26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 7 Ağustos 2017 6 haber EDİTÖR: ALPER İZBUL TASARIM: ZARİFE SELÇUK Venezüella: Gerçeğin grisi Yaşananları analiz etmek kolay değil. Devrimcilik, sosyalizm, kapitalizm, kamulaştırmalar, liderler, halkın yaşananlara bakışı bir karmaşayı gösteriyor METİN YEĞİN Sevgili okur; benden Venezüella’ya ilişkin bir zafer yazısı bekliyorsanız bu yazıyı boşuna okumayın. Bu analiz ne siyah ne de beyaz, sadece olgular üzerinden yazılmaya çalışan bir analizdir. Üniversitede ders verirken, öğrenciler devrim oldu zannediyordu “Şimdi siz Venezüella hükümetisiniz, ne yapacaksınız?” diyordum. Mesela toprak reformu? “Hemen yapalım” diyordu çoğunluk. Fakat köylüler üzerinde çok örgütlü değilsiniz. Bu durumda oligarşi, yanına kiliseyi de katarak, Komünistler her şeyinizi elinizden alacak diye saldırtırsa? Yüzde 50’den biraz fazla bir oyla iktidarsanız ve oylarınızın çoğu kent yamaçlarında gecekondulardansa... Önce devlet topraklarını dağıtarak başlasanız? “Öyle yaparız o zaman?” diyorlardı. Fakat o zaman büyük toprak sahipleri bir süre sonra küçük toprak sahiplerini yeniden yutar. “Kooperatifler kurarız” diyorlardı. “Anlatmıştınız ya, işgal fabrikaları...” Ama kredileri verdiğinizde, üretimi tam örgütleyemediğinizde, krediler bürokrasi koridorlarında yok olur, üretime yansımaz, sadece arada toprağa karışır uçar ve çoğunlukla bürokrasiye... Böyle devam ediyordu. “Siz de her şeye bir şey diyorsunuz” diyorlardı. Haklıydılar ama ben de haklıydım çünkü hayat hiçbir zaman kâğıt üzerinde olduğu gibi yürümüyordu. Bu saydıklarımı ve çok daha fazlasını yapmaya çalışmıştı Chavez ve Bolivarcı devrim...  Chavez ve Lula Chavez hakkında birkaç kez yanıldığımı itiraf etmeliyim. İlk yanılgım Arjantin’de büyük isyandan hemen sonra Buenos Aires uluslararası terörizm cezaevinde, İtalyan Kızıl Tugaylar’ın liderlerinden Leonardo Bertulazzi’nin hücresindeydi. O gün tartışırken Leonardo da, ben de Venezüella’dan Chavez yerine Brezilya’da Lula’nın sol için çok önemli olduğunu düşünüyorduk. Buenos Aires sokaklarında 8 günde 3 hükümetin kovulduğu, 2 devlet başkanının sarayın çatısından helikopterle Miami’ye kaçtığı günlerdi. Lula, cuntaya karşı direnen işçi, sendika lideri, Brezilya gibi dev bir ülkenin başkanı olmuştu. Buna karşın Chavez ise asker kökenli popülist bir liderdi. Fakat tarih başka türlü yürüdü. Chavez ABD’nin baş belası olurken (!), Lula koca bir ittifakın üzerinde durabilme umuduyla, tartışmasız sağa sürüklendi. Buna rağmen Chavez, Lula gibi yapmadı. Kendisi üzerindeki baskıları sola ve halka dayanarak çözmeye çalıştı.   Bir diğer yanılgım, Venezüella’da askeri cunta günü gecekondu mahallesi La Vega’dan aşağı çok kalabalık bir şekilde yürürkendi. Askeri araçlar, yol kontrolleri, her şeyin bittiğini söyleyen televizyonların aksine gittikçe toplanan halk Chavez’i geri aldı. Bense daha çok “Cuntayı protesto edecek gösterilerle geçecek günlerimiz” diye düşünüyordum. Chavez götürüldüğü adadan geri döndüğünde, gerçek bir değişim başladı Venezüella’da. Bir süre sonra Chavez sosyalist olduğunu dile getirdi. Bir kopuşu örgütlemesi gerektiğinin farkındaydı. Yok sa ABD’ye ve oligarşiye karşı duramazdı. Bazen Troçki’den bazen İsa’dan söz ediyordu. Küba ile ilişkiler iyice yoğunlaştı. Sağcıların dediği oluyordu. Komünist yapacaktı Venezüella’yı bu adam.  Douglas Bravo ile konuşuyordum. Venezüella’nın üç nesil gerilla komutanı. Caracas’ta yüksek katlardan birindeki ofisindeydik. Muhtemel dağ alış kanlığıydı: “Venezüella demek petrol demek. Yüzde 50’sinin uluslararası şirketlere satılmasının altına imza atıldı, bir tane bile protesto olmadı! Bu nasıl bir devrimci süreç? Bak Bolivya’da sadece bir tane anlaşmanın altına imza atmaya kalktılar. Halk hareketleri parlamentoyu onların başına yıktı. Burada bu soruyu soruyorum. Nerde burada antiemperyalist bir mücadele? Sosyalist bir devrim? Esas emperyalistler için enerji ve hammadde önemlidir. Bolivya’da hiçbir hükümet, halkın direnişi karşısında, bir tane anlaşma bile imzalayamadı. Diğer nokta ise Venezüella’nın finans piyasası. Küreselleşme bütün hükümetleri bu noktada idare ediyor zaten. Sen kapitalist finans dünyasına bağlı olduğun anda nasıl antiemperyalist olabilirsin?”  Bbiurrsaüdraeçdevvarrimmcı?i Chavez ve Bolivarcı devrimin en güçlü ve hızlı olduğu dönemlerdi. “Burada devrimci bir süreç var mı?” diye sormuştum. “Bir yerde devlet var ama öbür tarafta da özel mülkiyet var. Eğer özel mülkiyet varsa, orada kapitalizm vardır. Kesinlikle ve kesinlikle. Avrupa’dan birçok kişi Venezüella’da sosyalizm olduğunu söylüyor ama özel mülkiyet varsa nasıl sosyalizm olabilir ki? Esas önemli olan petrolün kamulaştırılması, onu kamulaştırmadan nasıl sosyalist olabilirsin ki? Herkes bana soruyor, ABD neden Venezüella’ya saldırmıyor? ABD neden saldırsın ki? Stratejik ve politik olarak şu anda bu durum daha çok işine geliyor. Çünkü şimdi mesela diktatörlük olsaydı burada, petrol politikası olarak aynı şeyleri yapacaktı ama ona bir tepki olacaktı. Şimdiyse bir burjuva demokrasisi var, adına sosyalizm deniyor ve şimdi bu duruma muhalefet bile edilmiyor. Hangisi daha iyi? Bu politik ve stratejik olarak onlar için daha iyi çünkü sosyalistler, devrimciler hiç seslerini çıkartamıyorlar.” Sonra gidip bize kahve yapıyordu. Kaldığı yerden pencerenin kenarına gidip “Hadi bana bir işçi gösterisi göster” diyordu.  Douglas Bravo’nun dediğini gidip baş kanlık sarayında bakanlara söylüyordum. Üniversite kantini gibi, bolca kahve, sigara içip dünyayı değiştirdiğimiz zamanlar oluyordu. “Ama henüz bu kadar gücümüz yok” diyorlardı. Sonra bunu dönüp ona söylüyordum. “Nasıl yok! Chavez her gün televizyona çıkıyor. Bütün toprak köylülerin desin, bütün fabrikalar işçilerin desin’’. Sonra tekrar kahve içerken “Böyle dedi Douglas Bravo” diyordum. “Douglas Bravo efsanevi gerilladır ama o konuşur, Chavez yapar” diyorlardı. Yapmıyor da değillerdi. Bir yasa vardı mesela, hâlâ geçerli. Herhangi bir yerde çalışanların yüzde 51’i imza toplarsa, orayı devlet kamulaştırıp işçilere veriyordu. Küçüklü büyüklü onlarca işyeri işçilere devredildi. Sadece küçük yerler değil, mesela Sidor gibi 30 bin kişinin çalıştığı demirçelik fabrikası bile… Venezüella Ticaret Bakanı Eduardo Saman’la konuşuyorduk: “Burada iki durum söz konusu. Biz 21. yüzyıl sosyalizmi uyguluyoruz. İki formda üretim var. Bizim üretim formumuz sosyal üretim. Çünkü özel işletmeler de var burada. Hem özel işletmeler, hem de kamu işletmeleri var. Biz sosyal üretimde bulunuyoruz ve bunun da iki biçimi var doğrudan ya da dolaylı olarak. Yani bir işletme kamunun ise bu dolaylı olarak sosyal bir üretimdir. Çünkü kamunun kazancı sosyal bir durum dur. Bu sosyal bir üretim formudur. Bir de sosyal üretimin doğrudan yapılması var ki bu doğrudan halk için yapılamasıdır. Aracısız olarak. Yani bu topluluk için doğrudan yapılandır. Diğeri kamunun kazanması aracılığı ile halkın kazanmasıdır. İşte sosyal üretim için biz üretimi kamuya dönüştürüyoruz ve ayrıca doğrudan sosyal üre time dönüştürüyoruz. Biz devlet üretimini, doğrudan sosyal bir üretime çevirmek istiyoruz ama bazı temel hizmetler yani çok büyük üretim yerleri vardır. Mesela elektrik, telefon, çimento, petrol gibi topluluğun bunu doğrudan işletebilme, modernize edebilme şansı yok. Diğer işletmeler ise yani daha küçük fabrikalar, üretim yerleri atölyeler gibi yerleri doğrudan sosyal üretime çeviriyoruz. Doğrudan topluluğun yürüttüğü, doğrudan insana yönelik işletmelere dönüştürüyoruz. Biz kooperatif deneyi yaşıyoruz. Kooperatif deneyimi, diğer yandaki patronlu üretimin dışında patronun olmadığı bir üretim biçimi. Biz şu anda bu deneyimi destekliyoruz. Bizim kooperatiflerimiz aslında bir okul ve şimdi biz daha iyi formda kooperatifçilik yaratmak is tiyoruz halk için. Doğrudan sosyal bir üretim gerçekleştirebilmek için. İşte bu formda doğrudan sosyal bir üretim örgütlüyoruz” diyordu.  Ancak enflasyon yüzde 800’lere vardı. Bunu önlemek için üç çeşit kur uygulanıyordu. Mesela sağlık ve eğitim malzemeleri için devletten dolar alırsanız, çok düşük kurdan alıyordunuz. Gıda için ikinci kademe kurdan, diğer şeyler için daha yüksek bir kurdan ama hiçbiri neredeyse işlemiyordu. Çünkü doları alıp karaborsada sattığınız anda mesela yüzde 500 kazanıyordunuz. Bu kadar rant varsa yolsuzluk olmaz olur muydu? Orada yaşayan bir İspanyol kadın arkadaş anlatıyordu. “Hiçbir şey üretilmiyor Metin, düşünsene ekmek bile. Her şey dışarıdan alınıyor. Ekmek nedir ki suyla unu alıp karıştırıyorsun…” Oligarşi hükümeti zor durumda bırakmak için gıda ambargosu uygulamaya başladığında Chavez döneminde halk marketleri kuruldu. Temel ihtiyaç maddeleri devletin desteklemesi ile o günlerde 5’te biri fiyatına satılmaya başladı. Bir süre sonra o malzemeleri karaborsada buluyordunuz. Yukarıda konuştuğumuz bakan Eduardo Saman bir davete gittiğinde restoranın mutfağının halk marketi malzemeleri dolu olduğunu görünce doğrudan restoranı kapattırmıştı. Sonra patentsiz ilaç üretimini savunduğu için başını Kübalı doktorların çektiği lobi tarafından görevden uzaklaştırıldı. Kafanız karıştı değil mi? Onun için yazıyorum zaten. Maduro dönemi ise Chavez zamanından da mutlaka ayrı tahlil edilmeli. Öncelikle Chavez’in uluslararası etkisinin rüzgârını kaybetti Maduro. Chavez sadece Venezüella’da yaptıkları için değil dünyayı sarsmasıyla da Venezüella’da efsaneydi. Garip ama Lübnan’da bile Chavez posterinin taşınması, okyanusta kelebek kanadı etkisi yapar politikada. Peş peşe birçok kamu kurumu darbeyi engellemek için askerlerin yönetimine devredildi. Bunun diğer manası, yolsuzluk imkânlarının askerlere devredilmesiydi. Pazar günü yapılan kurucu meclis meselesine, birçok yerde yazıldığı için pek girmedim ama kâğıt üzerinde oldukça demokratik bir yöntemdi. Daha ne olsun! Yeni anayasayı doğrudan halkın, işçilerin ve öğrencilerin yapmasını öngörüyordu. Fakat her fırsatta saldıran bir sağın, bir uzlaşma metni olarak ortaya çıkması gereken kurucu anayasa çalışmalarına katılması beklenemezdi. Maduro’nun yapabileceği en iyi hamleydi. Ancak bunun pek bir şeyi değiştirebileceğini sanmıyorum ve tabii ki ABD artık kesinlikle Maduro rejimini yıkmaya çalışıyor. Görünen ve yasal olarak 60 milyon doları, bu iş için Venezüella’ya yatırdı. Geçen hafta CIA Başkanı açıkça bunu dile getirdi ama benim anlamadığım, bu bir neden olarak gösterilemez! ABD tabii ki bunu yapacaktır ve devrim zaten bu, her şeye rağmen gerçekleşebilen bir şeydir. Bakınız Küba… Yazıyı tartışılabilecek bir cümle ile bitirmeliyim: Örgütlü bir muhalefet her zaman çöken bir iktidardan daha iyidir... Ve son söz olarak mı? Venceremos, yani tabii ki kazanacağız. Harikulade evrimsel devrim... Osmanlı’nın Avrupa’ya hediyesi uygarlık Genetikte, canlıların DNA’sında mutasyonların varlığını kabul edip de “evrim yoktur” demenin anlamsızlığı üzerinde yazmak bayağı eziyettir. Zaten konunun odağında şüphesiz ki eğitim müfredatından Evrim başlığının çıkartılması, bazı yetkililerin “öğrenciler için bu soyut bir konu, anlamazlar” biçimindeki çocuklarımıza hakaret içeren temelden yanlış yaklaşımlarıdır. Ülkemizdeki hiçbir çocuğun, dünya bilimi ve geleceği açısından yol açıcı nitelikteki biyolojinin bu en temel öğretisinden mahrum bırakılmasını, en temel bilgi edinme ve öğrenme hakkına büyük bir tecavüz olarak görülmesini sağlamaktır. Buradaki seri yazıların amacı, demokratik bir insan hakkını, öğrenme hakkını savunmak ve gerçeklerin örtbas edilmesi politikalarına karşı çıkmak ve çağdaş dünyada anlamsızlıklarını vurgulamaktır. Altını çizerek söylüyorum, hiçbir iktidar okuldaki eğitim programını “çağdaşlıktan, bilimden yoksun” olarak programlamak, bilgiyi yasaklamak yoluna gidemez. Kendi ideolojik dinsel anlayışlarına uygun bir programı ülkenin ulusal okullarına, çocuklarımıza dayatamaz, dayatamamalıdır. Bilgiye yasak koymaya ayrıca bu iktidar çok sık başvuruyor. Mesela Wikipedia gibi bir kaynak, ülkemiz yurttaşlarına resmi olarak yasaklanabilmektedir. Bakteri ve virüslerin hayatta kalma mücadelesi Evet, canlılarda mutasyon olduğunu kabul ediyor musunuz? Mesela antibiyotiklere karşı bakterilerin biçim ve özünü değiştirerek direnç kazandıklarını kabul ediyor musunuz, yoksa bunu bilimin bir uydurması olarak mı görüyorsunuz? Antibiyotikler zamanla bakterileri neden öldürememeye başlıyor ve işe yaramaz hale geliyorlar? Basit anlatırsak: Çünkü bakteriler de “hayatta kalma” stratejisi uyguluyor. “Düşman” ilaçlara karşı zamanla savunma araçları geliştiriyor, “genetiğini” değiştiriyor, yani çeşitli mutasyonlar sonucu, başka bir kılığa bürünüyor ve antibiyotiği etkisiz hale getiriyor. Bu, salt bakterilerde değil, virüslerde de öyle. En basitinden “Kuş Gribi” salgınında çok kısa sürede bunu görüyoruz. Kuş gribi etkeni virüs kendini değiştirerek 1, 2, 3, 4 gibi farklı kılıklara, varyasyonlarına giriyor. Geliştirdiğiniz bir etken ilaca veya bedenin savunmasına karşı derhal “genetiğini” değiştiriyor. Aslında gözümüzün önünde çık hızlı harikulade bir evrimsel biyolojik savaşın tanığıyız. Sirke sineklerinin kısa süre içinde nasıl sürekli evrim geçirdikleri laboratuvar koşullarında izleniyor. Aynı şekilde fareler... Kanser genetiği, evrimsel biyolojinin ana konularından birine hızla dönüştü. Hastalıkların mekanizmalarını açıklamak evrimsel biyolojinin çok hızlı gelişen ana araştırma alanlarından biri oldu. Evrim, robotik ve elektronik İlginç bir şekilde evrimsel biyoloji ile robotik gibi dijital teknolojilerin de yararlandığı, nano teknoloji gibi milimetrenin milyonda biri ve daha küçük birimlerindeki çalışmalar bile evrimsel biyolojiyle ilişkili. İlaç geliştirmeleri, zirai araştırma ve uygulamalarına kadar uzanan geniş bir alandan bahsediyoruz. Düşünün: Evrimden tamamen habersiz nesiller yetiştirmeyi hedefliyorsunuz. Ne için? Vay bizim ideolojik siyasi anlayışımıza, dini kavrayışımıza aykırı olduğunu düşünüyoruz. Batsın bu anlayış. Bu, öğrenme hakkına büyük bir saldırı olduğu gibi, günümüzde bilim üzerinde yükselen büyük yarışta ülkemize de büyük bir ihanettir. Dini referansla yönetilen İran bile biyoloji kitaplarında evrime onlarca sayfa ayırırken, laik bir ülkeyi yönettiğini ileri süren iktidar, dünyanın en geri düşüncesiyle eğitimi tasarlıyor ve tüm ülkeyi bu yanlış bakışın vesayeti altına alıyor. Bu kabul edilebilir değil. Kimse, ülkeye şunu okuyamayacak, öğrenmeyeceksiniz diye bir dayatmada bulunamaz. Osmanlı’nın Avrupa’ya hediyesi bir uygarlık İslamın Altın Çağı diye isimlendirilen, bilim ve teknolojide hızla yükselen dönemi bitiren faktörün de Osmanlı olduğunu burada öne sürüyorum. Bu mirası devralmadı, geliştirmedi, sürdürmedi. Bu mirası tamamen Avrupa’ya terk etti. İslamın Altın Çağı mirasını devralan Avrupa, hızla parladı ve bugün neredeyse 600 yıldır süren bilim ve teknoloji devrimleri, rönesanslar, aydınlanma dönemleri, sanayi devrimleri, bilimsel teknolojik devrimler ve bugün de ikinci ve üçüncü sanayi devrimleri ile devamı ve ürünü olan Sanayi4.0, Osmanlı’nın Avrupa’ya “hediye ettiği” gelişmeler silsilesidir. Bir uygarlık ve çağdaşlık! Bunun sonucu kendisi battığı gibi, bugün takipçileri olduğunu düşünenler de ülkeyi batırma niyetinde. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear