26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazar 8 Ocak 2017 TASARIM: SERPİL ÜNAY Şoklama! Kapitalizm Mao’nun dediği gibi “kâğıttan bir kaplan” değil, yaşamak için sürekli yepyeni yöntemler geliştiren dev bir mekanizmadır. Şimdi size iki deneyden söz edeceğim. Bunlardan birincisi “Stanford Deneyi”. Bu deney, ünlü Amerikan üniversitesi Stanford’un psikoloji bölümünde gerçekleştirilmiş. O kadar önemli bir deney ki, filmlere, belgesellere konu olmuş. Ünlü bir psikoloji profesörü, okulun bir bölümünü bir hapishaneye çevirerek, günlüğü 15 dolardan Stanford öğrencilerinden 30 denekle işe girişiyor. Deneklerden bir kısmı mahkum, bir kısmı gardiyan oluyor. Ve olay başlıyor, deneklere asla fiziki bir saldırı yapılmayacağına dair bir sözleşme de imzalatılıyor. Olayın daha ikinci gününde gardiyanlar mahkumlara acımasızca davranmaya başlıyorlar. Mahkumlar da kuzu kuzu bu davranışları kabul ediyorlar. Deneyin üçüncü gününde, mahkumlardan biri deliriyor ve revire gidiyor ama gardiyanların zulmü devam ediyor; mahkum denekler de bu zulmü kabul ediyorlar. İş o hale geliyor ki, profesör ve ekibi deneyin altıncı gününde, bu iş bu kadar deyip deneyi bitiriyorlar. O günden sonra da deneyi yapan profesör, “insanoğlunun zulmü bu kadar kolay kabul etmesi üstüne” kafa yormaya başlıyor. Deney de faşizmin, insanoğlunu nasıl ele geçirdiğini anlatan bir veri olarak kabul ediliyor. İkinci deney, Şoklama! Bir grup insana hayatlarında hayal bile edemeyecekleri olaylar yaşatılıyor. Bu kapalı bir yerde gerçekleşiyor. Deneklerin bulunduğu yerde bombalar patlatılıyor, içme suyuna zehir atılıyor, içlerinden sürekli birileri kayboluyor, sonuçta deney sona erdiriliyor çünkü deneklerden bir kısmı intihar eğilimi gösteriyor, bir kısmı ise deliriyor. Deney de hasır altı ediliyor. Ama insanların normal yaşamlarında beklemedikleri olayları arka arkaya yaşadıklarında, şaşkın, kararsız, sinik hale gelecekleri, bir yerlerde kapitalizm bilgi hanesine yazılıyor. İlk uygulamalar Latin Amerika ülkelerinde başlıyor. Sürekli bir çatışma ortamı yaratılıyor, gazeteciler kaçırılıp öldürülüyor. Resmen Amerikan şirketlerinin desteklediği darbeler başlıyor. Sonuç, Latin Amerika’nın tüm kaynakları yıllarca çokuluslu şirketlerin emrine geçiyor. Bu şoklama deneyimi daha sonra Afganistan’da ve Pakistan’da uygulanıyor. Sersemletilen geniş yığınlar bir süre sonra format atılmak için çok elverişli bir hale geliyorlar. Az da olsa mevcut direniş kırılıyor. Böylece dünyanın en iyi Afyon’u Afganistan’a hiç yaramadan, doğrudan çokuluslu şirketlerin depolarına gidiyor. Malum, afyon bütün ilaçların hammaddesidir. Sırada elbette Ortadoğu var. Kapitalizm Ortadoğu halklarını şoklamaya başlıyor. Önce ne olduğu pek belli olmayan “Baharlar” yaşanıyor, ardından güvenlik şirketlerinin özel askerleri Irak’a girerek ilk çatışmaları başlatıyorlar. Bu arada zaten mezheplere ayrılmış Ortadoğu yepyeni bir örgütle karşılaşıyor. Kafa kesen ve güya İslam devleti kurmaya çalışan bir örgütle! IŞİD. Ve Ortadoğu halkları şaşkın, korkutulmuş, sinmiş bir hale getiriliyor. Şimdi onlara bir format atmak gerekiyor. Çünkü kapitalizm sadece silah satarak ayakta kalmaz, gıda satmalı, ilaç satmalı, inşaat malzemesi satmalı. Ve insanlar sadece tüketmeyi düşünmeli. Sadece tüketmeyi! Şimdi arka arkaya gelen terör eylemleriyle Türkiye de İslami bir yaşam tarzına evrilsin diye şoklanıyor. Her patlamanın, her saldırının tek bir nedeni var. Ülkedeki mevcut çok mezhepli, çok farklı yaşam tarzlarının birliğini bozmak ve ülke insanlarını yeniden formatlamak! Çünkü şaşıran, korkuya düşen bir halkı formatlamak çok kolay. Şimdi bütün işimiz bu formatlamaya karşı çıkmak! Nasıl mı? Bilerek, soğukkanlılıkla ve bedel ödeyerek. Yoksa tıpkı İspanya gibi kırk yıl bir diktatörün emriyle yaşayacağız! Durum bu. Bu arada bir de Amerika’yla Rusya bizim ülkede savaş oyunu oynuyorlar. Çimen de gene biz oluyoruz. 8 Ocak 2017 SAYI: 33331 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06.49 06.32 06.53 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08.22 13.18 15.38 08.03 13.02 15.26 08.22 13.25 15.53 Akşam 18.01 17.49 18.16 Yatsı 19.27 19.13 19.38 yorum 13 Dünyada tarihini koruyarak geleceğini kuran kentler arasında özel bir yeri olan Paris’in şehircilik mimarisi, ilk kez 1607’deki bir kraliyet fermanıyla başlayıp sadece 9 kez revize edilen yasal düzenlemeye uyar. Bu 9 revizyonun da şaşırtıcı yanı, bir öncekinin iptali ya da inkârı değil, ancak yeniliğe uyarlanan devamı olmasıdır. Paris’in güzelliğini koruyan ve ileriye taşıyan düzenleme, uymayanın resmen oyulduğu son derece titiz ve ayrıntılı bir ölçüler dizini olup, her şeyden önce “çevre orantısı” demektir. Örneğin Paris’te her binanın yüksekliği, inşa edileceği sokak ya da caddenin genişliğine orantılıdır ve kuralın mantığı 1607’den beri değişmemiş, sadece ölçüleri, o da biraz değiştirilmiştir… 1884’te genişliği 7.8 metreden az olan sokaklara 12 metreden yüksek bina yapılamazdı. Hesap bu mantıkla sürer gider, 20 metreden geniş caddelere de 20 metrelik yükseklik izni verilirdi. Binanın yüksekliği ise kanalizasyon şebekesinden tepe çatıya kadar diye ölçülürdü. HHH Günümüzde aynı kural korunuyor ve orantı ölçüsü, sokağın ölçüsü X ise binanın yüksekliği bu X’in üstüne, yerine ve semtine göre 2’den başlayıp 8 metreye kadar eklenerek uygulanıyor. Paris’in göbeğindeki biricik gökdelen, şimdilerde izin verildiğine pişmanlık duyulan Montparnasse kulesinin çevresindeki cadde, sokak ve meydanların genişliği, işte bu kurala uygunluk gereği. Halen başkentin dış çeperine eklenen La Defense gibi yeni semtlerde yükselen gökdelenlerin çevresinde devasa meydanlar kurulması, at koşturabileceğiniz yeşil alanlar bırakılması da hem bu kural, hem de “hava akımlarının” bile hesap edildiği son derece ayrıntılı yasal düzenleme sayesinde oluyor. Bir de dönüp bizim kentlerimize bakın ve yaşadığı yurdu kimin imar, kimin tarumar ettiğini görün. HHH İşte size bir örnek: Kadıköy’deki Meteoroloji arsası, aslında park olmalıydı. Yürrü Taşyapı, kim tutar seni! Allem ettiler, kallem ettiler, arsaya Taşyapı kondu ve üstüne heyula gibi 4 gökdelen dikti. O yıllarda Selami Öztürk’ün belediye başkanı olduğu Kadıköy Belediyesi, başlangıçta Taşyapı’ya hiçbir zorluk çıkarmadı. Ancak şirketin 2007’den 2010 yılına kadar süren inşa sürecinde 9 bin metrekarelik fazladan inşaat yaptığı tespit edilince, doğal olarak yasal işlem başlatıldı. Ortada görmezden gelinemeyecek devasa bir kaçak inşaat vardı; dolayısıyla İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 4. Dava Dairesi de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilen iskân için yürütmeyi durdurma kararı aldı. Taşyapı’nın mevcut projeden 9 bin metrekare fazla inşaatına göz yummayan bir belediye cezasız kalır mı? Kalmadı elbette… HHH Taşyapı, yasadışı inşaat taşmasına karşı “uygulanan yasal işlemlerin faaliyetini geciktirerek şirketi zarara uğrattığı” gerekçesiyle Kadıköy Belediyesi’ne tazminat davası açtı. Ve tabii ki kazandı! Hem de 101 milyon TL boyutunda kazandı! Taşyapı’nın za rara uğratıldığına karar veren mer ci, İstanbul Anado lu 6. Asliye Mah kemesi. Bilirkişi ra poru da oldukça şaşırtıcı. Ama şa şırmadık değil mi? Şaşırdık demeyin, çünkü nice saf ve hâlâ düzgün insan lığınız belli olur… Şimdi 101 milyon TL’lık tazminat Göztepe Taşyapı karşılığı, Kadıköy Belediyesi’nin taşınmaz mallarına haciz koydurmak üzere icra müdürlüğüne başvurmuş bulunuyor, Taş yapı. İstanbul’un soluk alabileceği ender yeşil alan larından birine el koyduktan sonra, artık Kadıköy’ün tamamına göz koydu. HHH Haciz istediği 25 taşınmaz arasında Fikirtepe Ca mi, Fikirtepe Yeni Cami, Ali İsmail Korkmaz Par kı, Moda Parkı, Koşuyolu Parkı, Halis Kurtça Kül tür Merkezi, Caferağa Spor Salonu, Kalamış Genç lik Merkezi, Suadiye Muhtarlığı, Rasimpaşa Muhtar lığı da var… İnsanın içinden “Yürü koçum, kim tutar seni!” diye naralanmak geliyor, ister istemez. Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu, Taş yapı lehine verilen mahkeme kararını temyiz ettik lerini açıkladı ve “Kadıköylülerin malını ve parasını kimseye vermeyeceğiz. Sonuna kadar mücadelemiz sürecek” dedi. Genç Kadıköylüler de change.org’da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı’na gönderil mek üzere “Taşyapı, Kadıköy’den elini çek!” başlıklı bir imza kampanyası açtı. Ben imzaladım. Siz de imzalayın. Çünkü arsızlığın da bir sınırı olmalı. Her şeye rağmen olmalı! Sel suları ve gidişat İki kadın, iki haykırış: “Çocuğunun üstünü kontrol eder gibi, gece uyanıyoruz. Memlekette kötü bir şey oldu mu diye, haberlere bakıyoruz!” (Tansu Özkök) “Her an televizyonda! Sabah akşam kendi suratımızdan çok onu görüyoruz!” (İhbarcı durumuna düşmemek için adı lazım değil. Ayrıca sayın savcıların işine karışmanın da manası yok!) HHH Birincisi ihtiyatlı kötümser. Öteki ise hem ihtiyatsız, hem kötümser. Tıpkı millet gibi... Bir tarafta aşırı umutsuzlar. Ülkenin başına gelen kötülüklerin, Devletin Başı yüzünden geldiğine inanıyor... Öteki taraf da “Allah başımızdan eksik!” etmesin diye devletin başına dua ediyor. Devletin başı ise “Amiiin!” demek yerine “eksik olmamak” için her türlü önleme başvuruyor. Tek tasası ise anayasa... Çünkü içinde, yaylarına sıkışabileceği Yüce Divan var! HHH On beş yıldan beri, sabah akşam yandaş yayınlarla, dursuzduraksız zihinlere akıtılan propaganda: AKP’nin halk desteği yüzde 50’nin üstünde 60’lara varıyor!.. Zaten iktidarı geri alacak güçte bir muhalefet de yok! Bu yetmemiş gibi, önce Başbuğ Türkeş’in oğlunu avans olarak alan iktidar sonra da MHP lideri Devlet Bahçeli’yi transfer ederek bir tür “Milliyetçi Cephe” kurdu. Ülkenin içine düştüğü, düşürüldüğü “terör belası” ve “savaş koşulları” bu cepheyi daha genişletip güçlendirebilecek. İktidar ise, acımasızca gerçekleştirilen kör terörün yarattığı toplumsal tepkiyi, siyasal gücünü tahkim etmek için kullanma kararında. Vatanseverlik duygularını milliyetçi söyleme, eyleme dönüştürme peşinde. HHH Karakış koşullarında açılan başkentteki dünkü kitap fuarı öncesinde Altan Öymen ile ayaküstü konuştuk. İmza için kuyruğa girenler gibi kaçınılmaz soru ve konu ayntıa:n“aGhmideti@şagtmnaiel.croemye?” Yanıtlıyor: “Sanwdwıwk!.a..hmTeettkank.cuormtuluş, sandık!” O anda çocukken oynadığımız bir oyunun tekerle mesi geliyor. Dilimizin ucuna! Çünkü AKP ağzına tat verdiğinden aynı oyunu oynuyor: “Ortada sandık...” Ama sustuk. Ciddi olmak gerek. Kırk küsur yıl önceki ilk genel yayın yönetmenimiz, ilk öğretmenimiz falan ama sonuçta CHP liderliği de yapmış bir kıdemli siyasetçi. Lafı başa alıp, “Gidişat?” diye üsteledik. Bu kez çıkışır gibi bir tonla: “Azizim” dedi, “Sen de çoğunluk gibi unutmuş görünüyorsun. Çok değil, altı ay önce bu millet bu iktidarın oyunu yüzde 40’a düşürdü. Bu muhalefet için mucizevi bir imkândı. Muhalefetin toplam oyunun yüzde 60’a çıkması büyük bir nimetti. Yani seçmen yapabileceğini yaptı. ‘Muhalefete aklınızı başınıza toplayın ve iktidar olun’ dedi? Daha ne yapacaktı bu halk. Ama ne yazık ki bu olanak heder edildi.” Ardından da bir rahip fıkrası anlattı: “Felaket bir fırtına ve yağmur sonucu kiliseyi sular basmış. Sel suları yükselmeye başlamış. Çevreden can kurtaran simidi atmışlar. Peder oralı olmamış. Sandal göndermişler. ‘Yüce Tanrı bana sahip çıkar!’ diye sandala binmemiş. Helikopter gelmiş. Bu kez atılan ipi tutmak yerine çan kulesine doğru tırmanmış. Sular hızla yükselmeye devam edip kuleyi de aşmış ve rahip efendi de sulara kapılıp gitmiş. Öteki dünyada buluşunca, en kıdemli Papa, Tanrı’ya hafif bir buruklukla sormuş: ‘Yüce Tanrım, bizim bu iman sahibi Rahip efendiye neden yardım etmediniz?’ Tanrı gürlemiş: Can simidi attırdım. Tutmadı. Sandal gönderdim. Binmedi. En son helikopter gönderdim. Elini bile uzatmadı. Daha ne yapacaktım?” HHH Sahi seçmen daha ne yapacaktı? Sabah akşam “Yüzde 52’leri aştık... Yüzde 60’a ulaştık!” diye övünen iktidarın fiyakasını bozdu mu? Bozdu. Bir tokat atıp, oyunu yüzde 40’a düşürdü mü? Düşürdü! HHH Yüzde 60’ın kıymetini bilmeyen muhalefet ise, birleşmek yerine üç parçaya bölündü. Bir parçası iktidarla bir oldu, dokunulmazlıkları kaldırdı. Muhalefetin iki liderlerinin tutuklanmasına imkân sağladı. Muhalefetin öteki parçası da kurtuluşu iktidara yamanmakta buldu. Şimdi tüm umut iktidarın anayasa oylamasında çatlamasında. Oysa iktidar, muhalefet değil ki çatlasın! KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com.tr Yaşamın Pusulası HARUN KADIBEŞEGİL Onu aslında hep Türkiye’nin kültür bakanı olarak hayal ettim. Hoş! Siyasetle uzaktan yakından ilgisi yoktu. Ama “hiç bitmesin” bakışlarımızla, Hititleri, Sümerleri, Göbeklitepe’yi onun ağzından dinlemek ayrıcalıklı bir zenginlikti. Dünyanın dört bir tarafındaki kültür hazineleri ile ilgili mutlaka söyleyecek bir şeyi vardı. O birkaç dakikalık sohbetin içine bile bir üniversite dolusu bilgi sığardı. Eminim, bu ülkenin kültür işleri ile ilgili yetkili bir konumda olsa bu toprakların altında binlerce yıl öncesine uzanan uygarlıkları Alman, Avusturyalı arkeologlar değil Türkler çıkarırdı. Tam bir teknoloji dehası! Programlama yetkinliği belki de Bill Gates’e paralel gelişmiş. İstese bugün Silikon Vadisi’ndeki iddialı şirketlerin tepesinde ayda on binlerce dolar alan bir yönetici olabilirdi. Ama o Gazeteciler Cemiyeti adına şehirden şehire dolaşarak yerel basına internet gazeteciliği kursları vermeyi tercih etti. Dünyadaki teknolojik gelişmeleri onunla eşzamanlı izleyen çok az insan vardır herhalde. Yetkili bir konumda olsa idi herhalde günümüzde, ilköğretim okulu öğrencileri yazılım geliştiriyor olurdu. Aslında herkes onu “caretta caretta”ları gün ışığına çıkarması ile tanır. 1980’lerde İztuzu Plajı’na yumurtalarını bırakmaya gelen caretta caretta kaplumbağaları ile ilgili toplumu aydınlatan, bilgilendiren yazıları onun “çevre duyarlılığı” ile ilgili yaşam felsefesinin sadece küçük bir parçasıydı. İlkokul çağına gelmekte olan kızı Ada gibi gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuz olduğunu bir yaşam biçimine dönüştürmüş ender dünya vatandaşlarından birinden söz ediyorum. Dünyanın en güzel öyküsü Aynı zamanda “iyi bir dinleyici”. Toplumsal yaşamın içinde gençyaşlı, eğitimlieğitimsiz ayrıcalıksız herkesin dinleyicisi olabilme özelliği bilgi zenginliğinin kaynağı sanki. Herkesten öğrenebilecek bir şey varmışçasına bakan gözleri her ortamda entelektüel zenginliğe bir davetiye. Kitaplardan konuşulduğu bir ortamda sorar: “Dünyanın en güzel öyküsünü okudun mu?” Joel De Rosnay, Dominique Simonnet, Hubert Reeves, Yves Coppens yazdıkları bu kitabın varlığından haberdar olmak bile yaşamın içine katık ettiğiniz bir zenginlik olabilir. Size usulca kitabın tanıtım yazısını okur: “Nereden geliyoruz? Neyiz? Nereye gidiyoruz? İşte sorulmaya değer gerçek sorular. Herkes kendince yanıt aradı bunlara: Kimi bir yıldızın göz kırpışında, kimi bir kadının bakışlarında ya da yeni doğmuş bir bebeğin gülücüklerinde... Niçin yaşıyoruz? Neden dünya var? Neden buradayız? Şimdiye kadar yalnızca din, iman ve inanç çözüm önerebiliyordu bu soruna. Günümüzde artık bilim de bir görüş oluşturmuş bulunuyor. Bu belki de yüzyılımızın en büyük kazanımı: Bilimin elinde artık kökenlerimizin eksiksiz bir öyküsü var. Bilim, dünyanın tüm tarihini yeniden kurmayı başardı.” Kişiliği, karakteri, olgunluğu, yapıcı ve katılımcı yönleri hep birilerine örnek gösterilebilecek türden olunca bunları yazıya dökmekte zorlanıyor insan. Hangi kitabı okuyacağız? Hangi filmi izlememiz gerekiyor? Hangi müziği dinleyeceğiz? Yaşamın hangi renkleri mutluluk veriyor? Yaşamın pusulası derler ya... İşte öyle bir adam Hakan Kara. Ve şu anda Silivri’de! C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear