23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Tasavvuf tarihine dair çalışmalarıyla kabul gören Prof. Mustafa Kara, ‘online biat’ törenlerinden çalışma hayatındaki ‘koşturan derviş’lere bugünün dünyasında sufiliği değerlendirdi ludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Mustafa Kara, tasavvuf öğretisinde görüşlerine kulak verilen kıdemli isimlerin başında geliyor. Cevap arayanı çok: Hızı, hırsı, ayrışması bol şu dünyada insan gerçekten sufice yaşayabilir mi? Prof. Kara “Zordur ama mümkündür” diyerek çünküsünü de paylaşıyor. Tasavvufun yüzlerce tanımı var ise özellikle içinde bulunduğumuz şu günlerde, ramazan ayında, söze nasıl başlarsınız? Şöyle başlayalım: Dinin temel terimi SELİN imandır. İmanın yeONGUN ri ise kalptir, gönüldür. Buradan hareketle şu söylenebilir: Dini hayat kalp merkezli bir hayattır. Din eğitimi gönül eğitimidir. Buna ahlak eğitimi de diyebilirsiniz. İşte tasavvuf burada karşımıza çıkıyor. Tasavvufun yüzlerce tanımı var. En kısa olanını söyleyeyim: Tasavvuf ahlaktır. Peygamber efendimiz ise peygamber olarak görevlendirilişini açıklarken bu kelimeyi kullanmıştır: “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” Tasavvufi hayatı yaşamak isteyenlere ilk günlerde verilen ders şudur: Az ye, az uyu, az konuş. İnsan ruh ve bedenden meydana geldiği için ibadetlerimiz de bu özelliği taşır. Mesela oruç, bedenimizin bazı ihtiyaçlarına “hayır” diyebilme iradesine dayanır. Fakat hedeflenen şey bedenin olgunluğu değil ruhun olgunluğudur. Ramazan midemizin değil kalbimizin doyduğu aydır. İbadetler hayatımızın en ciddi işidir. Fakat onları bazen oyun ve eğlence ile birlikte icra etme yanlışına düşeriz. “Ramazan eğlenceleri” terimi yüz yıldır var olan yanlışımıza işaret ediyor. Bütün ibadetlerimizin can düşmanı ise riya ve gösteriştir. Bütün “sermaye”mizi alıp götürür. Riya kaş yaparken göz çıkarmaktır. Ramazan ayında bunlara dikkat edebilirsek, dertlilerin dertleriyle ilgilenebilirsek gönül dünyamız bayram eder. Her gün açlıktan ölen çocukları düşünebilirsek orucumuz oruç olur. Ne kadar sufi olabiliriz? U FAYDALI BİLGİLER 10 yeryÜzÜ sofraları TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN Ramazan Derleyen tayfun atay Cuma 3 Temmuz 2015 Büyü Demek ki din, yaşamın anlamına, büüyü, “doğaüstü”ne insani müdahale girişimidir. Doğaüstü varyü ise yaşamın pratik ihtiyaçlarına yölık ve güçlere inanç noktasında nelik. Dinde dua ya da kurban yoluyla, dinle buluşur. Fakat doğaüstü varlıklainanılan güçten yardım istenir. Büyüde rın insan tarafından kontrol ve manipise olayların ve insanların belli çaba ve le edilebileceğine inanç noktasında dinuygulamalarla kontrolü istenir. den ayrılır. Antropoloji kaynaklarında büyü iki Daha çarpıcı deyişle, dinde doğaüstü ana kategoride karşımıza çıkar. İlki “kagüce “yakaran”, büyüde ise “buyuran” ra büyü” ve hedeflenen her ne ise ona bir tavır hâkimdir. Büyü, doğaüstü varzarar vermeye yönelik. “Ak büyü” ise lık ya da güçlerin denetiminin insan tahedefin iyiliği gözetilerek gerçekleştirirafından mümkün olduğu inancına dalir. Doğal ya da insani felaketleri önleyanır. meye, çolukçocuğu, evibarkı, hısımakDinsel ve büyüsel inançların iç içe rabayı, malımülkü zararlı dış etkilerden geçtiği, büyünün nerede bikorumaya yöneliktir. Antropotip dinin nerede başladığını log Bronislaw Malinowski bu belirlemenin olanaksızlaştıanlamdaki büyüyü çok çarpıcı ğı durumlar sıklıkla ortaya tanımlar; “insanın iyimserliğiçıkar. Gündelik hayatta innin ritüelleştirilmesi” diye. sanların pek çok zaman dinGerek ak, gerekse kara büsel ve büyüsel işlemi birbiriyü gerçekleştirme yolunda iki ne paralel, hatta tamamlayıcı ana yöntemden biri taklide şekilde uygulamaya soktukgitmektir ve buna “taklit büları görülür. Söz gelimi işleyüsü” denir. Dünyadaki en porinin yolunda gitmesini arzu püler örnek, “voodoo bebeği”: eden bir insan, sabah evden Bir kişinin taklidi olarak tasaçıkarken hem İslâmî çerçe Voodoo bebeği büyüsü rımlanmış makete iğne batırvede “Bismillah” deyip hem ma, yakma, parçalama ve bende yolda giderken uğursuzluk getirmezeri işlemlerle zarar vererek, aynı zarasin diye merdiven altından geçmemeye rın maketin temsil ettiği asıl kişide de dikkat edebilir. Veya sıcak çatışmaya gigerçekleşeceğine inanılır. ren bir asker, Allah’a dua ederek yardım Bir de “temas büyüsü” var ve bir şeniyazında bulunabildiği gibi, aynı zayin parçası üzerinde gerçekleştirilecek manda bir nazar boncuğu da taşıyabilir. işlemin bütüne de aynı etkiyi yapacaDin de, büyü de hayatın kaygı, korku, ğı inancına dayanıyor. Bir kimsenin sakarmaşa, belirsizlik ve güvensizliklerini çı, kesilmiş tırnak parçası, dişi, vücut sıgiderme yolunda başvurulan uygulamavısı, hatta dışkısı, o insan üzerinde bellar. Ancak din, insan varoluşunun büyük ölçekli sorunlarıyla haşır neşir olur: li etkilere yol açma arzusuyla işleme tabi tutulur. Yaşamın anlamı ne? İnsan, nereden geDindeki kurumlaşma büyüde yoktur. lir nereye gider? Ölümden sonra ne olaDin adına hareket edenler (rahipler, ulecak? Kâinat, yeryüzü ve mahlukat nasılma, vd.) belli bir eğitim, ayrışma ve hineden var oldu?.. yerarşi içinde karşımıza çıkarken büBüyü ise gündelik yaşamın özel, anlık, yünün özel icracısı büyücüler olabilecepratik, küçük ölçekli sorunlarıyla ilgili işlerliğe sokulur. Bir hastalığı iyileştir ği gibi o, herkes tarafından da icra edilebilir. Ya da şamanlıkta olduğu gibi bir mek, yağmur yağdırmak, bir etkinliğin inanç pratisyeni başka pek çok etkinliyolunda ve başarılı gitmesini sağlamak ğin yanı sıra büyücülük de yapabilir. veya uzun süreli bir seyahatin kazasızbelâsız gerçekleşmesini güvenceye alYarın: ŞAMANİZM mak gibi... B Koşturan dervişler... Prof. Mustafa Kara, “Dervişler hayattan kopuktur” cümlesinin bilgi eksikliğinden kaynaklandığına dikkat çekiyor. Cevap arayanı da çok: Hızı, hırsı, ayrışması bol şu dünyada insan gerçekten sufice yaşayabilir mi? Zordur ama mümkündür. Zordur. Çünkü üç büyük tsunami hepimizi her an tehdit ediyor: Kapitalizm, materyalizm, sekülerizm. Biri paraya, diğeri maddeye, üçüncüsü dünyaya tapıyor. Bunlara rest çekebilmek için daha güçlü donanımlar gerekir. Gönül zenginliği gerekir. Başka bir “gözlük” takmak lazım. Ancak bu yolla hırs ve hızımızın genleriyle oynayarak zengin olanlara kafa tutmak mümkün olabilir. Dinin ve tasavvufun öngördüğü bu sade hayata dönemezsek hepimiz “tüketim ejderhası” olacağız demektir. Bu aynı zamanda insanın ve dünyanın dengelerinin altüst olması demektir. Bu dengesizliği ne çevre bakanlıkları ne de Kyoto sözleşmeleri düzeltebilir. Yanlış kulvardayız. Daha da acı tarafı bunun farkında değiliz. Kesesini ve kasasını doldurmaktan başka hedefi olmayanlar farkına varmamamız için ellerinden geleni yapıyorlar. Bizleri, koca koca insanları oyuncaklarla oyalıyorlar. “Kriz çıkar” diye bizi tehdit ediyorlar. Biz de “kral çıplaktır” diyemiyoruz. Çalışma hayatının içinde, çalışan, koşturan bir derviş olabilir mi? Ülkemizde tasavvufi hayat 90 yıldır resmen yasak. İllegalitenin getirdiği bütün problemlere ve yanlış yönlendirmelere rağmen bugüne kadar “tarikata girdim ve dünya işlerini bıraktım” diyen bir dervişle karşılaşmadım. Çünkü tasavvufta böyle bir şey yok. “Dervişler hayattan kopuktur” cümlesi bilgi eksikliğine veya tasavvufu itibarsızlaştırma hastalığına dayanmıyorsa Hıristiyan manastır hayatı ile Müslüman tekkesinin birbirine karıştırılma cehaleti vardır. Fütüvvet ve melamet terimleri hakkında yeterli bilgiye sahip olanlar dervişlerin işyerine mabede girer gibi girdiğini bilirler. Yanlış anlaşılan bir konu da halvet meselesidir. Hastanın karantinaya alınışı gibi bazen mürşid, müridin ibadet yoğun bir dönem geçirmesini gerekli görebilir. Buna halvet denir. Buna yanlışlıkla hayatın bütününde varmış gibi anlayanlar var. Halbuki bu durum geçicidir. Sürekli olan, ideal olan ise şudur: Halvet der encümen. Yani toplum içinde halvet. Toplumun içinde insanlarla beraber olacaksınız ama Allah da içinizde olacak. Allah’ın kullarına Allah için hizmet ederek ipi göğüsleyeceksiniz. Tasavvuf, Türkiye’deki kutuplaşmanın aşılmasında katkı sunabilir mi? Tasavvuf adına insanlara aktardığımız esaslar önemlidir. Toplumumuzda tasavvuf kelimesi sıcak ve hoşgörülü bir atmosferi hatırlattığı gibi soğuk ve bağnazlığı da hatırlatmaktadır. Hangi dine mensup olursa olsun her iki tiple karşılaşmak mümkündür. Bu biraz da insanın doğasıyla ilgili bir meseledir. Kutuplaşmanın önüne geçecek olan formülü aslında herkes ezbere biliyor: Yaradılanı hoş gör yaradandan ötürü. Fakat yetmiyor. Niçin? Çünkü ezberleyen çok fakat yaşayan yok. Bu ilkeyi genlerine kabul ettiren yok. Bunun için Yunus olmak, Yunus’un peşine düşmek gerek. Tarihimizde birçok Yunus gönüllü insan var. Adedi azalmakla birlikte bugün de var. Toplumumuzun onlara ihtiyacı var. Müslüman ülkelerdeki ateşi ancak onlar söndürebilir. Bu ateşi yakanlar Yunus felsefesinin tam karşısında yer alan yobazlardır. İş dönüp dolaşıyor “öz”de düğümleniyor. Yunus’un izini takip eden Niyazîi Mısrî öyle diyor: Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun! “Ballar balını” bulamayanlar bal kavanozunu dışından yalamaya devam edeceklerdir. Tasavvuf marazlı, paslı kalpleri iyileştirmek, terbiye etmek ile işe başlıyor. İnsanın ruhu “iyileşmek” istiyor ama şartlar onu engelliyor ise sözü neyle tamamlarsınız? Burada bir “savaş” var. Nefisle cihad işte bu. Tasavvuf kültüründe cephelerde yapılan savaşa “küçük” nefisle, şeytanla yapılan savaşa “büyük” savaş denir. Kalbimizi kir ve paslardan, kin ve kibirden, hırs ve hasetten temizleyerek selim kalp noktasına yükseltmek için güçlü bir iradeye ihtiyaç vardır. Bazı alışkanlıklarımızla hesaplaşmak, bazı tiryakiliklerimizle yüzleşmek gerekiyor. Bazı doğru bildiklerimizin yanlış, bazı yanlış bildiklerimizin doğru olabileceğini unutmamak gerekiyor. Böyle yerlerde insanoğlu “bir bilen”e ihtiyaç duyar. Bu gönül yolculuğunda rehber önemlidir. Beden eğitiminde, sporda hocaya muhtaç olduğumuz kadar burada da muhtacız. Antrenörü olmayan bir dünya şampiyonu var mı? Dervişlerin üçlü formülüyle söylersek bu eğitim için üç şey gereklidir: Zaman, mekân, ihvan. İşte dostlar anlamına gelen bu üçüncü madde “bir bilen”i de içine alıyor. Bir bilene yani mürşide başvurmak insan tecrübesini kullanmak demektir. İnsan tecrübesi dünyanın en değerli şeyidir. Benim de “mürşid”lerimden biri olan Nurettin Topçu’nun o cümleleriyle sonlandıralım: Tasavvuf ehlinin tuttuğu riyazet yolu gerçek bir ruh atletizmidir. Tarik yoluyla irşad ruhlara yönelik bir heykelciliktir. Tasavvuf insan hakikatlerinin kapısıdır. Kuran’ı anlayan ve gerçek imanın yolu olarak onu bizzat yaşayanlar mutasavvıflardır. Çıkış yolu Mevlana ile bulunacaktır. Felsefemizle güzel sanatlarımızı bu kaynaktan çıkarabiliriz. Tüketim ejderhaları... Tasavvufi yaşantıdaki değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Mesela artık, online biat töreni de yapılıyor, internet üzerinden irşat faaliyeti de yürütülüyor. Bunlar tasavvufun ruhuna uygun mu? Yoksa kaçınılamaz durumlar mı? “Değişmeyen tek şey değişimdir” doğru. Önemli olan olgun mümin olma noktasıdır. Bu noktaya ulaşmak için kullanılan araçları tabu haline getirmemek gerekir. Fakat bu geleneği reddetmek anlamında değildir. Gelenek çok değerlidir. Çünkü insanoğlunun tecrübesini saklamaktadır. Gelenek, yüzyılların eleğinden geçmiş emeğimizdir. Buna yeni yollar ilave edilebilir. Mesele özü yakalamaktır. Alet edevata takılıp kalmak değil. Bu da istismarcıların becerebileceği bir iş değildir. Günümüz tasavvuf dünyasının en büyük problemi yasak olması sebebiyle bir kontrol mekanizmasının olmaması ve “erken kalkanın şeyh postuna” oturmasıdır. Tasavvuf öğretisinde “dünyadan el etek çekiniz” diye bir telkin yok. Oysa insanlarda tasavvufun bir tür pasiflik getirdiği anlayışı var. Bu neden kaynaklanıyor? Her sistemin yanlış veya eksik anlaşılan tarafları vardır. “Sağ yanağına vurana sol yanağını çevir” veya “Ne olursan ol gel” demek bir hoşgörü müdür yoksa bir ölçüsüzlük müdür? Kuran’ın, dolayısıyla tasavvufun dikkat çektiği ana konulardan biri de dünyanın, maddenin, para pulun aldatıcılığı, oyalayıcılığı, yol kesiciliğidir. Evet, dünyadan el etek çekmek istenmiyor. El ve eteğimizin kirli ve pis işlere bulaşmamasını istiyor. “Çok olsun benim olsun” anlayışının değil “az olsun helal olsun” düşüncesinin hâkim olmasını istiyor. Doymak bilmeyen kapitalist iştahlara göre bu durum pasiflik hatta “saflık” olarak algılanabilir. Dünyayı cehenneme çevirenler, tabii sınırlarına çekilinceye kadar bu yanlışlıklar sürecektir. Marazlı kalplerin reçetesi Hayatın içindeki dervişler ftarda ve sahurda  güllaç, ra SOFRA SOHBETLERİ tırlatmasına” veriyor. Bu arada, mazan sofralarının vazgeçilgüllaç konusunda  son “trend”leri mezleri arasındadır. Ama sair zade öğreniyorum. “Gençler, içine manlarda, bırakın pastaneleri evgülsuyu katılmış güllaç istemiyor. lerde bile yapanı çok azdır. AcaAma geçenlerde yaşlı bir müşteriba neden? İşin erbabına sormak miz geldi, ‘Gül suyu olmadan gülherhalde en doğrusu. Bizim Çenlaç olmaz!’ dedi...” Herkesi memArtun gelköy’deki Seval Pastanesi’nin nun etmek ne mümkün!.. ünsal sahiplerinden Ziya Pelit ustaya Şaşırmadım, farklı kuşaklabir danışsam mı? Zira ramazan rın tercihleri de değişebilir. Gülboyunca nefis mandıra sütünden üretlaç tüketme geleneği sürüyor; ancak tatikleri güllaç kapış kapış gider. Lakin kidı, hatta  içine ceviz içi ya da badem mi mi müşterilerin ısrarıyla geçen yıllarda konmalı, üzeri sade mi olmalı, antepfısramazan sonrasında, bayramda da  süttığı ya da fındık serpiştirilir mi, vişne, kilaç yapıp tezgâha koysa da alan pek çıkraz veya nar tanecikleri de neymiş gimamış ve bu denemeden vazgeçilmişti. bi tartışmalar, “tarikatlar misali”  ayrış“Yaptım, yaptım; iki kişi bile sormadı...” malar var... Oysa yeni nesil, yeni damak Nasıl yağlı kandil simidi, kandillerzevki demek. Talep, arzı etkiliyor. Çok de kutu kutu gidiyor, öteki zamanlarda doğal; bizi geçmişe bağlayan gelenekler, talep azalıyorsa, güllaç için de aynı şey küçük nüanslarla günümüze adapte ololduğunu düşünüyor Ziya mak zorunda. Böylece, bir Bey. Güllacın sütlü ve hagelenek  kendini yeniden fif bir tatlı olması nedeüretebiliyor ve geleceğe niyle, günlük yaşam temaktarılabiliyor.  posunun görece yavaşBu “ürün teknolojisi” ladığı ramazanda rağbet için de geçerli; zira sagördüğünü söylüyor. Ranayi toplumunda yaşıyomazan dışında, insanın ruz. Güllaç da artık “marsabah akşamının belli olketlerde” satılıyor. Ama madığına, daha hareketeski İstanbul’da  “çarRamazan sofralarının li ve yorucu ortama yeşı güllacı dökmek” için bir vazgeçilmezi güllaç niden girdiğine, dilediğiçuval nişastaya kaç okni her saatte  yiyebildiğika mıcır (kalburdan geçne ve tercihini kuvvetli tatlılardan yana miş odun kömürü kırıntısı) ve bu kadar kullandığına dikkati çekiyor. “Güllaç, ramıcıra da kaç okka odun kömürü gerekmazanın havasına uygun düşüyor;  insatiğinden tutun, tüm güllaç üretim teknın nefsine hâkim olarak geçirdiği sakin nik ve inceliklerini merak edeniniz varsa; ve huzurlu  günlerde kuvvetli bir tatlı yemerhum Mehmet Halit Bayrı’nın İstanbul rine, bol sütlü, doğal, ağza serin ve miFolkloru’na borçu olduğumuz değerli bildeye hafif, güllaç iyi geliyor.” Oğlu Kagiler için, “İstanbul’un Lezzet Tarihi”ne dir Pelit de, güllacın “ramazanla özdeş(NTV Yayınları) bir göz atabilirsiniz. Baleşmiş hafif bir tatlı” olduğu görüşünde. kalım, ileride, 2050’li yıllarda ve baş“Özellikle yaz mevsiminde; kış ramazanka birileri, ramazanda vazgeçilmez, hiç  larında daha az satılıyor.”  Ramazan dıunutulmaz saydığımız bu geleneksel neşında pek tüketilmemesini de “orucu ha fis güllacımız hakkında neler yazacak? Güllacın ramazanla özdeşleşmesi İ C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear