25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
dizi 14 YAŞAR KEMAL’İN CUMHURİYET’TE ÇIKAN ‘NEDEN GELİYORLAR’ EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK Salı 10 MART 2015 Cumhuriyet Savcısı Aziz Takçı: RÖPORTAJINI YENİDEN YAYIMLIYORUZ 6 YAŞAR KEMAL Tepeden dereye inip tekrar tepeye çıkarılan tarlalar stanbul koyakları, tepeleri, sırtları gecekonduyla dolmuş. Yurdundan kopup gelenlerle dolmuş. Birer gözcük sandıklardan, tenekelerden, topraktan, kerpiçten, kırık tuğladan yapılmış evler. Bir adamın yarı beline gelen evler. Çarpık, yamrılmış, penceresiz bir tuhaf evler. Çamurlu, tozlu, yokuş yukarı, lâğım kokan, lâğımı akmış sokaklar.. Ve pisliğin içinde yarı bellerine kadar debelenen yüzlerce çocuk. Çocuklar, çocuklar, çocuklar... Kirli, paslı, kirden renklerini yitirmiş çocuklar. Gecekondular da bölge bölge kurulmuş. Karadenizliler çoğunluk buradaysa, Kastamonulular, Bayburtlular, Erzurumlular şurada. Örneğin Esentepede çoğunluk Karadenizliler oturuyor. Gültepenin bir kısmında Erzurumluları, bir kısmında Kastamonuluları buldum. Esentepede bu kadar Karadenizli arasında bir de Vanlı gördüm. Daha yeni gelmiş. Bir de bakkal dükkânı açmış. Gecekondu mahallelerinde küçücük gecekondu kahveleri. Peykeler. Kirli kağıtlarla oyun oynıyan gecekonducular. Esenttepedeki kahvede kahveci Ömer konuşuyor. Oflu Ömer. Buraya gelinciye kadar çok çekmiş Ömer. Bileğine kuvvetli Ömer. İlkin Tophanedekilerin, o korkunç serserilerin arasına düşmüş. Ekmeğini oradan, yani taştan da beter bir yerden çıkarmış. Macerası beter. Köyleri Ofun o kıraç, kayalıklı dağlarında. “Bizim köylerdeki halimiz beterin beteri,” diyor. Sana bir macera söyleyim ki, dillere destan olsun, yaz da.. Bu bizim işlerimiz görülmüş değildir. Zor iştir. Karadeniz toprağı. Bir yıl, bizim bir dönümlük tarlanın bütün toprağını bir kış yağmur aldı, aşağıya bir dereye indirdi. Kupkuru kaya kaldı bayırın yüzünde. Tohum ekecek, ilaç için arasan, tek bir toprak parçası kalmadı. Çok yıl böyle eder sel bize. Kayalar mosmor. Yıkanmış gibi kayalar. Işıl ışıl. Bal dök yala, bizim bir dönüm tarlanın yerine. Bizimkiler bana dediler ki, vazgeç, dediler. Vazgeç Ömer. Bu bir dönümlük tarlanın toprağını sen bir yılda yukarı, tarlanın yerine çıkaramazsın. Çıkaramaz mıyım, görürsünüz. Aldım çuvalı, aldım sepeti sırtıma. Bayır dik. Bayır bıçak sırtı gibi. Başladım sepeti ağzına kadar dereden toprakla doldurmağa. Doldurup taşımağa. Sabahtan öğleye kadar ancak iki yük götürebiliyorum tarlaya... Taşıya taşıya sırtım yaraya kesti. Cılk yara oldu. Tam dört ayda bir dönümlük tarlanın toprağını taşıdım, serdim kayaların üstüne. Sonra da gübreyi taşıdım, iyice karıştırdım. Bir mısır ektim ki... Dört ay da mısır tarlasının başını bekledim. Sonra mahsulü kaldırdım. Elime ne geçti bilir misiniz? İki teneke mısır. Öteki yıl, gene yağmur geldi, tarlamı aldı dereye indirdi. Gene kayalar çırılçıplak, ışıl ışıl kaldı. Bal dök yala. Ben de başımı aldım, ver elini İstanbul, dedim ama, İstanbul’da iş yok, güç yok. Tophane serserilerinin arasına düştük mü? Bileğimiz de kuvvetli... Fakat pis iş orası. Bize göre değil... Uzun zaman orada burada çalıştıktan sonra buraya geldim, bu kahveyi tuttum. Geçen yıl da karımı getirdim. Şimdi rahatım. Havası, suyu iyi ya bizim memleketin, neylersin ki, geçim yok. Yaşamak cehennem. Dönüp bakmak istemiyorum. Görmek istemiyorum. Ama bizim memleketin havası, suyu, adamı gibi yok.” Küçücük kahve ağzına kadar dolu. Ömeri herkes bir kulak olmuş dinliyor. Hepsi de Ömerin anlattıklarını onaylıyor. Fırsatını bulan da kendi toprak macerasını anlatıyor. Ötede bir yaşlı adam var. Memet Ağa. Elli yaşlarında olduğunu söyledi. Burada, gecekondularda kardeşleri varmış. Burada oğlu varmış. İşte bu Memet Ağa, hiç ağzını açmıyor, hiç bir söze varmıyordu. Millet elinden geldiğince derdini anlatıyor o susuyor, dinliyordu. Birden ne oldu, ne olmadı, patlayıverdi. Sırtını döndü: “İşte bu sırtta deri kalmamış sıyrılmıştır. Otuz yıldır sırtımda sellerin götürdüğü toprakları, taşıdım. Bir teneke mısır için.” Hâkim ve savcılara büyük baskı var Ahmet Şık Ve çocuklar, çocuklar, çocuklar.. Sokaklar, caddeler, gecekondular dolusu çocuklar... İ Gecekondudakilerin tek umutları çocukları. Zor iştir Karadeniz toprağı Buna talih mi denir ola? Şu talihe bakın. Şimdi hepsinin de birer gözcük gecekonduları bayırın üstünde... Duvar gibi bir bayıra aşağı sıralanmış evleri. Karadeniz yağmurları gibi bir yağmur yağsa hepsini alıp götürecek. Ama, küçücük bir işi olan buradan, şehirden memnun. İşi olmayanların hali tabii köydekinden de daha beter. Duman. yır duvar gibi aşağılara iniyordu. Ve safi kayalıktı. Kayalığın günden yanına dönünce yirmi otuz kadar kadının sırtlarında küfeleri, bir kayalığın, düzcene bir kayalığın üstüne toprak serdiğini görmüştüm. “Bu ne olacak?” “Tarla.” Sonra bu tarlaya mahsul ekecekler. Oradan kaldırdıkları mahsulü de yeyip iflâh olacaklar. Güle damdan gel! O gün bugündür bu olay gözümün önünden gitmedi. Sırtlarında küfeleri, ter içinde, yalınayak, boyunları uzamış babam uzamış, uzamış, gerilmiş. Gözleri dışarı uğramış, pörtlemiş. Kadınlar... “Olmaz olsun böyle dirlik..” Başka biri. Bu çok genç. Çocuk denecek kadar genç. “Ya bizim başımıza geleni anlatsam. Bir anlatsam... Çok beter bizimkisi... Bunlardan beter. Bizim köyün tüm köyünün tarlasını geçen kış sel aldı da gitti. Bir tek zerre toprak bırakmamacasına toprağın hepsini topladı topladı da aldı gitti. Biz gene her zamanki gibi, imeceye toplandık. Sel toprağı almış da çok uzaklara götürmüş. Sürüklemiş ki, tâ denize götüre mübarek. Öyle uzak. Başladık bir uçtan toprağı bayıra tışamağa. Anan yahşi, baban yahşi bir buçuk, iki ayda bütün köy ancak bir evin tarlasını yapabildik. Bir buçuk iki ayda bir evin tarlası yapılırsa var altmış ev köyde. Yıllarca sürecek bu iş. Köylü bunun üstüne büyük bir müsavereye topladı. Uzun uzun konuştular, tartıştılar. Dediler ki, haydi on yıl çalıştık, bu toprakları gene yerlerine götürdük, ikinci, bundan beter bir selin gelmiyeceği ne belli. Karar verdik ki, aç da kalsak, sefil de kalsak, gurbetten başka çaresi yok. Geldik İstanbula ki, işler duman. Bir köy nereye sığar ki... Ev yok, bark yok.. Boşalmış köyün kimsesiz insanı..” Buna talih mi denir ola? Şu talihe bakın. Şimdi hepsinin de birer gözcük gecekonduları bayırın üstünde... Duvar gibi bir bayıra aşağı sıralanmış evleri. Karadeniz yağmurları gibi bir yağmur yağsa hepsini alıp götürecek. Ama, küçücük bir işi olan buradan, şehirden memnun. İşi olmayanların hali tabii köydekinden de daha beter. Duman. “Köyde kalsaydık ne geçerdi elimize? Bir ömür boyu toprağı, yağmur alsın götürsün, sen sırtında taşı. Sırtının yarası bir ömür boyu iyi olmasın. Burası.. Bu şehir hiç olmazsa bir umut kapısı... Belki çocuklar büyür. Belki iş güç sahibi olurlar.” Ve çocuklar, çocuklar, çocuklar.. Sokaklar, caddeler, gecekondular dolusu çocuklar... Buna talih mi denir ola? İT’e ait silah ve mühimmat yüklü TIR’ları durdurup arama yaptırdığı için açığa alınan eski Adana Cumhuriyet Savcısı Aziz Takçı mevzuatın belirlediği yetkilerin dışına taşmadıklarını söyledi. Bir suç soruşturması yaptığını belirten Savcı Takçı, “Böyle bir olayda savcı kaybolacak delilleri toplamaz ve o deliller kaybolur ise o takdirde suç işlemiş olur” dedi. Takçı’nın, söyleşimizin üçüncü bölümünde sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle: 19 Ocak operasyonunun ihbarını yapan kişinin Ankara’da görevli bir asker olduğu ortaya çıktı. Soruşturmadan yansıyanlara bakılırsa mevzuatı da aşan bir yol izlendiği gibi kuşkusu var. Siz nasıl yorumluyorsunuz? İhbar geldiğinde biz ihbarcıyı da araçların MİT’e ait olduğunu da bilmiyorduk. Devletin resmi bir kurumunun bu şekilde üstelik görevi de olmadığı halde malzeme nakledeceği kimin aklına gelir? Kaldı ki yasalar uyarınca böyle bir ihtimalin akla gelmesi de mümkün değil. Ayrıca aramaya konu üç ayrı araçta MİT mensubu yoktu. MİT mensubu olduğunu söyleyen ancak hiçbir şekilde kimlik göstermeyen kişiler, bir başka özel araçla olay yerine sonradan gelip taşkınlık yaptılar. İlerleyen aşamalarda kimlik ibrazı yapılmış olsaydı bile yasaları uygulamak zorunluluğu var. Yasalar, böyle bir olayda savcı kaybolacak delilleri toplamaz ve o deliller kaybolur ise o takdirde suç işlemiş olacağını söylüyor. Bizim de yaptığımız budur. Kesinlikle mevzuat sınırlarını zorlayan bir uygulama söz konusu olmadı. Zaten bu olaydan kısa bir süre önce, Van’da özel aracıyla oldukça yüklü miktarda uyuşturucu naklederken yakalanan bir MİT mensubu hakkında, genel hükümlere göre soruşturma yapılmış, aracı aranarak uyuşturucuya el konulmuş ve bu kişi tutuklanmıştı. Sonra da hakkında dava açıldığı basına yansımıştı. O olayda kimse MİT mensubunun olduğu araç aranmaz, uyuşturucuya el konulmaz demedi, zaten mevzuata göre dememesi gerekir. M danışmıştı. Açıkçası ismini bile tam olarak olaydan sonra öğrendiğim bir görevlidir. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan sizin için “paralel savcı, casus, vatan haini, alçak” diye bahsetmişti. Aynı şekilde iktidar sözcüsü yayın kuruluşları da benzer hakaretlerde bulunmuştu. Suç duyurusunda bulundunuz ancak bu yargıdan haksızlığa uğradığınıza dair bir karar çıkacağını düşünüyor musunuz? Hakkaniyetli bir sonuç çıkmaz Bu konularda takip edebildiğim kadarı ile cezai ve hukuki olarak gerekli başvuruları yaptım. Öncelikle ceza soruşturmaları şu anda tamamen yürütme erki tarafından bloke edildiğinden bu soruşturmalardan hakkaniyetli bir sonuç beklemiyorum. Çünkü hâkim ve savcılara büyük bir baskı var. Hükümeti rahatsız edecek bir karara imza atan hâkim savcılar anında cezalandırılıyor, memnun eden meslektaşlar ise anında terfi ettirilerek ödüllendiriliyor. Bu aşamada sadece iç hukuk yollarını tüketme adına sonuna kadar itirazlarımızı yapıyoruz. Sadece bir iki dosyada ceza davası açıldı, geri kalan tüm şikâyetler takipsizlik ile sonuçlandı. İtirazlar da hükümet tarafından belirli amaçlar için kurulan sulh ceza Hâkimliklerince reddedildi. Hakkımdaki çok açık hakaretlere bile değerli meslektaşlarımız, göz yaşartan ölçüde basın özgürlüğünü yücelten gerekçelerle takipsizlik kararları verdiler. O kadar ki, karar veren arkadaşın savcı mı yoksa karşı tarafın avukatı mı olduğunu anlamakta zorlandığımız kararlar da oldu. Hatta Avukatımla “Savcı bey şüpheliyi iyi savunmuş” diyerek acı tebessüm ettiğimiz kararlar oldu. Burada ilginç bir konuyu paylaşmak istiyorum. Havuz gazeteleri çok açık tehdit etti Bir süre önce, bence asla suç içermeyen bir Twitter mesajından dolayı, gazeteci Sedef Kabaş’ın evi arandı, gözaltına alındı ve hakkında davalar açıldı. Hakkımda, havuz gazetelerinde çok açık hakaret, tehdit, hedef gösterme içeren yayınlar yapıldı. Bunlar hakkında yaptığımız şikâyetlerin bir kısmına ise gazeteci Kabaş’ın dosyasına bakan savcı baktı. Bu savcı, şüphelilerin bile ifadelerini almadan, AİHM kararlarından bahsederek, adeta şüphelilerin hakaret ve iftira özgürlüklerini savunarak, Yargıtay içtihatlarının, aksine yüzlerce kararı olmasına rağmen takipsizlik kararları verdi. Ancak aynı savcının muhalif gazeteciye yönelik uygulaması ise ortada. Acaba aynı savcı, benim yaptığım şikâyetlerde, AİHM kararlarını hatırlayarak ifade özgürlüğü savaşçısı kesiliyor da bir kadın gazetecinin çok masum sayılabilecek bir Twitter mesajına karşı neden aslan kesilerek evini arattırıp gözaltına aldırıyor ve hemen davayı açıyor? Bu ciddi bir ayırımcılık suçudur ve hak ihlalidir. Aynı zamanda görevde keyfi muameledir. Vicdan sahibi bir meslektaş bu tür ayrımcı davranışlar yapar mı? Haber çarpıtıldı Operasyona katılan Üsteğmen Önder Kır ile Kırıkhan’daki baskından önce Özcan Şişman’ın 15 defa telefonla görüştüğünün tespit edildiği yazıldı. Buradan yola çıkarak organize bir girişim olduğu algısı ortaya çıktı. Astsubay Kır ile evinizde de görüşmüşsünüz. Nedir tüm bunlar? Üsteğmen Önder Kır ile Savcı Özcan Bey’in görüşmesi kesinlikle söz konusu değil. Tamamen çarpıtma amaçlı yazılan bir konu. Kaldı ki kolluk savcı adına soruşturma işlemlerini yürüttüğü için ve talimat aldığı, danıştığı için savcı ile görüşür, görüşmesi gerekir. Üsteğmen Önder Kır da benim açımdan bir kolluk görevlisidir. O tarihten önce kendisini birkaç kez görmüştüm. Yürüyen bazı soruşturmalar ile ilgili bilgi vermiş, bazı hukuki konularda Zayıf, incecik, avurdu avurduna geçmiş bir adamdı Mehmet Ağa. Gene sustu. Bütün bedeni bir öfke, bir hınç kesildi. Başka birisi aldı: “Üç yıl önceydi,” dedi. “Böyük bir sel geldi. Bizim köyden yirmi evin tarlasını aldı dereye doldurdu. Tekmil toprağını sildi süpürdü dereye doldurdu. Böyle zamanlarda köylü imece yapar. İmece demek, toprağı gidenlerin hepsinin bir araya gelip, bir arada, çalışması demektir. Meselâ tarlalar sıraya konur. Birinci gün Ahmedin tarlasına toprak taşınacak, denir. Bütün köylü, çoluk çocuk, kadın erkek başlarlar. Ahmedin tarlasına.. Onu bitirince Memedin tarlasına geçerler. Onu bitirince de ötekine. Benim tarlam on ikinci idi o yıl. Biz o zaman, yirmi evin tarlasını bütün köy, bir buçuk yılda taşıdık, bitirdik.” Yıl, 1953 yılyıdı. Ben Sürmenedeydim. Bu toprak taşıyarak tarla yapma olayını duymuş, inanmamıştım. Bunu söyliyen Trabzonlu arkadaş kızmış, beni aldığı gibi bir Sürmene köyüne götürmüştü. Kayalıktı. Ba ‘Yirmi evin tarlasını bütün köy, bir buçuk yılda taşıdık’ YARIN: TRAKTÖR YÜZÜNDEN... C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear