimum kalıntı limitlerini çok aştığı ortaya çıktı. Sularda ise yine kanserojen etkisi bilinen hidrokarbon kalın Kanal bitti su yok Nehrin etrafında gezinirken nehrin dibine kadar getirilmiş ve tamamlanmış beton kanallara rastlıyoruz. Bu kanallar “MeriçErgene İletim Kanalı” projesi kapsamında yapılmış. Ergene Ovası’ndaki yaklaşık 14 bin hektar araziye sulama suyu sağlanacağı ve yaz aylarında çok düşük debilerde akan Ergene Nehri’nde oluşan kirliliğe Meriç’ten aktarılacak su ile kısmen çözüm üretileceği söyleniyor. Ancak Ka çar bu kanalların yıllar önce bittiği ve söz verildiği gibi temiz suyun getirilmediğinden bahsediyor. Kaçar “İletim kanalı Ergene Meriç resmi olarak bitmiş ve teslim alınmış durumda. 12 bin 500 metrelik devası bir beton kanal ama buradan halen Ergene Nehri’ne Meriç’in ve Çakmak barajının temiz suyu akıtılmıyor. Bekletiliyor. Çorlu Çerkezköy sanayisine su temin projesine eklenmek üzere beklendiğini düşünüyorum.” ‘Maliyetten kaçıyorlar’ Mehmet Akbal Edirne’de görüştüğümüz Uzupköprü Kent Konseyi Başkanı Doktor Mehmet Akbal şöyle konuşuyor: “Biyolojik arıtma mikroplardan arıtma. Kimyasalı arıtmaz. Kimyasalları arıtabilmesi için ileri kimyasal tesis olması gerek oysa biliyoruz ki ileri kimyasal artımalar pahalı olduğu için daha çok biyolojik arıtma olarak kullanılıyor. Bunları da çoğu şirket düzenli olarak kullanmıyor. Denetimlerin yetersiz olduğunu, şirketlerin mali yükümlülük arıtmalarını yapmadıklarını, var olanların yeterince çalıştırmadığını düşünüyorum. Maliyetten kaçarak yalnızca biyolojik arıtma yaptırmaya çalışarak kirli suyu hâlâ bugün Ergene Nehri’ne yarın da derin deşarj olduğu zaman Marmara Denizi’ne verilecek. Bunun önüne geçilmesi gerekiyor. Kimyasal arıtma yapılarak bu sıvının su haline getirilip tarımda kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa Marmara Denizi’nin canlıları da zarar görecek.” tıları tespit edildi. Kanser raporunda Ergene Havzası’nda analiz edilen suların ise yaklaşık yüzde 42’sinin arsenikli olduğu belirtildi. Bunun üzerine Edirne’ye doğru yola çıkıyoruz. ‘Kanser tırmandı’ Şehirde bizi Uzunköprü Çevre Gönüllüleri Derneği avukatı Bülent Kaçar karşılıyor. Kaçar’la Ergene Nehri’ne gidiyoruz. II. Murat’ın, Ergene Nehri üzerine 1426 – 1444 yılları arasında yaptırdığı 1392 metrelik tarihi Uzun Köprü’ye varıyoruz. Bir zamanlar nehri geçmek için yapılan bu köprünün altından şimdi simsiyah bir su akıyor ve kokusu burnunuzun direğini sızlatıyor. Nehrin çevresinde ise tarım yapılıyor. Uzunköprü’de yaşayan Kaçar’a kirliliğin engellenmesi için çalışma yapılıp yapılmadığını soruyorum: “Trakya’daki doğal varlıklar, başta suyumuz tehdit altında. Tek tek fab rikaların bireysel arıtması var. Onlar da ne kadar yeterli? Kendi üretiminin atıklarına uygun arıtma mı belli değil. Etkin bir denetim olmadığı gibi etkili tedbirler de yok. Çünkü bahsettiğimiz ağır metallerden oluşan atıklar veya kimyasal birtakım maddelerden oluşan atıklar. Bunlar insan vücudunda birikim yaratan kanserojen niteliği taşıyan ağır metaller. Hafife alınacak ve bu zamana kadar olduğu gibi ihmal edilecek bir şey değil. Artık bölgemizde kanser hastalığı başa tırmandı. Bölgeyi ciddi tehdit eden bir hal almış durumda. Şu an Ergene’nin temizlenmesi diye bir şey söz konusu değil. Ergene hem temizlenmiyor hem de temizlenmesi değil kirletilmemesi önemli.” Nehir çevresinde tarım Kaçar’la nehir çevresindeki sohbetimiz sırasında nehrin kıyısındaki tarım arazilerini gösteriyorum ve “Bu arazi lerde kullanılan su nehirden mi alınıyor?” diye soruyorum. Normal şartlarda Ergene Nehri’nden tarım için sulama yapılmasının yasak olduğunu belirten Kaçar, ancak şu an havzada çeltik üreteminde Ergene’den sulama yapıldığı alanların olduğunu söylüyor. Dizimizin bölge sakinlerine etkisini sorduğumda ise Kaçar “Herkes burada aldığı sebze ve meyveye dikkat etmeye çalışıyor. Ergene Havzası’ndan yetişen ürünleri almamaya veya gıda güvenliğini tehdit edecek ürünlerden uzak durmaya çalışıyor” diyor. Ardından nehri göstererek “Bu nehirde 40 yıl öncesinde sazan ve yayın balıklarının yaşayıp tutulduğunu biliyorum. Çocukluğumda Ergene Nehri boyundaki Çobanpınar köyündeki akrabalarımıza gittiğimizde büyük sazan ve yayın balıkları tutar ve yerdik. Şimdi artık canlı yaşamıyor. Nehirde bir canlıya rastlamadık. Etrafındaki hayvanların da nehirden su içmediğini düşünüyorum” ifadelerini kullanıyor. ‘Meriç’ten su çekecekler’ Yeraltı su kaynaklarının da yıllarca sanayi tesisleri tarafından çekildiğini anlatan Kaçar şöyle devam ediyor: “1970’lerden beri kurulan Trakya’daki sanayi tesislerinin çoğu suya dayalı teknolojiyle çalıştığı için tekstil ve deri kimya gibi fabrikalar yeraltı kaynak sularını çekip üretimde kullanıyorlar. Bu aşırı yeraltı suyu çekimleri sebebiyle bizim 30, 40 metrede çıkan sular artık 200 metrelere kadar düştüğü söyleniyor. Her gün artan sayıda bir sanayi tesisi ve bir fabrika kurulmaya devam ediyor. Şu an devlet Ergene Havzası’nda sanayi tesisi sayısını 2700 olarak açıklıyor. Bir de kayıt dışı olanlar var. Onları da bilmiyoruz. Çoğunluğu ücretsiz bir su kaynağı arayışında. Bu çerçevede biz Meriç Nehri’nden sanayiye su temini projesinin geliştirildiğini düşünüyoruz. Bugün Meriç Nehri Trakya’nın az kirli tarımsal su kaynaklarından. Aslında Meriç de çok kirli 3. sınıf. Uluslararası su kriterleri gereği sadece tarımda kullanılabilir bir sınıflandırma. Asla içmede ya da kullanım suyu olmaz. Istrancalar’dan gelen suyun da İstanbul’a götürülmesi planlanıyor. Bu su Ergene’ye akıp hem nehri hem de yeraltı sularını besliyordu. Şimdi ciddi bir su varlığımız da İstanbul’a gidiyor. Ergene zaten kirli bir de Meriç’ten su çekerlerse biz artık kendimize yer arayalım.” Marmara DENİZİ’NE Ergene tehdidi Bülent Kaçar Ergene Nehri’nin kurtarılması için devlet tarafından yürütülen Ergene Derin Deniz Deşarj projesi de “MeriçErgene Havzası OSB Müşterek Atık Su Arıtma Tesislerinde Arıtılmış Atık Suların Marmara’ya Deşarjını” kapsıyor. Ancak bu Ergene için de Marmara Denizi için de göründüğü kadar masum bir proje değil. 10 tane Organize Sanayi Bölgesi’nde oluşan atıkları arıtılarak kanal ve tüneller aracılığıyla Marmara Denizi’nin 4 buçuk kilometre açığında 47 metre derinliğe deşarj edilmesi planlanıyor. Kaçar bu projenin Ergene Nehri’ni kirlilikten kurtarmayacağını hatta Marmara Denizi’nin de kirleneceğini anlatıyor ve ekliyor: “Projenin ÇED raporlarını inceledim. 5 tane ortak arıtma tesisinin 5’i de biyolojik arıtma yapacağını söylüyor. Bu tesisler kimyasalı arıtamaz. Burada kimya fabrikası, deri fabrikası ve kimyasal maddeler var. Bu gürül gürül akan sıvı tünel ve borulara hapsedilip Marmara Denizi’ne verilecek. Orası da kirlenecek. Ayrıca nehre gelen su çok azalacak. O projeye dahil olmayan sanayi tesislerinin atıkları, evsel, kentsel atıklar yine Ergene’ye verilecek.” YARIN: HEKİMLER UYARIYOR dizi TASARIM: BAHADIR AKTAŞ CHP’nin adayı Eski bir yazımda “Türkiye için kalıcı bir demokratik anayasa ancak HDP ile MHP’nin birlikte kabul edebilecekleri bir metinle oluşturulabilir” demiştim. O zamanlar MHP, “1725 Aralık yolsuzluklarının hesabını soracağım” diyen Genel Başkanı Bahçeli’nin odasındaki saatin 17.25’i gösterdiği Demokratik Rejim’den yana bir partiydi. Sonradan, Erdoğan/AKP iktidarının Demokrasiyle uzak yakın ilişkisi olmayan, OHAL’deki KHK uygulamalarına ve bu uygulamaların baskısı altında yapılan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adıyla anılan ucube anayasa değişikliklerine destek vererek, demokratik bir parti olmak kimliğinden istifa etti. Onun yerine, milliyetçi siyaseti demokratik çizgide savunan, yepyeni, çağdaş, demokratik milliyetçi bir parti olarak, Akşener’in liderliğindeki İYİ Parti sahneye çıktı. O zamanlar HDP, siyasal söylem olarak, sadece Kürtleri değil, tüm Türkiye’yi kucaklayan çözümler üreten, sosyal demokrat çizgide seçim propagandası yapan, kendisini PKK teröründen soyutlayan bir partiydi. Şimdilerde, pek çok mensuplarıyla birlikte, seçilmiş belediye başkanları, milletvekilleri ve genel başkanları bile hapiste olduğu için, bu çizgisini sürdürmekte ya da sürdürdüğü çizgisini kamuoyuna aktarmakta güçlük çekiyor, ama üç aşağı beş yukarı aynı yerde, yani Demokratik Rejim’den yana durmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla, bugün eski söylemimi, yeni duruma uyarlayarak yinelersem: “Türkiye için kalıcı bir anayasa ancak İYİ Parti ve HDP’nin birlikte onaylayabileceği bir metin ile gündeme getirilebilir” diyebilirim. HHH 24 Haziran 2018, aslında basit bir seçim tarihi değil, Türkiye için yeni bir rejim, yeni bir anayasa oylaması tarihidir: 24 Haziran’da ya demokratik rejimle uzak yakın ilişkisi olmayan, otoriter bir Tek Adam Rejimi onaylanacak, ya da Demokratik Rejim’e dönüş iradesi gerçekleştirilecektir. Bu seçimde CHP’nin yeri Demokratik Rejim’den yana olarak bellidir. İYİ Parti, çağdaş demokratik milliyetçilik bağlamında Demokratik Rejim’in savunuculuğuna soyunmuştur. HDP, Kürt sorunu ve terör sorunu dahil, ülkenin bütün sorunlarının Demokratik bir Rejim çerçevesinde çözülebileceğini, çeşitli yanlışlardan ve aldatmacalardan sonra nihayet anlamış olmalıdır. Din çizgisi üzerinde siyaset yapan Saadet Partisi de, dinin kötüye kullanılmasının yol açtığı zulümleri ve faciaları gördüğünden beri Demokratik Rejim’den yana tavır geliştirmiştir. HHH Ülkemiz için, Demokrasi mi Diktatörlük mü sorusunun yanıtının verileceği önümüzdeki 24 Haziran seçimlerinde Demokratik Rejim’den yana olan partilerin Meclis’te çoğunluğu kazanmaları yeterli değildir: Bu ucube anayasa bağlamında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demokratik Rejim’den yana olan partilerin, en azından ikinci turda Demokratik Rejim için, hepsine güven veren bir aday üzerinde uzlaşmaları gerekmektedir. Bu çerçevede her partinin ilk turda kendi seçmenini tatmin edecek ve hepsini firesiz olarak sandığa taşıyacak bir aday çıkarmaları, böylece birinci turda otoriter bir adayın seçilmesini engellemeleri, bir adayın da, ikinci turda üzerinde Demokratik Rejime inananların, özellikle de hem İYİ Parti’nin hem de HDP’nin, ittifak edecekleri “GERÇEK DEMOKRAT” bir kimliğe sahip olması gerekmektedir. HHH Ben partilere akıl vermekten, onların işine karışmaktan hoşlanmam; çünkü onların kendi iç işleyiş mantıklarının, dışardan göründüğünden çok farklı olduğunu bilirim. Ama buraya kadar yaptığım çözümlemelere baktığımda, (ve bugüne kadar ortada dolaşan abuk sabuk önerileri düşündüğümde) CHP’in 24 Haziran’ı ve sonrasını kurtaracak olan Cumhurbaşkanı adayının (Yılmaz Büyükerşen olmadığı takdirde) Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu sanıyorum. Elbette benimki bir gözlem: Karar her şeyden önce CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nundur. HHH 24 Haziran rejim değişikliği gölgesinde yargılanan Cumhuriyet Gazetesi mensuplarını ve ülkemizdeki siyasal rejimi düşünerek: DİREN ADALET... DİREN HUKUK DEVLETİ... DİREN DEMOKRASİ! C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear