14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazar 25 Eylül 2016 2 FacI.aya kıl payı Libya açıklarında botları hasar gören 132 göçmeni Türk gemisi kurtardı Libya açıklarında batmak üzere olan lastik bot içerisindeki 20’si kadın 3’ü bebek 132 göçmen, ‘Purki’ isimli kuru yük gemisinin personeli tarafından son anda kurtarıldı. Gemideki Türk aşçılar tarafından yemek verilen 132 göçmen daha sonra İtalya Sahil Güvenlik Ekipleri’ne teslim edildi. Kurtarılma anı cep telefonuyla saniye saniye görüntülendi. 22 Eylül’de Libya’nın 100 deniz mili açığında seyir halinde ‘Purki’ isimli kuru yük gemisi nin Türk personeli, denizin ortasında içinde göçmenlerin bulunduğu lastik botu fark etti. Botları hasar gördü Hasar gören lastik botla İtalya’ya gitmek istedikleri belirtilen göçmenlerin yardım çığlıklarını duyan Türk kaptan, gemisini göçmenlerin bulunduğu lastik botun yakınlarına yöneltti. Lastik botun yanına yaklaşan gemiden merdiven salınarak 20’si kadın 3’ü bebek 132 göçmen, geminin Türk personeli tarafından son anda kur tarıldı. Batmak üzere olan lastik bottan gemiye alınan göçmenler hayatta kalmanın sevincini yaşayarak geminin Türk personeline teşekkür etti. Kurtarılan 132 göçmene gemide görev yapan Türk aşçılar tarafından yemek verildi. İtalyanlara teslim Bir süre gemide bekleyen 132 göçmen daha sonra İtalya sahil güvenlik ekiplerine teslim edildi. Kurtarılma anı cep telefonuyla saniye saniye görüntülendi. 20’si kadın 3’ü bebek 132 kişiye aşçılar tarafından yemek verildi. haber EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: İLKNUR FİLİZ ‘İlkeler mi, lider mi?’ Pazar günleri yazdığım anılarımı güncel, gündem ve gündelik olaylarla ilişkilendirmeye çalışıyorum. HHH Birleşmiş Milletler bursuyla gittiğim ABD’den 1966 yılında, Michigan Üniversitesi’nden aldığım “Master” derecesi ile Türkiye’ye döndüm... Üniversite olmak isteyen, ama sosyal bilim bölümleri olmadığı için olamayan, Hacettepe Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi’ne, Prof. Nusret Fişek’in Doğramacı’yı ikna etmesi sonunda, öğretim görevlisi olarak girdim; Sosyal Çalışma Yüksek Okulu’nu kurdum ve Hacettepe, üniversite oldu. Doğramacı liderliğinde, başta Nusret Fişek olmak üzere bir avuç eğitimci ile hem tıp hem de üniversite eğitiminde tam bir devrim yaptık; bu eğitim devriminin üniversite kataloğunu hazırlamak gibi devasa bir işi ise, çok kısa zamanda (gerektiğinde bölüm açıp bölüm kapayarak) tek başıma gerçekleştirdim ve Doğramacı ile arkadaşlarının büyük takdirini kazandım. Bu sırada 1968 “öğrenci olayları” dünyayı ve Türkiye’yi kasıp kavurmaya başlamıştı. Biz de İhsan Doğramacı ve Bozkurt Güvenç ile birlikte açık oturumlara katılarak üniversite yönetimine sadece öğrencilerin değil, tüm müstahdemin de katılacağı bir üniversite modelini savunuyorduk. Derken 12 Mart 1971 darbesi geldi, Doğramacı, askerlere yakınlaşmak için beni Kürtçü diye Tağmaç’a ihbar etti; tecilimi kaldırdı, zorla askere aldırdı. Ben askerdeyken, Ecevit 1973 seçimlerini kazandı ve başbakan oldu; kendisini tebrike giden Doğramacı’ya, “Sizin orada genç ve yetenekli bir sosyal bilimci var, Emre Kongar” diyerek beni övdü. Bunun üzerine Doğramacı beni yeniden üniversiteye davet etti ve yeniden “Demokratik Üniversite” modelini kurmakla görevlendirdi. Öğrenci, asistan ve öğretim görevlisi temsilcilerinin yönetime katılacağı bir model oluşturdum. Doğramacı tam temsilcilerin seçileceği gün, “Bunlar seçilince, seçildikleri grubun değil, üniversitenin sözcüsü, temsilcisi olacaklar” deyince, bunun olanaksız olduğunu, geldikleri grupları temsil etmezlerse modelin işlemeyeceğini belirttim. Doğramacı’nın ısrarı üzerine, seçimleri yaptım, sonuçları aldım, öğretim görevlisi temsilcisi olarak, kendi yerime sonradan YÖK Başkan Yardımcısı olan Gürol Ataman’ı seçtirdim ve görevi bıraktım. 12 Eylül 1980 darbesi olduğunda, Doğramacı, Kenan Evren’i ikna etti; anayasadan bile önce YÖK yasasını çıkarıp bütün üniversiteleri egemenliğine aldı ve ilkokul derekesine indirdi. Bu sırada, disk sorunuyla hasta yatıyordu. Geçmiş olsun demek için gittiğimde, ellerimi iki eli arasına alarak, “Sen çok büyük adam olacaksın, gel şu YÖK’ü birlikte kuralım” dedi. O sırada yasa çıkmış, yasa metnini Milliyet Sanat Dergisi Yöneticisi Zeynep Oral bana elden ulaştırmış ve ben YÖK aleyhine Türkiye’deki ilk yazıyı yazmıştım. “Hocam, ben YÖK aleyhine yazıyı yazdım ve Milliyet Sanat’a yolladım bile” dedim. Cevabı harikaydı: “Olsun bir tane de lehine yazarsın” dedi. YÖK için beni mutlaka yanına istiyordu. Hem çalışkanlığımdan hem de solcu imajımdan ve medya ilişkilerimden yararlanacaktı. “Sen, ilkelere mi inanırsın, insanlara mı?” dedi. “Babam bana ilkelere inanmayı öğretti” dedim. “Baban yanlış öğretmiş” dedi ve devam etti: “İlkeler geneldir, özel durumlarda yol göstermezler. Halbuki doğru adama inanırsan, onun dediklerini yaparsan başarılı olursun: BİR KİŞİYE BAĞLANIRSIN BİN KİŞİYİ YÖNETİRSİN!” Kenan Evren’le ilişkisini örnek gösteriyor ve benden de kendisine bağlanmamı (biat) bekliyordu! HHH Öykünün sonrası kamuoyu tarafından bilinir: Okul olarak kurmuş olduğum Sosyal Çalışma Bölümü YÖK tarafından kapatılan tek bölüm oldu; ben ve arkadaşlarım Keçiören’e sürüldük. Senato tarafından Profesörlüğe yükseltildiğim halde Evren atamamı onaylamadı ve sonunda sakal baskısıyla üniversiteden istifaya mecbur bırakıldım. Anlattığım anılar 35 yıl önce yaşandı, o zamanlar ben evli ve üç çocuklu, geleceği belirsiz genç bir akademisyendim... Daha o zaman, bu koşullar altında bile, baskıcı rejimle işbirliğini, YÖK yöneticiliğini reddedip “Lider yerine ilkeler” demişim! HHH Demokrasiyi ve adaleti, dün de “ilkeler” için savundum, bugün de “ilkeler” için savunuyorum, yarın da “ilkeler” için savunacağım... Dostlarım ya da düşmanlarım için değil, herkes için: “İlkeler” için! C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear