21 Mayıs 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
OLAyLAR ve GORUSLER 18 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: BARIŞ AKTAŞ KÜLTÜR SANAT Perşembe 9 Nisan 2015 Dersimiz Çanakkale! Yrd. Doç. Dr. MURAT TIRPAN Okan Üniversitesi on Mektup filmini izleyen bir arkadaşımla konuşuyoruz. “Bu Çanakkale filmlerinde olmayan bir şey var” diyor. Haklı elbette. Olmayan şu diyorum, Kuruluş’tan, Kurtuluş’tan beri hâlâ tarihi film yapmaktan anladığımız olayları gösterişli bir şekilde arka arkaya sıralamak. Türk sineması Çanakkale Savaşı’nı keşfetti. Önce Toprağın Çocukları, sonra Çanakkale Çocukları ve üstüne Turgut Özakman’ın kaleminden çıkma Çanakkale 1915 (2012), Çanakkale Yolun Sonu, Russel Crowe’lı Son Umut, sonra Son Mektup derken bir Çanakkale filmleri furyasıyla karşı karşıyayız. S Türk sineması Çanakkale savaşı’nı keşfeTTi ama son dönemde yapılan bu filmlerdeki orTak yön, ne yazık ki olayları gösTerişli bir şekilde arka arkaya sıralamaları... En iyi örnek “Gelibolu” Ama bu kadar filme rağmen ilginçtir ki hâlâ en iyi örnek olarak Peter Weir’ın Gelibolu filmini anıyoruz. Bu filmlerde ‘olmayan şey’i anlamak için bir meseleyi vurgulamamız gerek, tarih ile hafıza arasındaki farkı. Algımızı belirleyen unsurların başında ‘hafıza’ gelir. Hafıza ile zihin arasındaki ilişkiler karmaşıktır, Augustinus bunları bir kabul eder. Hafıza, anlamanın doğasında çok önemli bir yer tutar; zihin ve bellek özdeştir. aksine hafıza dikeydir. Olayların ‘içinde bulunmadan’ onlarla uğraşan ‘tarih’in aksine ‘hafıza’ hep olayların içindedir. Bir nevi, yaşananların sondasıdır. Tarih gerçekleştirilebilir bir şey değildir, hatırlanır. O zaman da işler karışır çünkü kimse tek başına çizgisel olaylar dizisi olarak hatırlamaz geçmişi. Geçmiş girift bir yapıdadır. Filmlerin temel sorunu Çanakkale filmlerinin sorunu temelde tarihin peşinde koşmaları. Sinemalaştırılabilecek olan Tarkovskiyen bir şekilde anılardır, geçmiştir. Bu filmler ise Hollywoodvari bir şeyi yapıyor, efektleri (neredeyse) başarıyla kullanıyor, konularını hassas tarihsel olaylardan seçiyor ve reel politikaya dair mesajlar verip açık ve dolaylı hamaset gösterilerine soyunuyorlar. Bu da konjonktürel olarak hatırı sayılır gişe yapıyor. Buradaki, tam olarak ‘Hatırlamak yerine tarih yazmaya çalışmak’ pa tolojisi. Bu filmlerin asıl derdi meşruiyet sağlamak. Bu nedenle dramaya değil göstermeye, görsel efektlere daha çok güveniyor, sürekli bir kanıtlama ihtiyacı duyuyorlar, Toprağın Çocukları’ndaki gibi sürekli referans verip, “bu olmuştur” diyorlar. Her şey net ve tek anlamlı olmak zorunda. Oysa ‘hatırlama’ olayın çevresindeki başka şeyleri kendine çağırır. Muğlaktır. Geçmiş girifttir Enformatik bir söylem olan tarihten bahsetmiyoruz çünkü tıpkı Godard’ın Histoire(s) du cinéma’da dile getirdiği gibi tarih, zaman boyunca olayların dizildiği bir çizgidir ancak Hatırlama çoksesli bir anlatı yaratılmasını sağlar. Çok katmanlıdır. Bir savaşı anlatırken ana aksın çevresindeki diğer hikâyeleri de hatırlarsınız. Hatırlama bir tür sondajdır; ne çıkacağını bilemezsiniz. Gerçek hikâyelerin çoğu insan faktöründen dolayı aynı yöne doğru akmaz, bu da tarihçiler dahil bazılarının hoşuna gitmeyebilir. Bu yüzden bu tür hikâyelerden uzak durulur, ha Haber kipinde tarih anlayışı ber kipinde bir tarihe yanaşılır. Sözünü ettiğimiz filmlerin çoğunda, cephedeki karakterler arasında geçen konuşmaların ‘vatan’, ‘millet’, ‘şehit’ kelimelerinden başka şey içermemesi, bu filmlerin bu tür bir tarih anlayışı taşıdıklarının açık göstergesi. Son Mektup’taki gibi düşman askerlerinin sadece düşman askerlerden başka bir şey olmamaları da öyle. Fetih 1453’teki cesetlerle dört yüz elli yıl kadar sonraki Çanakkale 1915’teki cesetler akrabadır, şehit olmak dışında bir kimlikleri yoktur onların. Bu filmlerin çoğu onları diriltmeye çalışıyor. Son Umut’ta Crow oğullarının cesedini almaya giderken birinin dirisine kavuşuyor. Oysa onları diriltmeye değil hatırlamaya ihtiyacımız var. Filmler Oscar Wilde’ın oksimoronunda olduğu gibi “hiç olup bitmemiş olanın kesin bir tasvirini yapma”ya çalışıyorlar ve anlatı anlamsızlaşıyor. Mesela Çanakkale 1915’te Seyit Onbaşı’nın 215 okkalık mermileri binbir güçlükle kaldırarak namlunun ucuna sürmesi gibi savaşa dair herkesin bildiği, dinlediği bu hikâye ‘gerçek’leşemiyor, komik hale geliyor. Senaryo yazarı Özakman’ın aynı anda vizyona çıkan rakibi Sinan Çetin’in Çanakkale Çocukları filmini eleştirirken söylediklerini hatırlayalım: “Çanakkale fanteziye gelmez!” Oysa hafıza fantezi olmadan çalışamaz! Bu filmlerin ayrıntılarını tartışmak buraya sığmaz ancak özetle bizler için bunca tarih dersinden sonra galiba en doğrusu Herzog’un Queen of the Desert filmini beklemek. ‘Operadaki Hayalet’ Aramızda “Operadaki Hayalet” sonunda İstanbul’da... Bunca yıl sonra eskimemiş midir? Acaba buraya gelen kaçıncı sınıf oyuncular? Yoksa bize “Balkan ve Ortadoğu için yeterli” olanı mı yolladılar? (Bunları bana öyle çok soran oldu ki, ondan yazıyorum...) Bırakın bu soruları, bugüne dek ülkede sergilenmiş en görkemli, en şaşaalı, en barok, en rokoko, en gösterişli, en zengin müzikali görmeye çalışın. (Hemen bir öneri: Bu “en”leri görebilmek için sakın önlerden değil, arkalardan ya da balkondan seyredin!) Andrew Lloyd Weber’in bestesi, sözleri C. Hart ve R. Stilgoe’ya ait müzikal, neredeyse 30 yıldır 40 ülkede seyirci karşısına çıkıyor. İlk sahnelenişi Londra’da 1986. New York’a 88’de geliyor. Broadway’de en uzun kalma rekorunu kırıyor. Eleştirmenlere göre: “Müzik dünyasına Tanrıların armağanı!” batmış bir tiyatronun malları.. Alıcılar da köhne... Sıra Paris Operası’nın o meşhuuuuuuur avizesinin satışında! Avizeyle birlikte... Geriye dönüş... Paris Operası’ndayız... Burada bir “hayalet” yaşamaktadır. Doğuştan yüzü yaralı, gizlenmek için Paris Operası’nın yeraltı dehlizlerinde yaşayan bir müzisyen, bir bestecidir aslında o. Ve müzik aşkıyla, operanın her işine (gişe sorunlarından, eser ve oyuncu seçimine) her şeye karışmakta, yöneticilere mektupla, notlarla talimatlar yollamaktadır... Sözünü dinlemezlerse... Hazırladığı ölümcül tuzaklara düşeceklerdir! İlk bölümde, 1900’ler başındaki opera dünyasına göndermeler, primadonna ve sahne parodileri çok eğlenceli. Müzikle şakalaşma gibi! “Hayalet” genç soprano Christin’e âşık olunca... Genç soprano, “müzik meleğim” dediği “Hayaletten” müziği, sesini, içindeki cevheri öğrendikçe... İş değişir... Her daim çekici Eskimedi mi? Hayır eskimedi. Gaston Leroux’nun gerilim romanına (1909) dayanan eser evrensel temaları işliyor: Aşk, tutku, coşku... Hem karşı cinse, hem de sanata (burada müziğe) duyulan aşk... Artı gizem, gerilim... Artı güzelçirkin, iyikötü sorgulaması... Eskimedi çünkü Weber’in müziği hâlâ çok sürükleyici ve akılda, dilde kalıcı. (“Evita”, “Cats”, “İsa Superstar”dan da çok.) Eskimedi çünkü yaratıcı kadro çok usta. Seçimleri muhteşem. Yönetmen Harold Prince’in dakik, saniye şaşmayan, görsellikle duyarlığı harmanlayan, dengeli ama sürprizlerle dolu, ayrıntıları dantel gibi işlediği yönetimi... Gillian Lynne’in en karanlığı aydınlatıveren koreografisi... Kostüm ve dekorun çarpıcılığı, devasa görkemi... İşlevsellik ve mükemmellik. Eskimedi, çünkü 30 yıl içinde dünyanın her yerine giden oyuncular değişse de, prodüksiyon aynı ve opera sesi olan oyuncuların niteliği değişmiyor. İşte perde açıldı: Bir açık arttırma. Satılığa çıkarılanlar, İçimizdeki cevher Operasyon Başarılıymış ADİL HACIÖMEROĞLU Eğitimci Yazar Mart 2015 günü, yani Türkiye’nin baştan aşağı karanlığa tutsak olduğu gün, Berkin Elvan cinayetini soruşturmakla görevli savcı Mehmet Selim Kiraz iki terörist tarafından rehin alındı. Böylece karanlık gün kuytusunda, karanlık bir eylem Türkiye’yi iyice kararttı. Mehmet Selim Kiraz, Berkin davasının beşinci savcısı. Dava süresince ilk kez Berkin’in katillerine Savcı Kiraz zamanında yaklaşıldı. Berkin’i vuran polis ya da polislerin belirlenmesine ramak kalmıştı. Şimdi olayı daha iyi aydınlatmak için bu son tümceden hareket etmeli. Gizli bir el, yani Gladyo savcı Kiraz’ın Berkin’in katiline ulaşmasını istemedi. Sonuç: Savcı Kiraz öldürülerek susturuldu... Rehin alma olayında kuşatmayı yapan polis her zaman avantajlıdır. Çünkü içerideki teröristlerin cephanesi sınırlıdır. Yaşamak için ekmeğe ve suya gereksinimleri vardır. Yine birçok insani gereksinmeleri karşılamak zorundalar. Zaman geçtikçe sinirler gerilir ve yorgunluk başlar. 31 31 marT 2015 günü karanlık gün kuyTusunda, karanlık bir eylem Türkiye’yi iyice kararTTı. Savcı susturuldu şehit savcı mehmet selim kiraz için istanbul adalet sarayı’nda tören düzenlendi. (vedaT arık) rist, önemli bir bilgi kaynağıdır. Bilgi, istihbaratın temelini oluşturur. Bu da terör örgütünün çö (dHa) kertilmesi için altın fırsattır. Baskını yapan teröristler konuşmak için bazı kişileri çağırdılar. Bu önemli bir fırsattı polis için... Çünkü bu yolla teröristlerle diyalog geliştirilebilirdi. Bu yolla eylemcilerde kısmi rahatlama, gevşeme sağlanabilirdi. Bu olanaklar iyi kullanılmadı ne yazık ki... Sorular Savcı Kiraz’ın odasından iki el silah sesi geldikten sonra operasyonun başladığı söylenmekte. İki el ateş edilmişse savcıya. Vücudundaki beş kurşundan ikisi teröristlerin silahından çıkmışsa diğer üçü hangi silahlardan ateşlenmiş? Teröristler, iyi korunan ve daha önce de silahlı saldırıların ol Canlı yakalamanın önemi Saatlerin ilerlemesi, eylemcilerin kendi amaçlarına ulaşmadaki umutsuzluğunu artırır. Giderek çözülmeler başlar. Emniyet güçlerinin asıl amacı, teröristleri canlı yakalamak olmalı. Canlı yakalanan her terö şehit savcı mehmet selim kiraz. duğu adliye binasına silahlarıyla nasıl girdiler? Yalnızca avukat cüppesini ellerine alıp kravat takarak içeri girmek olanaklı mı? Kapıdaki güvenlikçilere hangi kimlik kartını gösterdiler. Eğer silahlar üzerlerindeyse şüphe yaratmadılar mı? Yoksa silahlar başka bir kapıdan ya da pencereden mi içeri sokuldu? İki terörist, içeriden yardım aldı mı? Bu ve benzer soruların yanıtları verilerek kamuoyu rahatlatılmalı. Adliye baskını, AKP’ye yaramıştır. Neden mi? Berkin cinayetinde suçlulara ulaşmak isteyen savcı susturuldu. Yandaş basına, Haziran Direnişi’ne saldırma, saptırma fırsatı verilmiştir. İktidar öteden beri avukatların adliyeye girişlerinde üzerlerinin aranması için yasalar çıkarmaya çalışıyordu. AKP’ye bu antidemokratik yasa için fırsat sunulmuştur. AKP iktidarı, baroları budamak için sinsi planlar kurmaktaydı. Adliye baskını eylemiyle baroları linç kampanyası başlatılacak kamuoyunda... Adliye baskınına nereden bakılırsa bakılsın AKP’nin lehine bir eylem. Bu terör örgütünün adında “devrimci, halk, kurtuluş...” sözcükleri de olsa solculukla, devrimcilikle, halkla hiçbir ilişkisi yok! Devrimciler halka karşı sorumludurlar ve taşeronluk yapmazlar. Bir de işin en gülünç yanı, hükümet sözcülerinin operasyonu başarılı bulmaları... Rehin savcı da teröristler de öldü. Bu nasıl başarıdır? Olanaksız aşk... Bir yanda yüzü deforme gizemli, çevreye korku salan Hayalet (Brad Little), öte yanda yakışıklı, aristokrat sevgili (Anthony Downing); genç soprano (Emilie Lynn) hangisini seçecek... Her ne kadar Hayalet’in maymun gibi kafeste gezdirildiğini, annesinin bile kendisinden nefret ettiğini öğrensek de, ona acısak da (üstelik, maskesiyle sahnede çok yakışıklı!) unutmayalım ki, adam katil! Operada iki masum insanı öldürdü! Genç soprano unutacak mı? İçindeki cevheri, yıldızı parlatan hayalete teslim olacak mı? Onları birleştiren müzik, sevgiliye tehditse? Olağanüstü sesler, muhteşem görüntüler, beklenmedik sürprizler, aksamayan teknik! Renk, ışık, duman, sis cümbüşü... Hannibal’ın filleri, gölde kayan gondollar... Müzik ve sahne büyüsü! Tanrım keşke bizim opera binamız AKM’nin yeraltındaki dehlizlerinde de bir hayalet yaşasaydı da yapıyı bu hale getirenlerden hesap sorsaydı. Sayılarla operadaki hayalet: Dünya çapında 40 ülke, 110 kent, 65 bin performans, 80 milyon izleyici. Üç Olivier ödülü; “En iyi müzikal dahil 7 Tony Ödülü” olmak üzere 50’den fazla tiyatro ve müzikal ödülü... Film versiyonunda “En iyi orijinal müzik” dalında “Learn to be Lonely” şarkısıyla Oscar Ödülü. Müzikal 15 dile çevrildi. Müziklerin yer aldığı albümler 40 milyondan çok sattı. Oyunda 281 mum, 250 kg. buz, 10 adet sis makinesi kullanılıyor. Her performansta 230 kostüm 14 kostümcü, 22 sahne değişimi... Tepemizde sahneye kayarak inen ha düştü ha düşecek avize: 1 ton ağırlığında... (Bu bilgiler, program dergisinden. Geniş kapsamlı dergide keşke çeviri daha özenli olabilseydi diye içimden geçirdim. ) ÇYDD’nin ödülü Prof. Abadan’a Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) tarafından verilen “9. Çağdaş Yaşam Cumhuriyet Ödülü”, bu yıl Prof. Dr. Nermin Aba abadan dan Unat’a verilecek. Ödül töreni, yarın Beşiktaş Belediyesi Akatlar Kültür Merkezi’nde 18.30 21.30 saatleri arasında yapılacak. Töreninin ardından dünyaca ünlü Piyanist Naki Ataman’la “Dünya Turu” konseri gerçekleştirilecek. Törenin sunuculuğunu tiyatro sanatçısı Gülsen Tuncer üstlenecek. l isTanbul/ cumhuriyet Sosyoloji duayeni Özbay’ı yitirdik Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ferhunde Özbay yaşamını yitirdi. Özbay kısa bir süre önce kalp bypass’ı geçir özbay mişti. Nüfus bilimleri, göç, aile, ev içi emek, sosyal tarih gibi konularda uzman olan 71 yaşındaki Özbay’ın cenazesi bugün öğle namazının ardından Teşvikiye Camii’nden kaldırılarak Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Özbay için Boğaziçi Üniversitesi’nde saat 10.30’da bir veda töreni düzenlenecek. l isTanbul/ cumhuriyet C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear