28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Çarşamba 13 Eylül 2017 haber 10 EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN Adaletsizlik kopyalandı Yargı bağımsız(mış)... Baştan uyarayım, içimde bir his “Oğlum Aydın sen bu yazıyı daha önce de yazdın. Bu tekrar oluyor” demekte. Ancak eski Tırmık’ları tarayıp “Yazdım mı yazmadım mı” sorusuna cevap aramaya hiç niyetim yok. Yazmışsam bir daha yazıyorum; yazmadıysam ileride bir kere daha, yüz kere daha yazarım... Biliyorsunuz, önceki gün beşi tutuklu gerisi tutuksuz tüm Cumhuriyet “sanıkları” yine duruşma salonundaydık. Bu kez Çağlayan Adliye Sarayı denen, yaz sıcağında “Çağlayan Hamamı”na dönmüş, AVM görünüşlü binada değil, Silivri “Mapusdamı” Kampusu’nun duruşmalar için yapılmış mahkeme salonundaydık. Besbelli ki yüce devletimiz Silivri mapushanesi için parayı kıymış, geniş, rahat duruşma salonları, aksamayan ses düzeneği, sanıkların ve tanıkların daha iyi izlenmesini sağlayan dev boyutlu ekranlar ve iyi işleyen ve hatta fazla işleyen klima sistemi (Nitekim şifayı kapıp nezle oldum, burnuma mendil yetiştiremiyorum) bulunan bir bina kondurmuş. 14 saat 40 dakika süren bir duruşma maratonu yaşadık. Tutuklu arkadaşlarımızla birkaç metre uzaktan da olsa hasret giderdik, şakalaştık, gülüştük, çaktırmadan ağlaştık ve saatler gece yarısına iyiden iyiye yaklaşırken mahkemenin kararını dinledik: Tutukluluk hallerinin devamına, bir sonraki duruşmanın 25 Eylül’de yapılmasına... Öfkemizi bastırdık, herhalde kaçmasınlar diye jandarmaların kollarına girip hücrelerine götürdüğü arkadaşlarımızı alkışlarla uğurladık ve evlerimize döndük... Bir de... Bir de Türkiye’de yargının bağımsız olduğuna bir kez daha gözledik, tanık olduk ve inandık. AKP Başkanının her fırsatta yinelediği, Adalet Bakanlığı’ndan Başbakan Yardımcılığına terfi etmiş, o çok sevimli siyasetçinin hep altını çizdiği “Türkiye’de yargı kesinlikle bağımsızdır” açıklamaları önceki günkü Cumhuriyet duruşmasında bir kez daha doğrulandı. Evet: Türkiye’de yargı bağımsızdır... Adaletten bağımsızdır... Saçma bir cümle oldu mu dediniz? Haklısınız (gibi). Öyle ya “Adaletten bağımsız bir yargı” cümleciği yumurtasız omlet gibi bir oksimoron, yani zıt iki kavramı buluşturma... Sıcak buz, köşeli daire, özgür esir gibi... Ama oksimoron moksimoron, bu bir gerçek. Yaşadığımız, tanık olduğumuz bir gerçek... HHH Adalet insanlığın varoluşundan beri peşinde olduğu, ulaşmak için çabaladığı, mücadele ettiği, iyi kötü, az çok kazanımlar elde ettiği bir... bir... Bir ütopya. (Ütopya sözcük anlamıyla kavranamasın. O sadece “olmayan ülke, ideal ülke” olarak değil, erişilmek istenen ilke, hedef, düzen olarak da kavranabilir). Adaleti sağlamanın aygıtı hukuk. Her toplum kendi hukukunu yaratır. Bu ilke olarak adalete hizmet etmek üzere tasarlanmıştır, oluşturulmuştur. Hukuku günlük yaşamda ete kemiğe kavuşturmanın aracı ise yasalardır. Yasaların ilke olarak hukuku, hukuk üstünden de adaleti sağlaması beklenir, hedeflenir. Bu kaba, dolayısıyla yanlışlar da taşıyan özeti bugünün Türkiye’sine uyarlayın bakalım. Bir “ayna” niteliği taşıdığı için Cumhuriyet davasına uyarlayın bakalım. Cumhuriyet davasının iddianamesinden başlayın, önceki gün verilen ara karara kadar uyarlayın bakalım. Yazılan iddianame de, açılan dava da, yürüyen mahkeme süreci de kanunlara tümüyle uygun. Var olan, yürürlükteki hukuk sistemi açısından bakarsanız, ona da uygun. Peki “adalet”e uygun mu? HHH Cumhuriyet davası aynasında kesinlikle inandım, iman ettim ki Türkiye’de yargı adaletten artık ve neredeyse tümüyle bağımsızdır... Buna boyun eğmek, kabullenmek ise yenilginin ta kendisidir, adalet için mücadeleden vazgeçmektir. Biz “içerideki” ve “dışarıdaki” Cumhuriyet çalışanları böyle bir yenilgiyi ne kabul ederiz ne var olan “adaletten bağımsız yargı”ya boyun eğeriz. Bugünlük yazıyı burada noktalayalım. Sonrası nasıl olsa gelecek... Kılıçdaroğlu: Kumpası Yıldırım’a söyledim CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ka tıldığı TV programında Cumhuriyet davasındaki tüm sanıkların suçsuz olduğunu belirterek, “Hiçbir günahları yok. Bunun akıl ve mantıkla falan bir ilgisi yok. ‘Adalet Göçüğü” diye başlık atmış Cumhuriyet gazetesi. Aslında adaletin çöküşü demek lazım. Adalet yok ki zaten. Hangi adaletten bahsediyoruz? Günahsız bir insanı haksız yere aylarca hapishanede tutmanın hak, hukuk ve adaletle bir ilgisi var mı” şeklinde konuştu. CHP Genel Merkezi’nde Başbakan Binali Yıldırım’a Cumhuriyet ve Sözcü’ye operasyon yapılacağına dair duyumlar aldıklarını söylediğini aktaran Kılıçdaroğlu, “‘Böyle bir şey olabilir mi? Olamaz Kemal Bey’ demişti. Cumhuriyet ve Sözcü’nün FETÖ ile ne ilgisi var. Bu hâkimler hakim değil, talimatı başka yerden alıyorlar. Kabak demokrasinin başına patlıyor” dedi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba da “Cumhuriyet yazarlarının cezaevinde bir gün bile tutulması Türkiye’deki demokrasi ve adaletin ne anlama geldiğini gösteriyor. 12 Eylül ruhu hortlamıştır” diye konuştu. Yazar ve yöneticilerimizi tahliye etmeyen mahkeme, 2 saat geciktirdiği açıklamayı 28 Temmuz’daki duruşmadaki karardan yazım yanlışlarına kadar kopyaladı Yazar ve yöneticilerimizin savunma ve ithamları ile 24 Temmuz’da hukuken çökerttikleri dava kapsamında, yargılamayı ya pan İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nden yine adalet çıkmadı. Genel Yayın Yönet menimiz Mu rat Sabuncu, İc ra Kurulu Baş kanımız Akın Atalay, yayın danışmanı ve CANAN COŞKUN yazarımız Kadri Gürsel, mu habirimiz Ah met Şık ve muhasebe çalışa nımız Emre İper hakkında tu tukluluğun devamına karar veren heyet, bu defaki tu tukluluğun devamına ilişkin kararına farklı bir gerekçe dahi yazmadı. Yargıç Abdurrahman Orkun Dağ başkanlığındaki mahke me heyeti, 24 Temmuz’dan 28 Temmuz’a kadar süren ilk du ruşmaya ilişkin kararında ol duğu gibi, “sanıkların taşıdık ları sıfat, üstlendikleri görev, görev yaptıkları zaman dilimi dikkate alındığında eylemsel sonunda iper’in telefonu incelenecek ByLock kullandığı iddiasıyla tutuklanan muhasebe çalışanımız Emre İper hakkında, savcılık soruşturma aşamasında telefonu üzerinde inceleme yapmamıştı. İnceleme yapmadığı gibi, İper’in Siber Suçlara Mücadele Şube Müdürlüğü’nün 15 Temmuz gecesi WhatsApp programında aile için mesajlaşmalarını boş dosyayı doldurmak için kullanmıştı. Savcılığın yapmadığı incelemeyi, İper hakkındaki iddianameyi kabul eden İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi de iddianamenin kabul kararında bu incelemenin yapılmasına ilişkin bir hüküm kurmamıştı. Mahkeme, bu incelemenin gerekliliğinin farkına ancak 11 Eylül’deki duruşmada vardı ve telefonun bilirkişiye yollanmasına karar verdi. Savcılığın, yapmadığı incelemeyi mahkeme geç de olsa yapma kararı verdi. bütünsellik değerlendirmesi” yapılması gerektiğini tekrarladı. Mahkeme bir önceki ara kararında olduğu gibi bu savında Akın Atalay ve Murat Sabuncu’yu kastetti. Ancak, bir önceki ara kararın ardından dediğimiz gibi Kitap Eki Yayın Yönetmenimiz Turhan Günay hariç olmak üzere tahliye edilen arkadaşlarımızın da Cumhuriyet Vakfı yönetim kurulu üyeliği görevi bulunuyordu. Bu da 2 duruşmadır tahliye edilmeyen arkadaşlarımıza yönelik düşman ceza hukukunun uygulandığını gösteren önemli kanıtlardan biri niteliğinde. Mahkeme, kararında “sanıkların deliller ile irtibatı tartışılırken sanıkların ele geç meyen sanıklar ile göreve geliş şekilleri üstlenilen görevlerin tanımı, nitelik ve fonksiyonu nedeni ile kaçınılmaz bağ ve illiyetinin gözetilmesi” gerektiğini tekrarladı. Dündar takıntısı Mahkemenin ‘ele geçmeyen sanıklar’ olarak tanımladığı kişiler eski Genel Yayın Yönetmenimiz Can Dündar ve İlhan Tanır idi. Bir önceki ara kararında aynı takıntıya yer veren heyet, pazartesi günkü duruşmada eski Genel Yayın Yönetmenlerimizden İbrahim Yıldız’ı tanık olarak dinledi. Yıldız, mahkemedeki ifadesinde Can Dündar’ın gazeteye köşe yazarı olarak gelmesine ortak bir şekilde karar ve rildiğini söyledi. Ancak savcılığın seçtiği tanıklardan olan İbrahim Yıldız’ın bu beyanı heyetteki Dündar takıntısına engel olamadığı gibi, tahliye kararı için de yeterli olmadı. Üstelik tahliye etmediği arkadaşlarımızdan Murat Sabuncu, Ahmet Şık ve Kadri Gürsel, Cumhuriyet’te göreve başladıklarında Dündar, genel yayın yönetmeni de değildi. En yakındaki tanıklar Mahkeme, kararı birebir kopyalarken, dinlenmeyen tanıklar üzerinde baskı kurulabileceği savını da tekrarladı. Ancak gazetemizin mevcut çalışanları olan tanıklar bu celse beyanlarda bulunmuş, üstelik savcının kendi ifadele rini cımbızladığını belirtmişti. 28 Temmuz’da tahliye edilen 7 yazar ve yöneticimizin de gazetede faal görevlerinin bulunması, tanıkların üzerinde baskı kurma ihtimalini boşa düşürmüştü. ByLock çöktü! Yayın danışmanımız ve yazarımız Kadri Gürsel’e yöneltilen ByLock kullanıcısı ve FETÖ soruşturması şüphelisi kişilerle telefon görüşmesi suçlamasına ilişkin ise tutukluluğa devam kararında tek kelime ifade yer almadı. Aksine, üye hâkim Halit İçdemir, Gürsel’in tutuklulukta geçirdiği süre, tanıkların büyük ölçüde dinlenmiş olması, delillerin toplandığı gözetildiğinde delil karartma ihtimalinin bulunmadığı kaydederek, Gürsel’in tahliye olması gerektiğini savundu. Duruşma 2 hafta sonra Heyet, bir sonraki duruşmanın 25 Eylül’de Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde saat 14.30’da yapılmasına karar verdi. l İSTANBUL Yargı oyununu gözler önüne sermek üzere Şık’ın avukatı Fikret İlkiz’in “Sisifos” efsanesine Mahkeme başkanı Dağ “İkarus”la yanıt verdi. Mahkeme Başkanı’nın unutmaması gereken bir şey vardı. İkarus mu Sisifos mu? Silivri Cezaevi, Fethullahçı yargının iktidar ortaklığıyla açtığı davalar için inşa edilmişti. F tipi hüc re cezaevleri içinde özel bir yeri var bu cezaevinin. Meza rı andıran binaları, cezaevi nin ölüm ile hayat arasında ki gri bir ANALİZ bölge olduğunu bir kez da ha yüzü nüze vu rur. Ergene KGEÖMKATLAŞ kon, Balyoz, Poyrazköy, KCK, ÇHD gibi ‘kumpas’ davalarının birçoğu Silivri Cezaevi’ndeki duruşma salonlarında görül dü. Fethullahçı örgüt ile ik tidarın ortaklığı bozulsa da muhalifleri yargı yoluyla tas fiye yöntemi değişmedi. Hem bu ortaklığın hem de ortak lık bozulduktan sonra iktida rın güdümündeki yargının ortak hedefi olan Cumhuri yet gazetesinin duruşması da Silivri Cezaevi’nde görüldü. Salondakilerin ve dışar da bekleyenlerin tek bir bek lentisi vardı: Tahliye. Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kad ri Gürsel, Ahmet Şık ve Em re İper, beyaz giyinmişlerdi. Saflığın rengi olan beyaz, du ruşma salonundakilerce ay rıca umudun rengi olarak da algılandı. Bir önceki duruş mada hukuksuzluğu, keyfili ği tamamen ortaya çıkan da vada tutuklu 5 Cumhuriyet çinin tahliyesi bekleniyor, isteniyor, umut ediliyordu. Mahkeme esas olarak tanık ların dinlenmediği gerekçe siyle tutukluluğun devamına karar vermişti. Duruşmada 8 tanık dinlendi. Alev Coşkun, İkarus efsanesi Behçet Necatigil’il “Küçük Mitologya Sözlüğü”ndeki Daidalos maddesinde İkarus efsanesi şöyle anlatılıyor: “Atina zanaatkârlığının piri. Talos’u öldürüldüğü için, Girit’e Kral ‘Minos’a kaçtı. Girit’e güzel yapılar kurdu. Minotauros’un öldürülmesine yardım ettiğinden kral onu hapsetti. Daidolos, tüylerden, balmumundan kanatlar yaparak, oğul İkarus ile beraber uçtu, kaçtı. İkarus, güneşe çok yaklaştığı için balmumu eridi, kanatlar koptu. İkarus denize düştü. İkarus’un adı denizin de adı oldu (Ovidius, Metamorphoslar 8, 183 vd)”. Rıza Zelyut ve Mehmet Faraç ise duruşmaya gelmemişti. Dinlenen tanıklar Cumhuriyet davasının siyasi bir dava olduğunu ve gazeteciliğin yargılanamayacağını, Cumhuriyet ile teröre yardım sözlerinin yan yana gelemeyeceğini söyledi. Mahkeme heyeti ve savcıdan tanıklara esaslı bir soru da gelmedi. Söyleyecek hiçbir söz kalmamıştı. Sanık savunmaları ve tanık anlatımları davanın çöktüğünü ayan beyan ortaya koymuştu. Artık beklenen adaletin özgürlük borcunu ödemesi, yargı eliyle yapılan işkenceye son vermesiydi. ‘Ahmet hapiste kalsın’ Ahmet Şık hakkında son dakikada mahkemeye “yeni belgeler” gönderildi. Duruşmadan 2 gün önce, cumartesi günü mahkemeye sunulan ve aynı anda sabah.com.tr’de haberi yaptırılan bu belgeler, Ahmet Şık’ın Karlov suikastından sonra attığı tweetlerden oluşuyordu. Karlov’u öldüren polis Mert Altıntaş’ın cihatçı kimliğine dikkat çekerek bir polisin cihat duyguları ile cinayet işlemesinin vehametine dikkat çe ken Şık’ın bu tweet’leri savcıya göre “FETÖ’yü aklama” amacını taşıyordu. FETÖ’nün kumpasıyla 2011’de tutuklandıktan sonra 2016 Aralık’ta bu defa iktidar yargısı tarafından “FETÖ’ propagandası’ iddiasıyla tutuklanan Ahmet Şık için yargı bir türlü karar veremiyor. Savcılık soruşturma aşamasında inandırıcı olamayacağı için FETÖ saçmalığından vazgeçmiş ve iddianamede DHKPC ve PKK’ye yardım ettiği iddiasını yöneltmişti. Ama savunmasıyla iddianamedeki suçlamaları çökerten Şık’ı, kendi ifadesiyle “Ahmet’i hapiste tutma iradesini ve yargı tacizini” göstermek üzere uyduruk belgeler son dakika dosyaya konulmuştu. Üstelik, bu belgeler zaten dosyada vardı ve birçok tweet suç unsuru olarak görülmediği için iddianameye alınmamıştı. Yargı, Ahmet’i içeride tutmak için FETÖ’ye yardım saçmalığına yeniden sarılmakta beis görmüyor. Çünkü isnat edilecek hiçbir bir suç olmadan dava açıldığı, gazetecilerin bütün delilleri çöken bir davada tutuklan dıkları ortaya çıkmasına rağmen hiçbir şey değişmiyor. Duruşmada yapılan savunmalar artık sözün anlamsızlaştığı bir noktaya ulaştı. Öyle ki mahkeme heyeti sanıklara, tanıklara soracak soru bulamıyor. İlkiz’in sözleri Bütün bu yargı oyununu gözler önüne sermek üzere Ahmet Şık’ın avukatı Fikret İlkiz’in “Sisifos” efsanesini hatırlattı. Homeros’un ağzından “Sisifos’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken; yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru, tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu kayayı, kan ter içinde...” ifadelerini aktararak “Kayayı yeniden tepeye taşımak bir ceza değildir belki de, bir başkaldırıdır” dedi. Mahkeme Başkanı Dağ ise İlkiz’in sözleri biter bitmez başka bir mitoloji kavramıyla “İkarus’u da unutmamak lazım” dedi. İkarus, balmumundan kanatlarla Güneş’e doğru uçmaya çalışan ve bu yüzden giderek eriyen bir mitoloji kahramanı. Mahkeme Başkanı İkarus benzetmesi yaparak aslında ihsası reyde bulunuyordu. Bilmediği, güneşe doğru uçtukça kanatlarının eriyeceğini ve denize düşeceklerini bilerek uçan Ahmet’in ve bütün Cumhuriyetçilerin bundan hiç vazgeçmeyecekleriydi. Bir başka bilmediği ise tarihin ve mitolojinin her daim yeniden yazıldığıydı. Gazeteciliğin sorgulandığı 16 saat Neredeyse 2 güne yayıldı Cumhuriyet davasının 2. du ruşması. 11 Eylül Pazartesi saba hı başladı, 12 Eylül Salı gününün ilk saatlerinde bitti. Yüzlerce Cumhuriyet okuru, hu kukçu ve si yasetciler davayı izledi. Elbette ya bancı konuk larla ulusla rarası medya gözlemcile ri de. Avrupa Parlamentosu üyelerinden Rebecca AKırzifılyalın Harms, mah keme heyetinin tutukluluk halinin devamı kararını, “İnanılmaz” diye yorumluyordu gecenin bir yarısı; etrafındaki Türkiye meslektaşla rı da “Ne yazık ki burası Türkiye” demekle yetiniyordu. Davayı sabahtan gece yarısı na kadar izleyen CHP’li vekillerin tepkileri de hemen hemen aynı noktadaydı. Silivri Cezaevi Mah keme Salonu’na ilk girip son çı kanlardan Dr. Ali Şeker, “Gazete ciliğin yargılanmasına tanıklık et mek üzücü” cümlesini kullanıyor du. “En acısı gazeteciliğin nasıl yapıldığının sorgulanmasını izle mek üzücüydü. Haber nasıl gelir, editörün görevi nedir, başlık nasıl atılırı sorguladı mahkeme heye ti. Kusur bulamayınca da suç icat etmek için Twitter’da yorum ya pan ‘jeansbiri’ diye bir adresi da vaya bulaştırdılar. Yine bir şey or taya çıkmayınca 15 günlük me hille topu taca attılar, uzatmaları oynadılar” dedi CHP’li vekil. Hukukçu vekil Mahmut Tanal ise farklı konudan irdeledi olayı. Sa bahın ilk saatlerinden hâkimin, ‘tu tukluların devamı’ cümlesine ka dar takip edenlerden biri olan Ta nal, Emre İper’in attığı Twit’ler ne deniyle suçlanmasının Türkiye’nin yarısından fazlasını da zan altında bıraktığına vurgu yaptı: “Eğer Em re tweet’leri ve muhalif görüşü yü zünden yargılanıyorsa, aynı görüş lerin benzerlerini yazan biz CHP’li vekiller dahil, milyonlarca kişiyi hapse atmaları gerekir.” ‘Muhalifsen sus’ Rahatsızlığına rağmen gün boyu Silivri’de davayı izleyen CHP’nin cezaevi komisyonu üyesi Gamze Akkuş İlgezdi ise konunun sadece gazetecilikle de ilgili olmadığını Türkiye’deki tüm muhalif seslerin susturulmak istendiğini söylüyordu. Keza 16 saatlik kesintisiz maratonu Silivri’de izleyen CHP’li vekillerden Muharrem Erkek, Musa Çam, Orhan Sarıbal da Türkiye’deki en riskli meslek grubunun gazetecilik olduğunu söylediler. Vekil arkadaşlarıyla salondan ayrılmayan CHP Grup Başkanvekili Engin Altay’ın yorumu ise her şeyi özetledi: “Hukuk adına en ufak bir kırıntı olsa gazeteci arkadaşlarımız akşam saatlerinde tahliye olurlardı.” C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear