24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Perşembe 21 Eylül 2017 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Türkiye dışlanır haber 11 Türkiye’de tutuklu gazetecilerin davalarına müdahil olmak için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yaptığı başvuru kabul edilen BM Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü David Kaye, Türkiye’nin OHAL’e son verme zamanının geldiğini belirterek “ülkeyi demokratik hesap verebilirlilik ve hukuk kurallarına döndürme zamanı çoktan geldi. O vakte kadar, Türkiye’nin demokratik toplumdaki doğal ortaklarından dışlanabileceğini düşünüyorum. Bu da hem Türkiye hem Avrupa hem de insan haklarına önem verenler için derin bir trajedi olur” dedi. Birleşmiş Milletler (BM) adına, Cumhuriyet davası ile birlikte tutuklu yazar ve gazeteciler Ahmet ve Mehmet Altan, Atilla Taş, Murat Aksoy, Şahin Alpay, Ali Bulaç, Nazlı Ilıcak ve Deniz Yücel’in AİHM’deki davalarına müdahil olarak katılacak olan Kaye, basın ve ifade özgürlüğü ile AİHM’deki davalara müdahillik sürecine ilişkin DW Türkçe’nin sorularını yanıtladı. “Birleşmiş Milletler (BM) olarak, neden Türkiye’deki gazeteci davalarına müdahil olmaya karar verdiniz” şeklindeki soruyu yanıtlarken geçen kasım ayında Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret sırasında bazı Cumhuri AİHM’deki Cumhuriyet davasına müdahil olan BM Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü Kaye, OHAL’in kaldırılması gerektiğini belirterek “Ülkeyi hukuka döndürme zamanı çoktan geldi” dedi yet davası tutuklula rı ile görüşebildiğini anımsatan Kaye, şöy David Kaye le devam etti: “Bu insanların, sa dece haklarını kullandıkları ve kamu oyunu ilgilendiren konularda kamu yu bilgilendirdikleri için Türk otorite leri tarafından ciddi şekilde cezalan dırılmaya çalışılması karşısında yaşa dıkları şaşkınlık ve hayalkırıklığı be ni özellikle etkiledi. Bu görüşmeler, Türkiye’de gazetecilerin tutuklanması nın çok ciddi bir insan hakları ihlali ol duğuna güçlü şekilde inanmamı sağla dı. Bu durum, Türkiye’de tüm bireyle rin kamuyu ilgilendiren konularda bil gi sahibi olma haklarına yapılmış daha geniş çaplı saldırının bir parçası.” Türkiye gibisi yok Medya ve ifade özgürlüğüyle ilgili dünyanın dört bir yanından birçok dosya geldiğini söyleyen Kaye, “Demokratik değerlerin kökleşmediği ül keleri saymazsak, ifade özgürlüğünün bu kadar yaygın ve ciddi şekilde tehdit altında olduğu başka bir ülke yok. Gazeteciliğin saldırı altında olduğu bir gerçek, ancak aynı zamanda akademik özgürlük ve bağımsızlığa yönelik saldırılar, internet üzerindeki baskılar, yargı ve kamu hizmetlerinin içinin boşaltılması da var. Bütün bunlar, olağanüstü hal ve terörle mücadele yasaları başlığı altında yapılıyor ve ifade ve düşünce özgürlüğü üzerindeki baskıları artırıyor” dedi. Trajedi olur Kaye, “BM’nin kullanacağı yasal yollar neler” sorusunu ise şöyle yanıtladı: “Bu siyasi bir konu olduğu için yaptırımlardan söz edemem. Esas olarak Türkiye’deki yasaların uygulanma biçimi ve yasaların kendisinin değişmesi gerekir. Hükümetin olağanüstü hale son verme zamanı ve ülkeyi demokratik hesap verebilirlilik ve hukuk kurallarına döndürme zamanı çoktan gel di. O vakte kadar, Türkiye’nin demokratik toplumdaki doğal ortaklarından dışlanabileceğini düşünüyorum. Bu da hem Türkiye hem Avrupa hem de insan haklarına önem verenler için derin bir trajedi olur.” BM’den bir eleştiri daha Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiseri Zeyid Raad el Hüseyin, George Washington Üniversitesi Elliott Uluslararası İlişkiler Okulu’ndaki toplantıda Amerika’nın Sesi muhabirinin sorusu üzerine “Türkiye’nin Arakanlıların haklarını savunma konusunda uluslararası arenada liderlik ortaya koyuyor olmasından memnuniyet duyuyorum, ama aynı hassasiyet, Kürtler, solcu aktivistler ve diğer farklı kesimler dahil kendi ülkesindeki korunmasız gruplara da gösterilmeli. Son iki yıldır Güneydoğu’ya erişim talebinde bulunuyoruz ve bize bu imkân tanınmıyor. Dünyada hapisteki gazetecilerin yarısı Türk gazeteciler.” l Haber Merkezi Neden savundunuz?Gülmen ve Özakça’nın adliyeye sevk edilen avukatlarına garip soru: Açlık grevindeki eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın 14 Eylül’deki duruşmasından 2 gün ön ce gözaltına alınan 16 avukatı, 9 gün lük gözaltı süresinin ardından dün sav cılığa sevk edildi. Avukatların Gülmen ve Özakça’yı savunmala rı, polisin öldürdüğü Di lek Doğan ve Berkin El van, uyuşturucu çetesi nin öldürdüğü Hasan Fe CANAN COŞKUN rit Gedik davalarında savunmanlık yapmaları, Sur, Cizre, Silvan, Rey hanlı, Soma ve Ermenek ile ilgili heyet oluşturmaları suçlama konusu yapıldı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Te rör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bü rosu savcılarından Can Tuncay’ın yü rüttüğü soruşturma kapsamında avu katlar Behiç Aşçı, Barkın Timtik, Ebru Timtik, Aytaç Ünsal, Naciye Demir, Ez gi Çakır, Süleyman Gökten, Didem Bay dar Ünsal, Ayşegül Çağatay, Şükriye Erdem, Engin Gökoğlu, Özgür Yılmaz, Ahmet Mandacı, Yağmur Ereren, Zeh ra Özdemir, Aycan Çiçek dün İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden Çağlayan’da ki İstanbul Adliyesi’ne sevk edildi. Savcılık, Berk Ercan isimli bir tutuk lunun tanık ifadesini avukatların dos yasına koydu. Savcılık, Ercan’ın ifade sindeki ‘kamuoyunda öne çıkan dava ları örneğin Berkin Elvan, Dilek Doğan, Hasan Ferit Gedik, Sabancı Suikastı ile açlık grevinde olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça isimli şahıslar hakkın daki davaları takip ettikleri’ beyanla rı suçlama konusu yaptı. Savcı Tuncay, Ercan’ın ifadesindeki örgüt soruştur malarında ‘savcılık ve mahkeme aşa malarında müdafi olarak bulunmaya çalıştıkları’ beyanını suçlama olarak yöneltti. Tuncay, bu suçlamayla avu katlık faaliyetlerini bir suç olarak gör düğünü ortaya koydu. ‘OHAL şartlarına karşı çıkma’ Savcı Tuncay, yine Ercan’ın ifadesin den yola çıkarak, ‘OHAL yasalarından dolayı gözaltına alınan şahısların ifade si alındıktan sonra adliyeye sevk edi linceye kadar geçen süre içerisinde gö zaltında geçen sürenin keyfi bir uygu lama olup kanunsuz olduğunu belirt melerini’ bir suçmuş gibi dosyasına koydu. Tuncay, avukatların ‘Sur, Cizre, Silvan, Reyhanlı, Soma, Ermenek gibi bölgelerde yaşanan olaylarla ilgili he yet oluşturmasını’ suç saydı. İşkenceyi anlattı Ankara’dan gözaltındaki avukat Eb ru Timtik, ifadesinde, İstanbul polisine teslim edilmeleri ile işkenceye başlan dığını söyledi. Timtik, işkence iddiası nı şöyle anlattı: “Yıllar öncesinden tanı dığım ve erkek şüphelilerin taciz suçla ması ve soruşturmaları bulunan bir ka dın polis tarafından yere yatırıldım. Di ğer polisler de yardım ediyorlardı. Ak lınıza gelebilecek bütün eklemlerimize ve uzuvlarımıza basarak kolumuzu bir kaç kez arkaya çevirip parmak izi al dılar. Bu arada nefesimizi kesmek için kendisini tanıdığımız sarışın polis me muru hiç tanımadan belime basınç uy guluyordu. Daha sonra saçlarımdan çektiler ve fotoğraf almaya çalıştılar. Ben bu uygulamalara direndim. Çünkü benim parmak izlerim daha önce emni yette alındı.” l İSTANBUL Musa Anter MUSA ANTER UNUTULMADI Gazeteci yazar Musa Anter, katledilişinin 25. yıldönümde Diyarbakır’da anıldı. “Ape Musa” olarak tanına Musa Anter için Seyrantepe semtinde vurulduğu sokakta düzenlenen anma törenine HDP Diyarbakır Milletvekili Sibel Yiğitalp, HDP Diyarbakır İl Eşbaşkanı Gülşen Özer, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Diyarbakır Temsilcisi Mahmut Oral, Özgür Gazeteciler İnisiyatifi (ÖGİ) Sözcüsü Hakkı Boltan, Musa Anter’in oğlu Dicle Anter, gazeteciler ve yurttaşlar katıldı. Gazeteciler, Anter ve bölgede katledilen diğer gazetecilerin fotoğraflarını taşıdı. ÖGİ Sözcüsü Hakkı Boltan, Ape Musa’nın izinde olmanın hakikatin izinde olmakla aynı anlama geldiğini belirterek “Sonuna kadar onun izinde olacağız” dedi. HDP Diyarbakır Milletvekili Sibel Yiğitalp Kürt sorunu her dile getirildiğinde önce Ape Musa’nın tutuklandığını, ancak onun buna rağmen yılmadan mücadelesini sürdürdüğünü anlattı. Musa Anter’in oğlu Dicle Anter ise “Onun yazdıkları bugünleri gösterir gibiydi. Genç basın emekçilerine ve Özgür Gündem gazetecilerine hâlâ baskı var. Gözaltına alınıyor, tutuklanıyorlar. Düşünce özgürlüğünün olmadığı yerde adaletsizlik de olur” dedi. Yapılan konuşmaların ardından topluluk, Musa Anter’in katledildiği yere kadar yürüdü. “Özgür basın susturulamaz” sloganı atan gazeteciler ellerindeki fotoğraflar ve kırmızı karanfilleri Anter’in katledildiği yere bıraktı. Basın ödülleri bugün Musa Anter ve Özgür Basın Şehitleri Gazetecilik Ödülleri bugün Taksim Hill Otel’de düzenlenecek ödül töreniyle sahiplerine verilecek. Törende Cumhuriyet davası kapsamında 9 ay tutuklu kalan gazetemiz çizeri Musa Kart da Karikatür dalında kazandığı ödülü alacak. l DİYARBAKIR/Cumhuriyet Güzel Anne yaşamını yitirdi Cumartesi Anneleri’nin 1995 yılından bu yana Galatasaray Meydanı’nda yaptıkları oturma eylemine destek veren Güzel Şahin, yaşamını yitirdi. Araştırmacıyazar Serdar Şahin Can’ın cenaze töreninde fenalaşan Şahin, Gaziosmanpaşa Taksim İlkyardım Hastanesi’nde yaşama gözlerini yumdu. Şahin, Güzel Şahin ilerleyen yaşına rağmen insan hakları ve demokrasi adına birçok eylemde en önde bulundu. Şahin’nin cenazesinin bugün saat 15.00’da Kartal Cemevi’nden kaldırılacağı öğrenildi. l İSTANBUL / Cumhuriyet CEZAEVİNDE VAHŞET DAVASINDA SONA GELİNDİ ‘Cezasızlık son bulsun’ HİLAL KÖSE Maltepe Cezaevi’nde 15 yaşındaki Onur Önal’ın dövülerek öldürülmesine ilişkin yargılanan, dönemin Kurum Müdürü Naci Yıldız, ikinci müdür Suat Karhan, baş memur Hamza Bal ve altı infaz koruma memurunun yargılandığı dava dosyası, karar verilmek üzere incelemeye alındı. Mahkemede dün son savunmasını yapan Naci Yıldız, “Bu olayda (müdahil) avukatın iddia ettiği gibi hiçbir personelimin hiçbir çocuğa bırakın şiddet uygulamayı, bir çocuğun saçının teline dokunduğu iddiasını kabul etmiyorum” dedi. Yıldız’ın avukatı Mutlu Eşer ise “Cezaevi fiziki şartlarından bahsedildi, bu konuda bir aksaklık varsa bunun muhatabı orada çalışan personel ya da müvekkilim değildir. Bizzat bakanlıktır, Ceza ve Tevkif Evleri’dir” diye konuştu. İstanbul Anadolu 59. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 10. oturumuna tutuksuz sanıklar Naci Yıl dız ve infaz koruma memuru Hasan Köklen ile Onur Önal’ın annesi Nurcan Önal katıldı. Önal ailesinin avukatlarından Selmin Cansu Demir, Önal’ın kameraların görmediği kör noktada dövüldükten sonra komaya girdiğini, bir gün önce de kameraların kaydettiği koğuş bahçesindeki “simit” oyununda şiddet gördüğünü anımsattı. Kör noktaların cezaevi idaresi ve çocuklar tarafından bilindiğine ve 2009 yılından bu yana cezaevlerinde 18 çocuğun yaşamını yitirdiğine dikkat çekerek, “Son beş senede 484 kamu personeli içerisinde sadece bir kişi cezalandırılmıştır. Çocuklara yönelik şiddet cezasızlıkla sonuçlanmaktadır. Bu davanın kararı, bu ezberi bozmalıdır” dedi. Tıbbi müdahale engeli Önal’ın avukatlarından Gülizar Tuncer de Onur Önal’ı döverek ölümüne neden olan iki çocuğun ceza aldığını, dosyalarının Yargıtay’da olduğunu belirterek “Asıl sorumlu cezaevi yöneti midir, devlettir. Önal’a yönelik şiddete ortam ve olanak sağlamışlardır. Şiddeti bildikleri halde engel olmamış ve gerekli önlemi almamışlardır” diye konuştu. Önal’ın hastaneye kaldırıldığı 31 Ağustos 2014’te koğuştaki çocuklardan B.P’nin çağırmasına karşın görevli memur Fatih Atmaca’nın yarım saat sonra olay yerine gittiğini anımsatan Tuncer, şöyle devam etti: “Koğuştan sorumlu diğer memur Deniz Şahin, Onur’a yönelik saldırıyı duyabilecek konumdayken o da gerekli müdahaleyi yapmamıştır. Görevi ihmal öyle boyutlarda ki Fatih Atmaca kitap okuyor, televizyon izliyor, Deniz Şahin sesleri duyuyor müdahale etmiyor. Kamera görüntüleri var izlemiyorlar. Fatih Atmaca sağlık görevlilerine çocukların anlatımlarına dayanarak namaz kılarken bayıldı diyerek, gerekli tıbbi muayenenin de yapılmasına engel olması söz konusu.” Mahkeme yargıcı, davanın karar için incelemeye alınmasına hükmederek duruşmayı erteledi. l İSTANBUL MGK’den ne çıkacak? Ben bu satırları yazdığım saatlerde, Irak Kürdistan bölgesindeki bağımsızlık referandumunun olup olmayacağı hâlâ belli değildi. Daha birkaç gün öncesinde kadar “kararlı” gözüken KDP lideri Mesud Barzani, dünkü açıklamalarında Bağdat’la pazarlığa kapıyı aralamış gözüküyordu. Sanırım bunda en önemli etken, Bağdat ve Erbil arasında arabuluculuk yapan İngiltere ve ABD’nin taktik değiştirmesi oldu. Her millet gibi Kürtler de tehditkâr üsluptan hoşlanmaz. Şu zamana kadar Erbil’e giden Batılı temsilciler, “Referandumu yaparsanız şu olur, bu olur” diye aba altından sopa gösteriyordu. Şimdiyse tatlı dil ve referandumun ertelenmesi karşılığında mükâfatlar konuşuluyor. Dün konuştuğum bir Kürt yetkili, laf arasında “Erteleme ihtimali her zamankinden daha fazla...” cümlesini sarf ediverdi. Bakalım. Ben yine de eninde sonunda Irak Kürt bölgesinin bağımsız olacağını ve uzun vadede Ankara’yla sıcak ilişkileri olan bir Kürdistan bölgesinin Irak’tan daha iyi bir komşu olacağını düşünüyorum. Bu Türkiye için bir travma değil kendi bölgesel erişim hattını genişletmek için bir fırsattır. Bu konudaki görüşlerim değişmedi. Ancak Kerkük gibi muvazaalı bölgelerin bu referanduma dahil edilmemesi lazımdı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi bu anlamda aceleci davranmıştır. Olayı hem bölge ülkeleri hem de Irak siyaseti için daha çetrefil hale getiren de Kerkük meselesi. Gel gör ki, Ankara da son yıllarda Bağdat’ı bypass ederek Kerkük petrolünü almamış olsaydı, belki de Kerkük meselesi referandum kapsamında olmazdı. Bunu da bilen biliyor... Beni bu referandumda asıl ilgilendiren konu, bağımsızlık değil bölgemizdeki demokratikleşme noksanlığı ve bunun adeta kurumsallaşması. Dün Cale Salih ve Maria Fantappie’nin Foreign Affairs dergisindeki yazısı, meseleyi en mükemmel haliyle özetlemiş. Yazarlar, Irak Kürdistan Bölgesi’nde zamanında Saddam’la savaşan (Barzani dahil) “eski kuşağın” referanduma sarılmasının nedenini, yönetim sorunlarını perdelemek ve iktidara tutunmak olarak yorumluyor. Biraz abartılı olmakta birlikte, bu eleştirinin haklı tarafları var. Gençlerin özgürlük ve siyaset taleplerinin, milliyetçilikle örtülmemesi gerekiyor. Gençler arasında bağımsızlık referandumuna karşı olanların sayısı daha fazlaymış. Bu kuşak çatışması son derece önemli. İkinci uyarı, Kürdistan bölgesinin bütün imkânlar ve uluslararası desteğe rağmen demokratik bir rejime dönüşememiş olmasıyla ilgili. Kürdistan bölgesinde hâlâ siyaset ve ekonomik alan, iki siyasi parti, yani Celal Talabani’nin kurduğu Kürdistan Yurtsever Birliği (KYB) ve Barzani’nin Kürdistan Demokrasi Partisi (KDP) üzerinden tanzim ediliyor. Bürokrasi, ordu, ihaleler, STK’ler, üniversiteler, şehirler... Her şey iki partinin kontenjanı arasında bölüşülmüş. Bu anlamda kurumsallaşma çok zayıf. Meclis iki yıldır kapalı. Kurumlar, partilerin elinde. Bu durum kaygı verici. Yazıdaki üçüncü mesele de, bölgesel dengeler, ki sizler onu zaten biliyorsunuz. Bana göre bu referanduma karşı en zayıf argüman. Bölge ülkelerinin ya da ABD’nin karşı çıkıyor oluşu, referandumun meşruiyeti konusunda bize bir şey anlatmıyor; sadece bölgedeki güç dengelerini gösteriyor. Güç başka, meşruiyet başka... Gelelim bize. Ben her şeye rağmen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dönmesiyle 22 Eylül’de Ankara’da yapılacak MGK’den çok sert bir sonuç çıkacağı hissinde değilim. Bilgi değil hissiyat. Başkonsolosu geri çekmek, birkaç ay vize vermemek, belki bir süre sınır ve petrol ticaretini kısıtlamak... Onun dışında rasyonel bir askeri seçenek yok masada. Olmamalı da. Barzani ve Irak Kürdistan bölgesi, Ankara’nın kendi bölgesindeki yegâne müttefiki. Trollere bırakılmayacak kadar değerli. Ve bu durum, referandum olsa da olmasa da değişmeyecek... BM raporunda Türkiye başı çekiyor BMGenel Sekreteri adına açıklanan bir rapora göre BM kurumlarıyla insan hakları konusunda işbirliği yapan yurttaşlarını cezalandıran ülkelerin sayısı 29’a ulaştı. Raporda en çok misillemede bulunan ülkelerin Çin, Hindistan, İran, İsrail, Pakistan, Suudi Arabistan, Myanmar, Türkiye ve Venezüella olduğu belirtildi. Türkiye bölümünde örnek olarak KHK ile Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edilen Osman İşçi’ye dikkat çekildi. İşçi’nin akademsiyenlerin barış bildirisine imza attığı, barış akademisyenlerinin çoğunun işten çıkarıldığı ve haklarındaki soruşturmaların devam ettiği belirtildi. Kasım 2016’da Türkiye’yi ziyaret eden BM İfade Özgürlüğü Özel Raportörü ile işbirliği yapan İşçi’ye de Aralık 2016’da görevinin askıya alındığı ve soruşturmaya alındığının bildirildiği, Nisan 2017’de PKK bağlantısı şüphesiyle disiplin soruşturması açıldığı ve ardından kamu görevinden ihraç edildiğinin bildirildiği aktarıldı. BM Genel Sekreteri’nin İnsan Haklarından Sorumlu Yardımcısı Andrew Gilmour “İletişimde olduğumuz bireylerin kaçırıldığı, gözaltına alındığı, iletişimsiz tutulduğu, işkenceden geçirildiği, tecavüz edildiği ya da kaybedildiği vakaların farkındayız” dedi. Gilmour’ın raporu sunduğu BM İnsan Hakları Konseyi’ne üye 47 ülkeden 9’u da raporda yer alıyor. l Dış Haberler C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear