25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 30 Mart 2015 EDITÖR: MÜNEVVER OSKAY TASARIM: ÇAĞLA SEVİNDİK haber 5 Urla’da iki hayalet villa KURULDAN TARTIŞMALI KARAR Villa dik ama ağaç dikme! rla’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da armağan edildiği öne sürülen kaçak villaları görmezden gelen ve villaların bulunduğu alanın SİT derecesini 1’den 3’e düşüren İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü, Urla İskele Mahallesi’ndeki 3 dönümlük tapulu Sit arazisine zeytin ve meyve ağacı diken Mustafa Ural’dan ağaçları sökmesini istedi. Kurul, aldığı kararların “mahkemenin üzerinde olduğunu” da öne sürdü. 8 yıllık zeytin ağaçlarını söktürmemek için direnen arazinin sahibi Ural’a, İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından dava açıldı. Yargıtay’a kadar giden süreçte mahkemeler Ural’ı haklı gördü. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a armağan edildiği ileri sürülen kaçak villalardan ikisi ‘resmen’ görünmüyor EMRE DÖKER U C tif Topbaş ve ailesine ait villalardan ikisinin devletin hiçbir kurumunda resmi kaydı olmadığı ortaya çıktı. Geçen yıl İzmir İl Özel İdaresi’nin kapanmasına sayılı günler kala iki kaçak yapının tamamlanmak üzere olduğunun kamuoyuna yansıdığını belirten dönemin İzmir İl Genel Meclisi Başkanı Serdar Değirmenci, İzmir İl Özel İdaresi Genel Sekreteri İrfan İçöz tarafından villaların tespit edilmesi için belirlenen ekibin engellendiğini söyledi. Değirmenci “Burada da İzmir liman soruşturmasında oldu Villalara kimsenin gitmeye cesaret edemediğini umhurbaşkanı Tayyip ileri süren İzmir İl Genel Meclisi Başkanı Değirmenci, “Villalar kime ait çok merak ediyorum. O Erdoğan’a armağan edildiği savlanan Laiki villa ne yasal, ne kaçak. Adeta hayalet” dedi. ğu gibi devreye girildi. Bu hediye edildiği söylenen ve son yapılan iki villa olduğu belirtiliyor. Adeta dokunulmaz villalar. Bunlara ilişkin ruhsatsız ve kaçak olduğuna dair devlet kaydı yok” dedi. nedeniyle partisinden uzaklaştırıldı. Bu villalara dokunan yanıyor. Bilirkişi incelemesinde adeta karadan ve denizden askerler tarafından kuşatılmıştı” dedi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından villalaların bulunduğu alanın Sit derecesinin 1’den 3’e düşürülmesine karşı dava açan avukatlardan Şehrazat Mercan ise bu villalara ilişkin kayıt olmadığını, villaların kime ait olduğunun artık daha fazla merak uyandırdığını vurguladı. l İZMİR Bir Hazin İktidar Hikâyesi ürkiye’de artık ‘iktidar’ veya iktidar partisinden söz etmek imkânsız, şimdi söz konusu olan; ‘otoriter bir devlete dönüşen bir iktidar partisi’ veya başka bir deyişle bir otoriter rejimin kısaltılmış ismi olan ‘partidevlet’. Daha doğrusu, böylesi bir düzeni kurmak için çıkılan bir ‘amok koşusu’. Aslında halihazırdaki düzenin tam bir tarifini yapmak zor, her şeyden önce icraat makamı neresi belli değil; ortada icraatçılıkta ısrarlı bir seçilmiş bir Cumhurbaşkanı, diğer yanda ise daha henüz anayasa değişmediği için icraatın başı sayılan bir başbakan ve hükümet var. Dahası, Cumhurbaşkanı, iktidardaki partinin eski değil, değişmez lideri, dahası iktidar partisi; Cumhurbaşkanı için de, Başbakan için de, milletvekilleri için de, seçmeninin nazarında da sıradan bir siyasal parti değil, bir ‘dava’nın taşıyıcısı. Yani hiçbir şey, hiçbir kitaba uymuyor, her şey ‘keyfiyete’ tabi, yani her otoriter rejimin alameti farikası olan durum. Gece yarısından sonra Meclis’ten geçen, Cumhurbaşkanı’na örtülü ödenek tahsis edilmesi ve güvenlik paketi işte böyle bir resmin son rötuşları. Diğer taraftan, unutmayalım ki, sadece otoriter düzenler şu veya bu iktidarın, siyasi görüşün, onun mensuplarının ‘güç’lerinin muazzam bir şekilde artmasının sonucu değildir. Hatta tam tersine, otoriter düzenler, öncelikle muazzam zaaflar üzerinde yükselir; bir yanda iktidarı elinde bulunduranların yönetme zaafı, diğer yanda karşısındakilerin seslerini yükseltme zaafı. T Görevden alındılar Değirmenci eski İzmir Valisi Mustafa Cahit Kıraç ile eski Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Ata Erpolat’ın bu villalar nedeniyle görevden alındığını savlayarak “Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da bu villalar ‘Hukuk gasp edildi’ Ural’ın avukatı Halil Alagöz, kurulun başka işi yokmuş gibi Urla Belediyesi’ne “ağaçları sökün” yazısı gönderdiğini söyledi. Alagöz, “Kurulun bu taleplerinden sonra onlara dilekçe yazdık. Bize ‘mahkeme kararı ne olursa olsun bizi bağlamaz. Kurulun aldığı karar mahkemenin üstündedir’ denildi. Bu yanıt hukukun gasp edildiğinin, hukukun bitirildiğinin göstergesi. Çünkü hiçbir kurulun kararı kanunların önünde değil. Biz demokratik bir ülkeyiz. Tüm bunları yapanlar güzelim koya kurulan kaçak villaları umursamıyor” dedi. l EMRE DÖKER/ Avukat İZMİR Halil Alagöz Romanya’nın iade ettiği polisler dün mahkemeye çıkarıldı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde çalışma ofisine dinleme cihazı konulmasıyla ilgili Romanya’da yakalanan ve önceki gece Türkiye’ye iade edilen eski iki emniyet mensubu, dün tutuklandı. “Paralel yapı” operasyonunda aranırken yurtdışına çıkan eski emniyet müdürü Sedat Zavar ve eski polis memuru İlker Usta, Emniyet’in de desteklediği operasyonla Romanya’da yakalanmıştı. Romanya mahkemeleri, iki polisin iltica talebini reddetmişti. ‘Böcek’te 2 tutuklama tek tip dindarlık şeklinde okudukları için, muhafazakâr demokratlıktan otoriter İslamcılığa savruldular. Gücü, ne yolla olursa olsun ‘kontrol altına almak’ olarak algıladıkları için, çıkarcılık üzerinden kucaklarına düşenleri ‘doğru yolu bulmuş’, diğerlerini hain, düşman sandılar. Evet, gerçekten sandılar, çünkü dünyaları çok küçük, ve o küçük dünyadan Türkiye’yi yönetmek çok zor. Zora düştükçe otoriterleştiler, onların hazin hikâyesi bu. Yoksa ellerindeki onca güce rağmen bu denli öfkeli olmalarını izah etmek mümkün olmazdı; unutmayalım, öfke güç değil, zaaf belirtisidir. Tek adamın psikolojisi Kürtler ile giriştikleri serüvenin sonu ise, umarım diğerlerine benzemez, çünkü öylesi tam bir felaket olur. Diğer taraftan, iktidarın karşısında duranların da tek mazereti, güç yoğunlaşmasını başarmış bir iktidarın baskı ve sindirmesi olmamalı. Bu arada, unutmayalım, otoriter düzenler, nihayetinde ‘kolektif suç’tur. Tek adamın psikolojisi ile, çevresinde onu pohpohlayan bir avuç insanla, hatta onların ideolojisi ile izah edilemez. AK Parti’nin yönetemediğini iddia ettiğimiz Türkiye, onlardan önce iyi yönetiliyor değildi, önce bunu görmek, kabul etmek gerek. Görmemekte ısrar edenlerin bu iktidara karşı söyleyecek fazla sözü olamaz, olamadı. Diğer taraftan, bükemediği eli öpmeye girişenler ortalığı kapladı, iktidarın egosunu şişirdikçe şişirdi. Demokrasi ve özgürlükler adına kabul etmedikleri şeyleri yeni iktidara yaranmak için bir gecede tersine çeviren teorisyen mi ararsınız, hacı dedesini, başörtülü ninesini referans mektubuna çeviren mi... Umre yolları düne kadar küfrettiği dindarlara şirin görünmek isteyenler ile doldu, taştı. Daha neler neler, sadece şöyle bir hatırlatayım istedim, uzatmayayım. Demem o ki, demokrasi yöneten için de yönetilen için de, iktidardaki için de muhalefetteki için de zor zenaattir. O zorluklara katlanamayanlar, ülkeyi yönetemez, kolayı diktatörleşmektir, sonu felakettir. O zorluklara katlanamayanlar, iktidarların kapıkulu yazılır, sonu soytarılıktır. O zorluklara katlanamayanlar, çıkış yolu bulamaz, sızlanıp durur, sonu sefalettir. Umarım, böylesi bir ‘hazin son’a doğru yolculuğumuzda, bir noktada hiç olmazsa hız keseriz, toparlanmak, yeni bir yolculuğa başlamak için soluk alacak fırsat buluruz. O halde, bize düşen; ‘gerçekçi olmak, imkânsızı istemek’. aşlık saçma bir söz yığını gibi mi geldi? Değil. Biraz sabredin anlatacağım… Dün bu köşede yokuş aşağı giden AKP’nin 7 Haziran’da sarılacağı iplerden birinin de sandık sonuçları üstünde oynamak olacağına ilişkin bir Tırmık yayımlandı. “Trafoya giren kedi” masalının 7 Haziran’da “her trafoya en az bir kedi”ye dönüşeceğine ilişkin bir uyarı yazısıydı. Yazanı da şaşırtacak bir yankı buldu. Kişisel epostama yağanlar bir yana, sosyal medya denen ortamlarda da o Tırmık şaşılacak ölçüde yaygınlaştırıldı. Bana gelen emektuplarda “Elinize sağlık… Aklınıza sağlık… Evet, evet, bu çok önemli… Herkes sandığa sahip çıkmalı… AKP hilebazlarına sandıkta geçit vermeyelim” filan gibi öğütler, çağrılar birbirini izledi. Bu satırlar yazılırken hâlâ ekrana düşenler de var… …dedikten sonra artık yazının saçma gibi görüne başlığına gelebiliriz… Buyrun... HHH 1999 depreminin en yakıcı günleriydi. Cumhuriyet deprem bölgesinde kalıcı olarak beni görevlendirmişti. 27 gün boyunca duş yapmak üzere iki kez eve gelmek dışında arabada yatıp kalktık. Adapazarı’nda, İzmit’te, Gölcük’te deprem kurbanlarıyla birlikte yaşadık. Ağustos sıcağının etkisi ile çürüyen cesetlerin koskoca Adapazarı üstüne ölüm kokusu olup çöktüğü günlerdi. Geceyarısı tepelerine yıkılan evlerinden yarı çıplak kaçabildikleri için B (Fotoğraf: AA) Bebek Aspirini, Ağrı Kesici ve Kanatlı Orkid… ağustos sıcağında yatak çarşaflarına ya da kışlık mantolara bürünmüş beş genç kadın, bir ağaç gölgesinde dinlenen gazetecilerin yanına geldi. Birinin sözünü öteki tamamlayarak konuştular: Bizim sesimizi duyurma olanağımız yok… Valilik de kriz masası da şaşkın ve etkisiz… Oysa Adapazarı’na çok acele bebek aspirini, ağrı kesici ilaç ve kadın pedi, mümkünse kanatlı orkid lazım… Siz gazetecisiniz bize yardım edin… Lütfen acele edin. Ağlayan bebeklerin sesi size kadar geliyor… Haklılardı. “Ağlayan bebeklerin sesi” bizlere kadar ulaşıyordu. Depremden yaralı kurtulanlar, yıkılan devlet hastanesinin önünde yerlere uzanmış inlemekteydiler. Gözleri uykusuzluktan kan çanağına dönmüş birkaç doktor, ilaçsız ağrı tedavisi yöntemleri üstüne kafa patlatıyor ve bulamıyorlardı… Sayıları hiç de az olmayan gazeteciler bu dileği ödev bellediler. Telefonlara sarıldık. Çekmiyordu. Arabalarla güneye, Pamukova yönüne indik. Gazetelerimizin yazıişlerine sıkı sıkı tembih ettik. “Yayın, herkese duyurun” dedik. “Adapazarı’na çok acele bebek aspirini, ağrı kesici ve kadın pedi lazım” dedik. Yine ekledik, “Ama çok, çok acele…” Günler geçti. Ağlayan bebeklerin, inleyen yaralıların sesi Adapazarı’nın her köşesinden bize ulaşıyordu ve bebek aspirini, ağrı kesici ve kadın pedi gelmiyordu. Hâlâ yatak çarşaflarına bürünmüş, ağustos sıcağında kışlık manto ile dolaşan kadınların yüzüne bakamaz olduk. Sonunda gazeteciler bir araya geldi. Aramızda para topladık. Sonra da kibrit çektik. Kısa çöpü ben çektim. Arabaya atlayıp güneye, Pamukova, Mekece, Bilecik yönüne gittim. Arabanın bagajını bulabildiğim, alabildiğim kadar bebek aspirini, ağrı kesici ve kanatlı orkid ile doldurup döndüm. Aynı günlerde mail gruplarında (henüz Facebook ve Twitter icat edilmemişti) binlerce (evet binlerce ve binlerce) emektup dolaşıyor; hepsi “Adapazarı’na çok acele bebek aspirini, ağrı kesici ve kadın pedi lazım” mesajını iletiyordu. O emektupların internette dolaşımı haftalarca sürdü. Birkaç günlüğüne İstanbul’a döndüm. Bilgisayarımı açtım. Benim bilgisayarımdaki gelen kutusu bile “Adapazarı’na çok acele…” diye başlayan emektuplarla dolup taşıyordu… Ama Adapazarı’na tek bir ağrı kesici, tek bir kadın pedi, tek bir bebek aspirini gelmedi… HHH Ey okur, Bilgisayarın başında bu yazıyı ona buna aktaracaksan elini çabuk tut. Hemen ardından bilgisayarın başından kalk. Mesela git CHP’nin kapısını çal ve “Ben 7 Haziran’da sandık kurulunda görev almak istiyorum. Olmazsa sandık gözlemciliği de yaparım” de. HDP’nin kapısını çalma. Onlar parti olarak ilk kez seçime girdikleri için sandık kurulu üyesi ya da gözlemcisi görevlendiremiyorlar. Bu zor geliyorsa partilerüstü bir sivil girişim var: Oy ve ötesi. Onların sitesine girerek de sandık güvenliğine nasıl katkı sunabileceğini öğrenirsin. Yani http://oyveotesi.org/ adresini tıkla, gir, bak, öğren ve görev al… Ayrıca bir grup aydının oluşturduğu, aynı konuya odaklanmış bir başka sivil girişim var. Orayı da tıklayın; yararlı bilgiler edineceksiniz: http://www.guvenlisecim.org Unutma 7 Haziran’da 194 bin sandık kurulacak. Onlar 194 bin trafo kedisi bulabilirler; biz niye 194 bin “demokrat ve yurttaş” bulamayalım? Türkiye’ye çok acele 194 bin “bebek aspirini, ağrı kesici ve kadın pedi” lazım… Haydi… Siyasette maharet O nedenle, otoriter düzenler, güç alameti değil, daha ziyade ‘güç gösterisi’ şeklinde tezahür eder. Siyasette maharet, baskı ve sindirme ile yönetmek değildir, bunlara gerek duymadan yönetebilmektir. AK Parti’nin sorunu aslında bu ülkeyi yönetmekte zaafa düşmek oldu. Toplumsal destek ile elde ettikleri siyasi güç ile, demokratik çerçevede yönetmeyi başaramadılar, o nedenle daha fazla baskı, o nedenle daha fazla kontrol, daha fazla kural tanımazlık, daha fazla gizlilik gereği duyuyorlar. Türkiye’yi yönetmek için, bu ülkenin karmaşıklığına cevap vermek lazımdı, yapamadılar. Belki yapmak istediler, beceremediler, bilemiyorum. Düne kadar sapkın saydıkları Alevileri hakkıyla anlamayı beceremedikleri için ‘çalıştay’lar çalışmadı. Laikliği sadece Batı’nın dayatması sandıkları için, toplumun önemli bir kesimini yabancılaştırdılar. Muhafazakârlığı, C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear