01 Ocak 2025 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Cumartesi 24 Şubat 2018 10 AYM’DEN TAZMİNATA BOZMA Cumhuriyet Gülen ile hâlâ davalık Gazetemizin 2013’ten itibaren FETÖ’ye yardım ettiğine yönelik mesnetsiz suçlamayı, gazetemizin AYM’ye bireysel başvuru hakkını ilk kime karşı kullandığı gerçeği bile komik kılıyor. Cumhuriyet’in başvurusunda Anayasa Mahkemesi’nden (AYM) basın özgürlükleri için emsal karar geldi. 2009 yılında CHP Basın Sözcüsü Mustafa Özyürek’in basın açıklamasına ilişkin haberimiz üzerine Fethullah Gülen gazetemize dava açmış ve 1.500.TL manevi tazminat kazanmıştı. Karara karşı Cumhuriyet’i yayımlayan Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ ile imtiyaz sahibi Cumhuriyet Vakfı, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundular. Başvuruda Fethullah Gülen lehine verilen kararın anayasanın ifade ve basın özgürlüklerini düzenleyen 26 ve 28. maddelerine aykırı olduğunun tespiti, kararın iptali ve manevi tazminat talep edildi. Anayasa Mahkemesi 27 Aralık’ta verdiği kararında, başvuruyu kabul ederek, Fethullah Gülen lehine verilen karar ile Cumhuriyet’in basın ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi. AYM ayrıca kararın tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılması için mahkemesine gönderilmesine ve 10 bin TL manevi tazminatın Cumhuriyet’e ödenmesine karar verdi. Karar emsal oluşturacak AYM kararının konusunu oluşturan haberimiz dönemin CHP Basın Sözcüsü Mustafa Özyürek’in, Fethullah Gülen için söylediği sözlere ilişkindi. Özyürek, o dönemdeki gelişmeleri “GülenApo el ele, Kürt devletine doğru gidiyoruz” sözleriyle yorumlamıştı. Gülen de bu sözlere dava açmış ve davayı kazanmıştı. AYM, bu tür basın davalarında, hem sözleri haberleştirilen kişinin “siyasetçi” kimliğinin, hem de sözlerin yöneldiği kişinin (Gülen) kimliğinin dikkate alınmak zorunda olduğunu belirtti. AYM siyasi tartışma bağlamında kullanılan ifadelere getirilecek sınırlamaların sıkı bir denetim gerektirdiğini açıklayarak, “Türkiye’nin önemli sorunlarına yönelik konularda siyasi partilerin yaklaşımını gösteren ifadelerin gazetede yayımlanmasına yönelik kısıtlamayı” hukuka aykırı buldu. Kararda, “basın açıklaması esnasında bir siyasetçinin tanınmış bir kişi hakkında sarf ettiği sözlerin gazetede yayımlanması nedeniyle gazete adına tazminata hükmedilmesinin bilgilendirme ve eleştiri ortamına zarar verebileceği” uyarısı da yapıldı. Bu karar özellikle siyasetçilerin basını susturmak için açtığı yüksek bedelli tazminat davaları için emsal oluşturacak. Adliyenin bitmeyen çelişkisi  2014 tarihli başvuru, gazetemiz adına Anayasa Mahkemesi’ne yapılan ilk başvuru olma özelliğine sahip. 2014, Gülenci savcı ve yargıçların özellikle Yargıtay’da halen çok etkili olduğu, bu nedenle de Gülen’in basını sindirmek için açtığı davaları kazandığı bir dönem. Bu nedenle AYM bireysel başvuru hakkı doğunca gazetemiz adına ilk başvurunun konusu Gülen’in açtığı dava oldu. Amaç yargının Gülen’e sağladığı korumayı, en yüksek mahkemeden kaldırtmaktı. Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu, İcra Kurulu Başkanımız Akın Atalay ve muhabirimiz Ahmet Şık’ın hâlâ tutuklu yargılandığı Cumhuriyet Davası’nda ise gazetemizin 2013 yılından itibaren FETÖ, PKK ve DHKPC’ye yardım ettiği ileri sürülüyor. Buna göre 2014’te Cumhuriyet bir yandan Gülen’in suç örgütüne yardım ediyor, öte yandan da Fethullah Gülen’e İstanbul Adliyesi’nde sağlanan koruma kalkanını kırmaya çalışıyordu. Akıldışı yardım iddiasına dayanan Cumhuriyet davasının gelecek duruşması 9 Mart’ta Silivri’de görülecek. Başvurumuz hâlâ bekletiliyor Cumhuriyet Davası tutuklusu arkadaşlarımızın yaptığı başvuruda ise halen Anayasa Mahkemesi’nden karar bekleniyor. AYM Genel Kurulu, Cumhuriyet Davası’nda tutuklanan 11 arkadaşımız için yapılan başvurulardan sadece Turhan Günay’ın başvurusunu incelemiş ve tutuklamanın anayasaya aykırı olduğuna karar vermişti. Tutuklamaları sürdüren İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi bu kararı emsal olarak kabul etmeyerek, Sabuncu, Atalay ve Şık’ın tutukluluğunun devamına karar vermişti. Arkadaşlarımızın tutukluluğuna ilişkin bireysel başvuruyu da genel kurul ele alacak. Ancak dosya aylar önce tamamlanmasına karşın halen AYM gündemine alınmış değil. haber TASARIM: İLKNUR FİLİZ Onlar yazdıklarıyla hep adalet istedi Dedikodu mahiyetindeki tanık ifadelerine dayandırılarak 16 aydır tutuklu bulunan Akın Atalay, Murat Sabuncu ve Ahmet Şık’ın suçsuzluklarının en büyük kanıtı yine kendi yazdıkları, hukuksuzluklara karşı duruşları... Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu ve İcra Kuru Akın Atalay, 25 yılı aşkın süredir Cumhuriyet’in avukatı ve bu uzun yıllar boyunca Fet lu Başkanı avukat Akın Ata hullah Gülen’in açtığı davala lay 16, muhabirimiz Ahmet ra karşı gazetemizi savundu. Şık 14 aydır, yayın politikamızın hedef alındığı dava kapsamında Cem Küçük, Hüse CANAN COŞKUN 26 yıllık gazeteci Murat Sabuncu, “Gazetecilikten tutuklu değiller” manşetlerinin atıl yin Gülerce, Latif Erdoğan gibi isim dığı, yargının ve medyanın yine bu lerin “FETÖ, Cumhuriyet’i ele geçir günkü kadar karanlık bir dönemin di” şeklindeki dedikodularına daya de, yorulmadan gazeteciliği savun nan iddianame ile cezaevinde tutulu du. 28 yıllık gazeteci Ahmet Şık, Fet yor. Suçlama ve tutuklamalar sade hullahçıların Emniyet’teki örgütlen ce hukuka değil, aynı zamanda arka mesini araştırdığı için yine Fethul daşlarımızın tüm meslek yaşamları lahçı yargı ve Emniyet mensupları na da aykırı. nın kumpasıyla 2011’de bir yılı aş kın süre tutuklu kaldı. Cezaevinden çıktıktan sonra “Pusu/Devletin Yeni Sahipleri” ve “Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda” kitaplarında cemaat yapılanmasını ve bu yapılanmanın zaman içerisindeki gelişimine AKP iktidarının yardımını ele aldı.  İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi ise “kuvvetli suç şüphesini gösteren somut deliller var” diyerek birbirinin kopyası gerekçelerle arkadaşlarımızı özgürlüklerinden alıkoymaya devam ediyor. Tutukluluk artık infaza dönüşürken, arkadaşlarımızın bu suçlamayı yıllar öncesinden boşa çıkaran yazılarını anımsatmak istedik. Cumhuriyet davası başladığından bu yana ilerici kamuoyu, adalet talebiyle eylemler düzenliyor. Her zaman GAZETECİLİĞİ SAVUNDU MURAT SABUNCU n T24’te 17 Eylül 2012’de duruşma larını takip ettiği Oda TV davasını ka leme aldığı yazısı: “Çiçeğe söz veremem. Ama iskem le ve masa garanti. Son dönemde tercih edilenlerden ‘ağırlığa’, ‘duruma’ göre şe kil alabilen. En plastiğinden. Adalet’te... Yok, adı ve görüntüsü büyük izleyici bö lümü küçücük yer değil. Hemen arkasın daki, dışarıdaki mütevazı kafeterya. Fo toğraf çekmeye de uygun ortam hem. Et raf ‘olağan şüpheli’ dolu. Meslektaşları nın davasını izleyen  bir grup gazeteci. Belki de bu ülkede yıllardır sıradanlaşan yeni bir ‘yol kazasına’ tanıklık etmeye gelmişler. Üzgünüm her şey plastik değil bu fotoğrafta. Acılar mesela. Dokunabiliyorsunuz eş lerin, annelerin, babaların duygularına. Aslında belki de siz bunu seversi niz. Sitcom’a giden gelemeyen yolda budur beklediğiniz. Ama daha çarpıcı gerçekler var orada. Daha neler var neler denilerek, terör örgütü üyeli ği iddiasıyla, çoğu birbiriyle ilk kez cezaevinde tanışan, ay larca tutuklu kalan insanların savun maları mesela... Ben burada birin den bahsedeceğim. 20 ay tutuklu kalıp cuma günü tahliye olan Barış Pehlivan’ın Murat Sabuncu savunmasından. Virüs le geldiği iddia edilen üç dosya var hani... Barış, 7 ay sonra gelen TÜBİTAK raporundan başlıklarla nasıl şaşırttı herkesi. Üç farklı bilgisayara, 5’er dakika arayla, ikisi aynı biri farklı adresten gönderilen virüsleri anlattı hepimize. Tarihlerini de söyledi bize: 5 Şubat 2011. Bir şey daha gösterdi herkese. Bu bilgisayarlardaki maillerle ilgili mahkemenin takip kararının ne zaman alındığını: 4 Şubat 2011. Bakın Allah’ın işine... Barış’ın TÜBİTAK raporundan sayfa numaralarıyla anlattığı virüs olayına göre; 3 Şubat’ta virüslü mailler gönderilmeye başlanıyor, ama başarıya ulaşmıyor. 4 Şubat’ta mailleri izlemeye alıyorlar. 5 Şubat’ta saldırıyı yapıyorlar. Hani kimilerinin virüs yokmuş diye duyurduğu rapor var ya işte buradan bu bilgi. Bu arada TÜBİTAK, 7 ayda hazırladığı raporun içeriğinde sonuç bölümünü, bu bilgilere rağmen öyle muallak bıraktı ki mahkeme başkanı bile isyan etti. TÜBİTAK’tan yeni anlaşılır bir metin istedi. Ama bunun 20 gün içinde gelmesini talep etti. Umarım gelir.. Ama sormazsam aklımda kalır: TÜ BİTAK 20 günde hazırlayabilecekse niye ilki için 7 ay oyalandı? 20 aylık dava sürecinde virüslerle ilgili rapor niye geç istendi? TÜBİTAK raporundaki belirsizlik, şüphe tanığın lehine. Ama mahkeme başkanının söylediğine göre ‘hüküm anında’. Bir davanın yıllar sürdüğü bu topraklarda... Tutuklamanın sıradanlaştığı bu yıllarda.   Bu arada yeni duruşma kasımın ortasında. Size, bana kolay, tutuklu bekleyene geçmek bilmez bir 60 gün daha. Yıllar sonra belki de yaşlandığınızda, çocukken severek oynadığınız oyunlardan birinin başında, mesela ‘amiral battı’, ‘o günlerde gazetecilik yargılanmış’ deme ihtimaliniz aklınızda... Keşke kalkıp gelseniz davaya... NOT: Bu yazı sadece tanıdığım, selam verdiğim, aynı ortamda bulunduğum gazeteciler ve tek bir dava için değil, uzun tutukluluklar, sorgularda ağırlığını gazetecilik faaliyetlerinin oluşturduğu, benzer süreçlerden geçen,  başta Kürt gazeteciler, iddianamelerini bile okumadan sırtımızı döndüğümüz tüm gazeteciler için yazıldı.” Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu’nun Oda TV davasında yargılanan meslektaşları için attığı yüzlerce tweet’ten ikisi. OLANLARI DA YAZMIŞTI, OLACAKLARI DA AHMET ŞIK n“PUSU Devletin Yeni Sahipleri” kitabından: “...1970’lerin ortalarından itiba ren polis teşkilatı içinde örgütle nen Gülen cemaati 30 yıl içinde istediği gücü dilediğince kul lanabilecek kıvama gelmiş ti. Polis okulları ve akademi deki örgütlenmenin bir diğer önemli ayağı Personel Daire Başkanlığı’ydı. Bu yolla cemaa te mensubu olarak bilinen polislerin hangi göre ve atanacağı da belir leniyordu. Cemaatin en önem verdiği bi rimler İstihbarat Da Ahmet Şık ire Başkanlığı, Kaçakçılık ve Organi ze Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı, Terörle Mücadele Daire Başkanlığı’ydı. 2000’li yılların başında stratejik önemdeki bu üç daire hemen hemen cemaatin kontrolüne girmişti. Burada önemli bir anekdot olarak cemaatin yargıda da aynı şekilde örgütlendiğini belirtmekte fayda var. Öyle ki Ergenekon soruşturmalarının görüldüğü özel yetkili mahkemelerin kadrosu dahi Demokrat Yargı Derneği’nin Eşbaşkanı Orhan Gazi Ertekin’in iddiasına göre 2004’ten, 2005’ten bu yana hazırlanıyordu...” “...31 Mart 2012’de cemaate yakınlığı ile bilinen Türk İşadamları ve Sanayicileri Konfederasyonu’nda (TUSKON) konuk olan Başbakan Erdoğan bir bölümü cemaate yönelik olan konuşmasında dikkat çekici açıklamalar yap tı. Erdoğan, cemaatle aralarındaki savaşta “ateşkes” ilan edildiğini, “Bugüne kadar birlikte yürüdüğümüz arkadaşlarımızla, dostlarımızla, kardeşlerimizle ayrılığa düşmeden el ele, omuz omuza beraber yürümeye devam edeceğiz. Bugüne kadar, hiçbir zaman bize “ben” demek yakışmaz..” diye duyuruyordu... Tarafların kamuoyu önündeki “ateşkes anlaşması” bu şekilde olmuştu. Ama bu durumun geçici olduğunu elbette zaman kanıtlayacak. Cemaat hep yaptığı gibi, bir kez daha gücü görünce taktiksel bir geri çekilmeye başvurmuştu. Görünen o ki, tıpkı 28 Şubat darbesinde olduğu gibi bu taktiksel geri çekilme sürecini yeterli güç ve istihbarat toplamakla geçirecek olan cemaat, zamanı geldiğinde yine kuşandığı kılıcı sallamaktan geri durmayacak...” BAĞIMSIZ yargıyı vurguladı AKIN ATALAY Cumhuriyet’te 18 Mayıs 2011’de yayımlanan “ÖYM’lerde görevli yargıçlara mektup” yazısından: “...Artık, ÖYM’lerin varlığının tartışılmaya başlandığı günlerdeyiz. Önümüzdeki günlerde bu tartışmanın artarak süreceği görülüyor. Bu süreçte daha fazla zayiata ve toplumsal yaraya neden olunmaması bakımından, bu mahkemelerde görev yapan, yetki kullanan, uygulamaları şekillendiren savcı ve yargıçlara kamuoyu önünde seslenmek, açık bir çağrıda bulunmak istedik. Bu çağrıyı, bu mahkemeler nezdinde kamu görevi olarak müdafilik yapan bir avukat sıfatıyla değil, uygulamalara 25 yıldan beri yakından tanıklık etmiş bir yurttaşın sorumluluğuyla yapıyoruz. Terörle mücadele konsepti ve ideolojisinin bir uzantısı olarak kurulan mahkemelere biçilen rol, devletin terörle mücadelesinin hukuk sahasındaki aktörü olmaktır. Dolayısıyla bu mahkemelerin işleyişi ve uygulaması da kendisine biçilen role uygun olmak zorundadır; öyle de olmuştur. Mahkeme kavramının nihai amacı adalet dağıtmaktır. Oysa bu mahkemelerin esas ve birincil amacı adalet dağıtmak değil, terörle mücadele olagelmiştir. Çağdaş hukuk anlayışında, terörle mücadeleyi savcılar, yargıçlar ve mahkemeler değil, devletin bu iş için örgütlenmiş polis, jandarma gibi kurumları yapar. Mahkemeler, devleti korumak amacıyla kurulmuş yapılar değildir. Mahkemelerde görev yapan savcılar ve özellikle de yargıçların görevi, devletin terörle mücadelesine hukuk alanında katkı yapmak olarak görülemez. Bir kez bu anlayışı benimsediğimizde artık tarafsızlığınız ve hukuk ister istemez geri planda kalacaktır. Artık bir yargıç değil, terörle mücadelede görevli bir kamu görevlisisinizdir. Devletin korunması işlev ve misyonunuzu üstlendiğinizde ölçünüz artık hukuk ve adalet değildir. Terörle mücadelede kanunların esiri olarak, onları uygulamakla görevli bir devlet memurusunuzdur. Uluslararası ve ulusal birçok belgede yazılı yargıç tanımından uzaklaşmışsınızdır. Sizin için önce hukuk, sonra yasa metinleri sadece terörle mücadele uğrunda kullanılacak birer araçtan/silahtan ibarettir. (...) Lütfen artık devlete, devlet adına zor yetkisini kullananlara teslim olmayın, vatandaş için hâkim olun.” Cumhuriyet’te 16 Temmuz 2013’te yayımlanan “Direnen mahkeme” başlıklı yazısından: (Ergenekon davasına bakan kapatılan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin uzun tutukluluğa ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra sanıkların tahliye taleplerini reddetmesine ilişkin) “...Türk hukuk sisteminde olağanüstü bir mahkemenin, yerleşik hukuk uygulamasına tek başına kafa tutmasına, direnmesine ve bu nedenle onlarca insanın hukuken mağdur edilmesine karşı yapacak hiçbir şey yok mudur? Yasama ve yargının üst kurumlarının yaşanan duruma seyirci kalmasına, Adalet Bakanlığı’nın ataletine bakılırsa, hukuk üçbeş yerel hâkimin inisiyatifine terk edilmiş görünüyor.” Cogito dergisinin 1998’de yayımlanan 16. sayısında, AİHM’nin DGM’lere ilişkin kararının ardından yazdığı “Türkiye Sırat Köprüsünde” başlıklı yazısından:  “...Türkiye sırat köprüsündedir. Ya silkinecek ve hukukun üstünlüğüne, insan hakları ve özgürlüklerine sahip çıkacaktır. Ya da insan haklarına, hukukun üstünlüğüne asgari saygıyı göstermediği gerekçesiyle Avrupa’nın dışına itilecek ve kendi utancıyla baş başa yaşayacaktır. Tercihimizin sorumluluğu hepimize ait olacaktır.” Akın Atalay C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear